Kur’an  birbirine zıd kavramlarından iki tanesi de ifsad ve ıslah kavramlarıdır. Kur’an bir çok anlamı, bir çok hakikati, bir çok hükmü, bir çok örneği birinin zıddı ile veya ikisini birlikte anarak veriyor.

İfsad bozmayı, fesad çıkarmayı, kötü sonuca sebep olmayı ifade ederken, ıslah tam bunu tersi düzeltmeyi, iyi hale koymayı, istenen sonuca yardımcı olmayı, ideal olan için çalışmayı ifade etmektedir.

 

  • İfsad kavramı

Bu, tabi dengenin, sosyla düzenin ve ahlâkî yapının bozulmasını ifade eder.

İfsadın kökü ‘fe-se-de’ fiilidir.  Bu da bozulmak, çürümek, sağ duyudan sapmak, kokuşmak, orta yoldan ayrılmak demektir. Bunun masdarı olan fesad; bir şeyin faydalı olmaktan çıkıp zararlı olmaya başlamasıdır. Ya da bir şeyin az veya çok itidal’den çıkması demektir.[1]

Fesad isim olarak; bozulma, kuraklık, kıtlık, darlık, düzensizlik, çalkantı, telef olma ve kokuşma gibi anlamlarda da kullanılır.

‘Fe-se-de’ fiilinin fail (özne) ismi fâsit; bozan, geçersiz kılan, bâtıl demektir.

Bunun if’al kalıbı olan ‘ef-se-de’ bozulmak, bozmak, kokuşturmak, mahvetmek, saptırmak, faydalı olmaktan çıkarmak, tabi olandan koparmak demektir. İfsad bu kalıbın masdarıdır. Bozma, kokuşturma, geçersiz duruma düşürme anlamına gelir.  

Bu kalıbın fail (özne) ismi müfsid; bozan, bozgunculuk yapan, ifsat eden, mahveden demektir.

Din dilinde ifsat eden şeylere, yani fesat’a sebep olan şeylerin hepsine ‘mefsedet’ denmiştir.

Fesad; Kur’an’da yeryüzünde fitne uyandırıp, insanların durumunu bozmak, onları doğruluktan saptırıp, din ve dünyaya ait çıkarlarını zedelemek anlamında kullanılmıştır.

Fesadın karşıtı sulh veya salah’tır. Sulh veya salah; iyi olma, düzelme, iyiliğe aracı olma anlamlarına gelir. Bunun çoğulu maslahat; iyi olan halleri, düzelmeyi, faydalı olan şeyi ifade etmektedir.

İnsanların din, can, akıl, nefis, nesil ve mal güvenliklerini çok önemli gören İslam, koyduğu hükümlerle insan ve toplum hayatında ‘maslahat olan şeyleri kazandırmak ve mefsedet olan şeyleri uzaklaştırmak’ istemektedir.

 

  • Kur’an’da fesad ve ifsad

Fesad masdarı Kur’an’da onbir âyette, onyedi âyette de bunun fiil hali, bir âyette müfsid, 20 âyette de bunun çoğulu olan müfsidûn-müfsidîn şeklinde geçmektedir.[2]

Fesede fiilinin geçtiği “âyetlerde düzen, sistemli bir bütün olarak kavranan âlemin ve toplumun, dolayısıyla ferdin var oluşuna temel olan fıtrî ve tabii denge ile aynı çerçevede ele alınmakta, fesad da bu düzen ve dengenin bozulmasını yahut bu dengeden çıkmayı ifade etmektedir”.[3]

İslâm inancına göre yerde ve gökte tek bir ilâh olan Allah vardır ve yeryüzüne ve gökyüzüne bir düzeni (sulh’u) koyan da O’dur. Buna göre kozmolojik düzen bu tevhid inancına dayanmaktadır. Nitekim bu husus bir âyette “Eğer o ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilâhlar olsaydı muhakkak fesada uğrarlardı.” (Enbiyâ 21/22)  şeklinde anlatılıyor. 

İhtiyaçlarını karşılayıp Mısır’dan dönmek üzere yola çıkan Hz. Yûsuf’un kardeşleri hırsızlıkla itham edilince kendilerini şu şekilde savunmışlardı: “...Allah’a yemin olsun ki bizim bu ülkede fesad çıkarmak için gelmediğimizi sizler de biliyorsunuz; biz hırsız değiliz.” (Yûsuf 12/73).

Allah (c.c.) İsrailoğullarına hitaben;Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına: “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız...” (İsrâ 17/4) diyor.

İman iddiasına rağmen kendilerine Allah yolunda mücadele gibi ağır dini yükümlülükler gelince bundan  hoşlaamyanlara hitaben “Şimdi siz eğer sırtınızı (vahy’e) dönerseniz (ya da yönetimi ele alırsanız) yeryüzünde fesad çıkarmış ve akrabalık bağlarını koparmış ve dolaysıyla (Allah’a) isyan etmiş olmaz mısınız?” (Muhammed 47/22) Âyet, Allah’a verdikleri söze sadakat göstermeyenleri suçlarken, onların iman ve İslâm’dan yüz çevirdikleri zaman cahiliye devrinin âdetlerine döneceklerini, yağma, talan, akraba arasında çekişme gibi taşkınlıkları yapabileceklerini haber vermektedir.[4]  Bu da fesadtan başka bir şey değildir.

Allah (c.c.) yeryüzünde bir halife yaratma iradesini meleklere bildirince onlar; “… yeryüzünde kan dökecek, fesad çıkaracak birisini mi yaratacaksın…” diye sormuşlardı. (Bekara 2/30) Burada bazı insanların yapısında olan fesad tavrına dikkat çekiliyor.

İnsanlardan bazılarının şekli biçimli olur, konuşurlarsa sözleri dinlenir ama onlar hasımların en yamanıdır. Geri dönüp gittkleri zaman, ya da herhangi bir yerde bir işin başına geçtikleri, bir yönetim yetkisi ele aldıkları zaman nesli ve ekini, yani toplumu ve insanların geçim kaynaklarını, huzurunu harap ederler, yeryüzünü ifsad etmeye koşarlar.

 “İnsanlardan öylesi var ki, bu dünya hayatı hakkındaki görüşleri senin hoşuna gider; (dahası), kalbindekilere Allah’ı şahit tutar, üstelik tartışmada son derece ustadır. Ancak hakimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, (insanın) ürünü(nü) ve nesli(ni) yok etmeye çalışır: Allah fesadı sevmez.” (Bekara 2/204-205)

İnsanlardan doğru yoldan çıkmış olanlar, fıtrat sözleşmesine rağmen Allah’ın (aldığı) sözü bozarlar. Allah’ın bağlanmasını istediği bağları koparırlar ve yeryüzünde fesad yaparlar, ahlaki çöküşe sebep olurlar. “Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lanet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.” (Ra’d 13/25 bir benzeri: Bekara 2/27) Koparılmaması istenen bağlar İnsanın kendisiyle olan bağı, İnsanın Allah’la olan bağı, İnsanın insanla olan bağı, insanın tabiatla olan bağı. Allah’ın koparılmamasını emrettiği bağlar, bütünüyle insanı ve insan hayatını ilgilendiren bağlardır. , bu bağların korunması ferdi ve toplumsal barışı ve huzuru garanti eder.[5] Bu bağların kopraılması da yeryüzünde fesad olarak niteleniyor.

Şu halde fesad ve ifsad, özellikle Sebe melikesi ve Firavun örneğinde görüldüğü gibi hem ilâhî iradeye uygun olan düzen, denge ve kuralların bozuluşunu, hem de genel olarak yerleşik hukuki düzeni ve ahlaki değerleri  bozucu teşebbüsleri ifade eden bir terimdir.[6]

Tefsircilere göre fesad başta küfür olmak üzere bütün isyan davranışlarını kapsar. Allah’a isyan eden veya O’na isyana yardmcı olan kimse yeryüzünde bozgunculuk yapmış olur. Halbuki göklerde ve yerde ıslah itaatle gerçekleşmektedir. (Taberî, el-Câmiu’l-Beyan’dan)

Bazı âyetlerde fesad kelimesiyle birlikte onun sebebi yahut sonucu olarak belirli ahlâkî kötülükler de zikredilmekte, dolayısıyla onlar da fesad teriminin kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Bir başka görüşe göre kişiyi Allah’a iatate çağıran her şey salah, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran her şey de fesadtır. Ya da içinde hayr olan şeyler salah, içinde şey olan şeyler de fesadtır.[7]   

‘Fesat çıkarmak’ üç şekilde olabilir:

1-Allah’a karşı isyan etmek şeklinde. Buradaki fesat itaatın karşıtıdır. Allah’ın hükümleri insanın ve toplumun düzenini sağlamak için gönderildi. Herkes kendi aklına estiği gibi davranırsa huzur ve düzen bozulur.

2-Münafıkların kafirlerle işbirliği yaparak müslümanların aleyhine çalışmaları şeklinde,

3-Dinden yana görünerek dine karşı şüphe uyandırıcı, insanları dinden uzaklaştırıcı tavır sergilemek şeklinde,

Kısaca can, mal, nesil, din ve akıl güvenliğini tehlikeye sokan her şey fesat, bunu yapan müfsit, bu zararlı işlere de mefsedet denir.[8]  

 

  • Kur’an’a göre fesat olan eylemler

Fesad ve ifsad kavramları içtimaî, siyasî, hukukî ve dolayısıyla dinî düzenle ilgili bir konumda kullanıldığında yine belli bir düzen veya dengenin bozuluşunu ifade eder.  

