‘Basîret’in sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış, bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görme gibi manaları vardır.

Kur’an bu kelimeyi normal ‘görme’ anlamında kullandığı gibi, gerçeği keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yalandan, Hakk’ı batıldan ayırma yeteneği anlamında da kullanmaktadır.  

‘Basîret’, kalp gözüyle görebilme, işin iç yüzünü anlayabilme, bir şeyin aslını ve gerçeğini idrak edebilmedir. Manevi körlük ve sapıklıkta olmak bunun karşıtıdır. Manevi körler, sadece kafa gözüyle görürler, ötesini göremezler, gördükleri maddi cismin ötesindeki anlam üzerinde düşünmezler.

Şu âyetin verdiği örnek oldukça ilginçtir:

“Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok).” (7/A’raf, 198).

Kendilerine davette bulunan Peygamberi cisim olarak görüyorlar, O’na bakıyorlar ama O’nu, O’nun davetini, O’nun görevini anlamıyorlar.

Her türlü manevi faaliyetin merkezi kalptir. Kalbin de dışarıya açılan iki penceresi vardır. Bu pencerenin biri, duymak (semi’) diğeri ise, görmek’tir (basar/basîrettir). Duymak kulağın, görmek ise gözün gücüdür. Ancak her iki fiil de kalbin bir faaliyeti olarak kullanılır. Kalbin duyması, kulağın duyduğu şeyi anlaması, kavraması ve niteliğini tesbit etmesidir. Herhangi bir sesi duyan kimseye sağır denmez. Fakat Kur’an, Hakk’ı duydukları halde anlamayanlara, idrak etmeyenlere ve İslâma teslim olmayanlara ‘sağır’ demektedir.

Âlemlerin Rabbi Allah’ı hesaba katmaksızın hevasının her dediğini yapan, azan, sapıtan, inkârcı ve müşrik olanlar ile küfürdeki (inkârdaki) inadı yüzünden kalbi mühürlenmiş, kalbi Hakk’a kapatılmış kimseler; Hakk’ın sesini duyamazlar. Peygamberin yaptığı daveti anlamazlar. Kur’an âyetleri onlar için bir anlam taşımaz. Çünkü kalplerinin anlama kabiliyeti yoktur. İşte böyleleri ‘sağır’dırlar.

“De ki: Ben sizi yalnızca vahy ile uyarıp-korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar, uyarıldıkları çağrıyı işitmezler.” (21/Enbiya, 145)

Çok günah işlemekten ve isyan etmekten dolayı kalpleri kararmamış olanlar, dolayısıyla kulakları işitir olanlar, Peygambere indirilen âyetleri duydukları zaman anlarlar, imanları artar ve gözleri yaşla dolar. (5/Maide, 83)

Bunun gibi ‘basar-görme’ faaliyeti de hem gözün bir fiili, hem de kalbin bir işi olarak geçmektedir.

b- Basîr Kelimesinin Anlamı

Rabbimizin güzel isimlerinden biri de aynı kökten gelen ‘Basîr’dir. Her şeyi gören, en iyi gören, mutlak olarak gören demektir. O’nun görmesinin önünde hiç bir engel yoktur. O’nun görmesi için, ışık, cisim (yani cismin boyutları) ve mesafeye ihtiyaç yoktur.

Bu sıfat bir kaç âyette Semi’ (her şeyi işiten) sıfatıyla birlikte geçmektedir. O, her şeyden haberdardır, her şeyi görmektedir. Hiç bir şey O’nun bilgisinin ve görmesinin dışında kalamz.

“... Dünya ve ahiret sevabı Allah’ın katındadır. Şüphesiz O, Semi’dir (her şeyi işitir), Basîr’dir (her şeyi görür).” (4/Nisa, 134)

‘Basîr’, kelimesi ayrıca; sezen, gözüyle gören, bir belge sayesinde idrak eden, ibret gözüyle bakan gibi anlamlara da gelmektedir.

Buradan hareketle diyebiliriz ki ‘basîret’, sözlük anlamı yönünden, görebilme, doğru ve ölçülü görme, kavrama ve anlama, idrak etmedir. Kavram olarak; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, Allah’tan kaynaklanan bir kabiliyetle eşyanın ötesini anlayabilme, sonsuza uzanabilme yeteneğine sahiptir.

