Bir kavram olarak ‘azap’, Allah (cc)’ın kendi emirlerine veya hükümlerine karşı gelenlere dünyada veya Ahirette vereceği ceza, sıkıntı ve eziyet demektir.

Kur’an’da çok sık geçen kelimelerden biridir. Beşyüze yakın yerde geçmektedir.

Bilindiği gibi mükâfat (ödül) yapılan güzel bir amelin, ceza da yapılan kötü bir amelin, yani suçun karşılığıdır. Bu gerçek, insanlar arasında böyle olduğu gibi Allah (cc) katında da böyledir. Bir çocuğu eğitmek üzere, onun güzel davranışlarını ya sözle, ya hediye vererek, ya da istediğini yerine getirerek ödüllendiririz. Bu ödüllendirme hem o yaptığı güzel hareketin veya başarının karşılığıdır, hem de o başarının sahibini ve o başarıyı duyabilecek diğer çocukları bir teşviktir. Bir başkası suç olabilecek bir davranış yaptığı zaman da onu o yanlıştan kurtarmak için ona uygun, çocuğun anlayabileceği bir ceza veririz. Bu eğitimde bir metodtur.

Sosyal hayatta da durum böyledir. Güzel davranışta bulunanlar bu davranışlarının ödülünü farklı şekillerde alırlar. Suç işleyenler ise ya toplumdan, ya otorite sahiplerinden, ya da sıkıntıya düşmek, huzursuz olmak şeklinde kendi vicdanı tarafından verilecek cezalarla hatalarının ve suçlarının karşılığını görebilirler. Özellikle suç işleyenlere ceza vermemek, büyük zararlara yol açar. Toplumun huzurunu bozar, zulmün artmasına sebep olur. İnsanların hakları ellerinden alınır, çirkin şeyler yaygınlaşır. Mal, can, inanç ve benzeri emniyetler kaybolur, insan özgürlüğü tehlikeye düşer.

Âlemlerin Rabbi Allah (cc), insanı kendisine kulluk için yarattı. (51/Zariyat, 56) Ona sayısız nimet verdi. Yeri ve gökleri, onların içerisindeki her şeyi insanın hizmetine sundu. Ona akıl ve o aklı kullanma yeteneği verdi.

Bütün bunlardan sonra gönderdiği Kitaplarla ve görevlendirdiği elçilerle iyiyi ve kötüyü tarif etti. Doğru yolu ve sapıklık yollarını gösterdi. İnsana görevlerini hatırlattı. Hangi davranışın güzel ve övücü, hatta ödül kazandırıcı olduğunu, hangi hareketin kötü, çirkin ve insana ceza kazandırıcı olduğunu açıkladı. İnsanın dünya hayatını düzene koyucu, ona mutluluk sağlayıcı, onun haklarını koruyucu hükümler, ilkeler, kanunlar gönderdi. Ki bütün bu hükümler, hem insana insanca yaşamayı ve huzuru sağlar, hem de nasıl kulluk yapacağını öğretir.

Allah (cc) aynı zamanda, kendi hükümlerine uyanlara vereceği sonsuz ödülleri, sayısız mükâfatları, akla hayale gelmeyen karşılıkları müjdeledi. Yine kendi hükümlerine uymayıp da başka tanrılara ibadet edenleri, Allah’ın çizdiği sınırları tanımayıp azan ve ağır suç işleyenleri de uyarıp korkuttu. Onlara vereceği cezaları bildirdi. Onların karşılaşacakları azabın korkunçluğunu hem haber verdi, hem de bu dünyada iken insanlara ve topluluklara (kavimlere) gösterdi.

Şeytana ve nefsine aldanıp da Allah’ın hükümlerine aykırı gidenlere tevbe imkanı vermesine, tevbe edenleri bağışlama sözü vermesine rağmen; Allah’ı tanımamaya, O’nun nimetlerini yalan saymaya, O’nun hükümlerini takmamaya, sınırı aşıp-azgınlık yapmaya devam edenlerin bu yaptıklarının karşılığı ne olmalıdır?

