Kur’an’da ‘lehv’ kavramını açıklamaya devam ediyoruz.

  • Allah boş iş (lehv) yapmaktan uzaktır

Yüce olan ve aşkın olan Allah (cc) lehv’den (boş işlerden, oyalayıcı şeylerden) münezzehtir (uzaktır). Böyle şeyler O’nun hakkında düşünülemez.

 

O (cc) el-Hakim’dir. Yani her işini hikmetle, yerli yerinde, bir amaca yönelik ve mutlaka mükemmel yapandır.

“Bir de , (şunu bilin ki) gökleri ve yeri ve bu ikisi arasında olan hiç bir şeyi bir oyun- bir eğlence (lehv) olarak yaratmadık.

(Çünkü) eğer bir oyun-eğlence (lehv) edinmek dileseydik, bunu herhalde kendi katımızdan edinirdik; ama hiç böyle bir şeyi diler miyiz?” (Enbiyâ 21/16-17)

Âyetin son cümlesi bir başka tefsire göre: “Yapacak olsaydık böyle yapardık.” [1] şeklinde anlaşılabilir.

Bu âyette insanların sonuna kadar özgür oldukları, onlara kimsenin hesap soramayacağı, salih amellere mükâfat, kötü işlere (hata ve günahlara) ceza verileceği Âhiret gününün olmadığını zannedenlerin görüşleri reddediliyor. Böyleleri du dünyanın (evrenin) öylesine var olduğunu, kendisinin peygamber olduğunu ileri süren birine kulak asmanın gerekmediğini ileri sürüyorlar.[2]

Halbuki gerçek onların sandığından başkadır.  Yerlerin ve göklerin yaratılışı bir oyun, bir eğlence, rastgele, amaçsız olmadığı gibi Allah (cc) –hâşâ- bir oyuncu değildir. Bütün insanlar bir araya gelip, en güçlü isbatlarıyla, yüksek sesle “Âhiret hayatı yok, ölümden sonra bir hayat olamayacak”  diye haykırsalar da Âhiret hayatı olacaktır.

Her türlü süslemelerle dolu tavan gibi yükseltilmiş gökyüzü, sayısız faydalarla dopdolu, kurulu bir beşik gibi döşenmiş yeryüzü ve bu ikisi arasında yer alan harika yaratıklar; gönülleri oyun ve eğlencede olan ve Allah’ın âyetlerini anlamak istemeyenlerin sandıkları gibi tesadüf değildir. Hakk’ı tanımak ve ebedí hayat yolunda kendisinden faydalanılmak üzere hak ve hikmetle yaratılmış, Allah’ın yüce kudretinin göstergesidir.[3]

         Allah (cc) ‘eğer böyle yapmayı irade  etseydi’; yani bir eğlence arayacak olsaydı –ki mutlak manada kendine yeterli ve sınırsız kudret sahibi olduğu için, hiç bir şekilde O’nun böyle bir şeye ihtiyacı yoktur- bunu kendi Zatında bulurdu. Bunu için mantıken anlamsız ayrı bir evren yaratmaya ihtiyaç duymazdı. Kur’an çok veciz bir şekilde Allah’ın muteâl (aşkın) olduğunu, kendisine yakıştırılabilecek beşerî her türlü ruhsal ve duygusal (oyun ve eğlence gibi) ihtiyaçtan uzak olduğunu dile getirmektedir.[4] 

         Yüce Allah (cc) ancak şanına yakışanı yapar.  Her şeyi bir hikmet üzere yaratan Rabbimizin gökleri ve yeri boş yere ve eğlence olsun diye yaratması düşünülemez. Böyle bir şey O’nun yücelik şanına uygun düşmez.

 

  • Kimilerin din olayını sıradan bir şey/eğlence (lehv) zannederler

İnsanlardan bazıları Allah’ın Dinini oyun ve eğlence (lehv) yerine koyarlar.

Onunla ve hükümleriyle alay ederler. Onun çağrısını ve uyarılarını ciddiye almazlar. Her şeyi dünya ölçüleriyle değerlendirdikleri için Kur’an’ın ve Son Elçi’nin (sav) haber verdiği gerçeklerle, Ahiret tasvirleriyle alay ederler.[5]

Kimileri kendilerine gelen ilâhî dini bir tarafa atarlar. O din üzerinde istedikleri gibi oynarlar, ona istedikleri şekli verirler. Kendileri haram ve helâl ölçüleri koyarlar.[6]

Şu âyetler böylelerinin yanlış tutumunu anlatıyor:

“Dinlerini bir eğlence (lehv) ve bir oyun (le’ib) edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri (bir tarafa) bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete duçar olmaması için Kur'an ile nasihat et. O nefis için Allah'tan başka ne dost vardır, ne de şefaatçı. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları (günahlar) yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.” (En’am 6/70)

Âyette geçen “İttehazû dînehum le‘iben ve lehven” ibaresi, iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: “onlar dinlerini bir oyun ve eğlence (nesnesi) yaptılar”,

