Aynı fiil, ‘-den’ ekiyle kullanıldığı zaman, ilgiyi kesmek, uzaklaşmak demek olur.

‘Teberri’, uzaklaşmak, beri olmak, aklanmak demektir.

Aynı kökten gelen ‘istibra’ temizlenmek, bir şeyden uzak olmasını istemek anlamına gelir. Küçük tuvaletten sonra temizlenmeye ‘istibra’ denildiğini hatırlayalım.(Bakınız: İstinca)

Türkçe’de, dernek ve benzeri kuruluşların hesaplarının incelenmesinden sonra, gerek hesap raporlarının gerekse faaliyet raporlarının aklanmasına aynı kökten gelen ‘ibra’ denilir.  

Bu fiilin fail (özne) ismi olan ‘Bâri’, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bunun anlamı, yaratan, örneği ve modeli olmadan icat eden demektir. ‘Bâri’ aynı zamanda yaratılmışlara benzemekten beri olan, uzak olan manasına da gelir. Bu ismin bir başka anlamı da, yarattıklarını temiz ve her türlü kirden uzak yaratan, kendisi her türlü kirden ve noksanlıktan uzak olduğu gibi, yarattıklarını da noksanlıktan uzak yaratan demektir.

O her şeyi yoktan, örneksiz olarak yaratmıştır. Bu yüzden onun yarattıklarına da ‘berae’ kökünden gelen ‘beriyye’ denilir.

“Hiç şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar, içinde devamlı kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratılmış bulunanların (beriyye’nin) en kötüleridir. İman edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmış olanların (beriyye’nin) en hayırlılarıdır.” (98/Beyyine, 6-7)

‘Ber’ masdarında farklı anlamlar bulunmaktadır:

Birincisi; yaratmak, diğeri ise uzaklaşmak, kurtulmaktır. Bunun bir anlamı da bir şeyin başka bir şeyden arınmasıdır. Bu arınma ya hastalık ve borç gibi şeylerden olur, ya da sevilmeyen şeylerden, hoşlanılmayan kişilerden olur.

İkincisi, ‘beri olmak’, yani uzak olmak, suçlanılan veya hakkında düşünülen şeyden uzakta kalmak demektir. Türkçe’de de aynı anlamda kullanıldığını görmekteyiz.

“De ki: O, tek bir ilâhtır. Şüphesiz ben sizin şirk koştuklarınızdan beri’yim (uzağım).” (6/En’am, 19).

Allah (cc), müşriklerin şirk koştuğu her şeyden uzaktır. O’nun Rablığı, ilâhlığı, bütün sıfatları; onların düşündüğü noksanlıklardan uzaktır. (9/Tevbe, 3)

Ellerindeki servetle şımarıp, insanları Allah yolundan alıkoyanlar aslında şeytanın aldatması ile karşı karşıyadırlar. Şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterir. Sonra da; “şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım” der. (8/Enfal, 47-48)

Peygamberlerin görevi yalnızca Allah’ın vahyini insanlara tebliğ etmektir. Eğer insanlar bu davetten yüz çevirirlerse, Allah (cc) şöyle söylemelerini emrediyor:

“Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız da sizindir. Siz benim yaptıklarımdan beri’siniz, ben de sizin yaptıklarınızdan beri’yim.” (10/Yunus, 41)

Peygamber, onların yaptıklarından ve yüklendikleri günahtan sorumlu değildir. Onlar da Peygamberin salih amel işlemesi sonucunda alacağı mukâfatlardan faydalanamazlar.

Yusuf (as) şöyle söylüyor:

“(Yine de) Ben nefsimi teberri etmiyorum (temize çıkarmıyorum). Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin merhamet ettiğinin dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz benim Rabbim Gafûr’dur (bağışlayandır), Rahim’dir (merhamet sahibidir).” (12/Yusuf, 53).

Kur’an’da iki yerde ‘berae’ şeklinde geçen ‘beraet’, kelime anlamı olarak, saf ve temiz olmak, kurtulmak; bir anlamda da suçsuz olmak demektir. Nitekim meşhur kanun kitabı Mecelle’nin bir maddesinde, ‘Beraat-i zimmet asıldır.’ Yani bir kimsenin suçlu olduğu isbat edilinceye kadar o kimse temizdir, suçsuzdur. Kamer Sûresi 43. âyette ‘beraet’in, suçsuzluk, kurtuluş belgesi anlamında kullanıldığını görmekteyiz.

Türkçe’de, mahkemenin verdiği suçsuzluk veya kurtuluş belgesine ‘berat’ denildiği bilinmektedir.

b- Kur’an’da Beraet Kavramı

‘Beraet’in Kur’an’da diğer anlamları üzerinde çeşitli görüşler olmakla beraber bunun bir ilişki kesmek, dokunulmazlığın kalmaması manasında olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.  

