İnsan ile Rabbi arasında –yukarıdan aşağıya- haberleşmenin tek yolu vahy’dir. Allah’ın (c) yeryüzünün halifesi insana Hakikat’i ve görevlerini vahiy yoluyla bildirmiştir.[1]

Hz. Muhammed’in vahiy karşısında üç önemli görevi vardır. Bunlar:

1- Tebliğ etmek:Hz. Muhammed (s) dediğer peygamberler gibi Allah’tan aldığı vahy’i (haberleri) değiştirmeden, eksiltmeden veya ekleme yapmadan insanlara ulaştırmaktan, duyurmakla görevli idi.

Kur’an Hz. Muhammed’de hitaben şöyle diyor: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini duyurmamış olursun...”[2]

2- Beyan etmek: Peygamber (s), vahyin ne dediğini, Vahy’i nasıl anlamak gerektiğini açıklamak zorunda idi. Yoksa insanlar Vahyi anlamazlar veya onu kendilerine uydururlardı.

Tebliğ edilen mesajın niteliğini ve niceliğini değiştirmeksizin muhataba göre açıklamaktır. Tebliğ mesajı duyurmak/iletmak iken, beyan muhatabın anlayış seviyesini, özel şartlarını dikkate alarak her bir ayrıntıyı anlaşılmak üzere açıklamak, anlaşılır ve yaşanır hâle getirmektir.

“Biz sana Kitab’ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir topluluk için (o Kitab) yol gösterici ve rahmet olsun.”[3]

Vahyi açıklamak peygamberlerin kendi işleri veya arzuları değil, Allah'ın emridir.[4]

3- Örnek olmak/uygulama: Peygamber (s), vahy’i tebliğ ve beyan etmekle kalmadı, onu önce kendisi uyguladı. Allah (c) ne demişse, neyi emretmişse, neyi yasaklamışsa önce kendisi uydu ve ümmetine örnek oldu. Vahyin canlı modeli oldu ve hedeflerini gösterdi.

Vahyi bir eğitim metodu olarak uyguladı. Bu uygulamları ile cahiliyye toplumundan sahabe toplumunu çıkardı. Cahiliyye karanlığında yüzen vahşileri İslâm’ın aydınlığında terbiye etti, yetiştirdi ve medeni insanlar yaptı.

Biz onun uygulamalarında insanların nasıl eğitilmesi gerektiğinin mükemmel örneklerini buluyoruz.  Zaten Allah (c) onu mü’minler  için örnek yapmıştır.[5]Örneklikte iki unsur vardır: Birincisi; örnek gösterilen şey örnek alacaklar tarafından üretilebilir bir şey olmalıdır. Üretilmeyen şeyin örnek alınmasını istemek güç yetiremeyecek bir şeyi teklif etmek olur. Meselâ Hz. Muhammed’in göz rengi, boyu, gücü kuvveti örnek gösterilmez.

İkincisi;örnek ile örnek alacaklar arasında yapısal farklılıkların olmaması gerekir. İnsan ancak insanı örnek alabilir.[6]İnsanın meleği örnek alması düşünülemez. Peygamberin örnekliğinde bunların ikisi de vardı.

Bu üç görevi tamamlamak üzere Peygamberin şu görevleri de vardır:

4- Vahy’i okumak, kıraat/tertil ve ta’lim etmek

Vahiy “Yaratan Rabbinin adıyla oku.”[7]emriyle başladı. Bu her şeyi hem Allah adına, hem Allah adıyla, hem de anlayarak okumayı kapsıyordu. 

Vahy’i okumak onu sadece kıraat etmek değildi. Tertil üzere okumak demekti. Bu da anlayarak, sindirerek ve gereğini yapmak üzere okumaktır. O bir peygamber olarak Vahy’i önce tertil üzere okuyup sonra da  insanlara ta’lim etmekle görevli idi. Ta’lim onun tebliğ, beyan ve örneklik görevini kapsar.

Vahy, sözlükte bir haberi hızlı ve gizli bir şekilde ulaştırmak demektir. Bu öyle bir haber ulaştırmadır ki, vahyi alan hemen harekete geçmeli, aldığı haberin gereğini yapmalı. Allah’tan vahiy alan arı yerinde durmaz, ömrü boyunca bal yapmaya çalışır. Yer Allah’tan vahiy aldığı gün üzerinde ne olmuşsa bir bir anlatacaktır. Peygamberler vahiy alır almaz harekete geçer, vahyi muhataplarına ulaştırır, vahyin gereğini ara vermeden yerine getirirler..

Hz. Muahmmed’e inen vahiy de aynı hedefi gösteriyordu. “Ey Muhammed kalk muhataplarını, iman edenleri vahiyle yetiştir, terbiye et, irşad et. İnsanın kâmil olması için ortaya vahyin pratiğini koy” demektir.

Bu aynı zamanda peygamberin insan yetiştirme metoduna bir göndermedir.

5- Güzel ahlâkı tamamlamak

Kur’an hz. Muhammed’in ahlâkı ilgili şöyle diyor: “(Ey Rasûlüm!) Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir ecir (mükâfât) vardır. Ve sen, kesinlikle yüce bir ahlâk üzeresin (mükemmel bir ahlâka sahipsin).”[8]

Peygamber (s) de şöyle buyuruyor: “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”[9]

6- Kitab’ı ve hikmeti öğretmek

Kitabı, yani Kur’an’ı ve hikmeti öğretmenin ta’lim (eğitim) ile olacağı açıktır. Demek ki, Peygamber’in Sünneti aynı zamanda Kitab’ı ve hikmeti öğretme metodudur.

Allah, mü’minlere âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitap ve Hikmeti öğreten kendi aralarından bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. Halbuki onlar daha önceden apaçık sapıklıkta idiler.”[10]

“Nitekim kendi içinizden size âyetlerini okuyan, sizi şirk ve kirlerden temizleyen, size kitabı ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Rasŭl gönderdik.”[11]

7- Müjdeleyici, uyarıcı ve şâhid olmak

Şâhid olmayı burada, söz ve fiil olarak tebliğ ettiği vahyi doğrulamak ve örnek olmak manasında alıyoruz.“Böylece sizi vasat (orta) ümmet yaptık ki, insanlara şâhid olasınız, Peygamber de size şâhid olsun....”[12]

“Ey Peygamber! Biz seni şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve izniyle Allah’a davetçi ve aydınlatıcı bir lâmba olarak (gönderdik).”[13]

O sadece müslümanlara değil bütün insanlığa gönderilmiş müjdeleyici ve uyarıcı bir elçi idi.[14]

Burada karşımıza O’nun Sünneti, yani İslâmî hayatı, din adına yaptığı uygulamalar çıkıyor.