İkincisi; “onlar oyunu ve eğlenceyi (yahut geçici zevkleri)  dinleri yaptılar.” Yani, oyun ve eğlenceyi (lehv’i) hayatlarının biricik hedefi yaptılar. M. Eesd ikinci manayı tercih ediyor ve diyor ki “Çünkü ‘bu dünya hayatının rahatına dalanlar’ın büyük çoğunluğunun, Kur’an'ın ‘geçici zevkler’ olarak tanımladığı dinî coşkuyu andıran şeylerin ardından koşmaya kendilerini adadıkları gerçeğini ortaya koyar.”[7]

Bir başka âyette şöyle buyuruluyor:

“Onlar ki dinlerini bir eğlence (lehv) ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı, kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi bile bile nasıl inkar ettilerse, biz de bugün onları öyle (rahmetten) unuturuz!.” (A’raf 7/51)

Cehennem ehli, cennetlikleri görünce ümit içerisinde, yaşadıkları susuzluk ve açlığı yatıştırmak için onlardan su ve rızık isteyecekler. Ancak bu isteklerine cevap alamayacaklar. Bu durum onlar için bir yıkım daha olacak. Çünkü onlar dünya hayatında Allah’ın dinini alaya alıp eğlenmişlerdi.

Ya da Âhiret hayatının olmadığını iddia ederek istredikleri gibi oyun ve eğlence ile meşgul olmuşlardı. Dünyanın geçici zevklerini tercih ederek Âhirete hazırlanmayı unutmuşlar, kendilerini uyaran âyetlere aldırmamışlardı.[8] Bundan dolayı onlar hesap günü unutulanlardan olacaklar, cennetliklere verilen nimetlerden ve mükâfatlardan mahrum edilecekler. Bu sonuç onların dünyada kendilerini Rahmetten unutturmalarının sonucudur.

Halbuki Kur’an bütün insanları dünya hayatının manası ve amacı konusunda sık sık uyarıyor. “Gaflet etmeyin, unutmayın, aldanmayın...” diyor.

“Ey iman edenler! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin.Çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!” (Münafikûn 63/9)

“Mal ve çocuklar kesif olan dünyaya aittir. Latîf olan Allah ile Latîf’in letâfetinin tecellisi olan ruh arasına kesifi sokmayınız.”[9] 

 “Bu dünya hayatı (eğer anlam ve amacından soyutlarsanız) bir oyun ve eğlenceden (lehv’den) ibaret hale gelir. Ama eğer iman eder ve sorumluluk bilinciyle yaşarsanız, karşılığı size tastamam verilir....” (Muhammed 47/36. )

Dünya hayatını geçici zevk, biraz oyalanma, biraz tatlı eğlencelerden ibaret görenler, Âhiret hayatı için hazırlanmayanlar, bu konudaki uyarılara kulak asmayanlar kaybedenlerden olacaktır.

İnsanlardan bazıları dünya hayatını yeme, içme ve eğlenme olarak zannederler. Arzuları ve hayalleri onları oyalayıp durur. Onlar sonu gelmez tutkuların peşinde bir ömür tüketirken iman nimetinden kendilerini mahrum ederler.

Kur’an böylelerinin durumunu ibretli bir şekilde ve onları tehdid eder bir tarzda anlatmaktadır. 

Onları oyalayan şeyler anlatılırken yine ‘lehv’ mastarının fiil hali kullanılıyor.

“Elif. Lâm. Râ. Bunlar Kitabın ve apaçık Kur’an’ın âyetleridir.

Gün geklecek, inkarcılar (vahyin yol göstericiliğine) teslim olmayı yürekten temnenni edecekler.

Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” (Hıcr 15/1-3)

Hakka imandan nasibi olmayan, hak davete sırtını dönenler, vahyi inkâr etmekte inatla direnenler, yeyip içerler. Şehvetlerinin, iştahlarının, hevâlarının peşinden giderler. Hayvanî zevklerini tatmin etmeyi hayatın hedefi yaparlar. Allah’a hesaba katmadan, Âhiret endişesi taşımadan oynarlar, eğlenirler, canlarının istediklerini yaparlar. Öldükten sonra neler olacağından gafil olarak kendilerini aldatırlar. Ölünce de hakikati ayne’l-yekin (bizzat) görürler. O zaman ‘ahhhh’ derler ama iş işten geçmiş olur.[10]

İnsanlardan çoğu imtihan yeri olan bu fani dünyada işe, ticarete, kazanmaya ve eğlenmeye kutsallık derecesinde yer vererek kul olduklarını, kulluk görevlerini, ahireti, yani Rablerini unuturlar.

Böylelerini ‘emel’ oyalayıp durur. Onlar daha fazla yaşama, daha fazlasına sahip olma, daha ilerde olma emeliyle yaşarlar. İşlerimiz düzene girecek, daha uzun ömürler süreceğiz, dünyadan ve içindeki zevklerden daha fazla yararlanacağız diye hayal edip dururlar, bu hayal-emel’ onları oyalar, asıl görevlerinden onları gafil bırakır.

