Allah (s.t.) bunun için insanı öncelikle anlama kabiliyeti ile donatmıştır. Sonra da onun anlayabileceği bir Kitap indirmiştir. Kitap (vahy) bir anlamda Allah’ın muradının, insan idrakine (anlama kapasitesine), yani insan seviyesine indirilmesidir. 

İnsan hangi dili konuşuyor olursa olsun, özelde Kur’an, genelde İslâmın mesaji her insan için anlaşılabilirdir. Dünyaya belli bir işlev ve görev için gelen insan, işlevinin ve görevinin ne olduğunu bilmeli ki yapabilsin. Bir otorite sahibinin elinin altındakine görevini bildirmeden onu bilmediği bir şeyden sorumlu tutması hakkaniyet değildir.

Son vahiy Kur’an Allah’ın mesajlarını, ölçülerini veya haberlerini onlar düşünsünler, anlasınlar, ibret alsınlar ve gereğini yapsınlar diye açıklamaktadır.[1]

 “… Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır. Belki düşünürsünüz.”[2]

Allah (cc) Peygamber’e şöyle hitap ediyor: “… İşte sana da bu uyarıcı vahyi indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve belki onlar da bu sayede düşünürler.” (Nahl 16/44. Bir benzeri: Nahl 16/64)

Kur’an, kendisini ‘beyan/mübîn/tebyîn/tibyan’, âyetlerini ise ‘beyyine/beyyinât’ olarak niteliyor. Bütün bunlarda; ‘anlaşılabilen, açık ve net mesaj, isbat gücü kuvvetli, açık ve kesin olmak’ anlamları ortaktır.[3]

Allah (s.t.) hitabını kolaylaştırdı, ya da anlamanın vasıtalarını ve imkanlarını kullarına lutfetti. Allah (s.t) kullarına anlamsız ve anlaşılmaz hitap etmekten münezzehtir. 

Kur’an’ın dilini bilmeyenler onu âyet âyet, kelime kelime  anlamayabilirler. Ama onun ne demek istediğini, neye dâvet ettiğini, haberlerini, hükümlerini ve ölçülerini, uyarı ve müjdelerini, etkileyici üslûbunu, mucize yani insanüstü oluşunu, insan ruhunda bıraktığı ölümsüz etkilerini rahatlıkla anlayabilirler. Bunu da onun genel mesajından, muhatabın diline aktarılmış açıklamalardan, yorumlardan ve kavramlardan, tarihsel tecrübelerden, araştırmalardan yola çıkarak yapabilirler.

Bu açıdan Muhammed (sav) herkes için en güzel örnektir. Herkes onun hayatında Kur’an’ın ne demek istediğini, İslâmın pratik hedeflerini bulabilir.

 “Kur’an Arapçadır. Biz ise Arapça bilmiyoruz” demek mazeret değildir. “Kur’an’ın derin ve katmer katmer manaları, her bir âyetin yüzlerce sırları vardır. Onları ancak kendilerine özel (ledünnî) ilim verilenler anlar. Biz kim Kur’an’ı anlamak kim” demek mazeret değildir. “Kur’an’ı anlamak için çok büyük ilme, uzun tahsillere ihtiyaç vardır. Sıradan insanların Kur’an’ı anlıyorum demesi haddi aşmaktır” demek mazeret değildir.

Kur’an, Son Elçinin bütün insanlığa gönderildiğini, dolaysıyla zımnen onun getirdiği vahyin ve mesajların da bütün insanlar tarafından anlaşılabilir olduğunu söylüyor. “(Ey Peygamber) de ki: “Ey insanlar! İyi bilin ki ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim...” (A’raf 7/158)

 

  • Kur’an (İslâm) Arap diliyle indirilmiştir

Dil en önemli iletişim ve anlaşma aracı olduğuna göre, anlaşılsın diye gönderilen, insanla Allah (cc) arasındaki en önemli haberleşme olan Kur’an’ın da, insanların kendi aralarında anlaşabildikleri bir dili kullanması doğaldır, hatta gereklidir de. Allah (s.t.), kullarını hidayete davet etmek için dillerin içerisinden Arapça’yı seçmiştir. Bu tercih; herhangi bir dilin kutsal olmasından değil, Arapça’nın yapısı itibariyle Kur’an’ın maksadını en iyi ifade eden, zengin anlamlara sahip, söz sanatı açısından üstün özellikleri olmasındandır. (Allahû a’lem.)