EĞİTİM MODELİ OLARAK SÜNNET

1- Sünnet nedir?

Hz.Peygamber’in İslâmî hayatı, yani sünneti Kur'an'dan bağımsız değil, bilakis O'nun sünneti, hayata aktarılmış bir Kur'an'dır.

Sünnetsözlükte,takip edilen yol, âdet, gidiş, tabiat, kanun, yaratılış, hur, çığır, model, prensip, hüküm gibi anlamlara gelir. Başka bir deyişle sünnet takip edilen yol, gidişat demektir.[15]

Din dilinde sünnet; söz, fiil ve takrir (onay) olarak, Peygamber (s)’e ait yaşayış  şeklidir. Bir anlamda Rasûlullah’ın (s) Din adına takip ettiği yol ve hayatında prensip haline getirdiği fiil ve davranışlara verilen isimdir.[16]

Sünneti şu şekilde de tarif etmek mümkün: “Hükümlerinin aslı Kur’an’da olan İslâm’ın temel ilkelerinin, şahidlik keyfiyeti için Rasûlullah’ın örnekliğine başvurmanın zorunlu olduğu, zamanı aşkın, ümmeti bağlayan model uygulamalardır.”[17]

Sünnet şöyle de tarif edilebilir: “Hz. Peygamber’in kendi döneminde İslâm toplumunu akide, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında, yönlendirip yönetmede Kur’an başta olmak üzere, esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu zihniyet, ya da dünya görüşüdür.”[18]

Bu dünya görüşü, bu model veya zihniyet daha çok onun insan yetiştirme (eğitim) çalışmalarıdır.

2- Sünnetin eğitim olarak işlevi

Eğitim; terbiye, irşad, yetiştirme ve olgunlaştıma faaliyetidir. Eğitim, öğretmekle başlayan giderek kişiliği oluşturmaya, bir alanda en olgun noktaya ulaştırmaya kadar varan bir süreçtir. Bunda öğretme, inandırma, ikna etme, alıştırma, yönlendirme ve sonuçta arzu edilen şekli verme aşamaları vardır.

Hz. Muhammed önce insanlık için, sonra da ümmet için en seçkin, en becerikli, en merhametli, en müşfik, en mükemmel örnek öğretmendir. Peygamber (s) bir gün mescide girince halka halinde oturmuş iki grup gördü. Gruplardan bir Kur’an okuyor diğeri ilimle meşgul oluyordu. Onları görünce şöyle dedi: “Bunların hepsi hayr üzerindedir. Şunlar Kur’an okuyor, Allah dilerse onlara istediklerini verir, dilerse vermez. Diğerleri ilim öğrenip öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim (öğretici) olarak gönderildim. Sonra ilim öğrenenlerin yanına oturdu.[19]

Muâviye bin Hakem anlatıyor: Peygamberin arkasında namaz kılarken birisi aksırdı. Ben de ‘yerhamükâllah-Allah sana rahmet eylesin” dedim.  İnsanlar bana dik dik bakmaya başladılar. Ben: “Vay başıma gelenler, bana niye öyle bakıyorsunuz”? deyince elleriyle uyluklarıma vurdular. Beni susturmalarına kızdım ama yine de sustum. Namazdan sonra kendisinden daha iyi bir muallim (öğretmen) görmediğim Peygamber ne kızdı ne kötü bir söz söyledi. Bana; “Bu ibadet namazdır. Namazda dünya kelâmı konuşulmaz. Çünkü namaz tesbih, tekbir ve Kur’an okumaktır” buyurdu.[20]

Öğretmen (hoca) başkasına bir şey öğreten, onu terbiye eden, onu bir alanda yetiştiren demektir. Bu hadis insanlık tarihinde önemli rolleri olan peygamberlerin görevini anlattığı gibi, eğitimin/insan yetiştirmenin de önemine işaret etmektedir.

Bir müslümanın İslâm'ın ölçü ve değerleriyle terbiye edilmesi, onun olgunlaştırılması, daha iyi müslüman olması, vahyi hayata daha iyi aktarması demektir. İnsanlara peygamber gönderilmesinin sebebi de zaten insanı Rabbanî terbiye ile terbiye etmektir. Buna ‘kemalât yolculuğu’ da diyebiliriz. İnsan hayatı bir anlamda kemalât yolculuğu ise, Vahyin ölçüleri de bunu sağlayan imkândır.

Hz.Muhammed’in peygamberlik hayatı boyunca Din adına yaptığı bütün uygulamalar bu terbiye sürecini tamamlamak, bu kemalât yolculuğunun devam etmesini sağlamak, insana en olgun ahlâk ve kişiliği kazandırmak çabasıdır. Peygamberin yukarıda sayılan görevlerinin hepsi gelip aslında ‘eğitim-terbiye’ görevine dayanır.

Bu süreç devam ediyor. Bu model kıyamete kadar hem ebeveynlere, hem öğretmenlere, hem de İslâm davetçilerine örnek olmaya devam edecektir.

3- Sünnet eğitim modelinde hedefler

Sünnetin eğitim hedefi şüphesiz ki vahyin hedefidir. Vahyin hedef ve amaçlarının kişi ve toplum hayatında gerçekleşmesidir. Bu hedefin önceliği de  insanların yalnızca âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmalarını, başka tanrılara kulluk esaretinden kurtulmalarını sağlamaktır. Buna bağlı olarak Allah’a karşı kulluk bilinciyle davranan, şükreden, güzel ahlâklı ve faziletli fertler meydana getirmektir. Faziletli fertlerden oluşan bir toplumda güzellikler, faziletler, iyilikler daha yaygın olur.

