İsrâ ve Mi’rac hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

02 Mayıs 2016 - 26 Receb 1437

Zaandam Ayasofya Camii (Hollanda)

Hamd, merhametinin eseri olarak insanlığa vahiy gönderip hidâyeti ve kemâl yolunu gösteren Rahman ve Rahim olan Allah’a aittir.

Salat ve selâm, vahyi tebliğ ve temsil eden, hidayet rehberi, kemâlât ve kerâmet öğretmeni, sünneti en güzel uyulacak örnek olan hz. Muhammed’e olsun.

Selâm, onun ehl-i beytine, sahabelerine ve hidâyete tabi olan bütün kemâlât yolcusu mü’minlerin üzerine olsun.

 

-İsrâ ve Mi’rac İslâm’da bir gerçekliktir.

İsrâ, yani Peygamberin (sav) özel bir gece yolculuğu Kur’an ile sabit. Bunu te’vil etmek, inkâr etmek mümkün değildir.

İsrâ’ya Peygamberin hicreti, Mescid-i Aksâ’yı Mekke dışındaki uzak bir mescid diye yorumlamak, zorlama bir te’vil görünüyor. İsrâ olağanüstü bir olay olmasaydı ve Peygamberin bir gece Mekke dışındaki bir mescidi (mabedi) ziyaret etmesi olsaydı, bunun kıyamete kadar gelecek insanlara anlatılmasının ne faydası olabilirdi ki?

Hz. Muhammed’in Peygamberlik hayatında o kadar detay vardı ki, Kur’an bunların hiç birinden bahsetmiyor. İsra da sıradan bir olay, bir mescidi ziyareti olsaydı anlatılmaya değer bulunmazdı. Demek ki işin içinde Allah’ın kudretini gösteren, Peygambere verilen makama vurgu yapan, müslümanlara ciddi mesajlar taşıyan olağanüstü bir olay söz konusu.

Her ne kadar mi’racla ilgili bize kadar ulaşan haberler çelişkili ise de, bu kadar rivâyeti, bir kısmı zayıf diye toptan silip atmak, yok farzetmek, her şeyden önce Peygamberle ilgili haberleri ve sünneti tesbit için yoğun çaba harcayan bunca iyi niyetli alimlerin emeğine saygısızlıktır.

Ancak hz. Peygamberin hayatıyla ilgili olduğu gibi, mi’racla ilgili kaynaklarda geçen her haberi de tevatür zannedip, iman ilkesi saymak, gözden geçirmeden, Kur’an terazisine vurmadan, haberlerin sağlamlığına ulaşmak için ortaya konulan kriterlere vurmadan aynen kabul etmek de hem dini açıdan, hem bilimsel açıdan mümkün değildir. Zira biz biliyoruz ki, iyi niyetli âlimler Peygamberle ilgili haberleri her ne kadar titizlikle korumaya çalışmışlarsa da, yanılmaları mümkün olduğu gibi, işin ehli olmayanların ekleme ve çıkarmaları ve kötü niyetlilerin uydurmaları da, zaman içerinde bazı unutulmalar da söz konusudur.

İsrâ ve Mi’rac hakkında uydurulmuş diye iddia edilen haberlere, Bu gece yapılması tavsiye edilen ritüellere girmeyeceğim. İsrâ ve Mi’racın bedenle mi olduğu, ruhânî mi (rü’yada mı) olduğu tartışmalarına da girmeyeceğim. Konumuz bu değil.

Yine birliyoruz ki, ta sahabe döneminden beri bazı âlimler, mi’racın ruhen (rü’yada) gerçekleştiğine, çoğunluluğun ise mi’racın bedenle gerçekleştiğine kâil olmuşlardır. Bu konudaki tartışmaların işe yaramadığı, belirsizliği gidermediği açıktır.

Önemli olan önümüzde bir İsrâ ve mi’rac olayı var olduğudur.

(İsrâ ve Mi’rac hakkındaki değerlendirmeler için bkz: Yavuz, S. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 30/133-135)

 

-İsrâ ve Mi’rac’ı nasıl nasıl anlamalıyız?

Bu olay o günkü insanlar açısından ve bizim açımızdan neyi ifade ediyor?

İsrâ ve Mi’racı günümüze nasıl taşıyabiliriz?

İsrâ ve Mi’rac bize ne gibi mesajları taşıyor?