Firavun yönetiminin Hz. Mûsâ ve kavmini yerleşik dinî anlayış ve ona dayalı düzene karşı bir tehdit sayması ve onları potansiyel bozguncu olarak nitelemesi (A’râf 7/127) ve bizzat Fıravun’un aynı endişeden dolayı Hz. Mûsâ’yı öldürmeyi tasarlaması (Mü’min 40/26) fesad fiili ile anlatılıyor. Firavunun ve kavminin ileri gelenlerinin Hz. Musa’yı (as) dinlememeleri, kurdukları zulüm düzeni, gönderilen âyetlere karşı haksızlık etmeleri ve kibirlenmeleri de fesattan başka bir şey değildir. (A’raf 7/103. Neml 27/14)

Allah’ı inkâr etmek, O’nun Rabliğini kabul etmemek, ya da insanları O’nun yolundan alıkoymak fesatlıktır ve büyük azabı gerektirir. (Nahl 16/88. Bir benzeri: Âli İmran, 3/62-63) hz. Salih (as), kavmine insanları Allah’ın yolundan alıkoymamalarını söylüyordu ve böyle bir eylemin fesat olduğunu, fesatçıların sonunun da iyi olmayacağı uyarısında bulunuyordu. (A’raf 7/85-87)

Allah’ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajı yalanlamak, ona karşı gelmek bir çeşit fesattır. Böyle bir fesada düşenler de zalimlerdir. (Yûnus 10/39-42)         

Kur’an, peygamberlerin getirip tebliğ ettiği mesaja ve onların kurmaya çalıştıkları huzur ve mutluluk düzenine karşı çıkanlara müfsitler, yaptıkları bu bozgunculuk işlerine de fesat demektedir.

Fesadın en yaygın olarak işlendiği alan insanlara ait haklara tecavüzdür. Bu fesadın en önemlisi de insanın yaşama hakkına yapılan haksız saldırıdır. Kur’an bir kimsenin haksız yere başkasını öldürmesini ‘bütün insanları öldürmüş’ gibi saymaktadır. (Mâide 5/32)

Adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık (Yusuf 12/70-73), ölçüde ve tartıda hile yapmak (Hûd 11/85), kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme (Bakara 2/205), hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek) (Fecr 89/9-14), bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak (A’raf 7/127. Kehf 18/93-94. Neml 27/48),  insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak (Kasas 28/3-4), zalim yöneticilerin hükmetme arzusu, iktidar tutkunluğu (Neml 27/34), her türlü aşırılığa sapmak (Şuarâ 26/151-152) insanların haklarına zarar veren fesat türlerindendir.

‘Fesat çıkarmak’ ile azgınlık (bağy) isyan ve israf (aşırılık) kavramları arasında bir bağlantı vardır. Nitekim Kur’an Firavun’a âsi ve fesat çıkarıcı demektedir. (Yûnus 10/91)

Salih (as), kavmine nasihat ederken, onlara müsriflerin (ölçüsüzce davrananların) emrine uymamalarını, çünkü onların yeryüzünde fesat çıkardıklarını ama ıslah etmediklerini söyler. (Şuarâ 26/151-152)

İslâmın koyduğu bazı ahlâk kurallarını çiğnemek de Kur’an tarafından fesat olarak niteleniyor. Mesela, büyü yaparak kötülüğe sebep olmak (Yûnus 10/81-82), akrabalık bağlarını koparmak (Muhammed 47/20-22. Bekara 2/34), yalan söylemek (Ahzab 33/70-71), mü’minlerin birbirlerine yardım etmemeleri (Enfal 8/73), Lût kavminin işlediği çirkin davranış (Ankebût 29/28-30), mal yığarak, servet biriktirerek onunla övünmek, onunla insanlara hükmetmeye kalkışmak (Kasas 28/77) gibi davranışlar birer fesattır.

Sonuç larak diyebiliriz ki, âyetlerde mutlak olarak zikredilen fesat ister ister inanç, ister ameli konularda (davranışlarda) olsun, insana zarar veren ve onu maddi ve manevi helaka götüren her türlü davranıştır. Bunları Allah’ın sevmeyeceği onların işlerini düzeltmeyeceği gerçeği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.[9]

Salahın zıddı fesad hadislerde kullanılıyor: “Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.”[10]

Fesad fâsıkların ve münafıkların, salâh da müminlerin vasfıdır. Müminler bu nitelikleriyle, Allah’ın emir ve yasaklarını gözeterek yeryüzünde kurulması gereken denge ve düzeni sağlayıcı tutum ve davranışlar sergiler, hem dünya hem âhiret mutluluğuna ulaşırlar.[11]

İnsanlardan bir kısmı kendi hevalarına (kendi görüşlerine-arzularına) uyarlar. Allah’tan gelen kuralları ve ölçüleri tanımazlar. Böyleleri isteklerine kavuşmak, arzularını gerçekleştirmek için her yola baş vururlar. İnsanların haklarına ve özgürlüklerine tecavüz ederler. İşte yeryüzünde fesat böyle kişilerin yüzünden çıkmaktadır.

Kendi nefsini ilâh haline getiren insanlar fesada sebep olurlar.

Bir toplumda fesat yaygınlaşır, değerler yok olur ve kötülük her tarafı kaplarsa; pek çok kimse kötülükte, günâh ve düşmanlıkta yarışmaya başlar. 

Herkes mevcut olan fesadın seline kapılıp gider. İnsanların çoğu fesadın farkında bile olmazlar. Uğruna yarıştıkları şeyin kötü, zararlı, rezil olduğunu bilmezler. Söylense de kabul etmezler.

Zira bu gibi toplumlarda; fesatlar, yanlışlar ve haramlar değer yerine konulmuş, ilâhi ölçüler, hak ve hakikat, sorumluluk bilinci ve ölüm korkusu unutulmuştur.

Onlar yaptıklarının iyi bir şey olduğunu düşünürler. Kârlı olduklarını, kazandıklarını, hedeflerine ulaştıklarını, isteklerine kavuştuklarını hayal ederler. Kendilerine göre yarışırlar ve kazanırlar. Oysa "Yaptıkları şey ne kadar kötüdür." Zira yaptıkları şey fesadı artırmaktır.  

Bu meyanda günümüzde insanların gıybetini, dedi-kodusunu yapıp aralarında anlaşmazlık, kin ve düşmanlık sokmak, birilerine iftira edip zarara uğratmak, hileli mal satmak, yaptığı işde müşteriyi aldatmak, işinde sahtekârlık yapmak, sahte evrakla çıkar elde etmek, yolsuzluk yapmak fesadtır. Silah üretip bunu satmak, uyuşturucu üretip pazarlamak, uyuşturucu kullanmak, içki üretmek, pazarlamak, içki içilen yerleri işletmek, içki içmeyi teşvik etmek, o ortamı hazırlamak fesadtır. Kumar oynatmak/kumarhane işletmek, kumar oynamak, kumar işlerine bir şekilde yardımcı olmak fesadtır. Trafik kurallarına uymayıp kazalara sebep olmak, hatta trafiği tıkamak, başkasına zarar vermek fesadtır. Çevreyi kirletmek, tabiatı tahrip etmek, ormak yakmak,izinsiz ve lüzumsuz ağaç kesmek, sınırsız ve izinsiz avlanmak, öldürücü yöntemlerle balık avlamak fesadtır. Herkesin ortak kullandığı mekanlara, araçlara, imkanlara zarar vermek fesadtır. Savaşın kendisi fesad olduğu gibi, toplumlar ve devletler arası anlaşmazlıkları körüklemek, savaşta kural tanımadan yakıp yıkmak, yağmalamak, masum insanlaraı katletmek ve zarara uğratmak fesadtır. Zinayı teşvik edici yayaınlar, gayr-i meşru ilişklerin ve malzemeleri pazarlayan mekanlar, inter-net faaliyetleri, beyaz kadın ticareti, çocuk ticareti, her türlü, -özellikler çocuklara karşı- cinsel istismar fesadtır. İnsanları renklerinden, etnisitelerinden, ülkelerinden, dinlerin dolayı aşağımlamak, ayrımcılığa tabi turtmak, ötekileştirmek fesadtır. Şövenistlik, grupçuluk, ırkçılık, ayrımcılık fesadtır. İnsan haklarının her türlü ihlali fesadtır.

Eğer insana, insanın yüreğine, sosyal ve psikolojik hayatına, nesline ve malına, saadetine, inancına ve ahlâkına bir şey zarar veriyorsa, o ifsattır. Allah (cc) ne ifsatı, ne ifsat edicileri, ne de onlara yardım edenleri sevmez.  

Bunları yapanlar da Kur’an’a göre birer müfsidtir. Ne yazık müfsidlerin en bol olduğu bir zamanda yaşıyoruz.

 

  • Müfsidler ve faaliyetleri

Fesad, sulh’un (barışın-her türlü iyi halin) karşıtı olduğu gibi, ‘Müfsid’ de ‘muslih’in (ıslah eden-düzelten-barışı sağlayan) zıddıdır. (Bekara 2/11, 220. A’raf 7/56-57, 142. Neml 27/48-49)

Kur’an ifsad faaliyetinin öznesi müfsidler üzerinde duruyor. Hem onların özelliklerini sıralıyor, hem de Allah’ın onların yaptıklarını sevmediğini ve sonuçta zarar edeceklerini haber veriyor.