Hz. Muhammedin model olma açısından durumu şöyledir: “Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve ahiret gününe ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek vardır.”[21]

Âyette, Hz. Peygamber'in, Allah'ın rızâsını kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numûnesi olduğu anlatılmaktadır. Böylece, Rasûlullah'ın, hislerine mağlûp insanları memnun etmek ve onlara pratik değerden mahrum birtakım teorik kurallar öğretmekle görevli olmayıp, O'nun hedefinin, insanlığa amelî kaideler öğretmek ve bu kuralları kendi yaşayışıyla canlı Kur'an olarak izah ve târif etmek olduğu anlaşılmış olmaktadır.[22]

Bunun için, O'nun hayatı ve sîreti incelenirken bu nokta, asla gözden uzak tutulmamalıdır. Çünkü Allah (c) O’nu insanlık modeli olarak seçmiştir.  Âyet sanki; ‘Allah (c) böyle bir hayattan razı, en güzel insanî ahlâk böyle yaşanır, O Âdemoğlunu böyle ister’ demektedir.

Sünnet eğitiminde diğer bir hedef bu örnekliği insanlara taşımak, öğretmek, onları bu örneklikle terbiye etmektir. Peygamber (s) insanları hayali teorilere ve hedeflere davet eden biri değildi. O din adına söylediklerini veya insanları davet ettiği şeyleri önce kendi hayatında uygulamış, çevresindekilerin göreceği şekilde yaşamış bir eğitimci idi.

Sünnetin eğitim metodunun en belirgin özelliği bu uygulamalardır.[23]

-          Sünnet eğitim modeline örnekler

Hz. Muhammed’in eğitim metodu Kur’an’a yer alan esaslara ve ilkelere dayanır.  Çünkü O elçilik görevini yaparken; Kur’an’ın (Vahy’in) rehberiliğinde hareket ediyordu.[24]

Hükümleri, ölçüleri, ilkeleri, çıkış noktasını Kur’an’dan alıyordu. Onun görevinin boyutlarını, hareket alanını Kur’an belirliyordu.[25]

O tebliğ ahlâkı kazanmıştı. Vahy adına hareket ediyordu, icraatları vahyin maksatlarına uygundu. Vahiy onu denetliyordu. Onun Vahy’in hedefleri dşında bir şeyi din adına uygulaması, Vahye zıt şeyler söylemesi, insanları kendi arzu ettiği şeylere, kendi çıkarına, kendi sultasına davet etmesi mümkün değildi.[26]

Allah (c) elçisine şöyle buyurdu: “(Ey Resûlüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.”[27]

Peygamber (s) bu âyetin gereğini yaparak insanları en güzel, en ikna edici, en tatlı bir dille, en sonuç alıcı metodlarla İslâma davet etti. Davet ettiği şeyin muhatapları yeniden inşa etmesini sağladı.

Onun eğitimde  yerine göre, kişiye uygun, her türlü metodu kullandığını görüyoruz. Onunilk muhatapları genellikle zor kimseler olmasına rağmen onları eğitmesini bilmiş, vahşi insanlardan sahabe toplumu çıkarmıştı. Cahiliyye toplumunun sert kaba, inatçı ve aynı zamanda gaddar olan insanları vahiyle terbiye olduktan sonra merhametli, dürüst, güzel ahlâklı ve cesur kimseler oldular. Şüphesiz ki bu başarının altında onun uyguladığı eğitim ve terbiye metodunun çok önemli bir yeri vardır.

Eğitim modeli olarak sünnet konusu aslında kitap olacak çapta bir konu. Ancak biz burada bir makale sınırları içerisinde bir kaç önemli örnek vermek istiyoruz: 

1- Sağlam bir karaktere sahip olmak

Hangi eğitimci olursa olsun, kimi eğitirse eğitsin o güven verici olmalı. Eğittiği kimselerin güvenini kazananlar daha etkili olurlar veya etkileri daha kalıcı olur. 

Tarihin kaydettiği en başarılı eğitimci olan Hz. Muhammed el-Emin, yani her bakımdan güvenilir bir kimse idi. El-Emin olan bir insanın sözüne de güvenilir, yaptıklarının doğru olduğuna da. 

2- Yumuşaklıkla davranmak

Bunun diğer bir adı rıfk ve mülâyemetle muameledir. Bu da sözde, yapılan işlerde davranışlarda en kolay olanı tercih etme, nazik olmak demektir.  Yumuşaklıkla davranmak Peygamberin genel ahlâkı, bütün yaklaşımlardaki metodu idi.

Kur’an onun bu ahlâkını şöyle methediyor:  “O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi”[28]

O şöyle buyurdu: “Nerede kolaylık ve yumuşak davranma varsa orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir.“[29]

Peygamberi ziyarete gelen bir bedevi bir ara Mescidin bir duvarına doğru döner ve ihtiyacını gidermeye başlar. Orada olan sahabelerden kimisi “yapma” derken kimisi de adamın üzerine yürüyerek onu durdurmaya çalıştılar. Peygamber: “Bırakın adam işini bitirsin” dedi. Sonra adamın küçük abdestinin üzerine su dökülmesini söyledi. Oradakilere de: “Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil” dedi.[30]

Aynı kişi bu işin adabını öğrendikten sonra şöyle anlatmış: “Anam babam ona feda olsun, Peygamber ne beni azarladı, ne de kötü bir söz söyledi. Beni şöyle uyardı: “Mescidlere abdest bozulmaz. Buralar Allah’ı zikretmek ve namaz kılmak için yapılır.”[31]

3- Sabırlı olmak

Eğititimcide bulunması gereken önemli vasıflardan biri de sabırdır.  Zira eğitim sürecinde insanın canını sıkacak, kızdıracak, bıktıracak, hatta ümitsiz bırakacak o kadar çok olayla karşılaşılır ki saymakla bitmez. Bütün olumsuzlukları sabır ve tahammülle karşılamak  eğitimciyi başarılı yapar.. Peygamber (s) bu anlamda çok sabırlı, çok tahammüllü, cok dayanıklı bir eğitimci idi. Olaylar karşışında sabırlı davranır, asla fevrî hareket etmezdi.

