(Kur’an’da “ziynet” kavramını anlatmaya devam ediyoruz)

ZİYNET KAVRAMI ve HELÂL OLGUSU

Kur’an; “Ey Âdemoğulları! Mescitlere (secde edilen yerlere) gitmek istediğiniz zaman ziynetinizi alın (takının). Yeyiniz  içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” diyor. (A’raf 7/31)

Bu ayet şer’i açıdan hem kadın ve erkek bütün müslümanları kapsıyor. Aynı zamanda hz. Muhammed’in bütün insanlığa peygamber olarak gönderildiğini  de göstermektedir. Bu tavsiyeler Allah’ın önceki peygamberlere gönderdiği ölçülere benziyor. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 9/214)

Buradaki ziyneti, giyilmesi adet olan güzel elbise, güzel bir dış görüntü, kendisine çeki düzen vermek, zerafeti takınmak şeklinde açıklamak mümkün. İnsan için başka ziynetler de vardır. Mesela mal ve avlatlar, hoşa giden takılar, kadınlara mahsus ziynetler, meskenleri ve çevreyi süsleyen şeyler de ziynet sayılır.

İslâmda temizliğe ve güzelliğe önem verildiği için mescitlere de israfa kaçmaksızın, başkalarının huşu’una zarar vermeyecek güzel bir dış görünüşle gidilmesi emrediliyor.

Allah (cc) bu âyet ile öncelikle, -İbni Abbas’tan ve pek çok müfessirden gelen rivâyetlere göre- Kâbe’yi, ona yakışmayacak şekilde tavaf eden ve Allah’ın helâl kıldığı bazı hayvanlara farklı isimler takarak onları haram sayan Arap müşriklerine hitap ediyor.

Âyet hem ibadetlerin uygun kılıkla yapılmasını hem de Kur’an ve Peygamber diliyle açıklanan haramlar dışındaki temiz yiyecekleri yemelerini, ama israf etmemelerini emrediyor. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/469-470. Zemahşerî, Ö. b. Muhammed, el-Keşşâf, 2/96)

Katâde ve Dahhak şöyle dediler: “Bu âyet Yemenli müşrikler hakkındadır. Onlar Hac için Mekke’ye geldikleri zaman; “günaha bulaştırdığımız elbiselerle Kabe’yi tavaf etmemiz yakışık almaz” derler ve tavafı çıplak yaparlardı. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/471)

Âyet bu bâtıl uygulamayı ilga etmekte, ibadet etme esnasında örtünme zorunluluğu getirmektedir. Ayrıca haram olduğuna dair özel bir hüküm bulunmayan maddelerin yenilip içilmesine de –israfa kaçmamak şartıyla- izin vermektedir.” (Komisyon, Kur’an Yolu DİB, 2/410)

Ancak âyetin hükmü geneldir. Kur’an hem giyime, süslenmeye, ziynet takınmaya, yeme içmeye evrensel ölçüler, edep ve sınır getiriyoruz. Ölçülü olmak, aşırıya kaçmamak, haddi aşmamak, harama bulaşmamak şartıyla, müslümana yakışır bir biçimde ziynetlenmeye, yeme içmeye izin veriyor. Bir sonraki âyetle de bu sayılanların helâl sınırını belirliyor. Bir de yenilen içilen, ziynet edinilen şeylerin Allah’ın yarattığı rızık ve bunlar üzerinde sınır belirleme hakkının da Allah’a ait olduğunu söylüyor.

İlk dönem Kur’an yorumcularının çoğuna göre (mesela; İbni Abbas, es-Süddi, Saad b. Cübeyr, Tavus, Atâ gibi) âyetteki ziynet kişinin avretini örtecek “temiz ve güzel elbiseler” demektir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/470)

Avret yeri anlamına gelen sev’e’yi örten ve insanı güzel gösteren şeye ziynet denir. Allah (cc) mü’min kullarına İslâmdam önceki müşrikler gibi Kabe’yi çıplak tavaf etmemelerini, her ibadet yerinde mümkün olduğu kadar güzel ve temiz elbise giymelerini emrediyor. Derbederlikten, perişanlıktan, kirli olmaktan sakındırıyor, temiz ve derli toplu olmayı tavsiye ediyor.