Kur’an Arapça olduğu gibi, bütün İslâmî ilimler de Arap diline dayanırlar.

Kur’an, onbir yerde kendisinin Arap diliyle indirildiğini söylüyor. Mesela;| “Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakikati beyan eden kitabın (olan-biteni) açıklayan âyetleridir. Biz onu Arapça bir hitap (Kur’an) olarak indirdik, belki bu sayede kafanızı kullanırsınız.”   (Yûsuf 12/1-2)

“Bu iki âyet ilk bakışta her ne kadar Hz. Peygamber'in Arap çağdaşlarına hitab ediyor gibi görünseler de, aslında çağı ve anadili ne olursa olsun Arap dilini bilen, anlayan herkese hitab etmektedir.”[4] 

“Ha-Mîm. Özünde açık ve hakikati açıklayıcı olan bu kitabın değerini bilin. Ki zaten Biz, onu anlayabilesiniz diye Arapça bir hitap (Kur’an) yaptık.” (Zuhruf 43/1-3)

“Veya ‘açık ve anlaşılır bir hitap’. Kur’an’ın Arapça oluşu hem lafız hem de zımnen anlaşabilirliğini ifade eder.[5]

“Ha-Mîm. Muhteşem bir indiriliş; O Rahmân ve O Rahîm’den. Öyle bi kitap ki, onun âyetleri, kavrayabilen bir topluluk için Arapça bir hitap (Kur’an) olarak ayrıntılı bir biçimde açıklanmıştır.”  (Fussilet 41/1-3)

“Kur’an’ın Arapça oluşuna yapılan her atıf, hem lafzen, hem de zımnen “Allah insana, insanın konuştuğu dille hitap etmiştir” vurgusunu içerir. Bununla amaçlanman vahyin anlaşılabilir niteliğidir. Muhataplardan gelecek tüm “anlaşılmaz” ya da “zor anlaşılır” mazeretlerini geçersiz kılar.”[6] 

“Biz bu (ilahî kelâmı) işte böyle Arap dilinde, bir hüküm ve hikmet (kaynağı) olarak indirdik...” (Ra’d 13/37)

Yani, Peygamber'in (sav) önce kendi yakın çevresindeki insanlara ve sonra da onların aracılığıyla bütün insanlığa onu tebliğ edebilmesini sağlamak amacıyla.  Allah'ın her peygambere, “onlara (hakkı) açık açık anlatabilmesi için kendi kavminin diliyle” bir mesaj indirdiğini ifade eden İbrahim/4. ve A’raf/158. âyetler, Kur’an mesajının yalnızca Araplarla sınırlı olmayıp evrensel bir nitelik taşıdığını gösterir.[7] 

“Kur’an bir beşer dili olan Arapça’ya ve bir beşer olan hz. Peygamber’e isnat edildiği her yerde ‘inzal’ formunu kullanır. Arapça indirildiğinin vurgulanması, esasen anlaşılabilirliğine yapılan vurgudur. Bu hem dil açısından hem de delâlet açısından böyledir. Zira ‘arab ismi bu kavme “açık ve anlaşılır” bir lisan konuştuğu için verilmiştir. Delâlet açısından böyledir. Zira aşkın manalar içkin kelimelerin kalbine inzal olmuştur. Kendini lafızda ifşa eden mana kelâmın ruhu, o ruhun lafızda içinde  meskun olduğu lafız ise kelâmın bedeni mesabesindedir. Bu ikisinin birbirinden ayrılması kelâmın hayattan çekilmesi sonucunu doğurur.”[8] 

Kur’an’ın Arapça indirilişinin bir sebebi de bu yolla insanlara sorumluluklarını hatırlatmak, onları duyarlı olmaya davet içindir. (Tâhâ 20/113) 

Şüphesiz Kur’an önce Mekke’de, Peygamber’in (sav) çevresinde yaşayan insanlara hitap ediyordu. “İşte Biz sana, hem Şehirlerin Anası’nı ve onun çevresindekileri uyraman, hem de kendisinde asla şüphe bulunmayan Toplanma Günü’ne karşı (insanlığı) ikaz etmen için Arapça bir Kur’an vahyettik...” (Şura 42/7)

‘Şehirlerin anası’ Mekke, manevi olarak yer kürenin merkezidir. Onun çevresindekilerin uyarılması, bütün insanların Hak dine davet edilmesi manasındadır. [9]