Ceza, aslında karşılık demektir. Öyleyse iyi bir şey yapan da, kötü bir şey yapan da cezasını, yani yaptığının karşılığını almalıdır. (99/Zilzal, 7-8)

Allah (cc) kullarından dilediğine azap edebilir. Buna gücü yeter ve hiç kimse buna engel olamaz. (5/Maide, 40) Ancak Allah (cc) kullarına zulmetmez. (3/Âli İmran, 182. 4/Nisa, 124. 2/Bakara, 57. v.d.) Allah (cc), azabı yalnızca insanların inkâr ve isyanlarına karşılık verecektir. Bu azap ne bilinen bir işkencedir, ne Allah’ın intikam arzusudur, ne de adaletsiz bir karardır. Allah’ın azabı yalnızca suçluların vazgeçmedikleri, tevbe edip pişmanlık duymadıkları isyanlarına karşılıktır. Ya da dünyada iken aşırı suç işleyenlerin, azgınlık yapıp yeryüzünde fitne ve fesat çıkaranların hak ettikleridir. (7/A’raf, 96. 9/Tevbe, 95). Aynı zamanda sonradan gelenlere önemli bir uyarıdır.

Kur’an’ın haber verdiğine göre; Allah’ın hükümlerini tanımayanlar, onları beğenmeyip bir tarafa atanlar, peygamberleri alaya alanlar, inkârcı kafirler zulüm ve haksızlık yapanlar, İslâma girdikten sonra dönenler, aşırı günah işleyenler azabı hak ederler.

Allah (cc)’ın azabının nasıl gerçekleşeceğini, boyutlarının nasıl olacağını, şeklini yalnızca kendisi bilir. Kur’an, geçmişte azabı hak eden topluluklara verilen cezalardan bir kısmını anlatıyor. Yine azap yeri olan Cehennem’den çeşitli sahneler sunuyor. Cehennem azabı anlatılırken, insanların tanıdığı eziyet, azap ve elem verici şeyler anlatılıyor, bunları ifade eden ve insanların bildiği sözcükler kullanılıyor. Ancak onların mahiyetini, tam ne olduğunu ancak Allah (cc) bilir.

 

b- Azabın Gerçekleşeceği Yerler

Kur’an’ın ifadesine göre suçlulara üç yerde azap (ceza) vardır:

1- Dünyada azap

Allah (cc), peygamberleri yalanlayıp Allah’ın hükümlerini tanımayan, azan, sapıtan ve hatta Yüce Yaratıcıya meydan okuyan bazı kişi ve kavimleri çeşitli cezalarla cezalandırmıştır. Bunlardan Nuh (as)’un kavmi suda boğuldu (tufan). (17/İsra, 103. 71/Nuh, 25) Kimisi yağmur felaketine uğradı. (7/A’raf, 184) Kimisinin üzerine taş yağdırıldı. (29/Ankebût, 40) Aşırıya giden nice azgınlar felaketlerle, sıkıntılarla, başkasından darbe yemekle, elindeki imkanları kaybetmekle ve benzeri cezalarla karşılaştılar veya karşılaşırlar. Allah’a isyan eden azgınların hangi azapla cezalandırıldığını ancak Allah (cc) bilir.

Hatta inkârcıların bir takım dünya nimetlerine, zenginlik ve saltanata sahip olmaları onlar için bir üstünlük ve kurtuluş değil, aksine bir azap bile olabilir. (9/Tevbe, 85). Dünya malı bazılarının nefsine zevk verir, ama ruhu için azap ve sıkıntı kaynağı olabilir. Gerçek mutluluk Allah’a bağlanmakla ve malı Allah (cc) rızası uğruna harcamakla elde edilir. (9/Tevbe, 35).

Kur’an şöyle diyor:

“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu günahkârların nasıl bir sona uğradıklarını bir görün.” (27/Neml, 69, ayrıca bak. 3/Âli İmran, 137. 6/En’am, 11. 16/Nahl, 36).

Yine Kur’an; “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı, o suçluların sonlarının nasıl olduğunu, nasıl bir azaba uğradıklarını görmediler mi?” diye sık sık soruyor. (12/Yusuf, 109. 22/Hacc, 47. 40/Mü’min, 82. v.d.)

2- Kabir azabı

Kur’an, inkârcıların ve isyancıların kabirde Kıyamet saatinin başlamasına kadar azapla karşılaşacaklarına işaret ediyor ama geniş bilgi vermiyor. (23/Mü’minûn, 100. 40/Mü’min, 46).