Âlimlere göre mü’minlerin namazda, özellikle Cuma ve bayram namazlarında süslenmesi, güzel koku sürünmesi müstehabtır.” (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 3/330)

Râğıb el-Isfehânî’ye göre, “zînet” sözcüğünün asıl anlamı: “... ister bu dünyada, ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen (tersine onu güzelleştiren, yalınlaştıran) şey”. Demek ki terim; kelimenin hem cismanî hem de ahlakî çağrışımları içinde, güzel olan şeyi ifade ediyor.  (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/275)

Yani gerek tavaf yaparken gerek namaz kılarken elbisenize üzerinize alınız, en güzel hal üzere bulunun. Çirkin yerlerini açmak onurlu insanlar için ayıp ve rüsvaylıktır. Buna karşın elbise süs ve zinettir. Bundan dolayı İslâmda setr-i avret namazda, tavafta ve günlük hayatta farzdır. Namazda mümkün olan en güzel şekilde olmak da Peygamberin tavsiyesidir.

Yine namazda safların düzgün olması, mescitlre giriş çıkış, orada oturuşun edep ve vakar içinde olması bu ziynet emrine uyar. Ancak mescitlerin asıl ziyneti (süsü) içlerinde, sadece Allah’a ibadet ve dua edilmesi (Cinn 72/19), ibadet edenlerin çokluğu ve onlarla meşgul olanların tavırlarıdır. Kötü insanlar gittikleri yerleri de berbat ederler, iyi insanlar ise güzelleştirirler. Asıl istenen insanların ahlâkî güzellikleridir. Bundan dolayı âyette “her mescide (ibadet yerlerine) gittiğiniz zaman ziynetinizi alınız” deniliyor. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dli (sad.), 4/32)

Kişinin çok pahalı, çok süslü, çok albenili elbise giymesi, aşırı süslnem, pahalı döşemeler, evler, araçlar onu kibire sürükleyebilier, ibadetten, belki mde Allah yolunda infak etmekten alıkoyabilir. Bu tür ziynette amaç örtünme, Allah’ın insana nasip ettiği varlığın kişi üzerinde görünmesinden çok, hava atma, başkasını küçük görme, aşırı lükse kapılıp asıl kulluk görevlerini ihmal etme sonucuna götürebilir. Âyette sözü edilen ziynetin en asgarisi, elbette kişinin avret yerlerini İslâmın emrettiği gibi örtecek kadarıdır. Bu da insanın imkanı, içinde bulunduğu zaman, kültür ve teknik imkanlara göre değişebilir.

Bu âyet namazda ve herhalde setr-i avretin (avret yerlerini örtmernin) farz olduğunun delilidir. Tıpkı pek çok sahih (sağlam) hadisin delil olması gibi. (Şevkânî, A. b. Muhammed. Fethu’l-Kadîr, s: 556)

Demek ki hem kadın hem de erkek müslümanın evden dışarı çıktığı zaman, mescitlere, Kâbe’ye gittiği zaman Dinin avret dediği yerleri örtmesi (ziynet takınması) farzdır. Cumaya, bayram namazlarına veya vakit namazlarına uygun elbise ile gitmesi sünnettir. Maksat diğer müslümanlarla birlikte Yüce Allah’a ibadet ederken, yapmacık olmadan, aşırıya kaçmadan, O’na saygıyı ifade eder şekilde olmaktır. Bunun giyim ile de ortaya koymaktır. Meşru sınırlarda kalmak, aşırıya ve kibre kaçmamak şartıyla ziynet takınmak, süslenmek ise kişinin kendisine bırakılmıştır, mübahtır.