‘Müfsid’, ifsad eden, bozan, geçersiz kılan kimse veya şeylere denir. İfsad; bozmak, kokuşmak, dengeden ayırmak olduğuna göre müfsid bozandır, sapan ve saptıran, zarar verendir, huzurun ve barışın hasmıdır. Kur’an’a göre onlar ‘yeryüzünde fitneyi uyandırıp, insanların durumunu bozup, onları doğruluktan saptıran kimselerdir.  Kendi hevasını (keyfini) tanrı haline getirenlerin faaliyetleri insan insan ve toplum hayatında fesada sebep olur.

Müfsid çoğul olarak yirmi âyette geçiyor. Müfsidler, yeryüzündeki tabii değerleri, sulh (barış) ve dengeyi, kendi subjektij ölçüleri ve doymaz iştahları/hırsları sebebiyle bozarlar. Onların bu faaliyetleri sonucu en başat fesad olan ‘şirk ve küfr’ artar. Müşriklerin hakim oldukları yerlerde de İslâmın fesad saydığı faaliyetler artar.

Nitekim Kur’an zalim “yöneticiler bir ülkeye girdikleri zaman orayı ifsad ederler, halkını aşağılarlar, onların değerlerini yağma ederler” diyor. (Neml 27/34)

Firavun örneğinde olduğu gibi peygamberlere karşı gelen kişi ve topluluklar müfsid idiler. (Neml 27/14) Onların nasıl bir sonuçla karşılaştığının, hangi cezaları aldıklarının ibretli hikâyesi yeryüzünün her tarafında görülebilir.

Boğulacağını anlayan “İsrailoğullarının Rabbine iman ettim… ” diyen Firavun’a şöyle deniyor: “Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.” (Yûnus 10/91)

Kur’an, Firavun’a Mısır ülkesinde azan, halkı gruplara bölüp onlara baskı uygulayan, erkelerini haksız yere öldürdüğü için de müfsid (bozguncu) diyor. (Kasas 28/4)

Zülkarneyn kıssasında geçen Ye'cuc ve Me'cuc kavimlerini de müfsidler olarak niteliyor. Nitekim onlardan zarar gören toplum onlara karşı Zülkarneyn’den yardım istediler. (Kehf 18/94)

Kendilerine kayadan oniki pınar fışkırtıldıktan sonra z. Musa kavmini; hem fiziki olarak hissedilen bozgunculuklardan, hem de fiziki olarak fark edilemeyen düzenbazlıklardan sakındırılmıştı. (Bekara 2/60)

Hz. Şuayb kavmini hakka davet etti ve onlara sı sık “müfsidlerden olmayın” dedi. Medyen ahalisi ölçüde ve tartıda hile yapıyor, insnların mallarını haksızlıkla ellerinden alıyor, toplumda karışıklık çıkarıyor, insanları hak yoldan saptırmaya çalışıyorlardı.  (A’raf 7/74. A’raf 7/86. Hûd 11/85. Şuarâ 26/183. Ankebût 29/36) Ölçü ve tartıda haksızlık dahi yeryüzünde fesada sebep olur. Bu aslında Allah’ın koyduğu ölçülere uymamanın zorunlu kötü sonucu fesat, bozulma, mutsuzluk, haksızlık, kaos adaletsizlik ve benzerleridir.

Hz. Musa Allah’ın va’di olan kırkı günlük süre için kavminde ayrılmak durumunda kalınca  yerine kardeşi Harun’u bıraktı ve ona; “Halkımın arasında görevimi sen üslen ve düzeni sağla (ıslah et), sakın müfsidlerin yoluna sapma” diye tenbihlemişti. (A’raf 7/142)

Lût peygamber de müfsidlere karşı Allah’tan yardım istedi. Onun müfsid dediği kimselerin kendi kavmi içinde bir günahı utanmadan yapan kimseler olduğu açıktır. “(Lût:) Şu müfsidler (bozguncular) topluluğuna karşı bana yardım eyle Rabbim! dedi.” (Ankebût 29/30)

Kur’an tarihte yaşamış ve gerçekten yeryüzünde bozgunluk yapmış müfsidlerden örnek verdiği gibi, bazı kişi ve toplumların yanlış tavırları üzerindedn de örnekler verip fesad olan işlere dikkat çekiyor, iman edenleri müfsid olmaktan ve ifsadtan sakındıryor.

Bugün de Kur’an’ın davetinden büyüklük taslayarak yüz çeviren müfsid’ler, onların benzeridir. Onların fasit işleri sebebiyle karada ve denizde, yani yeryüzünün her tarafında fesat çoğalmıştır. İnsanlar, toplumlar ve hatta tabiat bile onların faaliyetleri yüzünden bozulmuştur. İslâmın kötü ahlâk dediği davranışlar yaygınlaşmış, her tarafta zulüm, baskı, hak ihlâlleri artmıştır.

 

  • Fesadın sonucu

Allah (cc) hem yerde ve gökte kozmik düzeni kurdu, insanlar, hayvanlar ve bitkilerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için lazım olan her şeyi var etti. Yere, göğe, karaya, denize, dağa, taşa, mevsimlere, ışığa, suya, sıcağa, soğuğa, yani her şeye bir denge koydu.  “Yine göğü özenle O yükseltti, bir denge ve ölçü koydu”. Arkasından da; “(Ey insanlar) sakın ha (bu) dengeyi bozup ölçüyü kaçırmayın” deniyor.  (Rahman 55/7-8) Tabiat, insan ve kainat için insan aklının almakta güçlük çektiği muazzam dengeyi koyna Yaratıcı, insan ve toplum hayatının dengesi, sulhu ve salahı, elverişlil ve faydalı olabilmesi için ölçüler koydu. Bu ölçüleri vahiyle ve elçilerle insanlara gönderdi. Tabiattaki düzen ve denge İlahi iradeye tabi iken, insan ve toplum bünyesindeki düzen, denge ve düzelme insanın tercihine bağlıdır.

Kur’an, insanların ilahi ölçülerle hareket etmemelerinin sonucunu şöyle haber veriyor: “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesad (bozulma) meydan geldi…” (Rum 30/41)

İnsanlardan bazıları kendilerine ulaşan rahmet davetini anlamazlar, İlahi ilkelerden yüz çevirirler, hevalarına uyarlar, Sonunda fesada sebep olurlar. “… Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde fesada koşarlar; Allah ise müfsidleri (bozguncuları) sevmez.” (Mâide 5/64)

Fesat çıkaran bütün topluluklar tarih boyunca zarara uğradılar. Bu bozgunculuk onlara bir fayda getirmedi. Nitekim kendilerini ‘müfsitlerden olmayın’ diye uyaran hz. Şuayb’ı Medyen halkı yalanladı. Bu yüzden de cezaya çarptırıldılar. (Ankebût 29/36-37)

Müfsidlerin azabı kat kat olacaktır. “İnkâr edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları ifsad (bozgunculuk) sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız.” (Nahl 16/88)

Kur’an en büyük müfsidlerden Firavun ve ona tabi olan kavmini örnek veriyor. Onlar sağ iken ve ellerinde iktidar varken büyüklük taslıyor, Allah’ın davetine uymayı küçümsüyorlradır. Ama çarptırıldıkları cezadan sonra akıbetleri hiç de iyi olmadı.

“Sonra onların ardından Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama, bak ki, fesatçıların sonu ne oldu!” (A’raf 7/103. Bir benzeri: Neml 27/14)

Her şeyi bile Allah (c.c.) her devirde ve her ülkede müfsidlerin de kim olduğunu biliyor. “Şüphesiz bu (İsa hakkında söylenenler), doğru haberlerdir. Allah'tan başka ilah yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. Eğer yine yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, müfsidleri (bozguncuları) hakkıyla bilendir.” (Âli İmran 3/62-63. Bir benzeri: Yûnus 10/40)

Onların yaptıkları işler kötü olduğu için Allah (cc) onların böylesine mefsedet olan amellerini düzeltmez ve onlara değer vermez. (Yûnus 10/81)

Sonuçta Allah (c.c.) fesad olan işleri sevmediği gibi, kendini ve etrafı ifsad eden müfsidleri de sevmez. “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, müfsidleri (bozguncuları) sevmez.” (Kasas 28/77. Bir benzeri: Mâide 5/64)

 

  • Islah kavramı

‘Islah’ kelimesi ‘sa-le-ha’ fiilinin if’al kalıbında masdardır. Burada bu kökten gelen ‘eslaha’ fiiili, ıslah ve muslih kelimeleri üzerinde duracağız.

‘Sa-le-ha’ sözlükte; layık olmak, iyi olmak, iyi bir üzere olmak, düzelmek, sağlam olmak, bir kişinin fesadından sonra iyi olması, barışmak, fesadın kendinden gitmek demektir. Bu bir şeyin faydalı veya münasip olduğunu ifade eder.[12]

‘Sa-le-ha’ fiilinin if’al kalıbı ‘ıslah’tır. Bu da sözlükte layık olmak, onarmak,  iyi olmak, düzeltmek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelir.

Islah, musalaha ve ıstılah kelimelerinin de barıştırmak anlamında da kullanıldığını söyleyelim.

Sâlih ve ıslah’ın fail (özne) ismi muslih, Kur’an’da sıkça geçen önemli kavramlardır.

