Kur’an’a göre Hz. Süleyman sadece bir din önderi değil aynı zamanda bir yönetici idi. O yalnızca dinî ilkeleri insanlara ulaştıran,  güzel ahlâkı öğreten bir din büyüğü değil; aynı zamanda toplumunu yöneten, onların çeşitli sorunları ile uğraşan,  onları korumak için önlemler alan, gerekirse onlar için savaşan bir liderdi.

 

Kur’an’da bazı peygamberlere diğerlerine göre farklı özellikler verildiği söyleniyor. Hepsinin ortak özellikleri olmasına rağmen, bazıları bazı alanlarda daha fazla dikkat çekiyor.

Söz gelimi her peygamber dürüsttür ve iffetlidir ama, Hz. Yusuf’un dürüstlüğüne ve iffetine daha fazla vurgu yapılır. Her peygamber sabırlıdır ama Hz. Eyyûb’un sabrına daha fazla yer verilir. Her peygamber aynı zamanda kendine bağlananların önderidir ama Hz. Davud’un, Hz. Musa’nın, ve Hz. Süleyman’ın yöneticiliğine daha fazla dikkat çekilir. Her peygamber merhametlidir ama Hz. Muhammed için “bütün âlemlere rahmettir” ifadesi kullanılır. (21 Enbiya/107)

Biz bu yazımızda Kur’an’a göre Hz. Süleyman’ın yöneticilik özelliklerini incelemeye çalışacağız.

 

-          Hz. Süleyman’ın özellikleri

-          Yöneticiliği

Hz. Süleyman’a görülmemiş bir mülk (hükümdarlık ve zenginlik) bağışlanmıştı. Çok farklı bir ordusu vardı. Başka ülke yöneticileriyle diplomatik ilişkileri, halkının yönetimi ve devletinin hakimiyetinin devamı için takip ettiği bir siyaseti vardı.

Bütün bunlar bir topluluğa veya siyasî bir güce sahip yönetici olan kimselerin özellikleridir.

         Kur’an’da anlatılan peygamber öykülerine bakarsak şunu söyleyebiliriz;  her peygamber aynı zamanda kendine inananların yöneticisiydi. Her biri zaman içerisinde  bir toplum oluşturmuş, o toplumu yönetmiş ve sorunlarıyla bizzat ilgilenmiştir. Hiç bir peygamber insanları İslâma davet ettikten ve bir kısmı da müslüman olduktan sonra onlara; ‘gidiniz, başınızın çaresine bakınız, benim işim ve yetkim buraya kadardı’ dememiştir.  Onların davetinde düalizm/din ve hayat ayrılığı yoktu.

Hz. Süleyman’ın  mülkü (hükümdarlığı ve serveti) diğer peygambere göre biraz daha geniş ve biraz daha değişikti.

         Kur’an’a göre o, yetkin, adaletli, dikkatli, disiplinli ve merhametli bir yönetici idi. O, kendisine bu geniş hükümdarlığın ve zenginliğin niçin verildiğinin şuurunda olarak, emrinin altındakileri adaletle yönetmiş, bir taraftan aldığı ilâhî ilkeler ile toplumunu eğitmiş, bir taraftan da dünyalık sorunlarını çözmeye çalışmıştı.

Ordusunu teftiş ederken Hüdhüd’ün izinsiz olarak kaybolduğunu gördü. Düzenli bir orduda bir görevlinin izinsiz bir yere gitmesi ya da görevini terketmesi suçtur.

Hüdhüd, Güneş’e secde eden ve bir kadın tarafından yönetilen Sebe’ ülkesinden bahsedince, hem Hüdhüd’ü cezalandırmadı, -çünkü niçin uzağa gittiğine dair bir gerekçe ileri sürmüştü-  hem de Hüdhüd’ün tek başına getirdiği bir haberle başkaları hakkında, araştırmadan hemen karar vermedi. Onların lehinde ve aleyhinde konuşmadı. Haberin doğru olup olmadığını araştırdı. Doğru olduğunu anlayınca da, o zaman geçerli olan devletlerarası diplomatik usûle göre onlarla temasa geçti.

Bütün bu tavırlar onun dikkatli, temkinli, sabırlı, olgun ve yerinde karar veren bir yönetici olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim onun bu güzel tavrı Sebe’ halkının müslüman olmasını sağladığı gibi, kendi halkının da rahat ve huzur içinde, onun rehberliğinde daha müreffeh yaşamasını sağlamıştır.

İyi bir yönetici halka merhametle muamele eder, onların davalarını adalete uygun olarak çözer, herkesin hakkını kendisine verir. Yönetim yetkisini kendinin ve ailesinin çıkarı için kullanmaz. Bu yetki ile şımarmaz ve kimseye tahakküm etmeye kalkmaz.