Peygamberle gönderilen mesajın gönderildikleri toplumların diliyle olmasının gerekçesi dikkat çekicidir. “Mesajı onlara açık ve net olarak iletsin”. Burada vahyin beşer diliyle indirilmesinin maksadı verilmektedir. O maksat açık ve net olarak anlaşılmaktır. Zira vahyin indiriliş amacı, ancak anlaşılmasıyla gerçekleşir.[10]

“Kur’an’ın Arapça olarak gönderilişinin temel sebeplerinden biri de elbette son Peygamber’in Arapların arasından seçilmiş olmasıdır. Ancak Kur’an’ın Arapça indirilmiş olması, onun yalnızca Araplara indirildiğini ifade etmez. Kur’an bizzat bütün insanlara hitap ettiğini ve evrensel olduğunu söylüyor.[11] Son peygamber doğal olarak öncelikle kendi çevresini ıslah ve irşad edecekti. Sonra da onların aracılıkları ve örneklikleri sayesinde ilâhi mesaj ve davet diğer kavimlere, diğer beldelere ulaşacaktı. Nitekim öyle oldu. Öyleyse ana dili Arapça olmayanların da Kur’an’ı/İslâmı anlamaları için onların diline aktarılması bir zarurettir.[12]

Şüphesiz ki Kur’an’ı en iyi anlamanın yolu onun sunulduğu ve kabı niteliğindeki dilini  anlamak gerekir. Ancak Kur’an’ı anlamak için tek başına Arap dilini bilmenin yeterli olmadığı ehlince bilinen bir gerçektir.

Genelde İslâmı, özelde Kur’an sağlıklı bir şekilde anlamanın imkanlarından bir tanesi de İslâmın temel kavramlarını Kur’an ve Sünnet çerçevesinde, vahye uygun, Kur’an bütünlüğü içerinde anlamak, özümsemek ve idrak etmektir.

 

  • İslâmın dili de Arapçadır

Kur’an’ın dili Arapça olduğu gibi Kur’an’dan, Allah’tan ve insandan kaynaklanan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, kıraat, akâid, tarih, mantık, bedi’ ve beyan gibi ilimlerin de dili ve ilim dallarında gelişen terim ve kavramlar da Arapça’dır. Bu ilim dalları Arapça konuşan Kur’an nesilleri tarafından ve Arapça konuşulan beldelerde gelişti. Her ilim dalına ait yüzlerce, belki binlerce terim ve kavram da tarihi süreçte, tabii olarak Arapça olarak şekillendi ve mana kazandı. 

Bu anlamda Arapça, Din’in dili haline geldi diyebiliriz.[13]

 

  • Terim, kavram ve ıstılah

Söz konusu İslâmî kavramlar olduğuna göre, terim, kavram ve ıstılah hakkında kısa bir açıklama faydalı olacaktır.

Terim ve kavram kelimeleri arasında benzerlik olmakla beraber, ikisi de farklı şeyleri ifade ederler. Ancak bazen birbirlerinin yerine kullanılırlar.

Kavram; bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, duyularla gözlenen veya gözlenmeyen şeyler hakkında zihnimizde oluşan soyut ve genel fikirlere denir.[14]

Başka bir ifadeyle kavram; bir şey hakkında sahib olunan genel düşüncedir.  “Kavram, temamen zihinsel bir işlemdir. Bu kelime her ne kadar fikir ve düşünce ile aynı veya ortak gibi algılansa da, aralarında belirgin bir fark vardır. Kavramın soyut ve genel olması, nasnelerin bazı özelliklerini dikkate alıp bazılarını almamasıyla elde edilmesi ve bu şekilde alınan özellikleri, aynı özellikleri taşıyan nesnelere yaymasından ötürüdür.”[15]

Kavram fikir veya düşünce değil, o nesne hakkında zihinde meydana gelen bir algılama, bir kavrayıştır. Zihnin bir şey hakkındaki tasarımıdır.

Terim ise; bir bilim, bir sanat dalıyla veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir anlamı olan söz demektir.[16]

Bir başka deyişle terim, bir türe ait ortaklaşa niteliklerin bir isim altında toplanmasıdır. Terim bu anlamıyla eskiden İslâmî ilimlerde kullanılan ‘ıstılah’ kelimesinin karşılığı, kavram da mefhum’un karşılığıdır denmiştir. Ancak bize göre terim; ıstılahtaki anlam ortaklığını, söz birliğini ve mana zenginliğini yeterince karşılamaz.