 

c- Basîretin Boyutları

İdrak, bir şeyi anlamadır. ‘Basîret’ idrakin bu yüceliğe ulaşmasıdır. İnsan, evrendeki duyular ötesi özellikleri, insanın derinliklerindeki sırları, eşyadaki ilâhî yönleri bu ‘basîret’ duygusuyla idrak eder, anlar. ‘Basîret’ bir anlamda Hakk’ı görebilme, onu anlayabilme ve onu doğru olarak tanıma kabiliyetidir. Basîreti bağlanmış kimse kalbi kör kimsedir. O, Hakk’tan gafildir (habersizdir), Hakk’tan gelen daveti görecek yeteneğini yitirmiştir. Kalbinin bu özelliği ve gücü kaybolmuştur.

Yukarıda geçtiği gibi kalbin ikinci penceresi ‘görme duyusu’dur, yani ‘basar’ veya ‘basîret’tir. Basar’ın çoğulu ‘ebsar’, basîretin çoğulu ise ‘besair’dir.

Kur’an’da her ikisinin birbirinin yerine kullanıldığını görmekteyiz. Çünkü her ikisinin anlamı birbirine yakındır.

Ancak her ‘basar-görme’ sahibi ‘basîret’ sahibi değildir. ‘Basar’ kelime anlamı olarak daha çok kafa gözüyle görmektir. Kafa gözüyle bakan, baktığı şeyi dış görünüşü ile tanır, onu kendine göre algılar, ancak o gördüğü şeyin gerçeğine ulaşamaz. Basîret sahibi ise, gördüğü şeyin gerçeğine ulaşır, duyuların ve hayallerin ötesini idrak eder. Bu da ancak kalp gözüyle, yani basîretle olur.

‘Basîret’, normal görme olarak da kullanılmaktadır. Ancak bu kullanışlarda kalp gözüne, yani basîretin kavram anlamına da işaret vardır. Şu örnekte olduğu gibi:

“De ki: Size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorun ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyedilenden başkasına uymam. De ki: Kör (âmâ) olanla gören (basîr) bir olur mu?” (6/En’am, 50, ayrıca bak. 11/Hûd, 24. 17/İsra, 72. 27/Neml, 81) Bu âyetlerde geçen körler, Hakk’ı görmeyenler; basîret sahipleri ise Hakk’ı görüp, anlayıp teslim olanlardır.

 

d- Basîret İman İlişkisi

‘Basîret’ aslında ilâhî bir nur’dur. Allah’ın ‘Basar’ sıfatının iman eden kullarda bir yansımasıdır. Mü’min bu nur (ışık) sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar, yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.

Sürekli salih amel işleyen mü’minlerin kalpleri tertemiz olduğu için basîretleri etkin haldedir. Günahlarla ve isyanla kirletilmemiş bir kalp, nur (aydınlık) içerisindedir. Mü’min bu nur ile eşyanın, yani insana sunulan her türlü âyetin ötesini idrak eder, bu idrak ve kavrama sonrasında da teslimiyetini artırır. İnkârcıların ve inatçı müşriklerin kalpleri bu görevini yapamaz.

“Onların kalpleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar.” (7/A’raf, 179)

Kur’an bir takım kalplerin pas tuttuğundan söz etmektedir. (83/Mutaffifin, 14)

Şu hadis-i şerif bu konuda ilginç bir gerçeğin altını çiziyor.

Peygamberimiz (sav) kalplerin pas tutmasını şöyle açıklıyor; “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan kendini çeker, af ister ve tevbe ederse kalbi cilalanarak (o leke silinir). Şayet kul aynı hatayı yapmaya devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, bu lekeler kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Allah’ın; ‘onların yapageldikleri ameller kalplerini paslandırmış’ sözündeki paslanmadır.” (İbni Mace, Zühd/29, Hadis no: 4244, 2/1418. Tirmizî, Tefsir/75, Hadis no: 3334. 5/434)

‘Basar’, görmeyi ve görme gücünü ifade ederken, ‘basîret’, görmeyi sağlayan nur’u ifade etmektedir. Kur’an âyetleri insanların gerçeği görmelerine ışık tuttukları için onlara da ‘basîret’ denmiştir. (7/A’raf, 203. 28/Kasas, 43) Bu nur’dan, bu basîret gücünden mahrum olanlar, aydınlıktan yoksun kalıp yollarını şaşıranlardır. Onlar, Hakk’a sırt çevirdikleri için nur’suzluğu, basîretsizliği kendileri seçmiştir.

“Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını, (nurlarını) giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.” (2/Bakara, 17).

Allah’tan gelen vahy, yani Kur’an âyetleri birer ‘basîret’tir.

