‘Şehâdet’ kelimesi farklı kullanım yerlerine göre, hazır olma, tanıklık, açık belirti, ona tanıklık etme demektir.

Türkçe’de kullanılan ‘şahit olma’, ‘şehâdette bulunma’ bu anlamlardadır.

‘Şehâdet ve şuhûd’, Kur’an’da  ‘ğayb’ın karşıtı olarak kullanılmaktadır. (Bakınız: Ğayb)

‘Şehâdet’, türevleriyle birlikte Kur’an’da yüzelli kadar yerde geçmektedir. Bu türevlerden en çok kullanılan, ‘şehid’ (çoğulu: şüheda), ‘şahid’ (tanık olan, gözleyen), ‘meşhûd’ (gözlenen, tanık olunan), ‘istişhad’ (tanıklık, gözleme, görerek bilip öğrenme) kelimeleridir.

‘Şehâdet’ kelimesi Kur’an’da çok geçmesine rağmen, yeterince bilinmeyen veya çok dar manada bilinen kavramdır.

Kur’an’daki şu ifade dikkat çekicidir:

“Burçları olan göğe andolsun, o vadedilen güne, şahid olana (görene) ve şahid olunana-meşhûda (görülene de).” (85/ Buruc, 1-3)

Allah (cc), kendisinin hem ‘ğayb’ aleminin hem de ‘şehâdet’ aleminin alimi (bilicisi) olduğunu beyan ediyor. (32/Secde, 6. 39/Zümer, 46. 59/Haşr, 22. 62/Cuma, 8) İnsan Allah’tan aldığı şuur ve işaretle, ilim veya düşünce üretebilir. Bu ilim ve düşünce sayesinde de varlığı ve eşyayı tanır. İnsanın kendisi ve onun ürettiği bilgi ve düşünce, şahid olan Allah’ın ona verdiği bir ‘şehâdet’ olayıdır. O, Allah’ın kendi varlığının delili olarak yarattığı ‘şuhûd alemindeki’ bazı şeyleri görmektedir, gözlemektedir.

İnsan iman ettikçe, bunun doğrultusunda ilmi arttıkça ve kalp gözü açıldıkça , âlemdeki Allah’ın ‘şahidlerini’, O’nun varlığını her an bilenleri, ona tanıklık edenleri daha iyi anlar. Böyle bir insan için ‘gayb’ın bir kısmı ‘şahid’ olunan ‘meşhûd’ âlem haline gelmeye başlar.

Aynı kökten gelen ‘müşahede’; iyice gözlemek, hisleriyle bir şeyi anlamak, bir şeyde kesin bilgiye ulaşmak anlamlarına gelir. Şehâdet ise, müşâhedeye hazır olmak, nefis ve duygularla bir şeyin varlığına şahid olmak, ona ait bir bilgiye ulaşmak ve sonunda bu bilgiyi açığa vurmak eylemidir.

 

b-Şehâdetin İşleyişi

Kişi, gerek nefsiyle, gerekse duyularıyla bir şeyin doğruluğunu anlarsa ve o şeyin doğru olduğundan emin olursa, onu itiraf eder, onun öyle olduğuna tanıklık eder.

Söz gelimi Tevhid Kelimesini söylemek, Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmektir. Yani bu kelime ile verilen bilginin doğruluğundan emin olmak, onun doğruluğuna şahid olmaktır. Burada hislerle bir şeyin doğruluğu gözlenmiş, emin olunmuş ve bu doğrulayıcı tavır bir ‘şehâdet’le ortaya konmuştur.

Allah (cc) kendi varlığını ‘ğayb-şehâdet’ süreci olarak ortaya koyuyor ve insanı çeşitli şekillerde buna ‘şahid’ olmaya çağırıyor. İşte bu ‘şehâdet’ insanın kaçamayacağı bir tanıklıktır. Yerde ve gökte olan her şey bu tanıklığı yapmaktadır. Yalnız bazı insanların nefisleri bunu inkâr etse de, gerçek böyledir. (57/Hadid, 1. 59/Haşr, 1. 17/İsra, 44)

Zaten Kıyamet günü insanların dilleri susacak, buna karşın elleri ve ayakları insanın ne yaptığına ‘şahitlik’ edeceklerdir. (36/Yasin, 65. 42/Fussilet, 20)

İnsanın var olması bir anlamda ‘şehâdeti’ yerine getirmesi içindir. Bazı mü’minlerin “Yarabbi! Bizi şehidlerden yaz’ diye dua etmeleri bu gerçeğe işaret etmektedir. (3/Âli İmran, 53. 5/Maide, 83)

Olgun mü’minler, bu anlamdaki ‘şehâdetlerini’ hakkıyla yerine getiren kimselerdir. (70/Mearic, 33) Kur’an’ı tam anlayabilmek için bu evrensel ‘şehâdeti’ bütün anlamıyla yerine getirmek gerekir. Çünkü Kur’an, bu ‘şehâdeti’ insanlara bildirmek için geldi.