Aynı ifadenin kısaltılmışı olan ‘berâ’, değişik şekillerde uyardıktan, ikaz ve uyarılardan sonra, uzaklaşmak, kurtulmak gibi manalar içerir.

İster ‘bera’, isterse ‘beraet’ şeklinde söyleyelim, bunun bir ültimatom, bir uzaklaşış ve bildiri olduğu açıktır. Bu, bir anlaşma halinin sona erdiğini karşı tarafa bildirmedir. Yapılan anlaşmadan uzak olunduğunu açıklamadır.

Tefsircilerin çoğunluğunun görüşüne göre Mekke’nin fethinden sonra, Hicret’in dokuzuncu yılında Tevbe Sûresinin baş taraflarındaki âyetler indirildi. Bu âyetler, müslümanlarla yaptıkları anlaşmalara uymayıp, hainlik yapan müşriklerle her türlü ilişkinin kesildiğini, her türlü anlaşmanın sona erdiğini, dokunulmazlıkların kalktığını, bir bildiri şeklinde müşriklere açıklamaktadır. Peygamberimiz (sav) Hz. Ebu Bekir’i (ra) hacc emiri olarak Mekke’ye gönderdi. Hz. Ali’ye (ra) de bu âyetleri müşriklere bildirmesini emretti.

Tevbe Sûresi’ne, ‘beraet’ kelimesi ile başladığı ve müşriklere bir  bildiri ile başladığı için Berae Sûresi de denilmektedir.

“(Bu), müşriklerden kendileriyle anlaşma imzaladıklarınıza Allah ve Rasûlü’nden kesin bir ihtardır (uyarıdır, ya da ‘ber’ olma bildirisidir).

Bundan böyle yeryüzünde (size tanınan bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, küfre sapanları hor ve hakir (aşağı) kılıcıdır.

Ve büyük Hacc günü, Allah ve Rasûlü’nden insanlara duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden beri’dir, uzaktır. O’nun Elçisi de... Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. Küfre sapanları acıklı bir azapla müjdele.” (9/Tevbe, 1-3).

Âyetlerin devamında, anlaşmalarını bozmayan müşriklerle, yapılan anlaşmalara uyulması, aman dileyenlere (sığınma isteyenlere) aman verilmesi isteniyor. Bunun dışında kalan, anlaşmalarına uymayarak hainlik eden ve müslümanlara saldıranlarla savaşılması emrediliyor. Eğer onlar tevbe eder, saldırıdan ve hainlikten vazgeçer ve müslüman olurlarsa, Allah (cc) onları bağışlayacaktır.

Tevbe Sûresi’nin başında geçen bu ‘beraet’ olayı, görüIdüğü gibi Hz. Peygamber zamanındaki bir siyasetle ilgilidir. Ancak buradaki hüküm geneldir. Mü’minler siyasî bir güç olarak, ya da kişi olarak yaptıkları anlaşmalara uymak durumundadırlar. Eğer karşı taraf anlaşmayı bozarsa sorumlu olur. Anlaşma şartlarına aykırı hareket edildiği zaman da anlaşma bozulabilir. Müslümanlar böyle bir durumda anlaşmayı bozup kendilerine saldıran düşmanlara karşı mücadele etme hakkını elde ederler.

Ayrıca burada bir gerçeğin altı çizilmektedir. Kur’an, mü’minlere ‘velâ ile berâ’nın ölçülerini vermektedir. Yani mü’minler kimlere yakınlık duyacaklar, kimlerle dost olacaklar, dünya ve siyaset işlerini kimlere emanet edecekler, kimleri sırdaş bilecekler ve kimlerden uzaklaşıp sakınacaklar, yönetimde yetkiyi kime verecekler?

Kur’an mü’minlere şöyle diyor:

“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veli (dost ve sırdaş) edinmeyin….” (60/Mümtehine, 1)

“Sizin veliniz (en yakın dostunuz) Allah’tır, Rasûlüdür ve namaz kılan, zekâtı veren mü’minlerdir. Kim Allah’ı, Rasûlünü ve mü’minleri veli edinirse, şüphesiz üstün gelecek olanlar hizbullah’tır (Allah’ın tarafını tutanlardır).” (5/Maide, 55-56, ayrıca bak. 9/Tevbe, 71)

 

c- Velâ ve Berâ

‘Velâ’, Allah’ı, Peygamber’i ve onlara inanan mü’minleri veli, dost, yakın, sırdaş ve aynı zamanda işlerini emanet edebileceği yetkili bilmek demektir. (Bakınız: Veli)

‘Berâ’ ise, Allah’ın, Peygamber’in ve İslâm’ın düşmanlarından velilik yönünden uzak kalmak, onların inançlarından, ahlâk ve davranışlarından beri olmak, onları dost ve sırdaş bilmemek demektir.

