İsim olarak ‘davet’, çağrı, nidâ, da’va, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara da gelir.

Kur’an-ı Kerim bu fiili, yardım ve mağfiret dilemek, ibadet etmek, dua ve niyazda bulunmak, yalvarmak, yardım istemek, bir işe teşvik etmek gibi manalarda kullanmaktadır.  

Kulun Allah’a yakarışı söz konusu olunca buna ‘dua ve niyaz’, Allah’ın insanı bazı şeylere çağrısı söz konusu olursa buna da ‘davet’ denilir.

Aynı kökten gelen ‘dua’, kulun Allah’a yakarışı, af, mağfiret ve yardım dilemesidir. Bu bir ibadettir ve gücü sınırlı bir varlığın sonsuz güç sahibi Yaratıcıdan yardım isteğidir, O’na kulluk edebi içerisinde bir nida’da bulunmasıdır. (Bakınız: Dua)

‘Dua ve davet’ elbette aynı kökten gelen ‘da’va ve iddia’dan farklıdır. ‘Da’va’; çağrı, temenni, istek ve savunulan görüş demektir ki bir hukuk terimi olarak, bir kimsenin hakim huzurunda bir başkasından hakkını istemesidir.

‘İddia’ ise, ısrarlı bir istek, kendi görüşünün haklı olduğuna bir çağrı, bir davettir.

Davet, da’va, iddia, müdde’i (iddia eden), istida (çağrı kağıdı-dilekçe) Türkçe’de aynı anlamlarda kullanılmaktadır.

‘Davet’ sözlük anlamı yönünden herhangi bir çağrıyı, seslenmeyi ifade eder.

 

b- Davetin Anlam Sahası

İslâmî kavram olarak ‘davet’; İslâm’a, Allah’a çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Bu anlamda ‘davet’, insanları Hakka, hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrı yanında Allah’a yakarıştır. (2/Bakara, 186. 10/Yunus, 89)

İslâmî davetin muhatabı bütün insanlardır. İslâmın ilgi alanına giren bütün din ve dünya işlerinde ‘davet’ geçerlidir. İslâma teslim olmuş müslümanlara ‘davet’ götürülebileceği gibi, ikili oynayan münafıklara, inkâr eden küfür ehline, hiç bir şeyden haberi olmayan sıradan insanlara da götürülebilir.

Kur’an’ın daveti bu açıdan çok açıktır ve bütün insanlara yöneliktir. Çünkü Kur’an’ın davet ettiği hidâyet, yani en doğru yol her insan için gereklidir. Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya, günâhlardan kaçınmaya ve iyi davranışlara yönelik olabilir. Davet, bir açıdan nasihat, bir açıdan irşad, bir açıdan da ma’rufu emretmek, münkerden sakındırmaktır.

İslâma ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı anlamına gelen daveti Kur’an bir kaç formda kullanmaktadır. Bunlardan, İslâm’a davet (61/Saff, 7), Allah yoluna davet (16/Nahl, 125), hayra davet (3/Âli İmran, 104), iman etmeye davet (57/Hadid, 8), Allah’ın kitabına davet (3/Âli İmran, 23), kurtuluşa davet (40/Mü’min, 41), hayat veren şeye davet (8/Enfal, 8) gibi örnekleri görmekteyiz.

Buradan hareketle davetin, İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlama hedefi olduğunu, dolayısıyla müslüman, gayri müslim herkese yönelik olabileceğini söyleyebiliriz.

Tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker, inzar (korkutma-sakındırma), tebşir (müjdeleme) gibi terimler sözlük anlamları farklı olsa da faaliyet alanları ve amaçları yönünden davetle bazen aynı, bazen yakın anlamlarda kullanılır. (Bakınız: Tebliğ, İrşad)

 

c- Davetin Alanı

İslâmî davet şüphesiz ki kişilere, gruplara (mezheplere ve hiziplere) veya din adına sonradan ortaya çıkmış şeylere değil, Allah rızası için O’na ve O’nun âyetlerine bir çağrıdır. İyinin, güzelin, adaletin, insanlığın ve bunlara bağlı değerlerin kaynağı İslâm’dır. Kur’an, insanları Allah’a ve bu değerlere davet edip, kendisi de salih amel işleyen kimseleri doğru sözlüler (sadıklar) olarak niteliyor. (41/Fussilet, 33)

Bu şekilde davet edenlerin başında da Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırırlar. Onların çağrısı insanlara hayat veren şeyleredir. (8/Enfal, 24) Kur’an Peygamberimize ‘beşir, mübeşşir-müjdeleyici’ ve ‘nezir- korkutucu’ dediği gibi ‘dâiyellah- Allah’a davet edici’ de demektedir. (48/Fetih, 8. 25/Furkan, 56. 33/Ahzab, 45-46. 46/Ahkaf, 31)

