Kimilerinin dış görünüşü güzeldir, biçimlidir, hatta yakışıklıdırlar da. Boyları posları yerindedir. Belki de güçlüdürler. Maddi imkanları, bir yerlerde makamları vardır.  Bunu kendilerinin başkalarından daha üstün, daha ileride, daha önemli olduklarını hissettirmek için kullanabilirler. O makamın verdiği imkanlarla kendilerini daha bir başka takdim edebilirler. Elde ettikleri sıfatları adlarının ve marifetlerinin önüne koyarlar.

 

Yeni ve pahalı elbise giyerler. Kendilerini o elbiselerle ileri sürerler. Başkalarının sahip olmadığı dünyalıklara, eşyalara, alet ve makinalara sahip olabilirler. Onlarla övünebilir, onlarla üstünlük taslayabilir. Kendilerine ait olanı önemserler, aynı şeye sahip olmayanları aşağı görebilirler.

Çevremizdeki gerçek böyle değil mi esasen. Herkes bir şeyle övünüp duruyor. Herkesin kendisine göre kutsalları, kendisine kendisine göre öncelikleri var. Herkes onların bir kısmıyla şişinip duruyor. Başkalarına karşı üstünlük yarışına giriyor. Başkalarini bu sahip oldukları sebebiyle aşağı görüyor.

Kimileri iyi konuşurlar. Ağizları laf yapar. Partal partal atarlar. Edebiyat parçalarlar. İnandırıcı olmaya çalışırlar. İyi olduklarını, iyilerden yana olduklarını, iyi olan şeylerin desteleyicisi olduklarını söylerler. Başkaları için çalıştıklarını, haktan ve adaletten yana olduklarını iddia ederler.

Dış görünüşleri güzel, ağızları lâf yapar, sözlerini dinletirler. Konuştuklarını duyduğunuz zaman “adam ne güzel konuşuyor” dersiniz. Hatta kimileri peşine adam da takar. Bağlıları, hayranları, takipçileri olur. Söylediklerini alanlar, yazdıklarını okuyanlar, çizdikleri çizgide gidenler olabilir.       

Öyle ya, adamın adı var, adının önünde bir sürü ünvanı var. Belki de makamı ve imkanı var, belli ki bir yerlerde duruyor. Baksana, biçimi yerinde, diş görünüşü düzgün, sözü var, sohbeti var.

Zaaf sahibi, ya da onun iç yüzünü bilmeyenler, anlaymayanlar da böylelerinin peşine takılabilirler.

Ama gerçek böyle mi? 

Hakikatte bu adamlar adam mı?

İçleri de elbisleri gibi mi?

Yürekleri de biçimleri gibi mi?

Anlayışları ve ahlâkları parlak lâflarına benziyor mu?

Görüşleri de kalıpları gibi albenili mi?

Burada Kur’an’ın münafıklar hakkındaki harika benzetmesine bakmalıyız. Dış görünüşün, süslü sözlerin, cilalı kalıpların esasen hiç anlam taşımadığını, aldatıcı olduğunu, kalıpların içi doldurulmazsa görüntünün bir işe yaramadığını bir âyet çarpıcı bir benzetmeyle ortaya koyuyor:

Sen onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider; konuşsalar sözlerini dinlersin. Ama onlar dayatılmış keresteler gibidirler. Her bağırtıyı kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır; onun için onlardan sakın. Allah onları kahretsin, nasıl da haktan döndürülüyorlar.” (63 Münâfikûn/4)

Münafık tip...

Yani inançta iki yüzlü...

İki dinli, bu iki dinli olmanın getirdiği ikili tavır...

Ciddiyetsizlik, ikili oynama, menfeata göre tavır alma...

Ahlâkta düşüklük, anlayışta seviyesizlik, insanî ölçülerde şerefsizlik... 

Herkesin kabının şeklini alma...

Kuvvetli ve ileride olana yaltaklanma...

Yağcılık, yalakalık, çıkar için ekilden şekile girme... 

İşte münafıklık bu.

Münafikûn Sûresi Peygamber dönemimdeki münafiklarin yaptiklarından hareketle o menhus ve rezil insan tipini ortaya koyuyor.

Peygamber Medine hayatında bazıları  zahiren müslüman olduğunu söyleyerek müslümanların arasına karışmıştı. Toplum içine geldikleri zaman kendilerini ağırdan satar, baş köşeye oturur, duvara yaslanır ve kurula kurula konuşurlardı. Bunların kimilerinin maddi durumu yerinde idi. Üstleri başları düzgündü. Bir de konuştuklari zaman sözlerini dinletecek kadar iyi konuşurlardı.

Kur’an onların bu durumuna işaret ediyor. Onlar bir yerlere yaslanarak gururlu bir şekilde, düzgün konuşmaya çalışırlardı. Ama hallerinde bir kibir, bir büyüklük duygusu, çevrelerine kendilerinin de iyi olduklarını duyurma sahteciliği görülürdü.

Kur’an bu gibi tiplere bir başka âyette şöyle dikkat çekiyor:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki dünya hahyatı hakkında sözleri senin hoşuna gider; bir de kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. Halbuki o İslâm hasımlarının en yamanıdır.

İş başına geçti mi yeryüzünde fesat çıkarmaya, geçim kaynakları ve nesli bozmaya çalışır. Allah ise fesadı sevmez.

Ona ‘Allah’tan kork’ denildiği zaman, işlediği günahla gurura kapılır. Cehennem de ona yakışır. Orası ne kötü yataktır.” (2 Bekara/204-206)

Böyleleri dünya ile, dünya 'işleri ile ilgili konuştukları zaman insanların hoşuna gider. Kimbilir, sanattan, edebiyattan, insan haklarından, eşitlik ve adaletten, herkesin bir onura sahip olduğundan bahseder. Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında, kitap sayfalarında, politika kulvarlarında böylelerinin bu gibi iddilarini görürsünüz. Bol bol nutuk atarlar. Bol bol vaadde bulunurlar. Kitlelerin hoşuna gidecek lâflar ederler. Kamuoyunu çıkarına yakın konularla ilgilendiklerini ihsas ettirirler.