Mü’minler, Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanırlar. O (cc) dilediği şeyi dilediği gibi yaratır, yapar. O (st) bir insanı zamandan ve mekandan kayıtsız olarak, bedenen veya ruhen bir yerden bir yere götürebilir. Ona âyetlerini daha yakından gösterebilir. Âyetlerini de kendi bildiği tarzda, kulu Muhammed’in görebileceği, idrak edebileceği şekilde yapabilir. (ve huve alâ külli şey’in kadîr)

Bunu böyle kabul etmek, mü’minlerin Allah hakkındaki saf itikatlarının bir sonucu, Allah’ı hakkıyla takdir etmenin bir itirafıdır.

Biz İsrâ ve Mi’rac olayına dört açıdan bakmak istiyoruz. Bu önemli olayın dört grup insanla ilgili boyutları olduğunu düşünüyoruz.

1-İsrâ ve Mi’racın Peygamberle ilgili boyutu

2.İsrâ ve Mi’racın Mekke müşrikleri ile ilgili boyutu

3.İsrâ ve Mi’racın Mekke’deki müslümanlarla ilgili boyutu

4.İsrâ ve Mi’racın bizimle ilgili boyutu

            Önce İsrâ ile ilgili âyete bakalım.

 

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿1﴾

“Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsrâ 17/1)

            “İsrâ ve Mî’rac, Peygamberimize verilen mu’cizelerdendir. Hicretten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulmuştur.

Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin çevresinde uyku ile uyanıklılık arası bir durumda iken Cebrail gelmiş, onu Burak adlı, -bizce mahiyeti bilinmeyen- bir binite bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir. Mu’cizeler, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden harikulâde olaylardır. Bu sebeple, onları aklî ölçüler içinde değerlendirmek doğru olmaz.” (Diyanet İşleri Meali âyet açıklaması)

“Mescid-i Harâm tabiri Kâ’be için Kur’an'da geçen isimlerden biridir; Kâ’be ilk şekliyle Hz. İbrahim tarafından inşa edilmiştir ve “insanlık için inşa edilmiş ilk Mâbed” (Âli İmran 3/96); yani, Tek İlâha ibadet için inşa edilmiş ilk mesciddir.

Mescid-i Aksâ tabiriyle de, burada Muhammed (s)'den önce gelen uzun İbranî peygamberler zincirini simgeleyen ve “çevresini mübarek kıldığımız” ifadesiyle tanımlanan kadîm Süleyman Mâbedi -yahut, belki daha çok bu mâbed havalisi- kasdediliyor. Bu iki ünlü kutsal mâbedin yan yana zikredilmesi, Kur’an'ın “yeni” bir din getirmediğini, fakat önceki peygamberler tarafından da tebliğ edilen tek ve aynı mesajın bir devamından ve nihaî inkişafından ibaret olduğunu işaret amacına matuftur.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/559) 

 

1-Mi’racın Peygamberle ilgili boyutu

a-İsrâ ve Mi’rac yücelmeyi, tekâmülü simgeler. 

Miracın bedensel olduğunu kabul eden ilim ehline göre Peygamber her ne kadar yukarlara, göklere yükseldiği kabul edilse bile, buradaki yükselmenin göğe tırmanmak, göğün katlarını aşmak, bir merdivenle çok katlı bir apartmana çıkmak gibi bir çıkış kasdedilmediği,  ancak manevi olarak yücelmenin kasdedildiği söylenebillir. 

İsrâ ve Mi’racın ruhsal olarak gerçekleştiğini ileri sürenlerin görüşüne göre, zaten bu manevi bir yücelmedir. Bunun bedensel olmasına, göklere doğru bir tırmanma olmasına gerek yoktur.

Muhammed (sav) iki önemli görevi en güzel şekilde yerine getiren mükemmel bir kuldu. O hem risâlet görevini, hem de kulluk görevini hakkıyla yerine getirdi. Nitekim Veda Hutbesinde görevini yerine getirip getirmediğini orada olanlara sorduğu zaman ‘evet’ cevabını almıştı. Kur’an da eğer risalet görevini yerine getirmezse, ceza alacağı uyarısında bulunuyor.

b-Mekke döneminin sonlarına doğru Mekkeli müşrikler müslümanlara o güne kadar yaptıkları işkenlere, çıkardıkları zorluklar yetmemiş gibi bir de yiyecek, ticaret ve iletişim ambargosu uyguladılar. Bunun çok etkili olduğu, müslümanların ciddi anlamda sıkıntı yaşadıklarını kaynaklar haber veriyor.