Kavram, bir şeyin zihindeki tasavvuruna, terim ise dışardaki somut karşılığına, soyutun somutlaşmasına denir. Objenin zihindeki karşılığına işaret ediyorsa kavram, yazıda, dışarıdaki şeye işaret ediyorsa terimdir. 

Kavramlar, nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve onları ortak bir ad altında toplayan tasarım olsa da; bu tasarım geneldir ve soyuttur. Terim gibi kesinlik arzetmez, insanlara ve inançlara göre değişik anlaşılmaları mümkündür.

“Kelimelerimizin her biri, bizim sözkonusu kelimeyi içine sığdırdığımız belli görüş açısını temsil eder ve ‘kavram’ denilen nesne, böyle öznel bir perspektifin kristalleşmesinden başka bir şey değildir. Yani kavram, görüş açısından aldığı az ya da çok değimezlik arzeden formdur.”[17] 

Istılah; kelimesinin aslı her türlü iyi durumu, faydayı ve barış halini anlatan ‘sulh-salah’ masdarıdır. ‘Sulh-salah’, bozulma, kötülük, kavga, çekişme ve fesadın karşıtıdır.

‘Istılah’, bir kelimeye yüklenen anlamlardaki ve sözcüklerle ifade edilmek istenen anlayıştaki anlaşmazlığın gitmesi, kelimenin manası üzerinde söz birliğinin olması, bir anlamda bir barışın olmasıdır.

Bir kelime üzerinde bilginlerin, toplumların ve ilgili kişilerin söz birliği etmesi o sözü, o kelimeyi ‘ıstılah’ haline getirir. Istılahlar, genellikle bilimlerin anlaşılabilmesi için zorunlu olan, başka bir ifadeyle bilinmedikleri takdirde söz konusu edilen ilmin anlam ve muhteva dünyasına nüfuz etmek imkanı bulunmayan anahtar kelime veya terkiplerdir. O halde “ıstılah her ilmin kendine has dilidir” demek mümkündür. Bu bakımdan sosyal bilimlerde, özellikle İslâmî ilimler sahasında ıstılahları tanımak ve anlamak gereklidir.

Her ilim dalı kendi terminolojisini terihi seyri içinde oluşturup geliştirir. Bazen kullanılan bir terimin sözlük anlamıyla hiç irtibatı kalmadığı da olur. Bu itibarla ilimlerin terminolojisinin oluşumunu ve tarihi seyri içinde geçirdiği muhteva değişikliklerini anlamadan özellikle islami ilimlere gereğince vakıf olmak mümkün gözükmemektedir.

İslami ilimlerde ıstılah fizik, kimya, matematik gibi fen bilimlerindeki formüller gibidir. Söz konusu ilimlerde formülsüz problem çözülemez. Ya da problemi çözecek formül hatalı seçilirse sonuç yanlış olur.[18] 

 

  • Kavramlar üzerine

Kavramlar, düşüncemizin ve dünya görüşümüzün kalıba dökülmüş ifadeleridir. Dilin ifadeye dökülüşü, kelimelerin ilimde, edebiyatta ve inanç dünyasında yeniden canlanışıdır. Bir şeyin kavramı o şeyin bilgisi demektir. Kavram, ilgili olduğu konuyu kavramaya yarayan bir anlamda anahtar kelimedir.

Bilindiği gibi her dilde belli ilimlere ait kavramlar (mefhumlar), kalıplaşmış ifadeler, deyimler veya meşhur olmuş sözler vardır. Bütün bunlar bilgileri, tecrübeleri, kültürleri, anlayışları, zevkleri, hatta inançları ve dünya görüşlerini anlatırlar, başkalarına aktarırlar.

Kavramlar, yalnız başlarına değil ait oldukları sistem içerisinde bir değer kazanırlar. Her kavramın kendine ait bir anlamı vardır. Kavramların türediği kök anlama esas/sözlük anlamı, sistem içerisinde kazandıkları manaya da izafi mana/özel mana denir.

Bir kelimeye yüklenen anlam üzerinde söz birliği yoğun ise, onun manası üzerinde ne kadar çok insan birleşebiliyorsa; o ilim dalında, o inançta veya toplumsal düzende o kadar çok anlaşma sağlanır, kişiler ve toplumlar arsındaki barış çoğalır, zenginleşir.