Peygamberler, insanları ‘kurtuluşa’ davet ederler, küfre düşen sapmışlar ise onları, hatta kendilerine elçi olarak gelen peygamberleri bile ateşe (nar’a) çağırırlar. (40/Ğafir, 41-42)  

İnsanlardan bazıları da kendilerini ‘kurtuluşa’ çağıran elçilere karşı alaylı bir tavır takınmalarının yanında, Hakk’tan gelen çağrıyı duymamak için kulaklarını kapatırlar, elbiselerini başlarına dolarlar. Şüphesiz bu hareket aklını iyi kullanan kişilerin yapacağı şey değildir. (71/Nûh, 7-9)

Allah’a şirk koşanlar, ya da inkâra sapanlar kendi yollarının doğru olduğunu, kendi inançlarının sağlam olduğunu düşünürler ve insanları kendi batıl dinlerine çağırırlar, o batıl dinlerin propagandasını yaparlar. Onların bu daveti sapıklığa çağrıdan başka bir şey değildir. (13/Ra’d, 14) Halbuki Allah (cc) insanları ‘selâm yurduna’ çağırmaktadır. Selâm yurduna gidebilmenin yolu da yine ‘selâm’ dini olan İslâm’a girmekten geçer. (Bakınız: İslâm)

Şeytan, gerçekten insanoğlunun en büyük düşmanıdır. O, kendine uyanları mutluluğa, huzura ve iyi olan şeylere değil; çılgınca yanan bir ateşin halkından olmaya çağırır. (35/Fatır, 6)

Haddi aşarak büyüklük taslayan ve dalâlete düşen nice küfür öncüleri tıpkı Firavun gibi insanları ateşe (nâr’a) davet ederler. Bu gibi sapık liderlere uyup onların peşinden gidenler, ya da onların uydurduğu batıl dinlere göre yaşayanlar, ateşten başka bir şey kazanmazlar. (28/Kasas, 41-42)

Hakka, doğruya, güzele, iyiye, mutluluğa, huzura, selâm yurduna, fıtrata, insanlığa davet eden Hz. Muhammed’in çağrısı bütün insanları kapsar. O, son peygamber olduğu için kendinden sonra gelen bütün insanlara gönderilmiştir. (34/Sebe’, 28. 7/A’raf, 158)

Allah (cc) katında tek geçerli din de Hz. Muhammed’in insanlara tebliğ ettiği İslâm’dır. (3/Âli İmran, 19)  

Hz. Muhammed (sav) diğer elçiler gibi insanlar üzerinde bir zorba (88/Ğaşiye, 22), bir bekçi (koruyucu) (4/Nisa, 80. 42/Şûra, 48), onların yaptıklarından sorumlu bir vekil (6/En’am, 66, 107. 39/Zümer, 4. v.d.) değildir. O’nun görevi, kendisine indirilen vahy’i insanlara tebliğ etmek, onları irşad etmek ve onları Hakk’a davet etmektir. (3/Âli İmran, 20. 5/Maide, 92,99. 42/Şûra, 48. v.d.)

Allah’ın elçileri insanları Hakk dine davet ederler, onlara bir baskı uygulamazlar, zorlama yapmazlar. Ancak onlar, kendilerine uyanları irşad ederler, onları Allah’ın hükümleriyle yönetirler, onlara yol göstermeye ve örnek olmaya devam ederler.

 

d- Davetin Metodu

Peygamberler işte bu örnekliği ve Hak daveti en güzel şekilde yaparlar. Kur’an, davetin nasıl olacağını, davet metodunu, kısaca Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlara şu güzel ifadelerle bildirmiştir.

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…” (16/Nahl, 125)

Son derece tutarlı, akla uygun, inandırıcı, mantıklı ve sistemli bir şekilde davet metodu izleyen Allah’ın Rasûlü davetinde başarılı olmuştur. Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve yüce bir ahlâka sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde , söylediklerini yaşayarak insanları Hakk’a çağırmıştır . O, hitap ettiği insanları iyi tanıyordu ve onlara kendi durumlarına göre davranıyordu. Karşısındakine değer veriyor, konuşurken onların özelliklerini göz önünde bulunduruyordu. İnsanlara af, hoşgörü, yumuşak huyluluk (hilm), tatlı dil ile yaklaşıyor; onlara tepeden bakmıyor, kin ve intikam duygusu taşımıyor, zorbalığa başvurmuyor, şefkat ve merhametle davranıyordu.