Bu iki kelime ıstılah (terim) olarak şöyle tarif edilir: Sâlih; kendisi doğru olan, -kendini düzelten, eğiten, fesad içinde olmayan, faydalı ve yarayışlı; muslih ise; kendisi doğru olmakla birlikte, başkalarını da ıslah eden düzelten, onların yararına olacak şeyleri yapan ve yapmalarını sağlayan demektir. Bundan dolayı Allah’a ‘sâlih’ sıfatının verilemeyeceği, buna karşın ‘muslih’ denilebileceği söyleniyor.[13]

Aynı kökten gelen ‘sulh’, doğruluk, uygunluk, düşmanlığa son verme, barış, fesadın sona ermesi anlamına gelir

‘Sulh ve salah’, bozulma, kütülük, kavga, çekişme ve fesadın karşıtıdır. Eylemlerinde ‘sulh ve salahı’ esas alan kişinin davranışları sâlih olduğu gibi kendisi de faydalı ve doğru iş yapan insan ‘sâlih’ kimsedir.

Aynı kökten gelen ‘maslahat’, sulhün, sağlam ve faydalı olmanın getirdiği menfeattir. Bir iş giderek insan ve topluma her bakımdan zarar veriyorsa o işin ‘fıkıh’ dilindeki adı ‘mefsedet’tir. Fıkıh ilminde ameller (işler) maslahat ve mefsedet çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller güzel görülür, yapılmasına izin verilir. İslâm, mefsedet özelliği taşıyan bütün amelleri mü’minlere yasaklamakta, maslahat olan fiilleri tavsiye etmektedir.

Aynı kökten gelen bir başka kavram da ‘ıstılah’tır. Istılah, bir topluluğun belli bir şey üzerinde söz birliği etmesidir. Bu da bir kelimenin veya bir sözün kullanılışı üzerindeki ihtilafın (anlaşmazlığın) giderilmesidir. Bir kelimenin ilim dilinde ifade ettiği anlam konusundaki söz birliğidir. Her ilmin kendine ait ‘ıstılah’ları vardır. Türkçe’de buna terim veya kavram demekteyiz.

Görüldüğü gibi, ‘salah, sâlih, sulh, ıslah, maslahat, ıstılah’ gibi kavramlar birbirine yakın manalar taşımaktadırlar. Hemen hemen hepsinde, sağlam olma, faydalı olma, barışma, düzgün olma gibi anlamlar saklıdır.

Kur’an’da salih; iyi, güzel ve faydalı iş (salih amel) anlamın ageldiği gibi hem genel hem de özel isim olarak da yer almaktadır. Bu da insanların davranışlarının dışında bizzat insana delâlet etmektedir. Nitekin ‘sâlihu’l-mü’minin’ ifadesinde geçen sâlih, iyi kadın manasında gelen sâliha’nın çoğulu salihât bizzat iyi insanlara delâlet etmektedir.

Sâlih kelimesi cahiliye döneminde güzel yaşayış, iyi gün anlamlarında kullanıldığı gibi, iyi insan veya insan türü anlamlarında kullanılıyordu. Bu dönemde kavramın olgun ahlâklı, kavmin iyileri, övülmeye ihtiyacı olmayan insanlar ve eşraf kimseler olduğu ifade edilmektedir.

Kur’an’da sâlih; inanacında, davranışlarında, yaşantısında/amellerinde doğru olan demektir. (Taberî el-Camiul-Beyan’dan)   Başka bir ifadeyle sâlih, Allah’ın kendisi üzerindeki haklarını yerine getiren, Allah’a karşı ödevlerini , kullara karşı da haklarını ödeyerek toplumda örnek olan insan demek mümkündür. Ayrıca sâlih insanı, inancında niyetinde, sözlerinde ve hareketlerinde doğru olan  ve hayatının her yönünde doğruluğu benimseyen kimse diye de tarif edilebilir.[14]

Bu şekilde olanların Allah katında dereceleri yüksek olup bunlar ahirette peygamberlerle söz ve davranışlarında doğru olan (sıddikler) ve şehitlerle beraber olacaklar. (Nisâ 4/69)

 

  • Kur’an’da ıslah

Islah Kur’an’da ‘eslaha’ kalıbında fiil olarak 26 ayette, ıslah olarak 7 ayette, muslih ve onun çoğulu muslihun/muslihin olarak da 5 ayette yer almaktadır.  

*Allah’a nsibetle ıslah:

Allah (cc) alemin hem yaratanı hem de ıslah edeni, yani kainata düzeni verenidir. Sekiz ayette ıslah işi Allah’a izafe edilmektedir. (Bakınız: A’raf 7/56., 58, Yunus 10/81. Enbiya 21/90. Ahzab 33/71. Ahkaf 46/15. Muhammed 47/1,5)

Kur’an Allah’ın Zekeriyya’yı ve eşini ıslah ettiğini haber veriyor. (Enbiya 21/90) Zekeriyya (a.s.) yaşlı, karısı da yaşlı ve kısır idi. Ama Allah (cc) Zekeriyya’nnı duası üzerine her ikisini de çocuk yapmaya elverişli hale getirdi. Kur’an bu olayı Allah’a nisbet ederek ıslah diyor.

Bir başka âyette anne babaya iyilik edilmesi emredildikten sonra şöyle dua edilmesini istemekte: “Ey Rabbim, beni bana ve anama ve babama verdiğin nimete şükretmeyi, razı olacağın salih ameller işlemeye muvaffak kıl. Bana verdiğin gibi soyumu da ıslah et. Doğrusu ben sana yöneldim ve elbetteki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf 46/15)

Islahın Allah’a nisbet edildiği iki âyette de aynı ifade: “Allah onların hallerini düzeltir…” (Muhammed (47/1) var. Devam eden âyet bu ıslahın ip uçlarını veriyor. İman edip salih amel işleyenlerin, Rab tarafından Peygambere indirilen gerçeği kabul ederlerse günahlarının Allah (c.c.) tarafından örtüleceği ve hallerinin ıslah edileceği söyleniyor. Ancak bu ıslah iman edenlerin Allah yolunda mücadele etmelerine bağlanıyor.

Allah (c.c.) kullarının işlerini ıslah eder, ya da kendilerini düzeltmeleri için onlara şuur ve çaba nasip eder. Bu da ıslah da bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşir: Şu âyette olduğu gibi: “Ey iman edenler, Allah’tan korkup-çekinin ve doğru söz söyleyin ki (Allah) sizin amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse şüphesiz büyük kurtuluşa erer.” (Ahzab 33/70)

Burada ıslah Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımaya, bu şuurla hareket etmeye, ikinci olarak doğru söz etmeye bağlanıyor. Kavli sedid, hem kelime –i tevhid, hem de kişinin zahirinin batınına uygun olması ve yanlız Allah rızasını istemesi anlamlarına gelir. (Kurtubî, 14/253) Ancak tıpkı Musa’nın o günkü sihirbazlara dediği gibi, eğer insanlar fesad çıkarmaya devam ederlerse, Allah (c.c) onların amellerini ıslah etmez. (Yûnus 10/81) Daha doğrusu böyleleri ıslah konusunda ilahi yardım alamazlar. 

Allah’ın yeryüzünü ıslah etmesi: Yeryüzünün düzenli hale getirilmesi, yayılıp döşenmesi iki âyette Allah’a nisbet ediliyor. “..Islah edildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (A’raf 7/56, 88)

Allah (c.c.) yeryüzünü insanların yaşayabileği biçimde düzeltmişken maddi ve manevi tahribat yaparak bu dünyayı yaşanmaz hale getirmek fesattır.

Allah’ın yeryüzünü ıslah etmesini iki türlü anlamak mümkün; Birincisi; Maddi manada yeryüzünü hayata hazırlamak. Su toprak, hava, madenler, araziler, hayvanlar, bitkiler, yağmur ve mevsimler gibi hayat malzemeleri hazır. Ama savaşlar, çevre kirliliği, ormanları tahrip, düzensiz avlanma, haksız hayvan ölümleri gibi şeyler hayatı zorlaştırdığı ve tabiatı tahrip ettiği için fesadtır.

İkincisi; Allah (c.c.) vahiyle insan ve toplum hayatını ıslah edilmesini emrediyor. Allah’ın vahiy ve peygamberler göndermesi, hakka davet etmesi, yeryüzünün en güzel biçimde yaratması, hakkı ve batılı açıklaması, küfrün, zulmün, kötülüğün ne olduğunu açıklması, fesadı ve ıslahı göstermesidir.

Ancak insanlar Allah’ın ölçülerini bırakıp kendi hevalarına uydukları sürece fesat yagınlaşır. Hayat zorlaşır, zulüm ve haksızlıklar alır başını gider. 

Allah’a isyan, küfretmek ve masiyette bulunmak fitne ve kargaşa çıkarmak, zulmetmek gibi şeyler de fesadtır. Bu tür davranışlar yeryüzünün fesadı insanların, bitkilerin dini ve dünyevi maslahatıların zarar görmesi demektir. Demek ki Allah’tan başkasına kulluk etmek hayatın her alanında fesada sebep olur.