Hz. Süleyman’da bu kötü sıfatların hiç biri yoktu.  

Onun bu güzel yönetimi sayesinde israiloğulları tarih boyunca ulaşabilecekleri en yüksek güce ve rahata onun zamanında kavuşabilmişler, onun yönetimi altında başka ülkelerin saldırısına uğramadıkları gibi, kendileri de peygamberlerin yolundan sapmamışlardır. (A. Lütfi Kazancı, K. Tanıttığı Peygamberler, İzmir 1990, 3/58)

 

-          Alçak gönüllü oluşu

Kur’an, Hz. Süleyman’ın Allah (cc) katında güzel bir yeri olduğunu haber veriyor. (38 Sâd/40)

Çünkü o, kendisine emanet olarak verilen bu büyük servet ve hükümdarlıkla şımarmadı, kibirlilik göstermedi, hiç kimseyi tahakküm etmeye, insanlar üzerinde padişahlık taslamaya kalkmadı. 

Sebe’ kraliçesinin sultanlar (krallar) hakkında, ‘Onlar bir ülkeye (zorla) girdikleri zaman, orasını tahrip ederler, halkın ileri gelenlerini zillete (aşağılığa) düşürürler.” (27 Neml/34) diyordu. Hz. Süleyman bu gibi sultanlardan değildi. O bir ülkeye, o ülkenin topraklarını kendi devletinin topraklarına katmak için girmedi. Şerefli insanları da intikam duygusuyla aşağılamadı.

Hz. Süleyman farklı ordusuyla karınca vadisinden geçerken bir karıncanın diğerlerine; “Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçirmesin” dediğini duydu. (27 Neml/17-19)Bunun üzerine gülümsedi ve Allah’tan böyle bir olağanüstü nimete şükredebilme gücü istedi.

         Hz. Süleyman’ın böyle bir üstünlük ve bağış karşısındaki tavrı son derece dikkat çekicidir.

Hüdhüd, ‘senin henüz ulaşamadığın bir habere ulaştım’ dediği zaman, ona karşı kızmadı, kibirlenmedi, ‘bu küçücük bacağınla kendini bir şey mi sanıyorsun ?’ demedi. Kendisinin de bilmediği şeyler olabileceğini, Allah (cc) dilerse bir küçük kuluna, başkalarına vermediği bir şeyi verebileceğine inandı ve onun haberini araştırmaya değer buldu.

Sebe’ kraliçesinin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar yanına getiren ilim sahibi hakkında da aynı tavrı gösterdi. Allah (cc) dileseydi, kraliçenin tahtını Hz. Süleyman (as) eliyle getirebilirdi. İlimden nasibi olan birinin getirmesi, hem ilme teşvik hem de Hz. Süleyman hakkında bir tevazu göstergesidir.

Bazı kaynaklarda geçtiğine göre bunca servete ve mülke sahip olmasına rağmen, vaktinin elverdiği kadar eliyle sepet örer  ve günlük geçimini onunla sağlardı. (İbni Esir, el-Kâmil Fi’t Tarih, 1/229. D. Walker, İslâm Ansiklopedisi, Süleyman mad. 11/174,

 

-          Cömertliği

Kur’an’nın bildirdiğine göre cinler/görünmez varlıklardan  bazıları Hz.

Süleyman’ın emrine verilmişti. Bu varlıklar onun için farklı aletler, mabetler ve bu mabetler için süsler yapıyorlardı. Bunların bazıları bina ustaları ve dalgıçlar idi. (38 Sâd/35-38. 21 Enbiya/81. 34 Sebe’/12-13)

Bu görünmez varlıklar  Hz. Süleyman ne isterse onu yaparlardı. Bunlar arasında topraktan veya başka madenden yapılan havuz büyüklüğünde yemek kazanları ve tencereler, yemek kapları ve sahanları da bulunmaktadır. Kur’an’ın ifadesine göre onların yaptığı kazanlar veya tencereler yerinden kolaylıkla kaldırılmayacak kadar büyüktüler.

Demek ki Hz. Süleyman’ın emriyle çok yemek pişiriliyor,  geniş sofralar kuruluyor ve insanlara hesapsız ikramlar yapılıyordu.

Bu da Hz. Süleyman’ın ne kadar cömert olduğunu, sofrasının herkese açık olduğunu ve elindeki imkanlardan insanları en geniş anlamda faydalandırdığını açıkça göstermektedir.

 

-          İlginç bir ordusunun olması

Yöneticilerin veya devletlerin bir orduya sahip olması tarihten beri bilinen bir şeydir.

