Dünya kelimesinin ‘denâet’ kökünden geldiğini söyleyenler de olmuştur. Buna göre ‘dünya’; basit, iğreti, adi, alçaklık anlamlarına gelir.

‘Ednâ’ kelimesi Kur’an’da küçük, az veya eksik (58/Mücadile, 7. 73/ Müzemmil, 20), daha uygun, daha münasip, daha yakın (2/Bakara, 282, 5/Maide, 108, 33/Ahzab, 51), daha değersiz, adi, hayır yönünden daha az (2/Bakara, 61, 32/Secde, 21), yakın mekân, yer olarak daha yakın (30/Rûm, 3) gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

 

a- Dünya Hayatı

Konumuz olan ‘dünya’ kavramı, Ahiret veya Ahiret hayatının karşılığı olarak, ‘hayatü’d dünya-yakın hayat’ anlamındadır. Bu kelime Kur’an’da çok sık ve Ahiretten veya ölümden önceki hayatın sıfatı olarak geçmektedir.

Kur’an’ın yanlış anlaşılan kavramlarından bir tanesi de ‘dünya’ kelimesidir. ‘Dünya’ bir sıfat olmasına rağmen, üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Bu yanlış adlandırma İslâmın dünya hayatına getirdiği tanım ve ölçünün yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Buradan hareketle, İslâmın üzerinde yaşadığımız dünyayı (yer küreyi) kötülediği sanılmış, bu dünyadan yüz çevirmenin fazilet ve yükselme sebebi olacağı iddia edilmiştir.

Halbuki Kur’an-ı Kerim, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere ‘arz-yer’ kelimesini kullanmıştır. ‘Dünya’ kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini, geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlam kazanmıştır. ‘Dünya’ kelimesi ile, burada yaşanılan hayat anlayışı kötülenmiş, hafife alınmış; bununla da yer küresi değil, Ahireti geri plana bıraktıran, Ahireti hesaba katmayan yaşama zihniyeti tenkit edilmiştir.

Şüphesiz yer küre ile onun üzerinde yaşanan hayat arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiden dolayı ‘dünya’ kelimesi zaman içerisinde üzerinde yaşadığımız gezegenin adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır.

Kur’an, ‘dünya’ kelimesini, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran iğreti, adi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bu kelimeyi çoğunlukla Ahiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında karşılaştırma yapmakta, Ahiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını vurgulamaktadır.

Kur’an, Ahireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen ‘dünya hayatını’ kötülemiyor. Hatta bunun bir mutluluk olduğunu, mü’minlerin bu anlamda dua etmeleri gerektiğini öğütlüyor.

“Onlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, Ahirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azabından koru’ der.” (2/Bakara, 201. ayrıca: 7/A’raf, 156. 16/Nahl, 122)

“Müjde, dünya hayatında da, Ahiret hayatında da onlarındır. Allah’ın sözleri için bir değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (10/Yunus, 64)

Allah (cc) yeryüzündeki her şeyi insanlar için yaratmıştır. (2/Bakara, 29) Öyleyse onların bu maddî nimetlerden faydalanması, onlara sahip olmaya çalışması ve onlarla beraber dünyada bir mutluluk araması kötü ve haram değildir. Yani, ‘dünya mutluluğu’ Ahiret mutluluğunun karşıtı olamaz. Bir başka deyişle, Ahiret’teki sonsuz saadeti yakalamak için, insanın dünyadaki mutluluğu ve ni’metleri terketmesi gerekmez.

 

b- Dünya Hayatının Değeri

‘Dünya’ kavramından herkesin ne anladığına da bakmak gerekir. İnsanlar onu, kendi meslek, arzu, istek, hedef ve gayelerine göre değerlendirirler. Herkesin kendine ait bir dünyası vardır. Dünya, bir çiftçiye göre ekmek-biçmek, bir ilim adamına göre ilim (bilgi) alanı, bir abide (çok ibadet edene) göre bir ibadet yeri, bir sarhoşa göre içme ortamı, nefsinin esiri olan bir kimseye göre de gönlünce eğlenme mekânıdır.

Kimileri onu geçici bir zaman olarak görür ve ona göre değerlendirir. Kimileri de hiç ölmeyecekmiş gibi ona sarılır, ölüm ve ötesini hesaba katmaz.

Bir çok Kur’an âyetinde ve bir çok hadiste ‘dünya hayatı’ ve ona olan tutkunluk yerilmekte, bazen de ‘dünya hayatı’ övülmektedir. Aslında bu iki yargı arasında bir çelişki yoktur. Her iki kaynak da ‘dünya’yı, farklı ölçüde sevenlere göre değerlendiriyor. Ahireti hesaba katıp güzel bir hayat yaşayanlar için ‘dünya’ övülmüş, sefihçe ve Ahireti hiç düşünmeden, nefsinin arzularına uyarak yaşayanlar, dünyayı Allah’a kulluk yapmaya tercih edenler için de yerilmiştir.