Enes b. Malik anlatıyor: Bir gün Peygamberle birlikte yürüyordum. Onun üzerinde Necran kumaşından yapılmış kalın yakalı bir cübbe vardı. Bir bedevi arkadan yetişip Peygamberin cübbesinden şiddetle çekti. Öyle ki çekmenimn şiddetinden cübbe Peygamberin boynunda iz yaptı: “Ey Muhammed, yanındaki maldan şu iki devemi yükle.  Zaten sen ne kendi malından ne de babanın malından verecek değilsin” dedi.  Peygamber (s) güldü ve birisini çağırırp devenin birine arpa diğerine hurma yüklemesini emretti.[32]

4- Yüreğe hitap etmek

Eğitimde en önemli unsurlardan biri sevgidir, mesajı onların gönüllerine ulaştırmaktır. Peygamber (s) insanların yüreklerine konuşuyordu. Onların sevgini kazandıktan sonra onlar din adına gelen ölçüleri tereddütsüzce kabul ediyorlardı.

Peygamberin hedefi taraftar toplamak, insanlara hükmetmek, çok insana ulaşıp hasımlarını altetmek değildi. Onun maksadı vahiy adına yürekleri fethetmekti. İnsanlara hidayeti ulaştırmaktı. İnsanların dünyada ve ölümden sonra saadete kavuşmalarına sebep olmaktı.

Bu sebeple o iman söz konusu olunca sevgi dilini kullandı. Allah söz konusu olunca muhabbet dilini kullandı. İbadet söz konusu olunca Allah’a karşı sorumluluk bilincini tavsiye etti. Takva söz konusu olunca yürekten sevmeyi ve yürekten çekinmeyi öğretti. İnsan söz konusu olunca sevgi ile merhametle muameleyi tavsiye etti. Hak-hukuk söz konusu olunca sevgi ve adaleti gösterdi.

5- Muhatabı aklî delillerle ikna etmek

Eğitimde veya bir şeyi muhataba ulaştırmada başarılı olmanın bir yolu onu onun kabule edebileceği aklî delillerler ikna etme, ona inanabileceği kanıtlar getirebilmektir. Peygamber (s) çoğu zaman muhatabın durumuna göre bu böyledir deyip kestirip atmak yerine, onu ikna edebilecek, akla yatkın örnekler, altanatifler, deliller getirirdi.

Mesela;Ebu Umâme el-Bâhılî anlatıyor:  bir seferinde bir genç ona gelerek; Ey Allah’ın elçisi zina yapmama izin var mı” diye sorar. Oradakiler hemen onun üzerine yürüyüp susturmak istediler. Peygamber (s) oan: “Yaklaş” dedi. Genç yanına yaklaşınca; “Annenin zina yapmasını ister misin?” diye sordu. Genç: Allah senin yoluna beni kurban etsin ki istemem Ey Allah’ın elçisi.” Bunun üzerine O: “Diğer insanlar da anneleri için böyle bir şeyi istemezler” dedi.  Peygamber aynı soruyu hala, kız kardeş, teyze hakkında da tekrar etti. Genç her seferinde onların zina yapmasını istemediğini söyledi. Sonra ellerini genci üzerine koyarak şöyle dua etti: “Allahım bunun günahlarını bağışla, kalbini temizle ve avret yerini (günahtan) koru” diye dua etti. Genç bundan sonra asla böyle bir şey istemedi.[33]

6- Alternatif göstermek

Egitimde keskin yasaklar ya da buyruklar bazen ise yaramaz. Bunun yerine alternatif sunma daha çok sonuç verir. Peygamber (s) bazen duruma gore muhataplara alternatif sunarak bazı yanlışlarını düzeltiyor, daha iyiye yönlendiriyordu.

Rafii b. Amr diyor ki, ben küçükken Ensar’in hurma ağaçlarını taşlardım. Bir seferinde beni tutup Peygamber’e getirdiler. Allah’in Elçisi bana: “Yavrucuğum, hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun? diye sordu. Ben: “Ey Allahın Elçisi, açlığımı gidermek icin.”  Buyurdu ki: “Bir daha hurmaları taşlama, ama altlarına düşenlerden yiyebilirisin.” Başımı okşadı ve bana şöyle dua etti: Allahım onun karnını doyur.”[34]

Müslümanlar Medine’ye geldikleri zaman onların iki bayram günleri vardi. Peygamber bu günlerin önemini sorunca onlar: Biz cahiliyye zamanında bu iki günde bayram yapar eğlenirdik dediler. O; “Allah bu iki günü onlardan daha hayırılı iki bayramla değiştirdi. Kurban bayramı ve Ramazan bayramı.”[35]

Peygamber (s) sahabeleri yollarda oturmaktan yasaklayınca onlar: “Bir çok konuyu konuşmak için yollarda oturmak zorundayız” dediler. Bunun üzerine Allahın Elçisi: “Oturmak zorunda iseniz, öyleyse yolun hakkını verin” dedi. Yolun hakkı nedir diye soruldu. O da ; “Harama bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, iyi olanı tavsiye, kötü olandan sakındırmaktır” buyurdu.[36]

7- Kolaydan zora doğru gitmek

Kur’an’ın indirilişinin yirmi üç sene devam etmesi, aynı zamanda İslâmî davette, egitimde, yani insan kazanmada tedriciliği, kolaydan zora doğru, yaşa ve seviyeye uygun olması gerektiğini ve neye öncelik verilmesi gerektigi gösterir.

Peygamber de kolaydan zora doğru metodunu kullanmış, zamana ve kişiye göre tebliğ ve öğretmede neye öncelik vereceğini mükemmel bir şekilde uygulamıştır. Mekke devrinde imanla ve ahlâkla ilgili âyetlerle eğitilen sahabeler, Medine’de ibadet ve ahkâmla ilgili âyetler karşısında zorluk yaşamamışlar, nefislerine ağır gelse de itiraz etmemişler, kolaylıkla alıp uygulamışlardır.