Herkes tarafindan bilinen bu gerçeğin pek olağanüstü bir tarafı da yoktur. Ancak Kur’an Hz. Süleyman’ın eşi ve benzeri görülmemiş ordusundan bahsetmektedir. Onun askerleri de diğer hükümdarların sahip olduğu askerler gibi olsaydı, bu askerlerin kendisini değil de faaliyetlerini söylerdi. Hz. Davud’un içinde bulunduğu ordunun Calût’un askerleriyle savaşması gibi.

Onun ordusu çok daha özel bir ordu idi. Böyle bir ordu şimdiye kadar görülmemişti ve bir daha görülmeyecekti. Çünkü onun ordusu birbirinden farklı  üç ayrı cins yaratıktan oluşuyordu. Bu orduda insanların yanında kuşlar ve cinler de var.  (27 Neml/17)

Âyette geçtiğine göre onun bu ordusu gayet düzenli, disiplinli, onun emriyle hareket eden, hedefi belli, kontrol altında  olan bir ordu idi. 

Nitekim Hz. Süleyman’ın, ordusunu teftiş ederken Hüdhüd’ü göremeyince, onun izinsiz bir yere ayrılmasının yanlış olduğunu, akla yatan bir gerekçe getirmezse onu cezalandıracağını söylemiştir.

Şüphesiz bir peygambere ve onun ordusuna başı bozukluk, yanlış iş, vahiy dışı hareket yakışmaz. (Kurtubî, el-C. li-A. Kur’an, 13/112. Ebu’s-Suud, Tefsir, 4/192. Ö. Zamahşerî, el-Keşşaf, 3/343)

 

- Adaleti:

Adalet, hakkı ait olduğu yere koymak, hakkı sahibine vermektir.  Hayatın bütün alanlarında adaletle hareket etmek hakların sahiplerine ulasmasını sağladığı gibi insanlar arasındaki barışı korur.

Kur’an, Hz. Süleyman’a ve babasına ilim ve hüküm (isabetli karar verme yeteneği) bağışlandığını haber veriyor.

Kendilerine verilen ilim ve doğru karar verme yeteneğiyle her iki peygamberin de adaletli bir yönetim uyguladıklarını, karşılarına gelen davaları adalete uygun çözdüklerini ve herkesin hakkını verdiklerini söyleyebiliriz.

Allah (cc), Hz. Davud’u yeryüzünde halife tayin ettikten sonra insanlar arasında hak ile hükmetmesini ona emretmişti. Hz. Davud’un ve ona peygamberlik, ilim ve hükümde mirascı olan oğlu Süleyman (as)’ın bu emri hakkıyla yerine getirdikleri açıktır. (38 Sâd/26)

Kur’an, Mekkeli müşriklerden eziyet gören Hz. Muhammed  (sav)’i teselli etmek ve onların eziyetlerine sabretmesini tavsiye etmek üzere Hz. Davud’u ve oğlu Hz. Süleyman’ı örnek getirip onları hatırlamasını öğütlüyor.

Yöneticiler, hakimler; yani hükmetme makamında olanlar adaletten niçin ayrılırlar?

Ya yakınlarını ve güçlüleri kayırma endişesi taşırlar,

ya, hasımlarından intikam almaya kalkarlar,

ya, verilen rüşvetin bedelini ödemek isterler,

ya, güçsüzlere ve düşman bildiklerine zulmetmeye kalkarlar,

ya da yükselmek ve şöhrete ulaşmak isterler.

Bunların hiç biri Hz. Süleyman’da yoktu

 

         - Anlayış Derinliği ve İsabetli Karar Verme Yeteneği:

         Kur’an, Hz. Süleyman’a hüküm (karar) vermenin öğretildiğini haber veriyor.  (21 Enbiya/78-79)

Hüküm’ kelimesi, yargı, karar verme, hikmet, doğruyu yanlıştan ayıran ölçü, yönetimde yetki gibi geniş anlamlara sahiptir.

         Âyet aynı zamanda bu her iki peygamberin Allah vergisi üstün yeteneklere ve güce sahip olmalarına rağmen, onların birer insan olduklarına dikkat çekmektedir.  

 

- İsabetli kararlarından örnekler:

- Ekin sahibinin davası:

Hz. Süleyman’ın hükümdeki isabetli ve adaletli davranışı ile ilgili Kur’an’da bir örneğe işaret edilmekte, ancak ayrıntılı olarak anlatılmamaktadır.  (21 Enbiya/78-79)

Kaynaklarda bu olayla ilgili şu bilgiler yer alıyor:

Anlatıldığına göre Hz. Davud’a dava için iki kişi geldi. Bunlardan biri ekin tarlası, ya da bağ sahibi, diğeri ise sürü sahibi idi. Birisi ekin ekmiş veya bir bağ-bahçe yapmıştı.Tarla sahibi Hz. Davud’a gelerek dedi ki:

-Bu adamın sürüsü geceleyin benim tarlama-bağıma girdi ve hiç bir şey bırakmadı (Aramızdaki meseleyi çözer misin?)