Hz. Aişe (r.anha) Peygamberimize (sav) kabir azabından sordu. O da şöyle buyurdu:

“-Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar (bile) işitir.” (Peygamberimiz bundan sonra kıldığı namazlarda kabir azabından Allah’a sığınırdı.) (Müslim, Mesacid/123-124, Hadis no: 584, 1/410. Buharî, Cenaiz/89, 2/122. Nesâî, Cenaiz/115. 4/85)

3- Ahiret azabı (uhrevî azab)

Allah’ın emrine karşı gelen isyancılar, inkâr edenler ve O’nun hükümlerine uymayı reddedenler, hatalarının azlığına veya çokluğuna göre asıl azabı Ahiret hayatında göreceklerdir.

Bu azap yeniden dirilişle başlayacak ve Cehennem’de devam edecektir. Kur’an, bu azabın olacağını ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Ahiret azabı ilâhî hukukun işletilmesi ve Allah’a ait adaletin gerçekleşmesidir. İnsanların yaptıklarının karşılığıdır. Kimse orada kendi yaptığının karşılığından başka bir şeyle karşılaşmaz. Hatta Allah (cc) yapılan iyiliklere (hasene’lere) çok çok karşılık verirken, işlenilen günahları kendi miktarı kadar değerlendirir, tevbe edilen günahları da bağışlar. Allah (cc), rahmet sıfatının ceza verme sıfatından (gadabından) önce geldiğini haber veriyor. (40/Mü’min, 40. 10/Yunus, 27. 42/Şûra, 40).

Şanı yüce Rabbimiz (cc), peygamber gönderip insanları uyarmadıktan sonra hiç bir topluluğa azap etmeyecektir. (l7/İsra, 15) Ancak, Ahirete inanmayan, Allah’ın âyetlerini korkusuzca inkâr edenler Kur’an’a sırt çevirenler, başka dinlere inananlar, hatta yahudi ve hıristiyanlar, münafıklar, İslâmla mücadele edenler ve putlara tapanlar azabı hak ederler. (3/Âli İmran, 151. 18/Kehf, 105. 4/Nisa, 145. v.d.).

Bunun yanında müslüman olduğu halde Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar, haramları işleyenler de azaba uğrarlar. (4/Nisa, 10, 14. 5/Maide, 94. 24/Nur, 23. v.d.)

İnkâr edici olarak ölenler ile, müslüman olduğu halde çok günah işleyenler bu azabı Allah’ın istediği kadar, bir anlamda adaletin gereği kadar çekecekler. (11/Hûd, 106).

Kur’an, azap kelimesini bazen ‘azim-büyük’, bazen ‘elîm-acıklı’, ‘eşeddü’l azab-azabın en şiddetlisi’, bazen ‘şedid-şidddetli’, bazen ‘harîk-yakıcı’, bazen ‘mukîm-devam eden’, bazen ‘saîr-çılgınca yanan ateş’, bazen ‘galîz-ağır’ sıfatlarıyla kullanmaktadır. Dikkat edilirse her sıfat azabın bir yönüne işaret ediyor ve onun korkunçluğuna çeşitli açılardan dikkat çekiyor.

İslâm, azabı Allah’a kulluğun gereklerini yapmayan günahkâr ve inkârcılara uygun bir ceza olarak kabul ediyor ve bunu ilâhî adaletin bir gereği sayıyor. Allah (cc) tevbe edeni dilerse affeder. Ancak günahkâr bir kişi tevbeye tenezzül etmezse, hatta yaptığı hatayı kabul etmek bir yana, hatası ile kibirlenirse sonucuna katlanmak zorundadır. Daha da ileri gidip, Allah’ın günah dediği fiilleri kendileri işledikleri gibi onları insanlar arasında yaymaya çalışanlar bunun da karşılığını göreceklerdir. Rabbinin her türlü nimetini tattığı halde ni’met sahibini korksuzca inkâr edenler, hatta O’nu ve O’ndan gelen ölçüleri hesaba katmayanlar hata içerisindedirler. Alabildiğine suç, isyan, zulüm işleyenlere ve haddi aşıp azgınlık yapanlara hak ettikleri cezayı vermek adaletin gereğidir.

Dünyadaki azap, toptan yok edilme olabildiği gibi; hastalık, felaket, sıkıntı, kaos, zulme uğramak, hak ihlâli, yeterince şükredememek, hayattan tad alamamak, belâ ve musibetle karşılaşmak, ibadetten mahrum kalmak ya da zevk alamamak şeklinde de olabilir. İnkârcılara bu gibi cezaları, dünyadaki kötülüklerinin önlenmesi için, mü’minlere de ya günahlarına bir karşılık (keffâret), ya da takvaya teşvik ve ahiretteki azabın hafiflemesi için verilir. (Allahu a’lem)

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 51-54