Olayı Kur’an’dan takip edelim.

Lût kavmi...

Yahudi ve hırıstiyan kaynaklarında Sodom ve Gomore denilen topluluk...

 

Bu topluluk tarihte eşi ve benzeri görülmemiş, şimdiye kadar hiç bir toplumun yapmadığı çirkin bir fiili yapmaya başladılar. Kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yanaşıyorlardı.

Öyleki bu çirkin zevk toplumda bir gelenek, bir kültür, toplumsal bir adet haline geldi. Artık bu fiili kimse kanıksamıyor, kimse yapanlara; ‘ayiptir, ne yapıyorsunuz? Bu tabii olmayan bir yoldur’ demiyordu. Kimse bu işi yapanlara ses çıkar(a)mıyordu. Bu çirkin fiil sıradan bir şey gibi görülmeye başlanmıştı.

Allah Teâlâ onları uyuarmak ve bu yanlıştan uzaklaştırmak üzere Lût peygamberi görevlendirdi.

Lût peygamber elinden geleni yaptı. Anlattı, izah etti, uyardı, öğüt verdi. Bütün bunlar bu kavme etki etmedi. Bildiklerinden şaşmadılar. Hatta Lût’u (as) tehdit ettiler; ‘Eğer bu dediklerinden vazgeçmezsen, seni ve yandaşlarını bu ülkeden sürer çıkarırız’ dediler. (Şuara, 26/167)

Lût ve ona inananlar için; ‘Güya bunlar temiz kalmak istiyorlarmış’  diye kınıyorlar ve alay ediyorlardı.

Lût onlara şöyle dedi:

“… Göz göre göre bu hayasızlığı hâlâ yapacak mısınız?

(Bu ikazdan sonra hâlâ) siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşacak mısınız? Doğrusu siz, beyinsizlikte devam edegelen bir kavimsiniz.

Kavminin cevabı sadece: ‘Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çönkü bunlar (bizim yaptıklarımızdan) uzak kalmak (temiz) kalmak isteyen insanlarmış’ demelerinden ibaret oldu.

Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik.

Onların üzerine müthiş bir yağmur indirdik. Bu sebeple, uyarılan (fakat aldırmayan) ların yağmuru ne kötü olmuştur.” (Neml, 27/54-58)

Yağmur rahmet içindir. Yere düşer, yeri diriltir. Canlılar için hayat kaynağı olur. Yerden canlılar için rızık bitirir. O yüzden yağmurun müslüman kültürde diğer adı ‘rahmet’tir.

Ama ya Lût kavminin yağmuru… Rahmet değil azab… Hayat kaynağı değil, hayatı mahvedici. Diriltici değil, öldürücü idi.

Uyarılan, ama aldırmayanların yağmuru… Evet, böylelerinin yağmuru ne kötü olmuştur. Hayat değil gazap getirmişti. Gözleri aydın kılan bir yağmur değil, eyvah dedirten bir yağmur. Yüzü güldüren değil, feryat ettiren bir felaket habercisi.

Çünkü onlar bütün uyarılara kulak tıkamışlardı. Peygamberin ikazlarına önce aldırmamışlar, sonra aşırı tepki gösterip peygamberi cezalandırmakla tehdit etmişlerdi.

Uyarıldığı halde aldırmayanların yağmuru ne kötü olmuştu…

Acaba onların başına inen bu felaket yağmuru nasıl bir şeydi?

Bir sabah onları bir çığlık yakalayıverdi.

“Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balşıktan) pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.

(O taşlar) Rabbinin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir.” (Hud, 11/82-83. Hicr, 15/73-74)

İşte onların yağmuru. Pişirilmiş taşlar. Tefsircilere göre her birinin üzerinde kimin başına düşeceği yazılı olan taşlar… Hedefini şaşırmadan bulan taşlar.

Gökten rahmet yağmuru yerine onlar yağdı.

Uyarılan ama aldırmayan kavmin memleketinin altını üstüne getirdi. Onları cezalandırdı.

Sebep ne?

Uyarıldıkları halde aldırmamak…

Peygamberin sözlerini ciddiye almamak…

Peygamberle alay etmek…

Hatta onu cezalandırmaya kalkışmak…

Kendi iyilikleri için çalışan üstün ahlâklı bir insana düşmanlık etmek…

Sonuç böyle oldu. Bu adaletin gereği idi. Fesadın ve zulmün sonu budur. Haddi aşmanın ve taşkınlık yapmanın karşılığı böyledir. Eden günün birinde karşılığınığı bulacaktır.

Hani kuraklık olur. İnsanlar gökten yağmur beklerler. Yağmur gelsin ve ölü toprağa can katsın. Toprak dirilsin, yeşillensin, hayat bulsun. Toprak hayat bulsun ki insanlar da hayat bulsunlar.

İnsanlar yağmuru böyle düşünürler. Zaman zaman fazla yağmur yağar, sel olur, bazı zararlar olur ama bu istisnadır. Yağmur, hayattır insanlarin nazarında.

Ya Lût kavminin yağmuru???