Bu olayın doğru olduğunu anlayan Hz. Davud (as) sürünün, tarlaya verdikleri zarar karşılığı tarlanın veya bağın sahibine verilmesine hükmetti.

Sürünün sahibi bundan sonra Hz. Süleyman’a gitti ve durumu anlattı. Hz. Süleyman babasının yanına gelerek:

-Ey Allah’ın peygamberi, hüküm senin verdiği gibi değildir.

Hz. Davud, - nasıldır? diye sorunca Hz. Süleyman şöyle dedi:

-Sürüyü geçici olarak faydalanması için tarla/bağ sahibine ver. Tarlayı/bağı da sürü sahibine ver. Ta ki sürü sahibi ekin tarlasını-bağı eski haline getirsin. Sonra da herkes kendine ait olanı tekrar geri alsın.

Bunun üzerine Hz. Davud; isabetli hüküm senin dediğin gibidir deyip, oğlunun görüşünü karar olarak benimsedi.”

(Taberî, Tarih 1/344. Taberí, el-C. Beyan 17/38.  F-Razi, et-T. Kebir 22/195. İbni Kesir, el-B. ve’n Nihâye 2/26. Ö. Zamahşerî, el-Keşşâf 3/125. Kurtubî, el-C. li-A. Kur’an 11/203. Âlusî, Ruhu’l-Beyan, 17/75)

 

- Çocuğunu kurt kapan annelerin davası:  

Ebu Hureyre Hz. Muhammed’in şöyle dediğini işitmiştir:

         “(Bir zamanlar) iki kadın ve o kadınlarla birlikte onların iki oğlan çocukları vardı. Bunlar (bir yerde iken veya yolda giderlerken) bir kurt gelerek bunlardan birinin (büyük kadının) çocuğunu kaptığı gibi götürmüş. Bunu üzerine büyük kadın diğerine;

- Kurt senin çocuğunu kaptı, der. Diğer kadın da;

- Hayır, kurt senin çocuğunu götürdü, diye cevap verir.

Sonunda bu iki hasım kadın davalarını Hz. Davud’a götürürler ve olanları anlatırlar. (Hz. Davud onları dinledikten sonra) kalan çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmeder.

Kadınlar Hz. Davud’un yanından çıktıktan sonra Hz. Süleyman’a giderler ve meseleyi bir de ona anlatırlar. (Belli ki küçük kadın verilen hükümden razı olmamış, bir de Süleyman’a gidelim demiştir.) Hz. Davud’un verdiği hükmü ona bildirdiler. (Hz. Süleyman onları dinledikten sonra) der ki:

- Haydi bana bir bıçak getiriniz. Ortada olan bu çocuğu (ikiye böleyim ve) bu iki kadın arasında bölüştüreyim. (Yoksa haklarına razı olmayacaklar.)

Bunun üzerine küçük kadın:

- Aman, sakın öyle yapma, Allah sana rahmet etsin. Çocuk bu kadınındır (çocuğu ona ver razıyım, yeter ki ikiye bölme) der.

Böylece Hz. Süleyman (kadının bu telaşından ve merhametinden) çocuğun küçük kadına ait olduğuna karar verdi.” (Zeynüddin A. b. Zebidî, Tecrid-i Sarih  Çev. K. Miras,  9/158)

 

-          Bir yönetici olarak Hz. Süleyman

-          Hz. Süleyman’ın diplomatik ilişkilerine örnek

Kur’an’ın anlattığına göre Hz. Süleyman bir gün cinlerden, kuşlardan ve insanlardan meydana gelen ordusunu denetliyordu.  Denetleme sonucu anlaşıldı ki Hüdhüd isimli kuş yerinde yok. Bunun üzerine; “Ya inanılır bir mazeret bildiri, ya da onu cezalandırırım” dedi.

Fazla zaman geçmeden hüdhüd kuşu geldi ve Hz. Süleyman için cidden sürpriz olan bir haberi ona iletti. Güneş’e tapan bir kavim bulduğunu, başlarında bir kraliçenin yönetici olduğunu, kraliçeye ait büyük taht olduğunu ve aynı zamanda zengin bir topluluk olduklarını ekledi.