Cündeb bin Abdullah (r) diyor ki: “Biz, Peygamber'in yanında bulunan ergenlik çağında bir grup genç idik. Kur'an'ı öğrenmeden önce  imanı öğrendik. Daha sonra Kur'an'ı öğrendik de onun sayesinde imanımız arttı.”[37]

8- Uygulayarak öğretmek/eğitmek

Egitimde deney ve uygulama herkes tarafindan bilinen en etkin metodlardan biridir. Peygamber (s) pek çok konuyu insanların göreceği şekilde uygulayarak öğretirdi.

Adamın biri Peygambere gelerek; Ey Allahın Rasûlu, abdest nasıl alınır? O da bir kap su istedi ve her bir abdest organını üçer defa yıkadı ve abdest aldı. Sonra “İşte abdest böyle alınır. Bundan fazlasını ve eksiğini yapan kimse yanlış yapmış olur.[38]

Sahabeler bütün ibadetleri onun uygulamalarına bakarak öğrendiler. O: “Hac menâsikini (şartlarını) benden alınız” buyurdu.[39]

Sehl b. Saad şöyle anlatıyor: “Peygamber minberde iken ayağa kalktı, kıbleye yöneldi, tekbir aldı. İnsanlar da onunla birlikte namaza durdular. Kur’an okudu, sonra rukû’ya vardı, sonra geri geri gelerek toprağa scde etti, tekrar minbere geri döndü, Kur’an okudu, rukû’ yaptı, yine toprağa secde etti. Cemaat de onun gibi yaptı. Onun namazı böyle idi.[40] Bu hadisin başka bir rivâyetinin sonunda şu ilave var: “Peygamber namazı bitirince geriye döndü ve; “Ey insanlar bana uymanız ve namazı nasıl kıldığımı öğrenmeniz icin böyle yaptım” buyurdu.[41]

9- Örnekler/benzetmeler kullanmak/hikâye anlatmak

Kur’an’ın büyük bir bölümü kıssalardan, yani geçmiş kavimlerin haberlerinden oluşur. Yine Kur’an’da benzetmeler, örnekler, meseller çoktur. Bütün bunlar anlatım sanatı olduğu gibi eğitimde de faydalı birer metodtur. Çünkü çoğu zaman doğrudan anlatılması zor ve yorucu olan bir mesaj, bir bilgi, bir uyarı hikaye yoluyla, mesel veya benzetmelerle muhataba ulaştırılır.

Peygamber (s) de devamlı ders anlatmaz, devamlı sohbet etmez, bazen de kıssa anlatır, şaka yapar, örneklerle zihinleri dinlendirir, sonra diyeceğini derdi. Nitekim onun anlattığı hikayeler, verdiği örnekler, yaptığı benzetmeler bir hayli çoktur.

Peygamber (s) toplumsal sorumluluğu şu benzetme ile anlatıyor: “Allah'ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur'a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Altta oturanlar su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Onlar; hissemize düşen yerden bir delik açsak da, üsttekileri rahatsız edip durmasak, dediler. Şayet üstte oturanlar, alttakileri bu isteklerini yerine getirmek hususunda serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batarlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”[42]

Peygamber insanların Kur’an karşısındaki durumunu şu nefis benzetme ile ortaya koyuyor:  “Kur'an okuyan mü'min, portakal gibidir; kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur'an okumayan mü'min, hurma gibidir; kokusu yoktur, ama tadı güzeldir. Kur'an okuyan münâfık fesleğen (reyhan) gibidir; kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur'an okumayan münâfık, ebucehil karpuzu gibidir, kokusu yoktur ve tadı da acıdır.”[43]

10- Beden dilini kullanmak

Beden dili derslerde ve her türlü hitabelerde son derece önemlidir. Beden dili bazen yürek diline tercüman olur, bazen ağızın dediği tasdik eder, muhataplara/öğrencilere konuyu bir daha anlatır. Beden dili eğitimcinin ikinci dilidir. Çocuğun karşısında anne-babanın, öğrenci karşısında eğitimcinin konuşmacı karşısında konuşmacının yardımcısıdır. 

Peygamber (s) zaman zaman beden dilini kullanırdı. Bunu mimikleriyle, parmak ve el işaretleriyle, gülümseyerek, ya da memnun olmadığını belli ederek yapardı. Mesela; “Mü’minler kardeşilikte, yardımlaşmada bir binanaın tuğlaları gibidir, bir kısmı diğer kısmına destek olur” buyurdu. Bu derken parmaklarını birbirine geçirdi.[44]

“Yetimi gözetip kollayan ve ben cennete şöyleyiz”buyurdu ve şehâdet parmağı ile orta parmağını yanyana gösterdi.[45]

Said el-Hudrî diyor ki “Biz Allah’ın elçisi örtüsü altındaki bâkire kızdan çok daha hayâ sâhibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu onun yüzünden hemen anlardık.”[46]

11- Eğitimde yazıyı kullanmak

Kur’an okumaya, yazıya, kaleme, yazı malzemesine, ilmi yazanlara, ilmin yazıldığı satırlara önem veriyor ve insanların dikkatlerini çekiyor.[47] Zira hepsi ilmi, yani hakikati yüreklere ve akıllara taşıyan değerli malzemelerdir. Bütün bunların eğitimde de önemli olduğu açıktır.

Vahyi Kur’an’la yazıya aktarmaya önem veren Peygamber, Bedir esirlerinden okuma yazma bilenlerin Medineli on çocuğa okuma yazma öğretme karşılığında serbest olma şartı o günkü şartlarda son derece önemlidir.

O sahabelerden okuma yazma bilenlere de yazmalarına izin veriyordu. Bütün bunlar yazının önemine, ilmin korunmasının yazıyla mümkün olacağına, ilim öğrenmeye, hatta kitap yazmaya teşviktir diyebiliriz.