‘Emel’; ömrün uzun olmasını istemek, arzu edilen eşyalara ulaşmak, durumun bir gün düzeleceğini beklemek, ama sonunda hiç birine kavuşamamaktır.[11]

Kimi de inandığı halde dünya işlerine dalarak kulluk görevlerini aksatırlar, namazlarını tam kılmazlar, mala düşkün olduklarından zekât vermezler, infakta bulunmazlar. Dünya malının kendilerine deneme için verildiğini, dünyaya sahip olmak için değil Hakikate şahit olmak için geldiklerini unuturlar. Dünya menfeatine, cazibesine, oyun ve zevkine, servet tutkusuna aldanarak gaflete düşerler.

Kalplerin ve gözlerin dehşetle sarsılacağı günden korkanlar elbette böyle değildir. Onlar büyük bir dikkat ve şuurla Allah’ı zikretmeye devam ederler.

Kur’an, dünya hayatının kendilerini aldatmadığı, hayatın amacını anlayıp gereğini yapanları, ölümden sonrası için hazırlanmak üzere kulluk görevini yerine getirenleri övüyor:

Bu gibiler hakkında Rabbimiz (cc) şöyle buyuruyor:

“İçlerinde (yalnız) kendi ismi anılsın diye Allah’ın yükseltilmelerine izin verdiği (ibadet) evlerinde O’nun kudret ve yüceliğini dile getiren, öyle kimseler (Allah’ı tesbih eden yiğitler) vardır ki;  ne ticaret, ne de kazanma hırsı  onları Allah’ı zikretmekten, namazı gereği gibi kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir Gün’den korkarlar.

Çünkü Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile ecir verecek, lütfundan fazlasýyla bağışta bulunacaktır ve Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (24 Nûr/37-38)

Âyetin övdüğü kimseler dünya ve ahiret dengesini iyi kuranlardır. Allah’ın kendilerine verdiği mal ve dünyalıklarla ahireti kazanmaya çalışanlar ve dünyadaki nasiplerini de unutmayanlardır. Onlar devamlıyı (ebedi’yi) geçiciye (fani’ye), değerliyi değersize feda etmeyen akıllı ve bilinçli mü’minlerdir. 

Görülüyor ki Allah’ın Nûr’uyla kalpleri ve kafaları aydınlananlar, Rablerinin verdiği bir basiret ile hayata bakarlar; Allah’ı anmaktan ve O’nun adına iş yapmaktan gaflete düşmezler. Dünya geçimlikleri, ticaretler, mallar ve evlatlar onlar için bir oyalayıcı, bir gaflet sebebi değil; tam bunun tersine Rablerinin rızasına ulaşmada birer aracıdırlar.

 

  • Aklı fikri oyunda olmak

Kur’an bazı gafiller hakkında löyle buyuruyor:

“İnsanlar için yaptıklarının hesabını verme vakti oldukça yaklaştı. Fakat onlar

hâlâ gaflet içerisinde (bu gerçeğe) sırt çeviriyorlar.

Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir uyarı gelse, onu sadece alaya alarak

dinliyorlar.

Onların aklı fikri oyunda oynaştadır. Üstelik zalim olan bu kimseler al altından

şöyle fiskos yapıyorlar: ‘Bu da sizin gibi ölümlü bir insan değil mi? Şu halde siz, göz göre göre büyüye kapılıp gidecek misiniz?’.” (Enbiyâ 21/1-3)

Âyette lehv kökünden gelen ‘lâhiyeten’ kelimesi kullanılıyor.

Bu kelime iki şekilde anlaşılabilir:

Birincisi: Onlar bu dünya hayatını bir oyun sandıkları için Allah’tan ve Ahiret inancından gafildirler.

İkincisi; Onlar Kur’an’ı (vahyi) ciddiye almazlar ve onunla kendilerince alay ederler, eğlenirler.[12]

Allah’ın davetine karşı zalim olanlar ne zaman kendilerine bir ihtar/uyarı veya vahiy  gelse, kalpleri gaflet içinde, yaptıkları hatanın ne denli çirkin olduğunu düşünmeden onunla alay ederler, onu eğlenceye (lehv) almaya kalkışırlar. 

 

[1] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), Azim Dağ. İstanbul Thr. 5/442, S. Ateş, Kur’an Meâli, s: 322

[2] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, çev. Heyet, İstanbul 1999, 2/41

[3] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 5/443

[4] M. Esed, Kur’an Mesajı (Ter.) İşaret Yay. İstanbul 1996, 2/649

[5] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an (ter.), 2/41

[6] Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yer Yok-tarih Yok, 3/344

[7] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/239

[8] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2005, 2/419

[9] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1130

[10] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.) 5/190

[11] Ebu’s-Suud, Tefsir, Yer yok-tarih yok, 3/213

[12] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an (ter.), 3/294