Hz. Süleyman olayın doğrusluğunu araştırmak için bir mektup yazıp Hüdhüd ile onlara gönderdi. (27 Neml/22-26

Hz. Süleyman’ın Sebe’ ülkesi hakkında hiç bir sey bilmiyordu denilemez. Sınırları Suriye’ye ve Kızıldeniz’e kadar uzanan, o günün şartlarında ticaret ve kalkınmada meşhur olmuş böyle bir halkı hiç duymamış olması düşünülemez. Öyleyse Hüdhüd kuşunun demek istediği, Sebe’lilerin merkezinde olan bitendir.  (Mevdudi, Tefhim, 4/105,

         Hüdhüd, Hz. Süleyman’ın dikkatini çektikten sonra, orada gördüklerini anlatmaya başladı.

         Sebe halkının başında güçlü bir kadın yönetici olarak bulunmaktadır ve onlara hükmetmektedir. Bunu  hüdhüd’ün, ‘ona her şeyden bolca verilmiş…’ sözünden anlıyoruz. Ayrıca ona ait özel bir tahttan bahsediyor. Anlaşılıyor ki bu taht Sebe’ ülkesinin zenginliğini ve kalkınmışlığını gösterecek, kraliçenin güçlü yönetimini yansıtacak şekilde yapılmış bir sanat eseridir, kıymetli madenlerle süslüdür, değerli taşlarla bezenmiştir. (Günümüzdeki Tevrat’ta Sebe’ kraliçesinden isim vermeden ondan Seba kraliçesi diye söz ediyor. (Tevrat, 1. Krallar, 10/1-10, 13, s:349, II. Tarihler, 9/1-9, 12, s: 436. Sebe’ kraliçesinin adının Belkıs  b. Şurahil olduğu pek çok kaynakta yer almaktadır. (en-Nisabûrî, T. R. Furkan, -Taberí’nin kenarında- l9/97.  İbni Kesir, el-B. ve’n Nihâye, 2/21.  F. Razi, T. Kebir, 24/19.  Ö. Zamahşerî, el-Keşşâf, 3/349) Ancak tefsirciler M.Ö. 250 yıllarında yaşadığı bilinen Himyeri kraliçesi Belkıs’ı Sebe’ kraliçesi zannedip Hz. Süleyman’a çağdaş yaptıkları görülmektedir.  O. Cilacı, Ş. İsl. Ans. Hz. Süleyman mad. 5/456)

Hz. Süleyman Hüdhüd’ün kraliçenin göz alıcı tahtıyla ve güçlü saltanatıyla ilgili anlattıklarıyla değil, onların Güneş’e secde edişleriyle ilgilendiği anlaşılıyor. Çünkü onun için dünyalık zenginliklerinin, süslü tahtların, insanın refahını sağlayan maddi güçlerin hiç bir değeri yoktu. O bunların daha fazlasına sahipti.  

Hüdhüd her ne kadar getirdiği haber için ‘çok doğru ve önemli haber getirdim’ dese de haber tek kişilik kanalla geldiği için, onunla hüküm verilemezdi. Araştırma yaparak haberin doğru olup olmadığını anlaması gerekiyordu. Eğer haber doğruysa ona göre hareket edebilirdi. Böylece hüdhüd de izinsiz kayboluşuna açık bir delil getirmiş olacak, hem de bilmeden kimseye haksızlık yapılmayacaktı.

Hz. Süleyman, tedbirli insandı, her şeyi yerli yerinde ve işin gereğine uygun yapardı. Hüdhüd’ü bu haberinden ötürü hemen doğrulamıyor, yalanlamıyor da. Ayrıca bundan dolayı da onu küçümsemiyor, tam tersine ona önem veriyor ve haberini araştırılmaya değer buluyor.

Hz. Süleyman, bu görevli kuşun verdiği haberin doğru olup olmadığını anlamak üzere bir mektup yazdı ve bunu Hüdhüd’ü verip;

         “…Bakalım doğru mu söylüyorsun, yoksa yalan mı?”  Şu mektubu götür, kendilerine bırak. Sonra bir yana çekil de ne yapacaklarına bak” dedi. (27 Neml/27-28)

Âyetler mektubun içeriğini belirtmiyor. Bu hususu kapalı bırakıyor. Belli ki mektup çok kısadır ve çok önemli bir mesaj taşımaktadır.

         Burada Hüdhüd’ün posta hizmetinde kullanıldığını görüyoruz. Ancak o görevi posta hizmeti yapan diğer güvercinlerden çok farklıydı. O boynuna asılı, ya da tüylerinin arasına saklı olan bir mektubu yerine bırakıp kenara çekilmiyordu. Hz. Süleyman’ın emriyle kraliçenin ve adamlarının mektubun içeriğine nasıl tepki göstereceklerini, nasıl bir tavır takınacaklarını gözlemesi ve ona rapor etmesi de gerekiyordu.