Kur’an harika bir benzetme yapıyor. Rahmet yerine pişirilmiş taş yağmuru. Hayat verici olmayan, ama hayata kasdeden bir yağmur. Zira bu hayatın sahipleri şımarmış, ahlâk sınırının ötesine gecmiş, fesada düşmüştü. Üstelik bütün uyarılara aldırmamışlardı. İlâhî daveti ve ikazları tınmamışlardı bile. Bir de üstüne üstlük meydan okumuşlardi. “Hadi, ne duruyorsun, getir de görelim, su bizi korkuttuğun azabı, cezayı, felâketi, sonucu…”

O ceza geldi. Lût kavmi bunu yaşadı. Kur’an’ın deyişiyle onun işaretleri hâlâ insanların yolları üzerinde. İbret gözüyle bakanlar bunu anlarlar. Yer altından tarih eser bulamk üzere kazı yapanlar, alıcı gözle bakarlarsa, Lût kavminin kalıntılarına rast gelirler. Kendilerinin de uyarıldıklarını  anlarlar. İlâhî çağrıya sıert dönmezler.

Günümüzün şairi toplumu uyarmak isterken şöyle diyor:

“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak

Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak”

Bu gidiş iyi değil, selamet değil, kurtuluş değil. İnsanlık bir çıkmaz sokakta. Yanlışı, batılı, sapıklığı hayat diye benimsemiş. Zulmü, adaletsizliği, eşitsizliği çağdaşlık zannediyor.

Ama duyan kim, aldıran kim, gereğini yapan kim?

Peygamberi dinlemeyen azgın nefisler, sıradan bir şairi mi dinleyecek? Aşağı gördükleri bir kesimin uyarısına mı aldıracaklar? Geri dedikleri bir toplumun doğru söylediğini mi sanacaklar?

Günümüzde de insanlar bir şekilde uyarılıyorlar. Hem de geçmiş ümmetlerin uyarıldığı gibi. Yine ilâhî kelâm aracılığıyla. Yine peygamber davetiyle. Yine ilâhî ikazlarla.

Ey dünyalıkla, güçle, iktidarla şımaranlar!

Ey dünya hayatının ebedî olduğunu sananlar!

Ey kendilerinden başka güçlü olmadığını düşünenler!

Ey haddi aşanlar, ölçüyü kaçıranlar, aşırı gidenler!

Ey Yaratanın sevmediği davranışları çağdaş değer diye savunanlar!

Ey rezilliği fazilet, ahlâksızlığı özgürlük, alçaklığı seviye zannedenler ahmaklar!

Ey kendi uydurduğu yanlışlari modern değer diye hayal eden kibirliler!

Ey kendi aklından, ilminden ve geleneğinden daha üstün bir ölçü tanımayan aklı evveller!

Ey Lût kavminin yaptığı çirkin fiili insan hürriyeti ile açıklamaya çalışanlar!

Ey yanlışta, batılda, sapıklıkta, zulümde direnenler!

Size söyleniyor. Sizler yine ilâhî ikazla uyarılıyorsunuz. Bu gidişiniz doğru değil. Yaptıklarınız, ölçüleriniz, düşünceniz, değer yargılarınız doğru değil.

Lût kavmi de sizin gibi yaptıklarını beğeniyordu. Yaptıklarına yanlış diye peygambere düşman olmuşlardı. Esasen rezillik olan bir şeyi çok doğru sanarak yapıyorlardı. Onun bir zevk, kişisel bir tercih, insanın ihtiyacı olduğunu sanıyorlardı.

Siz de onlar gibi, her yaptığınızın doğru olduğunu iddia etmeyin. Mutlak doğruya kulak verin. İlâhî ölçüye kıyas edin yaptıklarınızı. Temel alacağınız ölçü nefsiniz veya keyfiniz olmasın. Ahlâk, insanlık ve insaf olsun.

İşte günümüzün insanı da uyarılıyor. Farklı şekillerde.

Ama ne yazık ki aldırmıyorlar.

Duymuyorlar.

Önemsemiyorlar.

Ciddiye almıyorlar.

Lût kavminin başına gelenlerin aynen kendi başlarına gelmesini mi bekliyorlar?

Ya da böyle bir felâket görmedikleri için; “İşte bakınız, dedikleriniz doğru olsaydı bizim de başımıza gelirdi. Hem bütün bunlara rağmen biz hep öndeyiz, biz hep galibiz, biz hep zenginiz. Demek ki doğru yoldayız. Demek ki bizim değerlerimiz en üstün değerler” mi diyorlar.

Ama gerçek onların zannettiği gibi değil. Onlara gazap gelmediğinin isbatı ne?

Lût kavminin yaşadığı felâketin bir benzerini yaşamadıkları ne malum?

Uyarılan ama aldırmayanlar cezası kimbilir nasıl verilmektedir.

Belki biz anlamıyoruz, biz hissedemiyoruz. Belki de felâketler yağmur gibi gelmektedir.

Ceza ve gazap, musibet ve sıkıntı, belâ ve mihnet, sarsıntı ve dehşet, yerden ve gökten âfetler, görünen ve görünmeyen kazalar, maddi ve manevi zararlar geliyordur. Ama biz belki anlamıyoruz.

UYARILAN, AMA ALDIRMAYANLARIN YAĞMURU NE KÖTÜ OLMUŞTUR. VE NE KÖTÜ OLMAKTADIR.

 

Hüseyin K. Ece

21.7.2006

Rotterdam