Allah’ın güzel adlarından biri de ‘şehid’tir. O, her şeye ve her şeyin üzerine şahidtir. (3/Âli İmran, 98. 5/Maide, 117. 10/Yunus, 47) (Bakınız: Şehid)

Allah’ın varlığı ve O’na ait yaratma, var etme, Rabblik, kudret ve bunların eserleri bütün evrende, her yerde varken, bu şehâdeti inkâr etmek zalimliktir. (2/Bakara, 140)

Şehâdetin tarihî süreç içerisinde üç zamanını görmek mümkündür:

Allah (cc)ın,  insanların benliklerini kendi Gerçeğine şahid tuttuğunu Kur’an haber vermektedir. Bu ‘elest bezmi’ diye bilinen sözleşmedir (misak’tır). Bütün insanlar fıtratlarıyla Allah’a ve O’nunla ilgili gerçeklere ‘şehâdet’ etmişlerdir ve etmektedirler. ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ sorusuna ‘evet Rabbimizsin, buna şehâdet ederiz’ demişlerdir. (7/A’raf, 172) Bu şahidlik sebebiyle insan öldükten sonra, benim bundan haberim yoktu diyemeyecek.

İnsan dünyaya geldikten sonra, dünya hayatının cazipliğine kapılarak bu ‘şehâdeti’ unutabilir. Ahirette ona ‘sana bir uyarıcı peygamber gelmedi mi?’ sorusu sorulduğu zaman ‘nefislerimize karşı şehâdet’ ederiz’ derler.

Bu itiraf, hem varlık dünyasının Allah’a ait olduğunu kabul etmektir, hem de varlığın sahibi Allah’ın insana elçiler gönderdiğini ilan etmektir. Böylece insanlar dünya hayatında da bu ‘şehâdeti’ sürdürmeye davet ediliyorlar.

Bu ‘şehâdeti’ yerine getiren mü’minleri Kur’an şöyle anlatıyor:

“Rasûl’e indirilen Kur’an’ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz, inandık, bizi şahid olanlarla beraber yaz!” (5/Maide, 83)

Allah (cc) kendi varlığına bizzat kendisi ‘şehâdet’ ediyor. Aynı şehâdeti melekler ve ilim sahibi kimseler de yaparlar. (3/Âli İmran, 18) Allah (cc) bu tanıklığı, kendisinin dışında herhangi bir ilâh olmadığı gerçeğini vurgulayarak yapmaktadır.

Melekler, bu gerçeği itiraf ederler. İlimden nasibi olan bazı alimler de elde ettikleri bilgilerle bunu kabul ederler. Çünkü onların elde ettiği bilgiler zaten Allah’ın Rabbliğinin şahitleridir.

 

b1-Allah’ın Şehâdeti

Allah (cc), âfakta (dış alemde) ve enfüste (nefislerde) bulunan âyetlerini insana göstereceğini belirttikten sonra, kendisinin her şeye şahid olduğunu haber veriyor. (41/Fussilet, 53)

Allah’ın ‘şehâdetinin’ insan üzerinde gerçekleşmesi çok daha dikkat çekicidir. Her şeye şahid olduğunu söyleyen Rabbimiz, insana, onun şah damarından daha yakın olduğunu da açıklıyor. (50/Kaf, 16) Öyleyse insan sürekli bu tanıklığın kontrolü altındadır. İman edenler bu gerçeği bilerek devamlı en iyi ameli, devamlı en güzel kulluğu yapmaya çalışırlar. Allah’ın insanı her an gördüğünün bilinmesi şuuru, ‘ihsan’ durumudur ki mü’minlerin yücelecekleri en üstün makamdır. (Bakınız: İhsan)