Kur’an, davetin bir gereği olmak üzere Peygamber’e şöyle sesleniyor:

“Allah’ın bir bağışı sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın çevrenden dağılıp giderlerdi.” (3/Âli İmran, 153)

İslâm’ın fitrat dini olması, getirdiği ilkelerin kolay, kapsayıcı, iyi olan her şeyi öngörmesi, kötülüklere karşı olması, Kur’anın, yüce ve etkileyici üslûbu (ifade tarzı) ve verdiği ümitler, Peygamberin davetini kolaylaştırmıştır.

O, sosyal ilişkilerden faydalanmış, kabileleri, panayırları, pazar yerlerini ziyaret etmiş, toplumun önde gelenlerine özel ilgi göstermiş, çağrısını duyurmak için çeşitli toplantılar düzenlemiş, hatta bazı evliliklerinde bile davet amacını gözetmiştir.

İslâma, Hakka, hidâyete ve güzelliklere davet işi, yalnızca peygambere ait bir görev değildir. İman edenler, güçleri nisbetinde bu davet işine katılırlar. Zaten müslüman kendi dininin temsilcisidir. O hem İslâmı yaşamaktan, hem de onu başkalarına en güzel bir şekilde ulaştırmaktan sorumludur. Çünkü İslâm, müslümanların ya da inanan bazı grupların hakimiyetlerinin, başkaları üzerinde otorite kurmalarının aracı değil; huzur ve mutluluğun, gerçek barışın ve adaletin, kurtuluş ve insanca yaşamanın İlâhî reçetesidir. Bu güzelliği ve saadeti bütün insanlarla paylaşmak ayrıca bir güzelliktir.

Allah (cc) davet işini bütün mü’minlere yüklüyor:

“Sizden, hayra davet eden, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir cemaat bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (3/Âli İmran, 104)

İslâm ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Allah’a hakkıyla iman eder, ma’rufu emreder, münkerden sakındırırlar. (3/Âli İmran, 110)

Müslümanlar bu daveti öncelikli olarak basîret’ anlayışı ile yapmalılar. (Bakınız: Basîret) Kur’an’ın daveti kapalı, bilinmeyen, karışık, anlaşılmaz şeylere değil; açık, anlaşılır, faydalı ve doğru şeyleredir. Bu çağrıyı yapan Peygamber ve mü’minler de kalp gözü açık, yani Hakk’ı idrak eden, ne yaptığını bilen, ihlaslı, ileri görüşlü ve iyi niyetli kimselerdir.

Kur’an şöyle diyor:

“De ki: ‘Bu, benim yolumdur. Ben bir basîret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.’ ” (12/Yusuf, 108)

Davetin etkili olabilmesi için, Peygamberin kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur’an’ın emrine uyarak insanları en güzel yollarla Allah’a davet etmiştir. Dikkat çekici bir nokta da şurasıdır: Peygamberimiz, insanları kendine, kendi otoritesine, sistemine, pozisyonuna değil; Allah’a ve O’na hakkıyla teslim olmaya çağırmıştır.

Şüphesiz O’nun daveti, Allah’ın ona yüklediği elçilik görevi idi. O’nun bu daveti, kesinlikle çıkar için dünyalık bir hedef, ya da üstünlük sağlama amacı olamazdı.

Kur’an, davet konusunda üç önemli prensibi hatırlatıyor. Bunlar: Hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir sekilde mücadele.

İslâma davet eden, boş çekişmelerden ve münakaşalardan uzak durur. Hele din konusunda kimseyle çekişmeye girmez. Sürekli bir biçimde Hakk’ı hatırlatır, Allah’a çağırır, O’nun dinini yaşamanın güzelliklerini anlatır. Karanlığı kötüleme yerine sürekli aydınlığı (nur’u) sunar.

Kur’an Peygamberimize şöyle söylüyor:

“Biz her ümmete bir ibadet tarzı (mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibadet etmektedir. Öyleyse, (din) işinde seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Şüphesiz sen dosdoğru bir hidâyet üzerindesin. Ama eğer seninle tartışmaya (çalışırlarsa, onlara sadece) de ki: “yapıp ettiklerinizi en iyi bilen Allah’tır.” (22/Hacc, 67-68)

Davetçi, davet ettiği şeyi öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek olur. Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman davet edilen şeyi davetçinin şahsıyla özdeşleştirirler. Bu nedenle davetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır. İnsanlar, bir gruba, bir hizbe ve onun prensiblerine, bir kişiye bağlanmaya değil, Allah’a, O’na ibadet etmeye, İslâmı yaşamaya çağrılmalıdırlar. Peygamberimizin daveti, bu çalışmaya hazırlık safhasından başlamış, kadrolaşma, kitleleşme ve devletleşme aşamalarından geçerek, İslâmî toplum modeliyle başarıya ulaşmıştır.

Tekrar hatırlatalım ki davet işi bir cemaatin değil, bütün müslümanların görevidir. Bu iş tek başına yapılabildiği gibi, cemaat halinde de yapılabilir.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 124-128