Kur’an ‘dünya’ ile Ahiret arasında bir tercih olursa, elbette Ahiretin tercih edilmesini emrediyor. Çünkü Ahiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır. (93/Duhâ, 4)

‘Dünya hayatını Ahirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler. (14/İbrahim, 3) Allah’ın hükümlerine kulak vermeyip, Ahireti unutanlar; dünyaya karşılık Ahireti satanlardır. Böyle bir alış-veriş hiç de kârlı değildir. (2/Bakara, 86)  

Müslümanlardan bazıları da Ahiretlerini kazanmak için dünyalarını satarlar. Kur’an, Allah yolunda cihad etmenin bu anlama geldiğini ve böylelerinin büyük bir sevaba kavuşacaklarını haber veriyor. Allah yolunun şehitleri, bu çok kârlı alış-verişin canlı örneğidir. (4/Nisa, 74)

Kur’an-ı Kerim’e göre ‘dünya hayatı’, bir oyun (oyalanma) ve bir eğlencedir. (6/En’am, 32, 47/Muhammed, 36, v.d.), aldatıcı bir meta’ (fayda, alınıp-satılan şey), (3/Âli İmran, 14, 185. 9/Tevbe, 38, v.d.), geçici ve önemsizdir. (4/Nisa, 77)

‘Dünya hayatı’ yağmurla biten ve yeşeren, sonra da bir afetle yok olup giden ekin gibidir. (10/Yunus, 24. 18/Kehf, 45) Oyun, oyalanma, eğlence ve bir süs olmasının yanısıra; mal ve çocuk bakımından bir övünme ve bir çoğalma yarışıdır. O, aldatıcı bir geçinme aracıdır. (57/Hadid, 20) Mal sahibi olma, çocuk edinme ve diğer sahip olunan şeyler aslında ‘dünya hayatı’nın süsüdür. Ancak varılacak yerin en güzeli, mutluluğun en şahanesi Allah’ın katındadır. (3/Âli İmran, 14)

‘Dünya hayatı’, bu gibi özellikleriyle aldatıcı, oyalayıcı, gaflete düşürücü, asıl maksattan uzaklaştırıcı, gelip-geçici ve vefasızdır.

Peygamberimiz de bir çok sözünde ‘dünya hayatı’nın bu özelliklerini anlatıp, onu aşırı sevip, ona bağlanmaktan mü’minleri sakındırmıştır. Buyuruyor ki:

“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin seni kör ve sağır yapar.” (Beyhakî, Şuabü’l İman’da, nak. K. Sitte, 7/242)

“Eğer dünya, Allah’ın yanında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” (İbni Mace, Zühd/11, Hadis no: 4110, 2/1377. Tirmizî, Zühd/13, Hadis no: 2321, 4/560.)

Zeyd b. Sabit (ra), Allah’ın Rasûlü’nden şöyle işittiğini anlatıyor:

“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah (cc) onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti Ahiret (i kazanma) ise Allah (cc) onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.” (İbni Mace, Zühd/1, Hadis no: 4104, 2/1378)

İnsanların hangisinin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Allah (cc), insanların içerisine dünya malına ve geçimliklerine karşı bir meyil, bir tutku koymuştur. Yaratılan bütün mal ve geçimlikler ‘dünya hayatının’ süsüdür. Onları kazanmaya çalışmak, onlara sahip olmak ve kullanmak suç değildir. Kişide yeme içme, barınma ve giyinme ihtiyacı olduğu müddetçe; mala ve eşyaya olan arzu ve meyil bitmeyecektir. Bir de buna insanın aşırı ihtirasını ve başkalarına hükmetme arzusunu da eklersek, dünyalıklara karşı olan sevgi daha da anlaşılır olacaktır.

İslâm, her konuda olduğu gibi bu konuda da insan hayatına ve arzularına bir denge getiriyor. Allah’ın insanlar için yarattığı zinetleri (süsleri ve geçimlikleri) kimsenin yasaklamaya ve haram kılmaya hakkı yoktur. Ancak insan bu zinetleri helâl yoldan aramalı, harama harcamamalı, mal ile şımarmamalı, malı haksızlık aracı olarak kullanmamalı, mal ile meşgul olarak Allah’tan ve Ahirete hazırlanmaktan uzaklaşmamalı, üzerinde (zekât, sadaka ve nafaka gibi) hakkı olanların hakkını vermeli.

Peygamber (sav) dünyadan yüz çevirerek, devamlı ibadetle meşgul olup, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını bile karşılamayan sahabelerin tutumunu tenkit ettiği gibi, dünyalık ve mal sevgisini kalbe yerleştirip kulluk görevlerini ihmal edenleri de uyarmıştır.