Abdullah b. Amr (r) anlatıyor: Resûlullâh’tan duyduğum her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyş beni bundan sakındırdı ve “Allah Resûlü hem kızgınlık hem de sukûnet hallerinde konuşurken sen ondan işittiğin her şeyi yazıyor musun?”  Bunun üzerine yazmayı bıraktım. Sonradan durumu ona söylediğim zaman, eliyle ağzını işaret ederek şöyle buyurdu: “Yazabilirsin, nefsimi kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.”[48]

Ensar'dan bir adam Peygamber’in yanına oturup kendisinden hadis dinliyor, bundan hoşlanıyor, fakat belleyemiyordu. Bu durumu Peygamber’e söyleyince o eliyle yazıya işaret ederek “Sağ elinden yardım iste (duyduklarını yaz)” buyurdu.[49]

12- Konuyla/dersle ilgili malzeme kullanmak

Eğitimde araç-gereç kullanmanın, bazı şekillerden ve malzemelerden yararlanmanın önemini ve faydasını söylemeye gerek yok. Bunun Peygamber (s) tarafından zaman zaman kullanıldığını söyleyebiliriz. Mesela Abdullah b. Mes’ud’un anlattığına göre o, yere bir dikdörtgen çizdi. Onun ortasına bir kenarını keserek dışarı çıkan bir çizgi çizdi. Sonra bu çizgiye doğru bazı küçük çizgiler daha çizdi ve: “Şu kişidir, şu da onu kuşatan ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan çizgi insanın arzularıdır. Onlara ulaşan küçük cizgiler ise kişinin karşılaştığı musibetlerdir. Birinden kurtulsa diğerin ile karşılaşır.”[50]

Yine o farklı zamanda farklı şekiller çizerek bunların ne anlama geldiğini açıklamış, bu şekiller konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Buradan hareketle eğitimde şekil, alet edevat, çeşitli malzemeler, teknik imkânlar kullanmak Peygamberin tavsiyesidir diyebiliriz.

Bugün eğitim malzemeleri sayılamaycak kadar çoktur. Bunları yerinde kullanan eğitimcilerin işi şüphesiz daha kolay olur.

13- Orta yolu izlemek

Peygamber muhataplarını iyi tanıdığı için onlara uygun zamanda yaklaşır, onların anlayacağı dili kullanır, onların ihtiyaçları kadar konuşur, hem anlatımda hem de zamanı kullanmada orta yolu izlerdi. Muhataplarını usandıracak ve yoracak şeyler yapmaz, dinlemelerini sağlardı. O her zaman ders vermez, sohbet etmek üzere onların uygun oldukları zamanları kollardı.[51]

Orta yolu izlemek İslâmî uygulamada da onun prensibi idi. Ne asşırı dindarlik, ne de dinde gevşeklik. Ümmetine de her konuda itidal üzere hareket etmeyi, orta yolu izlemeyi tavsiye eder, dinde muteşeddid (aşırı) olmaktan sakındırırdı.

Eğitimcinin aceleci olması veya yavaş hareket etmesi, asşırı kızgın veya aşırı yumuşak olması, aşırı ceza veya aşırı mükafât vermesi, aşırı titiz olması veya her şeyi başıboş bırakması, bir şey isterken çok katı ve tavizsiz olması veya her şeye olur demesi, aşırı heyecanlı veya vurdumduymaz olması isabetli değildir. Orta yolu izlemesi isabetlidir.

14- Muhatabın seviyesini dikkate almak

İnsanların/öğrencilerin seviyesine göre anlatmak, davranmak, muamele etmek şüphesiz eğitimde önemli bir unsurdur.  Hz. Ali’nin şöyle dediği rivâyet edilir: “İnsanlara anlayacakları şeyleri söyleyin, Siz Allah ve Elçisi’nin yalanlanmasını ister misiniz?”[52]

Peygamber (s) her zaman muhatapların seviyelerini göz önünde bulundurur, ona göre söz söyler, ona göre görev verir, ona göre gerekirse uyarırdı.

Adamın biri Peygamber’e geldi ve “Ey Allahın Elçisi, bana öğüt ver” dedi. Peygamber (s) ona;“kızma” dedi. Adam bu isteğini defalarca  tekrar etti. Peygamber her seferinde “kızma” dedi.[53] Muhtemel ki muhatap çok kızan, erken öfkelenen, bu yüzden zarara uğrayan biri idi.

15- Muhataplara değer vermek/ikramda bulunmak

Eğitimde etkili olmanın yollarından biri de eğitilenlere/muhataplara değer vermektir. Kendisine değer verilen, başkalarına da değer vermeyi öğrenir. Horlanan horlamayı öğrenir, sonradan bunu başklarına karşı kullanabilir.

Peygamber (s) küçük büyük, kadın erkek, müşrik müslüman, tanıdık yabancı, köle hür ayrımı yapmadan insanlara davayı tebliğ etti, onların her birini İslamın kayıp çocukları saydı. Kimseyi küçümsmedi, herkesi konumuna göre değerlendirdi. Yerine göre onları kabiliyetleri, güzel davranışları, hizmetleri açısından överdi. Nitekim onun pek çok sahabe hakkındaki farklı övücü sözleri hadis kitaplarında yer almaktadır.  Yanına gelene itibar eder, bazen ayağa kalkar, isteğini karşılamaya çalışır, sorularına ciddiyetle cevap verirdi.

Peygamber (s) muhataplarına sevgi ve şefkatle yaklaşırdı. Zaten o rahmet peygamberi idi, ümmetine pek düşkünde, onların iyiliğini isterdi.[54]

Çevresindeki bütün insanlar Peygamberin davetinin muhatabı, bütün sahabeler ise onun öğrencileri idi. O öğrencilerini ‘vahiy’ ile terbiye ettiği gibi, onlara maddi açıdan da yardım ederdi. Peygamber (s) cidden cömert bir kimse idi. Kendisinden bir şey istenildiği zaman  yok demekten hoşlanmaz, imkân ölçüsünde isteği karşılardı. Bu ikramların insanların gönüllerini kazandığını, onun eğitim çalışmalarına destek olduğunu söylemeye gerek yoktur.

Peygamber (s) şöyle buyurdu: “Sizden kim Allah adına sığınma isterse, onu koruyun. Kim Allah adına isterse verin. Kim size iyi olursa siz de ona iyi olun. İyilik yapana karşılık verin. Verecek bir şey bulamazsanız, onun isteğine kavuştuğunu görünceye kadar dua edin.”[55]

Eğitimcilerin öğrencilerine karşı ikram ve ihsan edici olmaları başarılarını artıracaktır.

