Hevâ nedir?

Kur’an bazı insanların ‘hevâ’larının ilah (tanrı) edindiklerini söylüyor.

Hevânın tanrı edinilmesi... Yani arzu isteklerin ilah haline getirilmesi...

İlginç ve şaşırtıcı değil mi?

 

‘el-Hevâ’ kelimesinin aslı yine ‘he-ve-ye’ (hevâ okunur) fiilidir. Bu da sözlükte bir şey yukarıdan aşağıya düşmek, sür’atle gitmek, rüzgâr esmek, bir şeyi sevmek manalarına gelir.

İsim olarak ‘el-hevâ’; hava, atmosfer, rüzgâr, iklim yerine de kullanılır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/115-116)

Hevâ ‘ehvâ’ kalıbında; yukarıdan aşağıya düşmek, bir şeyi el ile sunmak, ‘istevâ’ kalıbında bir şey birinin hoşuna gidip onu meşgul etmek manalarına gelir.

‘Hevâ’ fiili Kur’an’da dokuz âyette geçmektedir. Bunlardan “düşerek (uçuruma) yuvarlanmak” (Tâhâ 20/81),

“Mesajın yücelerden aşama aşama inmesi” (Necm 53/1),

“bir şeyin nefsin hoşuna gitmesi” (Bekara 2/87. Mâide 5/70)

“nefsanî arzuların peşinden gitmek” (Necm 53/23),

“gönülleri bir şeye meylettirme” (İbrahim 14/37),

“rüzgârın bir şeyi savurması” (Hac 22/31),

“şeytanların ayartması” (En’am 6/71) manalarında kullanılıyor.

‘Hevâu’; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz, tamtakır şeyler hakkında da kullanılır. (bakınız: İbrahim 14/43)

Aynı kökten gelen 'el-Haviye' Cehennem hakkında kullanılır. Bu da cehennemin dipsiz bir uçuruma benzediğini, ya da cehennemliklerin yukarıdan aşağıya hızla düşerek Cehennem'e atılmalarını ifade etmektedir. (Kâria 101/9)

‘el-Hevâ (çoğulu: ehvâu)’; sözlükte istek, heves, meyil, sevme, düşme gibi anlamlara gelir.

el -Hevâ keli­mesi terim olarak nefsin, akıl ve din ta­rafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilimi, yahut doğruluk, hak ve fa­ziletten saparak haz ve menfaatlere yö­nelen nefis manasında kullanılıyor. (Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s: 797)

‘Hevâ’ bunun yanında aşk, nefsin istek ve arzusu, kapris, şehvete meyleden nefis anlamlarına da gelir.

Câhiliyye döneminde genellikle nefsin tutkusu, özel olarak da aşk anlamın­da kullanılan ‘hevâ’; iyi yahut kötü her türlü is­tek ve arzuyu da ifade ediyordu. O dönem Arapları ‘hevâ’yı ah­lâka ve akla aykırı davranışların kayna­ğı olarak görüyorlardı. (M. Çağrıcı. TDV İslâm Ansiklopedisi, 17/275)

Türkçe’de ‘nefsin hevâsı’, ‘hevâ ve heves’, ‘hevâsına uyulan nefis’ gibi kullanımlar bulunmaktadır.

 

·        Kur’an’da ve hadislerde hevâ

Kur'ân’da hevâ kelimesi, hepsi de olumsuz anlamda olmak üzere on âyette tekil, on sekiz âyette çoğul (ehvâ), dokuz âyette de fiil olarak geçmektedir.

İbni Abbas’tan nakledilen bir görüşe göre; Allah (cc) Kur’an’da nerede hevâdan söz etmişse mutlaka onu yermiştir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kuran s: 2805)

Mesela; Allah (cc) şöyle buyuruyor:

Şimdi, Biz eğer dileseydik, onu âyetlerimizle yüceltir, üstün kılardık: fakat o hep dünyaya sarıldı ve yalnızca kendi arzu ve hevesinin (hevâsının) peşinden gitti. Bu bakımdan, böyle birinin durumu (kışkırtılan) bir köpeğin durumu gibidir: öyle ki, onun üzerine korkutarak varsan da dilini sarkıtıp hırlar, kendi haline bıraksan da.

Bizim âyetlerimizi yalanlamaya kalkan kimselerin hâli işte böyledir. Öyleyse, bu kıssayı anlat, belki derin derin düşünürler.” (A’raf 7/176)

Ne var ki, zulüm işlemeye şartlanmış olanlar bir (hakikat) bilgisine dayanmadan kendi arzu ve heveslerinin peşinde giderler.

Allah'ın (bu şekilde) saptırdıklarını kim doğru yola sevk edebilir ve (bu işde) kim onlara yardım edebilir?” (Rûm 30/29. Ayrıca bakınız: Kehf 18/28. Sâd 38/26)

Hadislerde de aynı manada sıkça kullanılmış, hadis kaynaklarında bu konuyla ilgili özel başlıklar açıl­mıştır.