Ama Allah (c.c.) peygamberlerin diliyle bütün insanlığa; “ıslah edilmiş, düzeltilmiş yeryüzünde fesad çıkarmayın” diye emrediyor. (A’raf 7/74. A’raf 7/86. Hûd 11/85. Şuarâ 26/183. Ankebût 29/36)

*Savaş haklinde iki müslüman toplumun ıslahı;

Müslümanlar arasında bir anlaşma olduğu zaman diğerlerinin onların arasını ıslah etmeleri gerekir. “Eğer mü’minlereden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını ıslah edin…” (Hucurât 49/9) Buradaki ıslahın onların arasındaki anlaşmazlıkların ,giderilmesi, kavga veya savaş halini sona erdirme, barıştırma olduğu açıktır.

Aslında mü’minler kardeştir, Birbirlerine kardeş gibi davranmaları gerekir. Her ne sebeple olursa olsun kavga etmeleri, savaşmaları, birbirlerine haksızlık ve zulüm yapmaları caiz değildir. Buna rağmen bu hükümleri çiüğneyip başka müslümanlara karşı baği olanlara karşı diğer müslümanlar her türlü dünyevi, kabilevi, meşrebi, grup taraftgirliği bırakıp o azgın müslüman grupla diğerlerinin aralarını bulmaya çalışmalılar.  Eğer azgın grup inadından vazgeçmeyip saldırganlığa  devam ederse, onlarla fiilen mücadele etmek (kıtal) bile gerekebilir.

Âyette şart edatı kullanılıyor. Yani mü’minlerin kavga etmesi veya savaşmaları aklın ve şeriatin alacağı şey değildir. Şayet bu yanlışlığa düşerlerse demektir.

Âyetten fitnenin daha küçükken, daha küçük gruplar arasında olduğunda önlenmesi gerektiğini de anlıyoruz. Aksi halde büyük gruplar arasındaki anlaşmalıkları ıslah etmek giderek zorlaşır.

Bu ıslah faaliyetinde öncelikle anlaşmazlığa, kavgaya, sürtüşmeye sebep olan şeyler üzerinde durulması gerekir. Bunlar bir doktor titizliği ile teşhis edilmeli, iyi niyetle bu sebepler ortadan kaldırılmaya, iki tarafın razı olacağı çözümler üretilmeye çalışılmalı. Bu çaba da müslümanlar arasında ıslah faaliyetidir.

Âyette ıslah “beyne” edatı ile birlikte geçmektedir. Bu durum Kur’an’da belirli sayıdadır ve kesinlikle barış anlamına gelmektedir. Yani kişilerin arasının düzeltilmesi, barıştırılması demektir. (Bekara 2/182, 224. Nisâ 4/114, 128. Hucurât 49/9-10. Enfal 8/1’de “aslihû zate beyneküm-aranızdaki ilişkiyi düzgün tutun” şeklinde geçiyor)

Âyette ıslah iki defa söz konusu ediliyor. İkinciden sonra adalet gündeme geliyor. Bu, taraflar arasında kavga veya bitmiş, taraflar anlaşmaya razı olmuş demektir. Bunların arasını ıslah ederken adaletle davranılması emrediliyor. Allah’ın emrine derken, Allah’a ve Peygambere itaate dönün,  şeklinde anlaşılabileceği gibi, barışa yanaşmak üzere sorumluluk bilinciyle hareket etmeye teşvik de olabilir. Zira takva bilinciyle hareket etmek kişiyi anlaşmaya, hakkı gözetmeye, hakkaniyetle hareket etmeye, ifrat ve tefritten, saldırgan olmaktan uzaklaştırmaya sevk eder.

Azgın veya saldıragn bir grup müslümanı yAllah’ın emrine gelinceye kadar savaşmak (mücadle etmek) elkbette onları öldürmek, mallarını yağmalamak, esir almak, işkence etmek değil, aralarındaki kavgayı önlemek, sulh ortamını sağlamaktır.

İki grup veya iki müslüman devlet arasında bu gibi kavga anlaşmazlık veya savaşı önlemeye çalışmak ıslahtır.  Bir taraf saldırganlığa devam ederse ona yanlışlıklar ısrarla anlatılmaya çalışılmalı, onları ikna etmek için bütün imkanlar seferber edilmeli, baskı malzemeleri devreye sokulmalı. Ancak adaletten sapmamalı, haksızlığı anlaşmazlığı önleyeceğiz diye yeni haksızlıklara, mağduriteyetlere yer verilmemeli. Çünkü Allah (c.c.) her şartta adaleti emreder. (Nisâ 4/135. Mâide 5/8)[15]

*Çocukların ıslahı

Sağlıklı bir çocuk için sağlıklı yuva kurmak, maddi ve ruhi bütün tedbirler alındıktan sonra da salih kullar gibi Allah’a dua etmeli: “… Eğer bize eli ayağı düzgün, kusursuz (salih) bir çocuk bahşedersen, söz, Sana şükreden kimselerden olacağız…” (A’raf 7/189)

“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetimi ıslah eyle (neslimi de iyilikte daim eyle). Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf 46/15) diye niyaz etmeli.

Anne babanın çocuğun ıslahı şüphesiz ki onu usulüne göre terbiye edip yetiştirmektir. Onu geleceğe hazırlamaktır. Onun salih bir insan olması için elinden geleni yapmaktır.  

*Yetimlerin ıslahı;

Kur’an yetimlerin üzerinde çok durur. Genel anlamda yetim, muhtaç olduğu şeyden yoksun olandır. Bilinen manası ile ana-babasından birini veya her ikisini kaybeden masum, çaresiz çocuktur. Kur’an onlara nasıl davranılacağını pek çok ayette anlatıyor. Cahiliye döneminde onlara haksızlık yapılıyor, mallarını ellerinden almak üzere onlarla evleniyor, itilip kakılıyorlardı. Kur’an Yetimlerin korunması, savaş ganimetlerin onlara pay verilmesi, onlara karşı adaletli davranılması ilkelerini getirdi. Onları azarlamayı, sert ve kaba olmayı yasakladı, onlara yardıma teşvik ediliyor. Bir ayette: “Sana yetimlerden soruyorlar. De ki onları ıslah etmek daha hayırlıdır. …” (Bekara 2/220) buyuruyor. Buradaki ıslahı onların maddi ve manevi durumlarını düzeltip, onların yetiştirip topluma katılmaalarını sağlamak, ya da Kur’an önerdiği davranışları sergilemek diye anlamak gerekir.

*Vasiyetçiyi ıslah;

Vasiyetçi ölüm anında ağır hastalık, psikolojik durum sebebiyle malını saçıp savurursa, ciddi bir hata yaparsa ona müdahele edilir, varislerın mağduriyeti önlenir. Tabi usulüne göre. Kur’an şunu tavsiye ediyor: “Fakat kim vasiyet edenin yanlı veya kasıtlı davrandığından endişe eder ve (mirascıları) arasını ıslah ederse, bu durumda kendisine herhangi bir vebal yoktur. Elbette Allah Ğafur ve Rahimdir.” (Bekara 2/182) 

*Karı-koca arasının ıslahı;

Kur’an ailede geçimsizlik olduğu zaman nasıl hareket edileceğini gösteriyor. “Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ 4/128) Burada ıslah kelimesinin fiil hali kullanılıyor.

Eşler kendi aralarında sorunu çözemezlerse Kur’an onlara hakeme yönlendiriyor: “Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak (ıslah etmek) isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Nisâ 4/35) Burada ıslahı karı kocanın arasındaki anlaşmazlığı gidermek, onları barıştırmak olduğu açıktır.

Bu iki çözüm de çare olmazsa ve netice alınamazsa ve eşler boşanmak zorunda kalırlarsa Kur’an bir başka çözüm öneriyor: “Boşanmış kadınlar, üç temizlenme süresince kendilerini gözetlerler. Zira, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah’ın rahimlerde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir. Bu süre zarfında barışmak isterlerse, bu durumda kocaları onları almak hakkında öceliğe sahiptirler…” (Bekara 2/228) Bu rada ki ıslah kelimesinin karı kocanın barışması anlamında kullanıldığı açıktır.

*İnsanların ıslahı;

Kur’an tedrici bir ıslah metodunu uygular. Önce kişilerin ıslahı, sonra ailelerin, sonra toplumun ıslahı öngörür. Fertler ailenin çöekirdeği ailelr de toplumun çekirdieğidir. Fertler düzgün olursa aileler, aileler düzgün olursa toplum düzgün olur. Tersi de mümkün. O yüzden Kur’an kişilerin bir şekilde ıslah edilmesini önemser.

Peygamber (s.a.s.) ilk İslam toplumu oluşturmaya önce kişilerden ve hatta önce kendi akrabalarından başladı. Kur’an’ın  hedefi hayatı vahiyle inşa etmek ve insana dareyn saadeti kazandırmaktır. Onun ıslah faaliyeti emri de bu amaca yöneliktir.

Fertlerin sılahının iki yönü vardır. Birincisi; her insan Allah’ın kulu olduğu bilinciyle kendini düzeltmeli, Kur’an’ın salih amel dediği işleri yapmalı, yanlışlarını gözden geçirip düzeltmeli. Bu ıslah faaliyetine bir ömür devam etmeli. Zira insan hayatı bir kemalat yolculuğudur. Daha iyi insan olabilme sürecidir. Salihlerde olma çabası ve yarışıdır. Bu Yaratıcıya karşı sorumlu davranma bilincidir.