Kavramlar üzerindeki çok farklı anlayışların çoğu zaman anlaşmazlıklara, karışıklıklara, hatta kavgalara bile sebep olduğu bilinmektedir. Bu çok farklı ve yanlış anlayışlar Din’i tanımada, onu anlamada ve ifade etmede olursa sıkıntının boyutları daha da büyük olur.

“Konfüçyüs; toplumun kaderi eline geçtiğinde onu düzeltmek için yapacağı ilk işin isim ve kavramları değiştirmek olacağını söylemiş. Bunun sebebi toplumun isim ve kavramları yanlış tabir edilip kullanılması sebebiyle bozulmasıdır.[19]

İslâm, kendini bütün insanlığa kendi diliyle takdim ediyor. İnsanlar İslâmı ancak onu onun kaynaklarından, onun diliyle ve onun temel kavramlarıyla tanıyabilirler.

 “İlâhi bir inşa projesi olan vahiy, muhatabını dört aşamalı bir modelle inşa eder. Bu dörtlü inşa modelinin ilk halkası, tasavvurun inşasıdır. Vahiy bunu kavramlarıyla yapar. Vahiy, kökü arşta olan ilâhi manaları, arzdaki insana arz ehlinin dili olan Arapçanın söz dağarcını kullanarak sunmuştur. Vahiy bunu yaparken, Arapçadan aldığı söz dağarcığına üç tür tasarrufta bulunmuştur:

1.Terim özelliği bulunmayan sıradan kelimelere dokunmamış, onları olduğu gibi almıştır.
2.Sırf dünyevî ve maddî anlam yüklü bazı kavramlara, uhrevî ve manevî bir anlam boyutu

katarak onları zenginleştirmiştir.

3.Bazı kelime ve kavramların içini boşaltıp yeniden doldurarak onları kendi boyasıyla boyamış ve Kur’anî kavramlar haline getirmiştir.”[20]

Kur’an, Arapça kelimeleri kullanmakla beraber, onlara yeni anlamlar katmış, onları anlam yönünden genişletmiş, pek çoğunu da terim veya kavram haline getirmiştir. Bir başka deyişle; Kur’an’ın kullandığı kelimeler, onun amacına ve mesajına uygun manalar kazanmışlardır.

Kur’an’ın metodu, bize göre Arapça bir kelimenin sözlük anlamının içini tamamen boşaltıp, onu kök anlamından uzak bambaşka anlamlarla doldurmak şeklinde değildir. O, günlük konuşmalarda kullanılan sözcükleri hem kendi anlam dairelerinde kullandı, hem de onlara İslâmî bakış açısından yeni mana zenginliği kattı.

Diğer İslâmî ilim dallarında da durum bundan farksızdır. Onlar da Arapça kelimeleri maksatlarına uygun olarak mana yönünden zenginleştirmişler, o ilmin konusunu ifade eder biçimde kullanmışlardır. Böylece özel manada kullanılan pek çok kelime zamanla ‘terim-ıstılah ve kavram’ haline gelmiştir.

Arapça kelimelerin çoğunda anlam zenginliği vardır. Bir ifadeyi karşılamak için çok sayıda sözcük kullanıldığı gibi, bir kelime içerisinde bazen birden fazla anlam bulunmaktadır. Kur’an, (bir anlamda İslâmî kültür) bu anlam zenginliğini daha da yoğunlaştırmış, onlara Tevhid dininin mesajını titizlikle taşıma görevi vermiştir. Deyim yerinde ise vahiy Arapça kelimeleri islâmlaştırmıştır.

 

  • İslâmî kavramların tercüme sorunu

Bu böyle olmakla beraber karşımıza şöyle bir problem çıkıyor:  Kur’an’ın veya İslâmın

kavramlarını anlamak için onları tercüme edelim mi, yoksa olduğu gibi mi kullanalım? Bunların hepsi Arapça ve bizim ana dilimiz Arapça değil. O zaman bunları nasıl anlayacağız?

 “Madem ki bu kavramlar yabancı bir dilden. Anlamak için tercüme edelim. Bugünkü dilimize aktaralım. Yeni nesiller İslâma ait kelimeleri kendi dilleriyle tanısınlar, öğrensinler” denilebilir. Bu konuda Kur’an kavramları üzerine ciddi araştırmalar yapan Prof. T. İzutsu şunları söylüyor:

“İlk bakışta hemen herkesin malumu gibi görünebilecek bir hususu, tercüme metinlerin sağladığı ‘dolaylı delile’e hiç bir şekilde güvenilmemesi gereğini özellikle vurgulamalıyım. Tercüme söz ve cümleler en fazlası ile kısmi karşılıklardır. Acemice ilk adımlarımızda, kaba-saba ama hazır kılavuzlar olarak bize hizmet edebilirler. Fakat çoğu hallerde bunlar hayli yetersiz ve yanıltıcıdırlar. Ve her halükarda bir ümmetin ahlâki dünya görüşünün yapısı konsundaki bir araştırma için güvenilir bir temel teşkil etmeleri imkansızdır.”