Peygamber torunu hz. Hasan namaza duracağı zaman en kaliteli elbisesini giyerdi. Bunun sebebi sorulunca; “Allah güzeldir, güzelliği sever. Ben de Rabbim için güzelleşiyorum (ziynetimi alıyorum), çünkü O “…. Mescitlere (secde edilen yerlere) gitmek istediğiniz zaman ziynetinizi alın (takının)…” buyuruyor” dermiş.

Âyette sözü edilen durum, insanların maddi kapasitelerine ve günün şartlarına göre değişir. Bu da tıpkı nafaka vermeye (infak etmeye) benzer. Allah (cc) “İmkanı geniş olan, nafakayı imkanlarına göre versin; rızkı daralmış olan da Allah’ın kendisine nasip ettiği kadar versin. Allah hiç kimseyi verdiği imkandan daha fazlasıyla sorumlu tutmaz.” (Talak 65/7) Kimin yanında bedenini örtecek kadar elbisesi varsa onunla örtünsün ve ibadetlerini yapsın. Müslümandan istenen on un gücünün yettiği güzel halin ortalamasıdır, en mutedil olandır. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 9/217)

Arkasından gelen âyette ise şöyle deniliyor:

De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyâmet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz.” (A’raf 7/32)

Bu soru inkâr sorusudur. Yani böyle bir şey olmaz demektir. Allah (cc) insanlar için yarattığı nimetleri, güzel rızıkları kendisi haram kılmadı. Böyle bir şey şeytanın verdiği vesveseden kaynaklanır.

Âyette ziynet Allah’a nisbet edilerek “ziynetullah-Allah’ın ziyneti/süsü” şeklinde isim tamlaması olarak geliyor. Bu, bahsedilen ziynetin güzel olduğuna ve bir nimet olduğuna işarettir. “Süsün (ziynetin) insanlar için çıkarılması, insanlar için süs hammaddelerinin yaratılması ve bunlardan süsü yapma kabiliyetinin verilmesi demektir. Allah (cc) insanın fıtratına hem ziyneti (süsü) sevme özelliğini, hem de süslenecek şeyleri yapabilme kabiliyetini yerleştirmiştir. Bunun amacı da kimin daha iyi sâlih amel işleyeceğini denemektir. (Abduh, M.-Rıza, R. el-Menâr (çev.), 9/224)

Bu anlamda Allah’tan başkası; –kim olursa olsun; ister devlet gücü, ister âlim, ister peşine gidilen dini veya siyasi liderler- bunları O’nun kullarına haram kılamaya, yasaklamaya hakkı yoktur.

“Burada “zımnen; Dindarlık yapayım derken sahte haramlar koyarak haddini aşan kimmiş?” deniliyor. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/267)

Onlar Kâbe’yi çıplak ziyaret eder, ziyaret dönemlerinde et, vedek (içyağı), süt gibi değerli gıda maddelerini yemezler, diğerlerini ise çok az yerler ve bunun dinî bir görev olduğuna inanırlardır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/472-473)

Âyet öncelikle Kâbeyi çıplak tavaf edenlere, hac mevsiminde bazı yiyecekleri haram sayanlara, Allah’ın insanlar için yarattığı helâl ve temiz rızıklara, yiyecek ve giyeceklere yasak koymaya kalkışanlara hitap ediyor. Allah (cc) elbiseyi, onlarla makul ölçülerde süslenmeyi, yani helâl geçim kaynaklarından faydalanmayı mü’min kullarına serbest kılmıştır.