Şu âyetlerde bu sorumluluğa işaret ediliyor. “Ey Adem oğulları! Size kendi içinizden âyetlerimi anlatacak peygamberler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınır ve kendini ıslah ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (A’raf 7/35)

 “Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (En’am 6/48) Ayet insanın sorumluluğunu tesbir ediyor, onun hür iradesiyle yaptığı seçime değer veriyor, bunun karşılığında tercihinin sorumluluğunu üslenmeye davet ediyor ve sonuçta yanlış tercihinin kendisi için fena olacağını ihtar ediyor. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/231)

Kur’an farklı ayetler insanın kendini ıslah etmesine işaret ediyor. Mesela;

“Kim (bu) haksız davranışından (hırsızlıktan) sonra tevbe eder ve kendini ıslah ederse (durumunu düzeltirse) şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Mâide 5/39)

Allah (c.c.) günahından sonra tevbe edip hatasından vazgeçenleri affedeceğini söylüyor.

“Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’am 6/54)

İnkârda direnenler bu inatlarından vazgeçip tevbe ederlerse, davetin gereğini yaparlarsa affa uğrarlar. “İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramalarıdır. Bu lanete ebedi gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz. Ancak, bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Âli İmran 3/87-89)

Allah’ın indirdikleri apaçık hakiketleri gizleyenler laneti hak ederler . Ancak bundan pişman olup tevbe edenler, kendislerini ıslah edenler hariç. (Bekara 2/160)

Münafıklarda nifaklarından ve fitnelerinden vazgeçip ıslah olurlarsa mü’minlerin kardeşleri olurlar. “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler (ıslah olanlar), Allah'a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız onun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekte) müminlerle beraberdirler ve Allah müminlere yakında büyük mükâfat verecektir.” (Nisâ 4/146)

Hatta fuhuş yapanlar bu çirkin adeti bırakıp tevbe edeip kendilerini ıslah ederlerse cezadan kurtulurlar.  “İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, ıslah olurlarsa (uslanırlarsa) artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.” (Nisâ 4/16)  “Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Nûr 24/5)

“Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine haksızlık ediyorlardı. Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl 16/119)

Eşler arasında tam bir adalet sağlamaktan korkan mü’minler hiç olmazsa eşlerin, işlerin, aralarını düzeltir. Yani hepsini güzelce idare eder. “Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında adil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir (ıslah eder), günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ 4/129)

Müslümanlar, kendilerine kötülük edenler bu kötülüklerinden vazgeçerlerse, veya aralarında anlaşma sağlanırsa artık intikam peşine düşmezler. Onlara düşen bulundukları yerde sağlanan barış ortamını korumak ve sürdürmektir.

“Bir kötülüğün cezası, ancak ona denk bir karşılık olabilir. Ne var ki kim affeder ve ıslah ederse (barış yaparsa, barışı korursa) onun mükâfatı Allah'a aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri asla sevmez.” (Şûra 42/40)

Islahın ikinci yönü de dışarıya doğru olanıdır. Bu da aileden başlar topluma doğru yayılır. İman edip sâlih amel işleyen, yani sâlih olan bir mü’min, kendisi ‘vahy’ ile ıslah olduktan sonra ailesininin ve toplumun ıslahı için de çalışır.

Burada Kur’an’ın ‘muslih’ dediği aktif mü’minlerle karşılaşıyoruz.

 

  • Kur’an’da muslihler

Muslih; ıslah eden, düzelten, tamir eden, bir şeyi iyi ve doğru yapan, insanların arasını düzelten demektir.  Muslih aynı zamanda üretken insan demektir. (Kurtubi, 13/254’den.) !!!!  Böyle olunca da bir işleri düzgün, sağlam ve hemde kaliteli yapan demektir. O halde burada kabiliyet, kapasite, bilgi, beceri söz konusudur.

Kur’an’da mutlak muslih Allah’tır. İnsanlar da ıslah işiyle sorumludur. Öncelikle peygamberler, alimler, adaleti uygulayan yetkililer, din ve dünyalarında insanlara faydası dokunan ve yararlı işler yapabilen herkes bu kavramın içinde yer alır. Reşid Rıza, Menar 8/427’den.[16]

Muslih, müfsidin zıddıdır. Müfsid ne kadar olumsuz, yıkıcı, bozucu aktivetelerin yapısıcı ise, muslih de tam tersi, yapıcı, onarıcı, ıslah edici, düzeltici ve barış gönüllüsüdür.

Muslih; Allah’a karşı görevlerini yapmakla beraber insanların iyiye güzele doğruya varabilmeleri için onlara yardımcı olan kişi demektir. (Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi,  s: 165)

Toplum içinde muslihler olduğu sürece helak olmaz. “Rabbin, halkı muslihler olduğu halde, ülkeleri haksız yere helâk etmez.” (Hûd 11/117)

1.Emr-i bi’l-ma’ruf, nahy-i ani’l-münker yapacak bir grup olmalı,

2.Bir toplumda bir miktar ıslah eden kimesin veya salihlerin olması, kötülüklere müsamaha edilen bir toplumda helâk olur. Bu helâkın boyutları tartışılır.

3.Bir toplumun durumu o toplumda ıslah yapanların etkin olup olmadığına bağlı.[17]

Toplumda salih olmak yetmez. Muslih de olmak gerekir. Salih kendisi için iyi, ama muslih hem kendisi iyidir, hem de başkalarının iyi olması, onların da ıslah olup salih insan olmaları için çaba gösternedir. Bu bir açıdan cihad faaliyetidir.

Salih iyi insan ve müslüman, muslih ise daha iyi insan ve daha iyi müslümandır. Salih pasif iyi, muslih aktif iyidir.

Muslih, içine kapalı bir kimse değil; dışa açık, dışa doğru faaliyet gösteren, kendi taddığı güzellikleri başkasına da taşıyan, kendi ne ile ıslah olmuşsa, onlarla başkasını da ıslah etmeye çalışan kişidir. Islah olmak kendisine ne kazandırmışsa başkalarının da aynı şeyleri kazanması için faaliyet gösterendir.

Müfsidler toplumda şer unsurlardı. Kur’an’da sürekli yerilmektedirler. Çünkü onlar fiili olarak her toplumda toplumun hzurunu bozan faaliyetlerin içindediler. Münafıklar gibi.

Muslih toplumu ,ıslah etmeye çalışırken, müfsid toplumu ifsat etme çalşır. Bu iki tip her toplum için bir gerçekliktir.

Önemli olna kişinin bu mücadelede kimin safında yer aldığıdır.

“(Lût) Rabbim müfsid bir topluma karşı bana yardım et” (Ankebut 29/30) diye dua etti. Onun müfsid dediği kimselerin toplumda ahlaki çürümeye, toplumsal ve ailevi yıkıma sebep olduklarını Kur’an’dan öğreniyoruz.

Yetimlerle ilgili âyetin bir bölümünde şöyle deniyor: “… Kaldı ki Allah müfsidi muslih’ten ayırmasını bilir”.  (Bekara 2/220) Müfsid yetimlere eziyet edendir, onların hayrını istemeyendir, onların işlerine takoz koyandır. Muslih ise, onlara bakandır, işlerini ıslah edendir, yetişmelerine, salih insan olmlarına yardımcı olandır. Burada yetimler hakkında muslih olanın Kur’an diliyle övüldüğünü görüyoruz. 

Bir âyette muslih zıddı olarak cebbar geçmektedir. “Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek, düzelticilerden olmak istemiyor da, bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!” (Kasas 28/19) Muslih’ın zıddı olarak cebbar insanları zulmen va haksız yere öldürmek olduğu dikkate alınırsa muslih’ın bunun tersi olarak insanları öldürmek ve onlara zulmetmek yerine, onların arasını düzelten, barıştıran, güzel bir metodla düşmanlıkları azaltmaya çalışan manası öne çıkar. (Taberî, 20/50) Zira muslih mutlak anlamda hareketleri dışa yansıyan, yani kendisi aktif rol oynayan demektir. Hareketleri dış çevrede görülen, inancının gereğini yerine getiren ve getirttiren bir yapıya sahip kişidir. Fakat bu işi cebbar vasfın olduğu gibi kahr yoluyla, cebren değil de insanların arasını söz ve davranışlarıyla ıslah ederek yapan kişidir.[18] Peygamberler cabbarlık sıfatından uzaktır (Kaf 50/45)

Kur’an muslih olanlara şu müjdeyi veriyor:

“Ve kitaba o sımsıkı sarılanlarla namazı dosdoğru ve devamlı yerine getirenler(i elbette ödüllendireceğiz). Dürüst ve erdemli olmayı benimseyen ve bunu öğütleyen (muslih) kimselerin hakkını elbette ziyan etmeyeceğiz!” (A’raf 7/170)

“Yoksa biz, iman edip de iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Veya (Allah'tan) korkanları yoldan çıkanlar gibi mi sayacağız?” (Sâd 38/28)

  • Islah şefaat ilişkisi

Şefaat’ aynı zamanda aracı olmak, yardım etmek, öncülük yapmak gibi anlamlara da gelir. Nitekim Kur’an’da bu manada kullanılmaktadır:

“Kim güzel bir şefaatte bulunursa (güzel bir şeye aracı olursa), ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatte bulunursa (kötü bir işe aracılık) yaparsa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah (cc) her şeyin üzerinde koruyucudur.” (Nisâ 4/85)  

Burada ‘şefaat’ olarak ifade edilen aracı olmayı, Peygamberimiz, ‘kim güzel bir sünnet (adet, tavır) başlatırsa’ diye ortaya koymuştu.