Olduğu gibi veya lafzî tercüme (çeviri) masum, hatta gerekli görünebilir. “Ancak, bu ilkenin gerçek ehemmiyeti ve ona sürekli dikkat sarfetmemedeki büyük tehlike, bildiğimiz bir yabancı dilde yazılmış orijinal bir metni okurken bile, farkında olmaksızın o metni ana dilimizin sağladığı kendi kavramlarımıza sıkıştırdığımızda ve bu suretle de metnin bütün olmasa da bir çok anahtar termimini ana dilimizde varolan eşanlamlı karşıt terimlerin kalıplarına döktüğümüzü hatırladığımızda ortaya çıkacaktır.

Fakat böyle yaptığımız takdirde, gerçekte yapmakta olduğumuz, orijinal metni bir tercüme içinde anlamaktan başka bir şey değildir.”[21] 

Yani tercüme eden ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ne kadar başarılı olsun; İslâmî kavramları kendi diline çevirirken, kendi kültüründen etkilenmemesi mümkün değildir. Sonuçta bir Kur’an kavramının taşıdığı pek cok anlamdan birini tercih edecek ve ona kendi dilindeki manayı verecek.

İslâmî terimler ve kavramlar hiç bir dile olduğu gibi, asıl anlamını koruyarak, o anlam zenginliği ile birebir aktarılamaz, çevrilemez. Bunlar Arapça dışındaki bir dilde belki tefsir ve izah edilebilir, açıklanabilir. Fakat onların ifade ettiği manayı dünyanın bütün dillerindeki kelimeler yeterince yansıtamazlar. Bir başka dilde onların ifade ettiği manaları karşılayacak kelime yoktur.

İslâmî kavramlar başka dile, olduğu gibi değil de birebir başka kelimelerle aktarılırsa, onların ifade ettiği anlam zenginliği kaybolacağı gibi, bu dar kapsamlı kelimeler bizatihi İslâmî meseleleri yeterince anlamaya da engel haline gelir. Bunun yanında bazıları o kavramı kendi mantalitesiyle, içinde yetiştiği kültürün rengiyle anlamaya başlar.

Bu da İzutsunun işaret ettiği gibi İslâmî kavramları kendi kalıbımıza dökme tehlikesini beraberinde getirir. Türkçe’de bunun sayısız örnekleri var. Cihad kavramından tutunuz, millet, din, selâm, sadaka, kader, hoca, imam, bela, fitne, cahil, devlet, evliya, ibadet, israf, keramet, kıyam, mehdi, mevla, mezheb, mücrim, mürşid, sebil, sevap, seyyid, sünnet, şehid, şeriat, hakimiyyet, tesbih, tevessül, ümmet, zikir kavramlarına kadar.

Bunun için ısrarla diyoruz ki hangi kavimden olursa olsun, her müslüman  İslâmî kavramları veya ıstılahları olduğu gibi öğrenmeli, kullanmalı.  Ama anlamak için tefsir edilebilir, yaorumlanabilir, izah edilebilir. Bir anlamda İslâmî kavramların da Kur’an gibi başka bir dilde meali yapılabilir.

 

  • İslâmî kavramları başka dile aktarmadan aynen öğrenmenin ve kullanmanın

faydaları:

1-Kavramı aynen kullanmak, Kur’an’ın veya ilgili ilim dalında kullanıldığı manaya yakınlık sağlar. Bunların Kur’an’dan, hadisten veya İslâmı anlatan başka bir ilimden kaynaklandığını bilir. Bu da o kavramlara önem vermeye götürür, bilinci artırır, kavramları yerinde kullanma dikkatliliğine ulaştırır.

2-İslâmın kelimeleri ve kavramları kendi ana kaynağında geçtiği gibi öğrenildiği zaman bu kişiye geniş bir kültür ve sahih bir bakış açısı sağlar. Zira öğrendiği kavramlar sıradan sözler değil, onun dünyasını inşa, ahiretini kurtarmak için gönderilen Din’in kelimeleridir.