-          Kraliçenin Hz. Süleyman’ın mektubuna karşı tavrı:        

         Hz. Süleyman’ın Hüdhüd’e mektubu verip, ‘al bunu onlara bırak, sonra ne yapacaklarına bak’ demesiyle, yani bir mektup göndermesiyle bir tablo kapanıyor. Bu tablo kraliçenin sarayında mektubun okunması ve üzerinde tartışılması ile yeniden açılıyor.

Kıssayı okuyan, görevli kuşun Hz. Süleyman’a ait değerli bir mektubu götürüp kraliçeye bıraktığını rahatlıkla anlıyor.  

         “Sebe’ kraliçesi dedi ki: ‘Ey ileri gelenler (mel’e), bana şerefli –önemli (kerim) bir mektup bırakıldı.

Gerçek şu ki, o, Süleyman’dandır ve şüphesiz Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamaktadır).

(İçinde de: ‘Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana teslim olarak gelin’ diye (yazmaktadır),’” (27 Neml/29-31)

Sebe’ kraliçesinin ifadelerinden mektubun nasıl geldiğini bilmediği anlaşılmaktadır. Çünkü ‘bana şerefli mektup bırakıldı’ demektedir. Mektubun kimden geldiğini de ancak onu açtıktan sonra anlayabildi.

‘Teslim olarak gelin’ cümlesi iki anlama gelmiş olabilir.

Birincisi, Hz. Süleyman’ın hükümdarlık konumuna uygun olarak, onların teslim olmuş ve boyun eğmiş olarak gelmelerini anlatır.

İkincisi, onun peygamberlik görevine uygun olarak, Sebe’ ileri gelenlerinin müslüman olmalarını istemesini ifade etmektedir. (Mevdudî, Tefhim, 4/109)

Ancak dikkat edilirse Hz. Süleyman mektubu hiç bir ünvan kullanmadan gönderdi. Yani isminin başına kral, melik, sultan, başkan veya başka bir isim koymadı.

“Mektup Süleyman’dandır, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlamaktadır.”            

Burada Hz. Süleyman’ın siyasetinin hedefini ve mütevaziliğini görüyoruz. Onun daveti, insanlardan, kuşlardan, cinlerden meydana gelen orduların sahibi, rüzgâra boyun eğdiren, cinlere ve şeytanalra hükmeden, saraylar ve köşkler sahibi kral Süleyman’a değil; Allah’a idi.

Hz. Süleyman (as) bunca mala ve mülke sahip olmasına rağmen bir-çoklarının sandığı gibi-bir kral (sultan) değil, bir kuldu. Nitekim bunu kraliçenin tahtını çok uzaklardan kısa bir anda yanına getirttiği zaman bir kez daha vurguladı.

“Bu Rabbimizin fazlındandır, şükür mü edeceğim, nankörlük mü edeceğim? Diye beni denemektedir…” (27 Neml/40) dedi. Karşısında teslim olmuş olarak gelen kraliçeye ‘biz adamı işte böyle yaparız’ demedi.

Kraliçe mektubun ihtiva ettiği konuyu ülkesinin ileri gelenlerine, ya da istişare ettiği mecliste bulunanlara anlattıktan ve işin ciddiyetini sordu. Nasıl hareket edilmesi gerektiğini onlara danıştı.

“(Kraliçe) dedi ki: ‘Ey (ülkemin) ileri gelenleri, bu işimde bana görüş belirtin. Bilirsiniz ki yanımda siz olmadan (size danışmadan) hiç bir işi kestirip atmam.’” (27 Neml/32,

Burada akıllı ve tedbirli bir yönetici ile karşı karşıyayız.

Sebe’ kraliçesi, mektubun kimden geldiğini ve önemli kavradıktan sonra kızıp-köpürmedi. Tek başına da karar vermedi. Yönetimde sürekli istişare ettiği, işler konusunda kendilerine danıştığı ileri gelenleri topladı ve onların fikirlerini aldı. Ayrıca ‘bilirsiniz ki size danışmadan işler konusunda hemen kestirip atmam’ diyerek, onlara rağmen hiç bir iş yapmadığını belirtti.

Kraliçenin sözlerinden onun bir düşmanlık peşinde olmadığını, soruna daha akıllı bir çözüm bulmaya çalıştığını anlıyoruz. Henüz fikrini açıklamasa bile kullandığı yöntemle buna zemin hazırlamaya çalıştığı seziliyor.  