Mesela Dârimî’nin Sünenin’de Mukaddime’nin 30. konu başlığı “Hevâlardan kaçınma”, 35. konu başlığı ise “Hevâ ehli olmaktan, bid’atten ve husûmetten sakınma” adını taşımaktadır.

Sahih-i Buhârî’de Ahkâm ana bölümün 16. konu başlığının hemen altında Sâd Suresinin 26. ayeti zikredilerek Allah’ın hükmedenlerden hevâlarına tabi olmamaları konusunda söz aldığı söyleniyor.

Ebû Dâvûd’un Sünen’de Sün­net ana bölümünün 2. konu başlığı “hevâ ehlinden uzaklaşma”, 3. konu başlığı ise “hevâ ehline selâm vermeme” adını taşımaktadır. Ayrıca Edeb ana bölümünün 116. konu başlığı “Hevâ hakkındadır” adını taşımakta. Burada Ebu’d-Derdâ’nın Peygamber’den naklettiği şu hadise yer veriliyor: “Bir şeye aşırı sevgi beslemen seni kör ve sağır eder.”

Bazı hadis ve ha­berlerde ise hevâ kelimesi olumlu veya olumsuz bir değer ifade etmeksizin ar­zu, istek, niyet anlamında yer almakta­dır. (Mesela: Dârimî, Mukaddime/30 no: 314, 317. Buhârî, Tefsîr-33/7 no: 4788, Nikâh/30 no: 5112)

Hadis, akâid, kelâm ve mezhepler ta­rihi literatüründe, genellikle sünnet çiz­gisinden saparak inanç ve davranışları beşerî görüş ve arzular doğrultusunda oluşturma eğilimleri için ‘ehvâ’, bu eği­limleri birer akım haline getirenler için ‘ehl-i ehvâ’ (Dârimî, Mukaddi­me/35 konu başlığında, 397 ve 404 nolu hadisler) ve ‘ashâbü'1-ehvâ’ (Dârimî, Mukaddi­me/35, 403, 407 ve 408 nolu hadisler) tabirle­ri kullanılmıştır. (M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi,  17/275)

 

·        Kavram olarak hevâ

Bu kavram nefsin şehvete (aşırı isteklere), canının her istediğine ve zevke düşkünlüğünü anlattığı gibi, elinde kesin bilgi olmadan hüküm veren, sahibini arzular istikametinde güden nefis anlamında da kullanılıyor.

Yine insanın gem vurulmayan, kontrol edilmeyen aşırı isteklerine, Allah’tan gelen ‘ilme’, yani vahye uymayan tutumlarına ‘hevâ’ denilmektedir.

Hevâ; kısaca keyfi ve bencil yargıdır denilebilir. Bu tür yargılarda adalet, insaf ve hakka riayet yoktur. Çıkar ve bencillik vardır. Kişinin keyfi ve canının istediği, paşa gönlü vardır.

Bu şekilde hevâlarına uyanlar keyiflerine karışılmasından, üzerlerinde bir otorite olmasından hoşlanmazlar.

Ebu Bekir er-Râzî hissî, tabiî ve hay­vanî arzulardan ibaret olduğunu söyledi­ği hevâyı aklın karşıtı olarak göstermiştir. O hevâyı insanın yapısından gelen arzu ve ihtiraslar diye niteler ve konuyu akıl-hevâ çatışması şeklinde ele alır. Ona göre yük­sek bir ahlâka ulaşmak için hevâyı kontrol altına almak ve her durumda aklın buyruklarına uymak gerekir. Zira aklın buyruğu ile hevâdan kaynaklanan yargılar birbirine karışabilir.

Kur'ân-ı Kerîm'de hevâya uyma yasak­lanırken (Bekara 2/120), hevânın olum­suz arzu ve eğilimlerden ibaret olduğu­na dikkat çekilmiştir. Peygamber'den (sav) övgüyle söz eden âyetlerin birinde; 

“O he­vâsına göre konuşmaz; onun konuşması vahiyden ibarettir” denilmektedir. (Necm 53/3-4)

Mü'minûn Sûresinin 70-71. âyetlerinde Peygamber’in (sav) insan­lığa gerçeği getirdiği, insanların çoğunun ise gerçekten hoşlanmadığı ifade edildik­ten sonra,“... Eğer hak onların hevâsına uy­saydı gökler, yer ve bunlarda bulunanla­rın düzeni bozulurdu” buyuruluyor.