‘Dünya hayatı’ ve ahirete hazır olma arasında bir denge olmalıdır. İslâmın hoş görmediği ‘dünya hayatı’, insanı Allah’tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.

Şüphesiz yerilen, tenkit edilen ‘dünya hayatı’; ona ait şeyleri ilâh haline getirme, mal peşine koşmaktan başka bir hedef tanımama, geçimlikleri kutsal hale getirmedir ve bu aldanmaktır, cahilliktir.

Ve insanın yaratılış amacı da bu değildir.

İslâm, her türlü meşrû çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasının karşılığını alabileceğini belirtmiştir. (53/Necm, 39) “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir” diyerek el emeği ile geçinmeyi; yani çalışmayı teşvik etmiştir. Buna karşın İslâm, insandaki fıtrî bir takım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve prensiplerini açıklamıştır.

Peygamberimiz (sav), “Uhud dağı kadar altınım olsa onu üç günden fazla saklamazdım (insanlara sadaka olarak verirdim)”, (Buharî, Zekât/4, 2/135. Müslim, Zekât/9, Hadis no: 94, 2/687) buyurarak dünya geçimliklerinin ne kadar değerli olabileceğini haber veriyor. İnsanın dünya hayatını ise şu nefis benzetme ile değerlendiriyor:

“…Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.” (İbni Mace, Zühd/3, Hadis no 4109, 2/1386. Tirmizî, Zühd/44, Hadis no: 2377, 4/588.)

 

c- Kaç Çeşit Dünya Vardır?

Bizim dışımızda iki dünya bulunmaktadır:

Birincisi: İnsanın yalnızca et, kemik, kan olmadığı, ona ait kalp, ruh, akıl, hafıza ve benzeri özellikleri olduğu gibi; dünya da görünen yeryüzü değil, insan dışında görünmeyen cin, melek ve diğer varlıkların da bulunduğu bir dünyadır.

İkinci dünya ise, duyularımızın ilişkide olduğu hayatttır. Yeme-içmeden tutun da, uyumaya, üremeye, sahip olma arzusuna, hırs ve arzulara kadar geniş bir duyular dünyası… Nefsin arzu ettiği ve oyalandığı, kişiyi asıl hedefinden, Ahirete giden yolda şaşırtan dünya. Bir başka deyişle, insanın imtihana tabi tutulduğu, kulluğunu yapabilme imkanı sağlayan geniş bir hayat.

İşte bu ‘dünya’, ‘ednâ’, yani aşağı, iğreti, değersiz ve geçici bir dünyadır.

Allah’tan gelen vahye sırtını dönenler ve aklını kullanmayanlar işte bu ‘ednâ’ dünyayı tercih ederler, Ahireti ve oradaki ebedî hayatı unuturlar.

Said Nursî’nin deyişi ile ‘dünya hayatının üç yüzü vardır:

Bunlardan birincisi; Allah’ın güzel isimlerine bakar. O isimlerin evrendeki nakışlarını görür, o isimlere aynalık yapar. Dünyanın bu yüzü güzeldir ve nefret değil, tam tersine aşk kaynağıdır.

Dünyanın ikinci yüzü Ahirete bakar. Bu anlamda Ahiretin tarlasıdır, Cenneti kazanma yeridir. Bu yüz de nefret edilecek yüz değil, sevilmeye layık bir yüzdür.

Dünyanın üçüncü yüzü insanın hevâsına bakar. Gaflet perdesidir ve dünyayı çok sevenlerin hevâlarının arzu ettiği yüzüdür. Bu yüz çirkindir. Çünkü fanidir (geçicidir), yok olmaya mahkûmdur, üzüntü vericidir, aldatıcıdır. Bu nedenle, yüz çevirmek gerekir. (nak. K. Sitte, 7/248)

Kur’an, ‘dünya hayatı’ karşısında mü’minlerin nasıl bir tavır takınacağını açıklıyor. Dünya hayatının insanı aldatmaması için onu sık sık uyarıyor. (63/Münafikûn, 9. 35/Fatır, 5) Bütün insanlar, yarın için ne hazırladığına, ölürken yanında salih amel olarak ne götüreceğine bakmalıdır. Dünya hayatı şüphesiz ki bir gün sona ericidir. (59/Haşr, 18)

‘Dünya’ya, ister ‘yakın hayat’, ‘Ahiretin önündeki hayat’ diyelim; isterse ‘ednâ’ kökünden alarak ‘en adi, en değersiz, en iğreti, en basit hayat’ diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah sevgisi ve O’na itaat arasına perde olan her şey ‘dünya’ sayılabilir. 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 148-152