Denildi ki buradaki ‘şefaat’ hayır olsun, şer olsun, insanların bir yola girmesini sağlamak, onların o yola girmesine aracı olmaktır. ‘Hasene olan şefaat’, insanların iyiliği,onların faydası için çalışmak, onlardan zararı uzaklaştırmaya gayret göstermek, kötülükleri önlemeye çalışmaktır.

Ebu Musa (ra) anlatıyor: “Peygamber (sav), bir ihtiyacının giderilmesini isteyen birisi gelince arkadaşlarına döner ve ‘ şefaat edin, ecir kazanın. Allah da Rasulünün diliyle dilediğine hükmetsin’ derdi.”[19]

‘Seyyie olan şefaat’ ise, insanların kötü yollara gitmesi için çalışmak, onların kötülüğü ve sapıtması için çaba harcamak, onların zararı için gayret etmektir. İnsanların kötü yollara sapması için sebep hazırlamak, yardımcı olmaktır. Şüphesiz ki bu şekilde, iyi veya kötü olarak ‘şefaat’ etmek, insanlara yardımcı olmak karşılıksız değildir, herkes yaptığının karşılığını alır.

‘Şefaat’ bir yönüyle de yardımdır. Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır.

Bu türlü bir şefaat çeşitli şekillerde olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka daveti bir şefaat olduğu gibi onların, ümmetleri için dua edip, affedilmelerini istemeleri de bir şefaattir.

 

  • Islah ya da fesada karşı tavır

Kur’an hz. Şuayb’ın diliyle şöyle diyor: "Ama Allah’tan korkup sakını ve beni izleyin. Haddi aşanların isteklerine uymayın. Böyleleri ıslah etmedikleri gibi yeryüzünde fesad çıkarmaktan geri durmazlar.” (Şuarâ 26/152)

Hz. Salih’in kavmi arasında bulunan dokuz kişi de bunlar gibiydi.  “O şehirde dokuz kişi (elebaşı) vardı ki, bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar, ama ıslah etmiyorlardı.” (Neml 27/48) Bu serkeş adamlar hz. Salih’e inanmadıkları gibi, onda uğursuzluk var diye iddia ediyorlardı. Hatta hz. Salih’i ve ailesini ortadan kaldırmayı planlıyordı. Allah (c.c.) onların tuzaklarını başlarına geçirdi. (Neml 27/49-52)

Buna karşı muslih olanlar ifsadtan uzak dururlar, ıslah etmeye, düzeltmeye, onarmaya, iyilik tarafına bakmaya, barıştırmaya, uzlaştırmaya, fitne olan şeylerden uzak durmaya çalışırlar. 

Kur’an ‘mü’minlerin veya hata yapanların kendilerini düzeltmeleri gerektiğini emrettiği gibi, yerine göre başkalarını da ıslah etmeyi bir görev olarak onlara yüklüyor. Mesela yetimlerlere bakmak, onlarla ilgilenmek, işlerini yoluna koymalarına yardımcı olmak bu ıslah görevlerindendir. (Bekara 2/220)

Pek çok konuşmanın bir değeri yoktur. Pek çok lakırdı havada uçuşur gider, Hiç bir işe yaramaz. Pek çok konuşma Kur’an’ın lağv dediği boş gevezelikler, mâlaya’ni olan şeylerdir. Kur’an hangi konuşmanın değerli olduğunu şöyle ortaya koyuyor.

“Aralarında gizli konuşmaların çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka, yahut iyilik, ya da insanların arasını düzeltmeyi (ıslahı) emredenin (konuşması) hariç…” (Nisâ 4/114)

Söz oldur ki ıslaha yardımcı ola desek yanlış olmaz.

Bu konuda peygamberler mükemmel örnektir. Peygamberler hem sâlih hem de muslih idiler. Muslih olmak da zaten onların peygamberlik görevidir.  Kendileri maslahat olan şeyleri yapmışlar, mefsedet olan şeylerden uzaklaştılar, salih ameller işleyip salih kullar oldular. Hitap ettikleri insanlara maslahatı kazandırmak, mefsedetten uzaklaştırmk için çaba göstererek muslih oldular. Onların görevi inançta ve sosyal düzende yerleri ve hedefleri sapmış, bozulmuş, yanlışa dönüşmüş her şeyi yerli yerine koymak, insanı ve onun yaşadığı hayatı ıslah etmektir. Peygamberlerin beşir ve nezir olması aynı zamanda onların muslih olmaları manasına geliyor.

“Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim.” (Hûd 11/88)

 “Allah adına ettiğiniz yeminler, erdemliliğe, sorumluluğu yerine getirmeye ve ınsanlar arasını ıslaha etmeye engel teşkil etmesin. Allah Semi’dir, Alim’dir.” (Bekara 2/224) Âyete göre kişinin olumlu bir şeyi yapmamak üzere yemin etmesi doğru değildir. Kişinin, yaptığı bu tür yeminlerle amel etmeyip, yeminine rağmen erdem, sorumlulşuk ve ıslah doğrusltusunda davranmasını gerekir.[20]

Peygamber (s.a.s.) buyurdu: “Dikkat edin size oruç, namaz ve sadakadan daha üstün olanı bildireyim mi? Dedi. Sahabeler: Evet deyince. “Kişilerin arasını düzeltmektir (ıslah). Zira kişilerin aralarını bozmak (imanı kökünden) kazır.”[21]  

Saliha’nın çoğulu salihâttır. Bu da salih ameller, bir başka deyişle ıslah edici iyilikler demektir. Kur’an bunu 63 yerde ve genelde iman ile birlikte kullanıyor. Bir de hasenât kavramı var. Bu hem sevap kazandıran amelleri, hem de bizzat sevabı ifade eder. Kur’an şöyle diyor: “Kim bir hasene ile gelirse ona onun on misli ecir (ödül) vardır.” (En’am 6/160) Salihâtın karşılığı bire on değil doğrudan cennettir. “Kim -kadın ve erkek farketmez- iman ettiği halde salihat işlerse işte onlar cennete gireceklerdir.” (Nisâ 4/124)

Hasenât tıpkı sâlih olmak gibi kişinin kendisine dönük olan iyilik, salihât ise sonuçları başkasına dönük iyiliktir.  Hak ve sabır üzere olmak hasenât, bununla yetinmeyip başkalarına bunları ulaştırmak salihâttır. Allah’ın razı olacağı ve sevap vadettiği amelleri işlemek hasenât, bunları başkasına ulaştırmak, ya da başkalarının da bunları yapmasınna yardımcı olmak salihâttır. Hasenât olan amelleri bir mü’min başkasının faydasına olacak şekilde yerine getirirse bu salihât olur. Salihât öznesiyle birlikte başkalarını da kuşatan ve onu iyi yapan iyiliklerdir. Salihât şahsıyla birlikte başkalarını da iyi etmeye, başkalrına da iyilik götürmeye çalışmaktır.

Salihât bir ıslah faaliyetidir. Islah çabası hak talebinden daha önceliklidir. Zira ıslah çabası toplumsal, hak çabası bireyseldir. Bireysel bir hak talebi sadece sahibine yarar. Ama toplumsal bir ıslah çabası, çabanın sahibiyle birlikte topluma yarar. Gök kubbede hoş bir seda bırakacak olan da salihâttır.  “Baki kalacak olan salihât, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı ve kazanç bakımından daha üstündür”. (Meryem 19/76) “Bana hasenat yeter” deyip salihâtı işlemeyen yani ıslah çabasında bulunmayan müslüman yine de iyidir. Ama pasif iyidir. Mü’min daha iyi olmak ve kalıcı olan sonucu elde etmek istiyorsa, aktif iyi olmalı.[22] Yani ıslah görevini de ihmal etmemeli. Her nerede olursa olsun, şartların getirdiği kadar, gücü yettiği kadar, usûlüne göre ıslah faaaliyetlerine devam etmeli.

Yeryüzünün ıslahı onu mamur etmek, yaşanır halde tutmak, ifsadı is onu yaşanılmaz hale getirmektir. Manevi alanda ıslahı onu Allahın gösterdiği yolda onun emir ve yasaklarına riayet etmek sağlanır, ifsadı iser küfrü, masişyeti, zulmü ve fitneyi yaymakla olur.

Kur’ân, Allah’ın yeryüzünde hâkim kılmak istediği yaşama biçimine karşı çıkan girişimleri bozgunculuk saymakta, düzeltme ve iyileştirmeden (ıslâh) yana olduklarını iddia etmelerine rağmen bu girişim sahiplerini gerçek bozguncular olarak nitelendirmektedir (Bekara 2/11).