16- Kabiliyetleri keşfedip işlemek

Herkes farklı kabiliyetde yaratılmıştır. Herkesin yapacağı işler, başaracağı çalışmalar vardır. Herkes kendince bir yol tutturup gider.[56] Eğitimcilere düşen görev eğittikleri kişilerin kabiliyetlerini keşfedip onu o yönde eğitmek, yönlendirmektir. Bu anlamda keşfedilmeyen nice kabiliyetler heba olup gider.

Peygamber (s) sahabesi hakkında şöyle buyurdu: “Siz insanları madenler gibi bulursunuz. Onların cahiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, eğer dini iyi uygulşarlarsa İslamda da hayırlı olurlar.”[57]

Bir insan sarrafı olan Hz. Muhammed sahabeler kabiliyetlerini ve karakterlerini iyi keşfedip hangisine hangi sözü nasıl söyleyeceğini, hangisine nasıl bir ilim vereceğini, hangisine hangi emaneti vereceğini, hangisine hangi görevi yükleyeceğini iyi biliyordu. Bu yüzden onun hem takdir ettiği kimseler, hem görev verdikleri bunu hak eden kimselerdi.

17- Hataları bağışlamak

Peygamber (s) insanların hatalarını bağışlar, intikam almaya kalkışmaz, ceza vermeyi ertelerdi, çoğu zaman da affederdi. Onun hayatında bunun pek çok örneği vardır. “Affetmek büyüklüktür” sözü en çok ona yakışırdı. O çok affettiği için çok gönül kazanmış, en azılı düşmanları bile onun bu affediciliği karşısında yumuşamışlardır. 

O yerine göre Dine uymayan yanlışları gördüğü zaman düzeltirdi. Ancak bunu yaparken Kur’an’daki yumuşaklıkla davranmayı emreden şu âyetin gereğini yapıyordu. “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş! Ama (bu mazhariyet) sadece sıkıntıya karşı sabredenlere verilmiştir; yalnızca (faziletten) en büyük payı almış olanlara verilmiştir.”[58]

Hz. Aişe (r.anha) ona Uhud’tan daha zor günler yaşadın mı sorusuna karşılık o, Mekkelilerin yaptıklarının ve Taif’te karşılaştıklarının daha şiddetli olduğunu söyledi. Taif dönüşünde kendisine dağlar meleğinin gönderildiğini, isterse dağları onların başına geçirebileceğini ama onun; “Hayır, ben onların soylarından Allah’a ibadet edecek nesiller çıkmasını ümit ederim” diyerek bu isteğini kabul etmediğini anlattı.[59]

Peygamberin Mekke üzerine sefer için hazırlandığını gizli bir mektupla Mekkelilere bildirmek isteyen Hatib b. Beltea’yı hz. Ömer öldürerek cezalandırmaya kalkışınca, Peygamber ona; “Ömer, o Bedir’e katılanlardandır. Ne biliyorsun Allah onların halini bilir ve (belki) affeder” dedi ve Hatib’in bu ciddi hatasına ceza vermedi.[60]

Mekkenin Fethinden sonra Kâbe’nin avlusunda bekleyen suçlu Mekkelilere;“Ey Kureyş topluluğu, Size ne yapacağımı düşünuyorsunuz?” Onlar: “İyilikle muamele edeceğini bekliyoruz, zira sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşin oğlusun” dediler. Bunun üzerine o: Gidiniz, hepiniz serbestsiniz” dedi.[61]

Bu demek değildir ki her hata bağışlanır. O özellikle Tevhid inancına aykırı olan durumlara, hatalara, söylemlere, yanlış ibadet ve din anlayışlarına müsaade etmezdi. ‘Hak’ söz konusu ise hakkı hak sahiplerine vermekte titizdi.

Mesela o insanların uygun ve günah olmayacak bir şekilde eğlenmelerini yasaklamadı.   Mu’avviz kızı Rubeyyi’ şöyle anlatıyor: “Evlendiğimin ertesi günü Peygamber (s) beni ziyarete geldi, yanımda iki cariye şarkı söylüyor, Bedir’de öldürülen atalarımıza ağıt yakıyorlardı. Sözlerinin arasında şunlar da vardı; ‘Aramızda yarını bilen bir peygamber var’. Peygamberimiz buyurdu ki; “Bunu söylemeyin, yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilemez.’[62]

Bir seferinde adamın biri abdest aldı ama Peygamber (s) onun ayağının üzerinde kuru yer kaldığını gördü. Adama: “Git, abdestini güzel al” buyurdu. Adam gidip yeniden abdest aldı.[63]

18- Hatayı yüzüne söylememek

İnsan hatalarının, eksikliklerinin söylenmesinden genelde hoşlanmaz. İnsan psikolojisini iyi bilen Peygamber (s) onların hatasını yüzüne vurmaz, bir hatayı gördüğü zaman ya dolaylı bir şekilde, ya üçüncü şahıslara diyormuş gibi, ya genel ifadeler kullanarak, ya da hataları karşıdakini rencide etmeyek bir tarzda düzeltirdi.

Kendi aleyhinde ileri geri konuşan için “Falancaya ne oluyor şöyle şöyle diyor”demezdi de, “bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle konuşuyorlar” derdi.”[64]

Bazen de hatayı onlara yakışrmadığını hissettirmek amacıyla: “Bana ne oluyor ki sizi şöyle şöyle görüyorum” buyururdu.[65]

Peygamber (s) bir yerde bir adamın örtüsüz yıkandıını görünce hemen minbere çıkmış Allah’a hamdettiken sonra şöyle demiş: “Allah diridir ve ayıpları örtücüdür, hayayı ve örtünmeyi sever. Öyleyse sizden biriniz yıkanmak istediği zaman örtünsün.”[66]

19- Yerine göre kızmak

Peygamber (s) yumuşak huylu, affedici olmasına rağmen öyle anlar olurdu ki kızardı veya sert cevap vermek zorunda kalırdı. Ancak onun bu kızgınlığı da yapıcı olup, kendisine ve çevresine zarar verici, haktan sapma boyutunde değildi.