Her bir kelime, insan zihnine, aklına ve bilincine etki eder. Zaten kelime’nin kök anlamı da bunu hatırlatır. Kelime, muhatap üzerinde etki eden sözdür. İslâmın kelimelerini aynen bilip, kullanan ve anlayanın bilinç dünyası bunlarla daha diri olur, daha da zenginleşir, daha da etkileyici olur. Söz gelimi bir müslüman ‘kıyamet, ‘ahiret’, ‘cehennem’, ‘cennet’ kavramlarını duyduğu zaman aklına pek çok şey gelir, ürperir, düşünür. Bu ürpertiyi de bilinçi ölçüsünde hayatına yansıtır. Kıyamet yerine ‘dünyanın sonu’, ahiret yerine ‘son hayat’, cennet yerine ‘uçmak (veya paradise)’, cehennem yerine ‘tamu’ demek aynı etkiyi yapmaz, aynı ürpertiye sebep olmaz.

3-Başta Kur’an olmak üzere, diğer İslâmî ilimlerin konuları daha yakından kavramayı sağlar. Zira kavramlar ait oldukları ilim dalının, inancın ve fikrin taşıyıcılarıdır. İslâmın/Kur’an’ın kavramlarını hakkıyla tanımak vahyi tanımanın önünü açar. Kavramların işaret ettiği mananın uzaüında kalmak, onların içeriğinde olan mesajı veya bilgiyi kaçırmak demektir. 

4-Müslümanlar arasında ortak bir dil oluşmasına katkıda bulunur. Her müslüman en azından temel kavramları asli diliyle bilip öğrendiği zaman, diğer müslümanlarla muazzam bir ortaklık, ortak dil, şuur, niyet ve hedef oluşur. Bir müslüman diğer kavimlerden bir müslüman kardeşiyle karşılaştığı zaman dilini anlamasa bile dinin ortak diliyle iletişim kurabilirler. Dünyadaki bütün müslümanların birbirlerini “selâmün aleyküm” diye selâmlamaları ne güzel bir iletişimdir.

5-Müslümanlar arasındaki kavram kargaşası en aza iner. Bilinen bir gerçektir ki aynı mefhumu farklı anlayanlar, farklı düşünürler, hatta anlaşmazlığa düşerler. Halbuki İslâmî terimlerin (ıstılahların) bir hedefi de bir mefhum üzerindeki anlaşmazlığı, veya farklı algılamayı en aza indirmek, mefhum üzerinde olabildiği kadar yakın anlayışı sağlamaktır. Her her kavim İslâmî kavramları orijinal haliyle değil de kendi diline tercüme ederek kullanırsa, onlara kendi kültürel giysilerini giydirirler, kendi anlayışlarını eklerler. Ortaya çok farklı milli, mahalli, kültürel, kavmi, siyasi İslam anlayışları çıkar. Müslümanlar arasında fırkalaşmalar ve mesafeler daha da artar.

6-Müslümanların en önemli sorunlarından biri de vahdet olamamaktır. Bunun sebeplerinden biri de elbette İslâmın temel kavramlarına yaklaşımdır. Müslümanlar bu kavramları asli şekliyle öğrenseler, Kur’an ve sünnet çizgisinde olabildiği kadar anlayabilseler, aralarındaki zıt düşünceler asgariye iner. Birinin hak dediğine diğeri batıl, birinin ak dediğine diğeri kara, birinin haram dediğine diğeri caiz, birinin kâr dediğine diğer zarar demez.

7-Kur’an’dan bu şekilde yüzlerde kavramı tanıyan bir müslüman, Arapça bilmese dahi, Kur’an okuduğu veya dinledigi zaman pek çok manaya aşina olur. Manasını bildiği kelimeye rastlayınca sevinir, “aa ben bunu biliyorum, duymuştum” der.  Kur’an’ı anlaması kolaylaşır.

8-İslâmî kavramlar aynı zamanda özelde Kur’an’ın genelde İslâmın anlaşılmasının anahtarlarıdır. Zira onlar bir başka yazımızda ele aldığımız gibi[22] lafzî manaya, mefhuma, mahsusa, tecrübeye/geleneğe, konunun önemine, hükme, maksada, hedefe işaret ederler. Siz onları başka bir dile o dilin mefhumuna aktarırsanız, kavram haliyle verdigi mesajı veremeyecek, kavram haliyle yaptığı etkiyi yapamayacak.