         Burada Kur’an, kraliçenin şimdiye kadar ki işlerinde ileri gelenlerle istişare ile/danışarak bir iş yapmasını övmektedir. Böylece; kişi, toplum ve devlet işlerinde istişarenin/danışmanın önemini vurgulamakta, tek başına verilen kararların isabetli olamayacağına işaret etmektedir.

         Yine görünen odur ki kendilerine danışılan ileri gelenler, belli konulara ait fikirlerini serbestçe söyleyebiliyorlar ama kraliçenin yetkisine de karışmayı düşünmüyorlardı. (27 Neml/33)

         Kraliçenin fikir danıştığı kimseler iki şeyi söz konusu ettiler:

         Birincisi, savaşacak kadar güçlü olduklarını, bunu için gerekli her şeye sahip olduklarını, kraliçe dilerse savaşabileceklerini.

         İkincisi, eğer kraliçe barış isterse ona da itaat edeceklerini ortaya koydular.

         Bundan daha  güzel bir cevap olamazdı. (F. Razî, T. Kebir, 24/195,

         Kraliçenin ülkenin ileri gelenleriyle istişare etmesi, onların da fikirlerini rahatlıkla söylemeleri, Sebe’ ülkesinin katı bir krallık veya diktatörlük olmadığını, o günün şartlarında danışmaya, yetkililerden oluşan bir meclisin kararlarına önem verdiklerini göstermektedir. 

         Danışmanlar bu şekilde fikirlerini söyleyince Sebe’ kraliçesi, savaşa, çatışmaya taraftar olmadığını şu tarihî gerçeği ifade eden sözleriyle ortaya koydu:

         “…Gerçekten krallar, bir ülkeye girdikleri zaman orasını perişan ederler, ve halkından şeref sahibi kimseleri hor ve aşağılık yaparlar…” (27 Neml/34,

         Zalim krallar veya yöneticiler bir ülkeye zorla, savaşarak girmişlerse orayı perişan ederler, oranın düzenini bozarlar, mallarını yağma ederler, mahremiyetlerini çiğnerler, kan akıtırlar, can yakarlar. Kendilerine karşı koydukları için ülkenin şerefli, onur sahibi kişilerini ezerler, hor ve aşağılık yaparlar. Onları bulundukları değerlerinden ayırırlar.

         Kraliçe bu şekilde savaşın acı sonuçlarını onlara açıkladı.

         Hz. Süleyman (as) elbette böyle biri değildi. Ancak Sebe’ kraliçesi belki de onun henüz bir peygamber olduğunu bilmiyor veya inanmıyor, gelen mektuptan onun bir kral olduğunu sanıyor. Krallar da böyle yaptığına göre böylesine güçlü bir kralla savaş kendileri için felâkat olurdu.

         Bu nedenle o bir başka yolu, barış yolunu denemeyi tercih etti. Hediye verme çoğu zaman kalpleri yumuşatır, düşmanlıkları sona erdirir, kişiler ve toplumlar arasındaki mesafeleri yakınlaştırır.  Hatta savaşları bile önleyebilir.

         Kraliçe kendi fikrini ortaya koyarak sözlerini şöyle tamamladı:

“Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler ne ile dönerler.” (27 Neml/35,

         Kraliçe Hz. Süleyman’a hediye göndermekle maksadını anlamaya, onun ve çevresindekilen davranışlarını öğrenmeye çalışıyordu. Acaba mal ile, hediye ile savusturulabilecek kimseler midir?

         Eğer hediyeleri kabul ederlerse meselenin dünyaya ait bir iş olduğu anlaşılacak ve böyle bir sorun da dünyalıkla, mal veya buna benzeri şeylerle çözümlenecek. Eğer hediyeleri kabul etmezlerse meselenin bir inanç meselesi olduğu anlaşılacak. (Kurtubî, el-C. li-A. Kur’an, 13/130)

 

-          Hz. Süleyman’ın hediyelere karşı tutumu        

         Kur’an, kraliçenin hediye gönderme kararını söyledikten sonra konuyu orada kapatıyor ve başka bilgi vermiyor.

         Sahne Hz. Süleyman’ın huzurunda yeniden açılıyor. Sebe’ kraliçesinin elçileri kendince değerli hediyeleri Hz. Süleyman’a sundular.

         Ancak Hz. Süleyman, kraliçenin, müslüman olarak gelme yerine hediye göndermesine memnun olmadığını gösterdi. Acaba niyetleri onun davetini maddi şeylerle susturmak, bastırmak ya da satın almak mı idi?