İslâma göre müşriklerin ve kafirlerin inançları ve gittikleri yol yanlış ve batıldır. Mü’minlerin, onların bu durumlarından uzak kalmaları gerekir. Onların bir kısmı mü’minleri imanlarından çevirip kendileri gibi yapmak isterler. Eğer mü’minler onlara uyarlarsa, imanlarını kaybedebilirler. (3/Âli İmran, 100)

Kur’an, ana-baba bile olsa, eğer onlar imana rağmen küfrü seviyorlarsa, onlarla velilik (yakın dostluk) olmaz diyor. (9/Tevbe, 23-24) Yine yahudi ve hıristiyanların veli edinilmesi mümkün değildir. (5/Maide, 51) Tarihteki olaylar isbat etmiştir ki müslümanlar bu türlü velilik ilişkilerinden hep zarar görmüşlerdir.

Mü’minleri dost bilme, müşriklerden ve inkârcılardan beri olma iman konusudur. Mü’minler, onların gittikleri yoldan uzak olmak, onların ahlâklarından beri olmak, onların düşüncelerini bir tarafa atmak zorundadırlar.

Ancak hatırlatmak gerekir ki bu durum onlarla insanî ilişkiler kurmaya, onlarla alış-veriş yapmaya, onlarla birarada yaşamaya engel değildir. Yapılan anlaşmaya uygun olarak mü’minler diğer dinlere inananlarla bir arada yaşayabilirler. Müslümanlar yönetimde olsa bile hiç kimseye dinî konuda baskı yapamazlar. Çünkü İslâm’da inanç özgürlüğü vardır.

Buradaki berâ’, onları sırdaş edinmemek, onların yanlışlarından uzak durmaktır. Ayrıca onlar, müslümanların aleyhine iş yaparlarsa, müslümanlara saldırırlarsa, diğer mü’minler onlara yardımcı olamazlar. Mü’minler, Allah’ın kendilerinden uzak durduğu, isyancı müşrik ve inkârcılara ‘velayet-yönetim ve velilik’ hakkını veremezler.

‘Berâet’, mü’minlere ait bu önemli tavrı ifade eden Kur’anî bir ifadedir. Mü’minlerin kurtuluşu; her türlü şirkten, nifaktan, küfürden, isyandan beri olmakla, kafir ve müşriklerin yollarından uzaklaşmakla mümkündür. Onların bu gibi şeylerden beri olmaları, onlara sonsuz bir kurtuluşun ‘beraet’ini-Tükçe söylenişle beratını- kazandırabilir.

 

d- Beraet Gecesi

‘Beraet’ aynı zamanda Kamerî aylardan Şaban ayının onbeşinci gecesine verilen bir ad’dır. Mü’minler, bu geceyi değerlendirirlerse, tevbe ederek ve istiğfar ederek çok duada bulunurlarsa, günahlardan berat etme, kurtulma ümitleri olur. Bu gece, günahlardan uzaklaşma, temizlenme ve kurtulma gecesidir.

Bu gece aynı zamanda, Tevbe Sûresinde hatırlatıldığı gibi, şirk, küfr, nifak ve bunların sahibi kafirlerden, müşriklerden, tağutlardan ve münafıklardan velilik (yakın dostluk anlamında) beri olma gecesidir. Mü’min, günahlardan beri olmak üzere tevbe ettiği gibi, her türlü şirk ve küfür yanlışlığından, batıldan ve bunlara ait kötülüklerden de beri olmaya karar verir.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Şaban ayının yarısı gelince; gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Allah (cc), güneşin batmasıyla dünya göğüne tecelli eder ve şöyle der: ‘Benden af dileyen yok mu affedeyim. Rızık isteyen yok mu rızık vereyim. Şifa isteyen yok mu şifa vereyim.’” (İbni Mace, İkameti’s Salat/191, Hadis no: 1388, 1/444)

“Allah (cc), Şaban ayının onbeşinci gecesi dünya göğüne tecelli eder ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok kulunu affeder.” (Tirmizî, Savm/39, Hadis no: 739, 3/116.)

Şaban ayının onbeşinci gecesi, tevbe edenlerden koyun tüyleri sayısı kadar insan Cehennemden kurtulur. Ancak, müşrikler, müslümanlara kin ve düşmanlık besleyenler, akrabaları ile ilişkiyi kesenler, kibirliler, ana-babasına karşı gelenler ve devamlı içki içenler bu affın dışındadır. (Buharî, et-Terğib ve’t Terhib, 2/118. nak. Ş. İsl. Ans. 1/226)

Hüseyin K. Ece

 İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 69-72