-Mü’min olsun, inkârcı olsun- Allah (cc) kullarını bu rızıklardan yoksun bırakmaz. Buna göre mü’minlerin dünyaya nefret gözüyle bakıp dünya nimetlerini inkârcılara bırakmaları, sefalet, perişan, pejmürde ve hatta başkalarına muhtaç şekilde yaşamaları doğru değildir. Ancak bunun için çalışmaları, çaba göstermeleri, araştırma yapmaları, üretmeleri gerekmektedir. Böylece İslâmın hasımlarına karşı İslâmın izzetini de korumuş olurlar. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 3/332)

  Âyette sanki şöyle deniyor: “Ey Muhammed, Allah’ın helal kıldığı şeyleri kendileri için haram sayan şu cahillere de ki: Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti (elbise, süsleri ve geçim eşyalarını) ve temiz rızkı, helal yiyecek ve içecekleri kim haram kılmış? Ey insanlar, Allah’ın ziynet olarak yarattıklarından süslenebilirsiniz, elbise olarak yarattıklarıyla güzelleşebilirsiniz.”

Bu âyette geçen “temiz rızıklar”dan neyin kasdedildiği konusunda farklı görüşler var. Bazılarına göre bundan maksat müşrik arapların kendilerine haram saydığı, ama aslında helâl olan yiyeceklerdir. Bazılarına göre ise müşrik arapları “Bahirâ, Sâibe, Vâsile, Hâm” diye isim verip kendilerine yasakladıkları hayvanlardır. Ki onların bu hayvanların etlerini haram saymaya hakları yoktu. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 5/472-473)

-Yukarıda geçtiği gibi- İbni Abbas ve bir çok tefsir bilgini “ziynet”i “giyilecek şeyler” olarak anlamışlar. Ancak diğer yorumlara göre ziynet; israf –kibir, gösteriş- olmamak şartıyla  bedende ve çevrede bütün süsleri, güzellikleri, estetiği kapsar.

Âyetin zahiri anlamı da bu şekilde anlamaya uygundur. Buna göre beden, ev, çevre temizliği, binekler, meşru’ giyim ve süslenmeler, makul eşyalar da bu ziynete dahildir. Bunlar dünya hayatında temiz, helâl ve israf olmaksızın müslümanlara mübahtır. Âhirette ise onlara bundan daha güzeli, daha muhteşemi verilecektir. İnkâr edenler bu dünyada bu ziynetlerden faydalansalar da âhiret ziynetlerinden nasipleri olmayacak. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dli (sad.), 4/33. Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 3/332)

Peygamber (sav) de meşru ve makul ölçüde süslenmeyi (ziynet edinmeyi) tavsiye ediyor. “Kibirlenmeden ve israf etmeden yeyiniz, içiniz, giyininiz ve sadaka veriniz.” (Buhârî, Libas/1. Nesâî, Zekât/66 no: 2560. İbni Mâce, Libas/23 no: 3605. Ahmed b. Hanbel, 2/181, 182)

Ebu’l-Ahvas babasından şöyle naklediyor: “Bir gün kötü bir elbise ile Rasulüllah’ın yanına geldim. Bana “senin malın var mı” diye sordu. Ben de “evet” dedim. “Ne gibi mal?” dedi Ben de “Allah bana deve, koyun, at ve köle verdi” dedi. Peygamber “Allah sana verdiğine göre O’nun san verdiği nimetin ve ikramın eseri görülsün” buyurdu. (Ebu Dâvud, Libas/15 no: 4063. Bir benzeri: Tirmizî, Edeb/54 no: 2819)

İbni Abbas anlatmış: “Harâriyye’ye çıkınca Ali’nin (ra) yanına geldim. Bana “şu kavme git” dedi. Yemen elbiselerinin en güzelini giydim ve onların yanına gittim. Bana “Merhabe ey İbni Abbas, (giydiğin) bu elbise nedir?” dediler. Ben de “beni neden ayıplıyorsunuz? Ben Rasûlüllah’ın üzerinde bundan daha güzel elbise  gördüm” dedim.” (Ebu Dâvud, Libas/7 no: 4037)

Özellikle yasaklananlar dışında dünya hayatında iyi ve güzel olan şeylerin inananlara helâl olduğunu bildirerek Kur’an, zımnen, hayatı reddeden çileciliğin, terk-i dünyâcı (dünyayı terk edici), kendine-eziyetçi eğilimlerin her çeşidini böylece yeriyor, mahkum ediyor.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/275)

“Bu ve bundan önceki âyette elbiseye “ziynet” denilmesi, giyinmenin ahlâki bakımdan olduğu gibi estetik bakımdan da önemli ve gerekli olduğuna işaret Eder. Ayrıca ziynet kelimesinden harketle kaliteli ve değerli elbiseler giymenin mübah olduğuna hükmedilmiştir.