         Niyetleri böyle ise, şüphesiz bu, hoş karşılanmayacak bir tavırdı. Arkasından onlara, ‘Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah’ın bana vermekte olduğu, size verdiğinden daha hayırlıdır.” (27 Neml/36-37) diyerek onları müslüman olmaya davet etti. Hatta biraz da tehditkâr ifadeler kullandı.

Belli ki Hz. Süleyman kraliçenin bu tavrının onun davetini mal ile savuşturma amacına yönelik olduğunu sezdi ve “bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Halbuki Allah’ın bana nasip ettiği size verilenlerden daha fazla ve daha hayırlıdır. Bana peygamberlikle beraber mülk de verildi” demek istedi. (T. Cevherî, el-Cevâhir 13/167)

Burada Hz. Süleyman’ın onların hediyelerini kabul etmeyisinde mal ve zenginlik ile ince bir alay seziliyor ve onun daha çok neye değer verdiğini ortaya koyuyor. Ona verilen daha hayırlı şey; dünyalık zenginliklerle asla kıyas edilmeyecek kadar yüce ve değerli olan ilim ve peygamberlikti.  

         Arkasıdan, kraliçenin elçisine son sözü söylüyor:

         “Hediyelerini geri götür. Benim davetime karşı büyüklük taslamasınlar. Karşı koymayacakları bir ordu ile gelir, onları bulundukları yerden küçültmüşler olarak çıkarırım. Sahip oldukları mal ve saltanat buna engel olamaz.”

Böylece bu tablo bu şekilde tamamlanıyor.

    

-          Kraliçenin Hz. Süleyman’ın huzuruna gelmesi       

         Âyetler burada başka bir sahneye geçiyor, Sebe’ ülkesi kraliçesinin, Hüdhüd’ün büyük-değerli dediği tahtının Hz. Süleyman’ın huzuruna getirilmesini  anlatmaya başlıyor.

Kraliçenin huzuruna gelmekte olduğunu öğrenen Hz. Süleyman, ona bir sürpriz yapmak ve peygamberliğinin bir başka kanıtını göstermek üzere, tahtının  hemen yanına getirilmesini istedi. Hz. Süleyman, onun geleceğini aradaki haberleşmelerden öğrenmiştir.  Şüphesiz bir ülkenin en başındaki kişi bir başka ülke başkanını ziyaret giderken haber verir. Diplomasi ve nezaket bunu gerektirir.

Kur’an’ın ifadesine göre kraliçenin tahtı kendisine ilim verilmiş bir görevli tarafından kısa zamanda Hz. Süleyman’ın yanına getirildi. (27 Neml/38-40)

Ganimet ve gösteriş peşinde olmayan Hz. Süleyman’ın bununla Sebe’ halkına bir kral değil bir peygamber olduğunu göstermek istedi. (F. Razi. T. Kebir, 24/197)

Sebe’ ülkesinden yola çıkan kraliçe adamlarıyla birlikte  Hz. Süleyman’ın huzuruna kabul edildi.

Onu Hz. Süleyman’ın huzurunda bir başka sürpriz daha bekliyordu.  

Belli ki Hz. Süleyman’ın şanına yakışan, süslü, görkemli ve sanat eseri bir köşkü vardır. Köşkün zemini, sahanlığı içinde su varmış gibi görünüyordu. ‘İçeri  girebilirsin’ denilince köşkteki bu suya girileceğini sandı ve ister istemez ayaklarını açtı.

         O zaman Hz. Süleyman ona işin doğrusunu söyledi: “Orası bir su havuzu değil, billûrdan, saydam bir sahanlıktır-köşktür, ayaklarını açmana gerek yoktur.” (27 Neml/44)

Böylece Sebe’ kraliçesini uyandıran son tablo da tamanlanmış oldu.

O, Hz. Süleyman’la bizzat görüşmek ve onun davetini yakından tanımak üzere yola çıktı. Hz. Süleyman’ın huzuruna gelince tahtını orada buldu. Hz. Süleyman’ı bunca zenginliğe, mülke ve hakimiyete rağmen mütevazi, alçak gönüllü, Allah’a secde eden biri olarak gördü. Onun durumunun ve yaşadığı hayatın, dünyaya kul-köle olan kimselerinkine  benzemediğine tanık oldu. (Mevdudî, Tefhim, 4/119)

Kafasındaki bütün şüpheler dağıldı ve onun davetine uyarak müslüman oldu. (27Neml/42)

Belli ki Hz. Süleyman onu şerefine yakışacak şekilde kabul etti. Onu sarayında misafir olarak ağırladı. Zamanı gelince onu bir devlet adamına yakışacak olgunlukta ülkesine uğurladı.

 

Hüseyin K. Ece

18.9.2010

Zaandam/Hollanda