“Doğrusu, size Rabbinizden ‘basîretler’ geldi; artık kim görürse kendisi içindir, kim de kör olursa kendi aleyhinedir.” (6/En’am, 104) Allah’ın âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nurdurlar. Bunları görmemek, bunlarla kalbi aydınlatmamak, tek kelime ile körlüktür.

Allah’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafıklar kördürler, sağırdırlar. (2/Bakara, 18) (bakınız: Münafık)

İnatçı kafirler, doğru yola çağrılsalar bile işitmezler. Onlar bakar kördürler. (7/A’raf, 198) Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır; bununla duymazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. Dört ayaklı yaratıklar da bazı sesleri duyarlar, bazı şeyleri görürler ama ne olduğunu anlamazlar. (7/A’raf, 179).

Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:

“De ki: Bu, benim yolumdur. Ben bir basîret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da ...” (12/Yusuf, 108)

Peygamber (sav) insanları bir hayale, bir belirsizliğe, temelsiz şeylere davet etmiyor. O’nun davet ettiği şey, mantıklı, isbatlı, anlaşılan, basîretle idrak edilebilen şeydir. Onun kuruntularla, aslı astarı olmayan şeylerle ilgisi yoktur. Bu davet, körükörüne, batıl ve bozuk amaçlara, nefsin isteklerine bir davet değildir. Bu davet ne dediğini bilen, hikmete çağıran bir Peygamberin davetidir. Kur’an, basîret sahiplerini ifade ederken ‘ulu’l elbab-kalp sahipleri’ (39/Zümer, 9), ‘ulü’l ebsar-basîret sahipleri’ (59/Hasr, 2), ‘ulü’n nühâ-sağduyu sahipleri’ (20/Tâhâ, 54) tabirlerini kullanıyor. Bu gibi basîret sahipleri nefislerinin isteklerine kapılarak günaha dalmazlar, kalplerini günahlarla kirletmezler ve karartmazlar; böylece onlar ilahî bir bağış olarak bir nur’a kavuşurlar. Basîret sahibi olarak manevi gerçekleri olduğu gibi idrak ederler.

Bu şekilde basîret sahibi olmayan bakarkörler, kalp gözü kapalı olanlar; Allah’ın âyetleri karşısında sağır ve kör kesilirler. Ne o âyetleri anlarlar, ne de o âyetlerin arkasındaki gerçekleri idrak ederler. Sürekli günah ve isyanda oldukları için kapleri bu basîret nurunu kaybetmiştir. Bu nedenle Hakk’ı anlamakta, kabul etmekte ve gereğini yapmakta güçlük çekerler.

Basîret sahipleri; gören kimseler, basîreti olmayanlar ise kör (âmâ) kimselerdir. “Ve onlardan sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları –üstelik hiç görmüyorlarsa- sen mi doğru yola getireceksin?” (10/Yunus, 43) Onların bu körlüğü karanlık gibidir, tıpkı görmenin, yani basîret sahibi olmanın nur (aydınlık) olduğu gibi. (35/Fatır, 19)

Kur’an, basîret sahibi kimseleri, azabı hak etmiş kimselerin durumundan ibret almaya davet ediyor. “….Artık ey basîret sahipleri ibret alın.” (59/Haşr, 2) şüphesiz ki kalpleri paslanmış ve kirletilmiş, eşyayı, olayları, âyetleri ve insan olarak konumunu anlayabilme nurunu kaybetmiş kimseler ne ibret alırlar, ne de basîretle bakabilirler.

Basîret, aslında iman etmiş bir kalbin ulaştığı yüce bir idrak ve kavrama yeteneğidir. Bu, mü’minlere imanın bir hediyesi olarak verilmiştir. Kalp gözünün açıklığı, iman nuruyla bakabilme, Allah’ın âyetlerini, Hakk’ı anlayabilme ve gereğini yapabilme anlayışıdır. Basîret sahibi olanlar, Hakk’ı anladıkları gibi baktıkları zaman da Allah’ın nuruyla bakarlar. (Tirmizî, Tefsir/16, Hadis no: 3127. 5/298) Bu bakımdan kendi hatalarını anlarlar, kusurlarını ve eksikliklerini görürler ve düzeltme yoluna giderler.

Basîret aynı zamanda Allah’ın hükümlerine uygun yaşama şuurudur. Basîretsiz olanlar ise, Allah’ın hükümlerine sırtlarını dönerler ve başkalarının hükümleriyle hayatlarına yön verirler. 

Hüseyin K. Ece

 İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 59-62