 

b2-Peygamberlerin Şâhid Oluşu

Allah (cc), her şeyin şahidi (veya şehidi) olduğu gibi, aynı zamanda peygamberler de Gerçeğin ve insanların yaptıklarının birer ‘şahid’idirler. (16/Nahl, 84) Kur’an, Hz. Muhammed’in bir ‘şahid’ olarak gönderildiğini sık sık vurgular. (33/Ahzab, 45. 48/Fetih, 8. 73/Müzemmil, 15) Peygamberimiz aynı zamanda bütün insanların ‘şahidi’ olacaktır. (4/Nisa, 41)

Hz. Muhammed (sav) nasıl bir ‘şahid’ ise, O’nun ümmeti de insanlar üzerine bir şehidler topluluğudur. Kur’an bunu çoğul halinde ‘şühedâ’ olarak kullanıyor. (2/Bakara, 143. 22/Hacc, 78) İslâm ümmeti bu manada bütün insanlar üzerinde ‘şühâdadırlar-şahittirler’.

Onlar, yeryüzünde Hakikat’ın gerçek şahidleridir.

Kur’an, yeryüzünde bozgunculuk yapıp, doğru yoldan uzaklaşan ve  ilâhî vahye inanmayanları, iddialarını isbat etmeye çağırıyor. (28/Kasas, 75) Allah adına uydurdukları hükümlerin, doğru yolda olduklarının şahitlerini getirmeleri isteniyor. Onlar elbette bu yaptıklarının doğruluğunu isbat edecek ‘doğru şüheda’ bulamazlar.

 

c-Adalet ve Şehâdet

 ‘Şehâdet’ ancak adalet duygusuyla gerçekleştirilebilir. Yerde ve gökte mutlak anlamda ilâhî adalet vardır. Allah’ın ‘adalet’ sıfatının tecellisi bütün yaratıkları kuşatmıştır. İnsanlar arasındaki adaletin sağlanması da hakkıyla ‘şahitlik’ yapmakla mümkündür. Kur’an, hukukî anlamda yapılacak şehâdetin de hakkıyla yapılmasını emrediyor. Bu şehâdet, adalet sahibi kimseler tarafından yerine getirilir. (5/Maide, 8,44. 65/Talak, 2)

Kur’an, borçlanmalarda, vasiyyetlerde, zina ve  iftira cezalarında ‘şahid’ getirilmesini bu gibi şeylerin şahidlerle isbatlanmasını emrediyor. (2/Bakara, 282. 4/Nisa, 15. 24/Nûr, 4, 6-9)

Müslüman ve iffetli kadınlara zina iftirası yapıp da bunu dört şahidle isbat edemeyenlerin şahitlikleri ebediyyen kabul edilmez. (24/Nûr, 6-9)

Kıyamet günü Allah (cc) bütün herkes ve her şey üzerine şahidtir. O, elbette dünya hayatında her şeye tanıklık ediyordu. Hesap günü de O, insanların yaptıklarına şahitlik edecek. (4/Nisa, 159. 10/Yunus, 29. 13/Ra’d, 43, v.d.) Bütün insanlar da kendi şahitleriyle (peygamberiyle) diriltilir ve hesapları görülür. (16/Nahl, 84) Peygamberimiz (sav) hem kendi ümmeti üzerine, hem de bütün insanlar üzerine şahid olarak getirilir. (16/Nahl, 89. 4/Nisa, 42)

Ayrıca her insanın elleri ve ayakları, derisi, kulağı ve gözü kendi aleyhine şahitlik edecektir. (41/Fussilet, 20-22. 36/Yasin, 65. 24/Nûr, 24)

Allah’a ve Rasûlüne itaat edenler, kendilerine Allah’ın ni’met verdiği peygamberler, sadık olanlar, salih ve şühedâ (şahidler) kimselerle beraber olurlar. Onlar gerçekten güzel arkadaştır. (4/Nisa, 69) Buradaki ‘şühedâ’ yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız anlamda Hakk’a şahitlik edenler olabileceği gibi, Allah yolunda canlarını feda eden ‘şehid’ler anlamına da gelebilir.

‘Şehâdet’ ilimle ve  yaşantı ile Hakk’a şahitlik etmek olduğu için, bunun göstergesi olarak Allah yolunda can vermeye de ‘şehâdet-şehid-şehidlik’ kelimeleri kullanılır. Bu yolda canlarını feda edenlere ‘şehid’ denilir. Bu şehidlik, şehâdetin bir başka şekilde gerçekleşmiş halidir. Ancak asıl ‘şehâdet’ yakîn bilgi (ilim), adalet, takva ve İslâmî yaşayışla Hakk’a şahit olmaktır. Bu manada bütün güzel mü’minler birer şehid’tir.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 627-630