Eğer müslüman topluma hitap ediyorsa, din derler, Allah derler, sevap derler, ahiret derler. Dediklerine Allah’ı şahit tutmaya kalkışırlar. İçleriyle dışlarının aynı olduğuna belki de yemin bile edebilirler.

Ama böyleleri kendi nefisleriyle başbaşa kaldıkları, ya da iş başına geçtikleri ve bir yetkiye kavuştukları zaman tavırları değişir. Çıkarları için çalışmaya başlarlar. Ahlâki, toplumun güzel değerlerini, insanları birbirine bağlayan bağları fesada vermeye, geçim kaynaklarını tahrip etmeye koşarlar.

Onların bu zararlarını dünyanın her tarafında, ahlâkî yozlaşmalarda, çevre kirliliğinde, sömürü savaşlarında, haksızlık ve baskı yönetimlerinde, asırlardan beri ve günümüzde yoğun bir biçimde görmekteyiz. Bu fesatçı tipler sebebiyle dünyanın her yerinde iyi olan şeyler kötü, güzel olan şeyler çirkin, zararlı olan şeyler faydalı gibi gösterilmektedir. Bunların zararlı faaliyetleri sebebiyle ahlâksizlık ahlâk, İslâmın kötü veya haram dediği her şey, onlarda hayat biçimi haline geldi. Bunların fitne ve fesatlarını insanlık hayatın her alanında yaşıyor.

Adam ekrana çıkıyor, bir kürsüye tırmanıyor, veya konuşacak bir yer buluyor ve konuşuyor. Çok bilmiş havalarında ve iyi niyetli pozlarında... Sanki kendini değil de insanları düşünüyor çalımlarında... Konuşuyor, nutuk atıyor, yazıyor, yol gösteriyor.

Tipi yerinde, kıyafeti düzgün, diş görünüşü alımlı, hatta etkileyici. Bir makama yaslanıyor. Belki de sırtını güçlü bür yere, bir siyasi güce, belki bir zengin kuruluşa, belki dayılarına dayamış. Onun için sesi gür çıkıyor.

Ama gerçekte böyleleri kaliteli insanlar mi?

İçleri de, yürekleri de, fikirleri de dış görünüşleri gibi mi?

Davranışları da elbiseleri gibi olgun mu?

 Ahlâkları da kalıpları kadar biçimli mi?

Cevabı Kur’an veriyor:

“Onlar bir yerlere yaslanmış kütük gibidirler.”

 Ya da üstüste yığılmış, atılmış, işe yaramayan, çürük, içi boş, küflü kalaslar gibidirler.

 Veya elbise giydirilmiş kütükler, elbiseye bürünmüş odunlar.

Kimi kalaslar veya kütükler işe yarar. Kimilerinden kereste olur, eşya yapılır, kimileri de yakılabilir.

Bazıları ise bir işe yaramaz. Çünkü çürümüştür, içi koftur. Ne kullanılmaya yarar, ne de yakılmaya. Uzaktan bakan onları normal kereste zannedebilir. Dış görünüşlerine aldanabilir. Bir tarafa atılmışlardır. Bir yere yaslanıp öylece çürümeye terkedilmişlerdir.

Âyette tasvir edilen münafik tipi de böyledir. Dışı seni yakar, içi beni yakar hesabı, uzaktan hoş, biçimli, ile yarar gibi görünseler de, içleri kof ve küflüdür. Hiç biri bir işe yaramazlar. Öyle çalımlı çalımlı bir yerlere yaslanarak nutuk attıklarına, anlattıklarına, hava atmalarına bakmayın. Onların içi çürümüştür. Sözlerini ve fikirlerinin bir değeri yoktur.

Çünkü, tıpkı peygamber döneminde yaşayan, ama O’nu bir türlü anlamayan, O’nunla gelen gerçeğe karşı sinsice savaşan münafıklar gibi. Dış görünüşleri aldatıcıdır. Sözlerinin yaldızlı olması yanıltıcıdır. Onlar hakikate sırt dönmüş, hakikatle kalleşce mücadele eden, pek çok yüzü olan ahmaklardır.

Günümüzde bu tipleri politika sahnelerinde, medya dünyasında, dünya olaylarında bol bol görüyoruz. Maalesef bu elbise giydirilmiş kütükler yeryüzünde oldukça etkili. Onların bu iki yüzlü tavırları sebebiyle kitleler onları kolay kolay tanıyamıyor. Âyetin işaret ettiği gibi bunlar, sinsi oladukları için açık düşmandan daha tehlikelidir.

Faaliyetlerini sinsice yürüttükleri ve başkalarına haksızlık yaptıkları için rahat değillerdir. Her an cezalandırılma korkusu duyarlar. Bazı olayları, gürültüleri, sesleri kendi aleylerinde zannederler. Küçük tehlikeleri bile abartırlar. Korku içinde yaşarlar. Foyalarının her an ortaya çıkmasından, kalleşliklerinin  duyulmasından endişe ederler.

Çünkü suçludurlar.

Çünkü davranışları kalıpları gibi düzgün değildir.

ALLAH (CC) BÜTÜN BIR YERYÜZÜNÜ VE BÜTÜN BİR İNSANLIĞI ‘ELBİSE GİYMİŞ KÜTÜKLER’İN ŞERRİNDEN KORUSUN...

 

Hüseyin K. Ece

22.11.2002

Zaandam