Taberî ve Şevkânî gibi önde gelen müfessirler bu âyeti açıklarken, haram olmayan güzel ve değerli nimetlerden uzak kalmayı zühd ve fazilet sayanların hatalı olduklarını belirtirler. (Komisyon, Kur’an Yolu, 2/410)

“Cahiliyye arapları, kendi kendilerine bazı şeyleri helâl, bazılarını da haram sayıyorlardı. Bazı hayvanları erkeklere mahsus görüyorlar, kadınlara yasaklıyorlardı. İşte 116. âyet, onların bu durumlarına işaret ederek, Allah’ın yasakladığı şeylerden başka bir şeyin haram olmayacağını bildirmektedir.” (TDV Kur’an Meali, s: 279)

Haram dinî bir terim olarak “Açık, kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslûpla yapılması dinen yasaklanmış olan tutum ve davranış“ anlamına gelir. “Domuz eti yemek”, “yalan söylemek”, “başkasına zarar vermek haramdır” demek gibi. Dinde bir şeyin yapılmaması istendiği halde dayandığı delil yeterince açık değilse buna da mekruh denir. Hakkında yasaklayıcı bir delil olmayan şeylerde “mübah, helâl, caiz” denir. İslâm’a göre “eşyada asıl olan mübah olmasıdır”. Öyleyse bir şeyin helâl oluşuna değil, haram oluşuna delil gerekir.

Sebebi ne olursa olsun; dinin yenilmesine, içilmesine, tedavi amaçla kullanılmasına izin verdiği maddeleri kimse haram sayamaz. Yine Dinin yapılmasına, giyilmesine, kullanılmasına izin verdiği nesneleri ve davranışları kimse müslümanlara haram sayamaz. (Komisyon, Kur’an Yolu, 2/410)

Allah (cc) bu konuda haddi aşanları ve icat edilmiş haramlar konusunda şöyle uyarıyor:

 “Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl 16/116-117)

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Mâide 5/87)

De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? Allah’a karşı yalan uyduranların kıyâmet günü (âkıbetleri) hakkındaki kanaatleri nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler. (Yûnus 10/59-60)

Kur’an ruhbanlığı hoş görmediği gibi (A’raf 7/32), burada zımnen: Eşyanın konumunu belirlemek onu yaratanın hakkıdır” diyor. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/212)

Böyle bir tavır; “ahlâken neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda sübjektif tercihlere dayanan keyfî görüşler ileri sürmedir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/555) Bir çeşit Allah’tan rol çalmadır.

Allah’ın açık hükümlerine rağmen kendi kendine haram ve helal ölçüleri koymak, sonra da onlara uymak bi başka açıdan şeytanın adımlarını izlemektir. Kur’an bu konuda da insanları  uyarmaya devam ediyor.

“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bekara 2/168-169)

Müctehidlerin kıyas yoluyla “haramdır” dedikleri temel dini naslarda (kaynaklarda) belirlenen haramlar gibi midir?

Müctehid alimlerin “haram” dedikleri bir şeyi yemek veya içmek, giymek, kullanmak müslümanı büyük günaha düşürür mü?

Âlimler yukarıdaki âyetlere rağmen hakkında açık hüküm olmayan bir şeye “haram” hükmü verebilirler mi?

Onlara uyan müslümanlar da, Allah’ın hükmü yerine insanların hükmüne uymuş mu olurlar?

Bu konular elbette tartışmalıdır. Ancak bu yazıda konumuz bu değil.  

 

Hüseyin K. Ece

20.06.2018

Zaandam