Nisa Sûresinin 135. âyetinde her durum­da adaleti ayakta tutmayı emreden ifa­denin ardından gelen, “Hevânıza uyarak sapmayın” buyruğu da adaletin mutlak oluşuna karşılık hevâların değişkenliğini gösterir. (M. Çağrıcı, TDV İslâm Ansşklopedisi, 17/275)

eş-Şa’bî der ki: Buna ‘hevâ’ denilmesinin sebebi, hevâsının peşinden giden kişiyi Cehennem ateşine yuvarlamasından dolayıdır. Yuvarlanma fiili ile ‘hevâ’ aynı kökten gelmektedir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kuran s: 2805)

Hevâ’sına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insanî değerler rağbet görmez, adaletle hareket etme ahlâkı zayıflar.

Bu bakımdan insanlara düşen hevâ’larına uymak değil, kendi hevâ’sından konuşmayan bir Peygamber'e (Necm 53/3-4) ve O’nunla beraber Allah’tan gelen ilme (vahye) tabi olmaktır. (Bekara 2/120)

Şeddâd ibni Evs Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu söylüyor: “Akıllı kişi nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen kimsedir. Günahkâr kişi ise nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan olmadık şeyleri temenni edendir.” (Tirmizî, Kıyâme/25 no: 2459. İbn Mâce, Zühd/31 no: 4260. Ahmed b. Hanbel, 4/153 no: 17128)

Abdullah ibni Mübârek bir şiirinde şöyle diyor:

Bazı belâlar belâya alâmettir

Artık hevânın peşine gitmekten vazgeçtiğin görülmeyecek mi senin?

Kul (abd), arzu ettiği hususlarda nefsinin kölesi olandır

Hür ise kimi zaman toktur, kimi zaman aç kalır (bunlara aldırmaz) (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kuran, 2/2806)

Nefsin ihtiyaçları vardır ve nefis bunları ister, arzu eder. Nefsin, hoşa giden şeylere karşı isteğine iştah (veya şehvet) denir. Kişinin meşru istek ve arzulara, iştah (şehvet) kuvvetine sahip olması hata değildir.

Yanlış olan kişin gayr-i meşru istek ve arzularının peşine düşmesi, şehvetini haram ve zararlı yerlerde kullanması, giderek hevâsının (istek ve arzularının) kulu-kölesi olmasıdır.

Bilinen bir şey ki arzu ve isteklerin sonu yoktur. Hatta bir insan bütün gücünü kullansa nefsin isteklerinin hepsini bir ömür boyu karşılayamaz.

Nefsin isteklerin bir kısmı insanın ihtiyacı değil, normalin ötesidir, aşırı bencil duygulardır. Bunlara, yani hevâya sınır koyabilmek hayatın dengesidir. Bunlara sınır koymak nefse hakim olabilmek, nefsi güdebilmek, onu hayırlı işlerde kullanabilmektir.

Tersi nefs-i emmâre (hevâ) tarafından güdülmeyi, ona kul köle olmayı beraberinde getirir.

Nefsin her istediğini elde etmeye kalkışanın hayat dengesi bozulur. Dengesiz bir yaşantıya sahip kimselerin mutlu olduğu iddia edilemez.

Aşırı isteklere uyulması; nefsin Rabbin ölçülerine aldırmaması anlamına gelir. Bu şüphesiz bir hatadır ve sahibine zarar veren bir şeydir. İslâm’a inanan bir kimse nefsinin meşru isteklerini Allah’ın gönderdiği ölçüler içerisinde karşılayabilir. Eğer nefis Allah’tan gelen ilme, yani vahye uyarsa, görüşlerini, kararlarını, isteklerini bu ilme uygun bir şekilde ayarlarsa; o nefis doğru yolda olan nefistir.

Fakat bir kimse Allah’tan gelen ilme-vahye kulak asmaz, yalnızca kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu ön plana çıkarırsa bu nefis doğru yoldan azan bir nefistir ve o kişi hevâ’sına uyuyor demektir.

Yeryüzündeki bütün utanmazlıkların, bütün ahlâksızlıkların, bütün zulümlerin, bütün haksızlıkların, bütün sömürülerin, bütün fesatlıkların, bütün kâfirliklerin sebebi hevâ’ya uymaktan ileri gelir.

Bir iş yaparken, bir şeyin hakkında karar verirken, bir şey yanlış mı doğru mu diye düşünürken; kişi ya kendi aklına, ya içinde yetiştiği kültür ortamına (geleneğe), ya da inandığı dinin ölçülerine uyar.

Eğer akıl Âlemlerin Rabbi Allah’tan gelen hakikate, yani vahye uyuyorsa, o akıl isabetli karar verir.

Eğer bir akıl Allah’tan gelenlere inanmıyorsa, ilâhî ölçülere ve aklı kullanma kılavuzuna uymuyorsa; o aklın sahibi hevâ’sına uyar ve büyük oranda hatalı sonuçlara varır.

(Devamı var…)

Hüseyin K. Ece

10.12.2013

Zaandam