Bir seferinde ruhsat (kolaylık) olan bir amel işlemişti. Bazılarının bunu yapmaktan kaçındıklarını duyunca: “Allah için söyleyin, bazıları benim yaptığımı beğenmeyip kaçınıyorlarmış, bu doğru mudur? Allah'a yeminle söylüyorum, ben Allah'ı onlardan çok daha iyi biliyorum. Allah'tan korkum da onlarınkinden çok daha fazladır.”[67]

Cabir (r) anlatıyor: Bir seferde idik. Arkadaşlarımızdan birinin başına bir taş isabet etti ve başı yarıldı. Arkadaş o gece ihtilam oldu. Yanindakilere “teyemmüm edebilir miyim?” diye sordu. Onlar da “hayır sen suyu kullanabilirsin, bu konuda ruhsat olduğunu sanmıyoruz” dediler. Arkadaş bu haliyle yıkandı ama bu sebepten de hastalandı ve öldü. Bu durum Peygamber’e anlatılınca kızdı ve: “Onu öldürmüşler. Allah da onları öldürsün. Madem bilmiyorlardı niye sormadılar. Cahilliğin ilacı sormaktır. Ona teyemmüm edip yarasına bez sarması, sonra da bezin üzerinden mesh etmesi, geri kalan kısmını yıkaması yeterli idi” buyurdu

.[68]

[1]Şûra 42/51

[2]Maide 5/67

[3]Nahl 16/64. Bir benzeri: Nahl 16/44

[4]Âl-i İmran 3//164

[5]Ahzâb 33/21

[6]Mustafa İslâmoğlu, Üç Muhammed, s.130

[7]Alak 96/1

[8]Kalem 68/3-4

[9]Enes b. Mâlik, Muvatta, Husnu’l-Hulk/1 no:1620. Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/381

[10]Âli İmran 3/164

[11]Bakara 2/151. Bir benzeri: Cumu’a 62/2

[12]Bekara 2/143. Bir benzeri: Nisa 4/41

[13]Ahzâb 33/45. Bir benzeri: Fetih 49/8. Furkan 25/56. Nahl 16/89

[14]Sebe’ 34/28

[15]İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 7/280.  Huseyin. K. Ece, İslamın Temel Kavramları, s.619

[16]S. Salih, Ulumu’l-Hadis  ve Mustalahuhu, s.6. A. Umer Haşim, Kavâidu Usulu’l-Hadis, s.23

[17]Fevzi Zülâloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, s.248

[18]M. Hayri Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s.104

[19]İbni Mace, Mukaddime/7 no:

[20]Müslim, Mesacid/33 no: 1199

[21]Ahzab, 33/21

[22]TDV Meali, s.419

[23]A. Özbek, Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed, s.21

[24]En’am 6/106. Yunus 10/109. Nahl 16/123

[25]Yunus 10/15

[26]Âli İmran 3/79. Mâide 6/49.Sa’d 38/86 Tahrim 66/1. İsra 17/73-75

[27]Nahl 16/125

[28]Âl-i İmrân 3/159

[29]Müslim Birr/78 no: 6602. Ebu Dâvûd Edeb/10 no: 4808

[30]Ebu Dâvûd, Tahâret/136 no: 380

[31]İbni Mâce, Tahâret/78 no: 529

[32]Müslim, Zekât/128 no: 2329. Ebu Dâvûd, Edeb/1 no: 4775

[33]Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/256

[34]İbni Mâce, Ticaret/67 no: 2299

[35]Ebu Dâvûd, Salat/239 no: 1134. Nesâî, S. Iydeyn/1 no: 1557

[36]Buhârî, Mezâlim/22 no: 2465. Muslim, Libas/114 no: 5563

[37]İbn-i Mâce, Mukaddime/9 no: 61

[38]Ebu Dâvûd, Tahâret/52 no: 135

[39]Müslim, Hac/310 no: 3137 Ahmed b. Hanbel Müsned 3/318

[40]Buhârî, Salat/18 no: 377

[41]Buhârî, Cumua/29 no: 917. Müslim, Mesâcid/10 no: 1216

[42]Buhârî, Şirket/6 no: 2493, Şehâdet/30 no: 2686. Tirmizî, Fiten/12 no: 2173

[43]Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân/17 no: 5020, 5059 . Müslim, S. Müsâfirîn/37 no: 1860

[44]Buhârî, Mezâlim/5 no: 2446., Salat/88 no: 481

[45]Buhârî, Edep/24 no: 6005

[46]Buhârî, Edeb/72 no: 6102 . Bir benzeri: Buhârî, Edeb/77 no: 6119, Menâkıb,/23 no: 3562. Müslim, Fedâil/67 no: 6032

[47]Alak 96/1, 4.  Kalem 68/1

[48]Ebû Dâvûd, İlim/3 no: 3646

[49]Tirmizî, İlim/12 no: 2666

[50]Buhari, Rikak/4 no: 6417

[51]Buhârî, İlim/11-12 no: 69-70

[52]Buhârî, İlim/49

[53]Buhârî, Edeb/76 no: 6116

[54]Tevbe 9/128

[55]Nesâî, Zekât/72 no: 2568. Ebu Dâvûd, Zekât/38 no: 1672

[56]İsra 17/84

[57]Buhârî, Menâkıb/1 no: 3493, 3496. Müslim, F. Sahabe/47 no: 6454

[58]Fussılet 41/34-35

[59]Buhârî, Bed’u’l-halk/7 no: 3231. Müslim, Cihad/41 no: 4653

[60]Buhârî, Magazi/9. Muslim, Fedâilu’s-Sahabe/161

[61]İbni Hişam, Siyer 4/55. Ramazan el-Bûti, Fıkhu’s-Siyre, s.367

[62]İbni Mâce, Nikâh/21 no: 1897

[63]Müslim, Tahâret/31. Ebu Dâvûd, Tahâret/67

[64]Ebu Dâvûd, Edeb/6

[65]Buhârî, Menâkıb/25. Müslim, Salat/119

[66]Ebu Dâvûd, Hemmam/2. Nesâî, Gusül/7

[67]Buhârî, Edeb/72. Müslim, Fedâil,/127

[68]Ebu Dâvûd, Taharet/125. İbni Mâce, Tahâret/93

 

Ağustos 2013

 

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat Dergisi, Eylül-Ekim 2013 Sayı: 31