9-Bilinen bir gerçektir ki toplumlar ve onların dilleri, adetleri, anlayışları yabancı kültürlerden şu veya bu biçimde etkilenirler. Son yüzyılda İslâm toplumları Avrupa kültüründen etkilendiler. Bu etkilenişin izlerini hayatın her alanında görmek mümkün. Bunun sonucu gelişen ulusalcı  kesimler,  ülkemizde her şeyin ulusallaşmasını savunurlar. Onlara göre İslâm da yabancı bir kültürdür ve bu bunun izlerinin azaltılması gerekir.

10-İslâmî kavramları, baka dillerdeki uydurma ve yetersiz karşılıkları yerine orijinal haliyle kullanmak, bu sinsi niyete karşı ciddi bir direniş, Dini kendilerine uydurmak çabasında olanlara da bir cevaptır.  Bir manada Din’i muhafaza etmektir. 

11-Müslüman pek çok kelimeyi olduğu gibi öğrenmiş olur, böylece kelime hazinesi zenginleşir.

  • Son söz

İslâmın kavramlarını vahyi/İslâmı anlamak, özümsemek, hayatımzda pratik hale getirmek için kendi dilimizde aşıklayabiliriz, şerhedebiliriz, mealini verebiliriz, yorum yapabiliriz; ama ısrarla, kaynaklarda, Kur’an’da, İslâmî ilim dallarında geçtiği gibi kullanalım. Başkalarına, çocuklarımıza, öğrencilerimize olduğu gibi öğretelim, olduğu gibi aktaralım.

İslâmî kavramlar zihinlere nakşolusun. İlk başlarda bazıları anlaşılmaz veya yabancı gibi gelse de, zamanla Allah (s.t.) onları anlayacak bir anlayış (fıkıh) nasip eder, iyi niyetli mü’minlerin önlerini açar.

 

Hüseyin K. Ece

21.10.2014

Zaandam-Hollanda

 

 

[1] Bakınız: Bekara 2/219, 221, 230. Maide 5/89. Nahl 16/39 gibi

[2] Bakara, 2/219. Ayrıca Bakınız: Bekara 2/187, 221, 230, 242, 266. Âl-i İmran 3/103. Maide 4/89. Nûr 24/18, 61

[3] Bakınız: Nûr 24/34. Kasas 28/2. Yâsȋn 36/69

[4] Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, Çev. C. Koytak. A. Ertürk, İşaret Yay. İstanbul 1996, 2/454

[5] İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/969

[6] İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 2/942

[7] Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı, 2/495

[8] İslamoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 1/467

[9] Kur’an Arapça olduğunu anlatan diğer âyetler: Nahl 16/103. Şuara 26/195. Fussilet 41/44. Ahkaf 46/12

[10] İslâmoğlu, Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an, 1/470

[11] Bakınız: Bekara 2/185. Âli İmran3/138. Sebe’ 34/28. Ra’d 13/37

[12] Heyet, Kur’an Yolu, D. İşleri Baş. Yay. Ankara 2003, 3/203

[13] Fakülte yıllarında rahmetli M. Hamidullah bir dersinde “Arapça bizim ana dilimizdir. Zira Peygamber hanımları bizim annelerimizdir ve onlar Arapça konuşuyorlardı” demişti.

[14] Heyet. Türkçe Sözlük, TDKurumu, Ankara 1988, 2/817

[15] Kanar, Yüksel. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. İstanbul 1990 2/360

[16] Heyet. Türkçe Sözlük, 2/1458

[17] Izutsu, Prof. Toshihiko. Kur’an’da Dinî Ve Ahlâkî Kavramlar, çev. S. Ayaz. Pınar Yay. İstanbul Tarihsiz, S: 26

[18] Yücel, Dr. Ahmet. Hadis Istılahlarının Doğuşu Ve Gelişimi, İFAV Yay. İstanbul 1996, s:19

[19] A. Şeriati’den Yücel, Dr. Ahmet. Hadis Istılahlarının Doğuşu Ve Gelişimi, s:19

[20] İslâmoğlu, Mustafa. Kur’ani Hayat Sayı 16, sayfa: 3-4

[21] Izutsu, Prof. Toshihiko. Kur’an’da Dini Ve Ahlaki Kavramlar, s: 18

[22] Kur’ani Hayat, Şubat 2011, Sayı 16

 

Hüseyin K. Ece

Ekim 2014

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Kasım-Aralık 2014 Sayı: 38