Mü’minler, öncelikli olarak kendileri ıslah olmak ve fesat işlerden uzak durmak zorundadırlar. Sonra da birbirlerine destek olarak fitne ve onun bir benzeri olan fesada karşı mücadele etmeliler. Onlar, fesada ve fitneye yol açacak davranışlara fırsat vermezler. Fesatçılara karşı direnirler, onların ifsatlarını kolaylıkla yapmaları için meydanı boş bırakmazlar. Müslümanlar bu görevi yerine getirmedikleri zaman yeryüzünde fesat giderek yaygınlaşır. (Enfal 8/73)

Müslümanlar, fitne ve fesadı önlemek üzere müfsitlerin (bozguncuların) peşlerinden gitmezler, onlara ve onların sistemlerine, fikirlerine, eylemlerine hiç bir şekilde destek olmazlar. (A’raf 7/142) Onlar akıllı insanların yaptığı gibi yaparlar: Fesat zihniyetini iyi tanırlar ve onunla mücadele ederler. (Ra’d 13/22)  

Yeryüzünde fesada sebep olan münafıklar ve inkârcılar birbirlerine her konuda –özellikle fesat çıkarma işinde- birbirlerinin yardımcılarıdır. Toplumun huzurunu bozan bu müfsitlere (fesatçılara) karşı ıslah edicilerin-muslihlerin (huzuru veya sulhu sağlayanların) işbirliği yapmaları gerekir. Öyleyse huzurunu bozan bu müfsitlere (fesatçılara) karşı ıslah edicilerin-muslihlerin (huzuru veya sulhu sağlayanların) işbirliği yapmaları gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa yeryüzünde fitne ve fesat devam eder. Hatta daha da yaygınlaşır. Bu fitne ve fesat günün birinde fesada karşı kılını bile kıpırdatmayan kimseleri de vurur. Kur’an diyor ki: “Kafir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmezseniz) yeryüzünde bir fitne ve bir büyük fesat olur.” (Enfal  8/73)

Allah (c.c.) insanlar düzen ve huzur içinde, fesattan uzak yaşasınlar diye peygamberler ve onlarla beraber din göndermiştir. Yani ilâhî kurallar göndermiştir. Bu ilâhî kurallar insanlar arasında ve toplumda düzeni sağlar, fesadı önler.

Mü’minler, müfsid olamazlar ve müfsidlerin peşinden gidemezler. Kur’an; “... erdemi ve ilahî sorumluluk bilincini geliştirmede birbirinizle yardımlaşın, kötülüğü ve düşmanlığı artırmada değil; Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun:...” (Maide 5/2) diyerek ıslah edici mü’minlere yol gösteriyor.

Müfsidler hayır ve takvada değil, günah işlemede, haddi aşmada ve İslamın fesad dediği işleri yaygınlaştırmada yarışırlar. Daha fazla haram işlemek üzere yarış yapanlar temiz kalamazlar. İşi gücü, diğerinden daha fazla günâh işlemek, daha fazla haram yeyip şişmek, daha fazla fitneye sebep olmak olanlara iyi demek mümkün mü?   

Toplumun huzurunu bozmak, değerli olan şeyleri değersiz hale getirmek, hakları ihlâl etmek, insanları İslâmí hükümlerden uzaklaştırırak beden, aile, toplum ve sosyal hayat dengesini bozmak, haram ve günahların alabildiğine yaygın olması fesattır.

Haksız yere kan akıtılması, savaşların, bazı insanların diğerlerinin yaptıkları yüzünden zarar  görmesi, hatta çevre dengesinin bozulması fesattır.

Günümüzde medya dedeğimiz yazılı ve görsel basın, internet ve bütün iletişim araçları aslında birer maslahat veya mefsedet imkanlarıdır.

Fesadın/şirkin/batılın inşa ettiği bir kafanın elinde olan bu araçlar elbette fesada hizmet ederler. Bunlar vahyin/hakikatin/salah’ın inşa ettiği kafanın elinde olursa da maslahata hizmet etmesi mümkündür. Ya da herkes kendi mayasına göre bu araçları kullanır. Kimisi içindeki fesada ortak arar, onu yaygınlaştırmak veya başkalarını istismar için kullanır.

Islahtan/maslahattan yana olanlar bunların insana lutfedilen birer nimet olarak görürler. Dolaysıyla bu imkanları insanların hayrına kullanmak isterler. Bunları iyiliklerin ve güzelliklerin paylaşılması, yaygınlaştırılması, bilmeyenlere de ulaştrırılması için birer imkan sayarlar.

Zira böyleleri bilirler ki, güzellikler paylaşıldıkça çoğalır ve tadına varılır.

Böyleleri bilirler ki iyilik ve takva konusunda yardımlaşma imanın gereğidir.

Böyleleri bilirler ki bugün yeryüzünde herkes bu araçları kendi emellerine ulaşmak için kullanmaktadırlar. 

Kur’an şöyle buyuruyor: "O aşırıların emrine uymayın."  Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyenler(in sözüyle hareket etmeyin).” (Şuarâ, 26//151-152)

Aşırı gidenlerin işini benimsemeyin, yoldan çıkanların tavrına uymayın, haddi aşanların yolunu izlemeyin, bozguncularla birlikte hareket etmeyin diye de anlamak mümkün.

Bu tavsiyenin sadece inanç konusunda geçerli olduğunu düşünmek, sanırım âyetin kapsamını daraltmak anlamına gelir. Bu emir/tavsiye hayatın her alanında geçerlidir.

İnançta, amelde, ahlâkta, ilişkilerde, değer yargılarında, yönetimde (hükmetmede) ve özellikle günümüzde medya karşısında. Bugün medyanın büyük bir bölümünün müfsitlerin elinde olduğunu unutmamak gerekir. Bunların bütün işlerinin ve güçlerinin ‘ekini/geçim kaynaklarını ve nesilleri’ ifsat etmek olduğunu akılda tutmak gerekir.

Bunlar her gün değil, her saat binlerce ifsat edici haberi, resmi, yazıyı, yorumu, belgeseli, eğlenceyi, magazini, aspragası, seviyesizliği, yalanı, abartıyı yaymaktadırlar. Öyleyse bunlarla az muhatap olmalı, muhatap olunduğu zaman da seçici olmalı, bunların bu özelliği asla unutulmamalı. Bunların karşısına fertleri ve toplumu ıslah edici altarnetif geliştirmeli. Bunların karşısında pasif birer okuyucu/izleyici olmak yerine, aktif bir seçici, kendi tercihine hakim olan birisi olmalı.  

 

  • Son söz

Bir mü’min öncelikle kendisi ıslah etmeye devam etmeli. Bu faaaliyet ölene kadar sürer. Zira yukarıda geçtiği gibi ömür bir kemalat (olgunluk) yarışıdır. Daha iyi olmanın sınırı yok. Kişi elinden geldiği kadar daha iyi olmalı, daha iyi olmalı. Mü’min ikinci olarak çocuğu varsa onları iyi yetiştirmeli. Ahlaklı, edepli, muttaki, iki dünyalı yaşayan, hak ve hukuku bilen ve iyilikler için çalışan birer fert olarak yetiştirmeli. Mü’min üçüncü olarak toplumun ıslahı için çalışmalı. Bu insan yetiştirmeye katkıda bulunmaktan, hayırlı işlere destek olmaya kadar geniş bir alanı olan bir faaliyettir. Müslüman toplumun ılsahı için çalışmalıyım diyorsa İslâmın fesad dediği ve yukarıda bir kısmını saymaya çalıştığımız ifsad edici işlerden uzak olmalıdır. Ki en önemli ıslah bence budur. Bunun yanında toplumdaki hayırlı faaaliyetlere katılmak, maddi ve manevi yardımda bulunmak, fitnelere, asabiyete, grupçuluğa düşmemek, insanları hayra davet etmek, iyilik ve takva olan yarışlara katılmak, iyi olan şeyleri teşvik, kötü olan şeylere usulüne ve yerinde engel olmaya çalışmak, insanları hakka ve sabra davet etmek toplumsal ıslaha yardım etmektir. 

Allah (cc) mü’minleri müfsid olmaktan sakındırıyor:

“... ve Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de (başkalarına) öyle iyilikte bulun; ve sakın yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma. Çünkü, şüphesiz, Allah müfsidleri  sevmez!” (Kasas 28/77)

Allah (c.c.), müslüman ümmeti nitelendirirken şöyle buyurmaktadır:

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a inanırsınız...” (Âli İmran 3/110)

“… Eğer Allah’ın insanların bazısını diğer bazısı ile def’ etmemiş olsaydı, yeryüzü fesada uğrardı. Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sınırsız lütuf sahibidir.” (Bekara 2/251)

Müfsidlerin fesadlarını savacak olan da, insanı, aileyi ve toplumu ideal bir şekilde ıslah edecek olan da,  barış ortamının kurulması için çaba gösterecek olan da insanlar arasında çıkartılmış en hayırlı ümmettir, mü’minlerdir.

 

Hüseyin K. Ece

22.12.2015

Zaandam-Hollanda

 

[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/180. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 571

[2] Abdülbâki, M. F. El-Mu’cem, ‘fe-se-de’ md. s: 518-519

[3] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417)

[4] TDV Meali Açıklaması, s: 508

[5] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/13

[6] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417

[7] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417

[8] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 178

[9] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 34

[10] Buhârî, İman/39. Müsned, 5/270

[11] Dumlu, Ö. Kur’an’sa Salah Meselesi, s: 10-13

[12] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/267. Cevherî, Ali. b. M. es-Sıhah, 1/564

[13] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 25

[14] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 127-128

[15] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi, s: 179-181

[16] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 157

[17] Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an,  2/431

[18] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi, s: 169

[19] Müslim, Birr/145 Nno: 2627. Ebu Dâvud, Edeb/no: 5131. Buharî, Edeb/37. Tirmizî, İlim/14 no: 2672. Nesâî, Zekât/65

[20] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/76

[21] Ebu Dâvud, Edep/58. Tirmizî’de şu ilave var: “Ben saçı traş eder demiyorum, fakat dini mahveder diyorum.” (Tirmizî, Kıyâmet/56)

[22] İslamoğlu,M. Pasif İyiden Aktif İyiye, s: 34-37