Bu ambargonun kalkmasından az bir süre sonra Peygamberin en büyük destekçilerinden biri ıolan amcası Ebu Talib vefat etti. Aradan fazla geçmeden vefalı hanımı, mü’minlerin annesi Hz. Hadice de vefat etti. Üstüste gelen bu kayıplar Peygamberi üzdü. (İlâhi irade belki beşeri imkanlara güvenmeyi engellemek için böyle uygun görmüştür.)

Peygamber hem daveti daha iyi şartlarda sürdürmek ve mevcut az sayıdaki müslümanları sıkıntılardan kurtarmak için çareler düşünüyordu. Taif aklına gelddi. Taif bir çıkış yolu olabilirdi. Taif’de hanımı tarafından akrabaları vardı. Onlara daveti ulaştırsa belki kabul ederlerdi. Belki kendisine kucak açabilirler, koruyabilirlerdi. Bu amaç için Mekke’den izinsiz, (bir rivayet göre yalnız, bazı kaynaklara göre Zeyd b. Harise ile) çıktı ve üç gün yürüyerek Taif’e vardı. Oradakilere konuyu açtı. Ancak onlar Ona yüz vermedikleri gibi, ayak takımı onu kovdular. Hakaret ettiler, hatta onu taşladılar, bacaklarının kanamasına sebep oldular.

Peygamber Taif’den ancak bir müşrikin himayesinde tekrar Mekke’ye dönebilid. İşte o bu kayıpların ve yaşadığı zorlukların arkasında üzüntülü iken Allah onu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürüttü. Bu onun için hem bir teselli hem bir destek idi. Zımnen, yalnız olmadığı, desteksiz bırakılmadığı hatırlatılıyor, davete aynen azim ve kararlılıkla devam etmesi bildiriliyordu.

Bu aynı zamanda her devirde Allah’ın kelimesi için çalışanlara da bir moral, bir destek ve tesellidir. Allah için çalışanlar desteksiz ve yardımsız bırakılmazlar.

c-İsrâ ve Mi’rac, Peygamberimizin bir insan/kul olduğunu da hatırlatır. Nitekim İsrâ âyetinde “kulunu bir gece yürüten” deniyor. Buradaki kul vurgıusu dikkat çekicidir. Hz. Muhammed bir beşerdi, bir insandı ve Allah’ın kuluydu. Ama kulları arasından seçtiği bir şerefli ve son elçi idi. Onun kendiliğinden Allah adına bir şey yapması söz konusu olmadığı gibi, kendiliğinden olağanüstü bir şey yapması da mümkün değildi. O da ölümlü idi, gücü beşer gücü idi, olağanüstülükleri yoktu ve günü gelince de diğer insanlar gibi öldü. Mezerı Medine’de, Mescid-i Nebi’nin içinde Ravza-i Mutahhara makamındadır.

Onun kendi başına bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gitmesi, göklere yükselmesi imkan dışıdır. Ama Allah (cc) açıkça onu bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya  yürüttüğünü beyan ediyor. Allah dilediğini dilediği gibi yapandır.

Kur’an Peygambere kul/insan dediği halde ona olağanüstülükler izafe edenler, şüphesiz ona iftira ediyorlar. O insan olarak Mi’rac gibi bir makamı hak etti. Zira hem o günkü şartlarda böyle bir teselliye ihtiyacı vardı, hem de hakkıyla kulluk edenlerin nasıl ulvi makamları hak edebilediklerini mi’rac yolculuğu ile gösterilmek istendi.

 

2.İsrâ ve Mi’racın Mekke müşrikleri ile ilgili boyutu

a-Peygamber (sav) mi’rac yolculuğunu anlatınca çevresindekilerin tepkileri farklı olmuştu. Daha önceden Kur’an’ı duydukları, dinledikleri, hatta ona hayran kaldıkları, Peygamberin farklı mucizelerine, hz. Muhammed’in mükemmel ahlâkına şahit oldukları  halde onun davetine icabet etmeyen, şirk dinini terketmeyen müşriklerin bazıları onu alaya aldılar. Ona Kudüs şehrinin durumunu, bir kısmı Mekke’ye gelmesi beklenen kervanın özelliklerini sormuştu. Tatmin edici cevaplar aldıkları halde yine de inanmamışlardı.

b-Bu gösteriyor ki bazıları üzerinde bulundukları yolu, içinde bulundukları hali, hayat ilkesi edindikleri geleneği kolay kolay terkedemiyor. Karşılarında hevâsından konuşmayan, emin bir peygamber olsa bile onun konumunu anlayamıyor. Ya da anlamak istemiyor. Karakter haline getirdiği inanç ve ilkelerini sonuna kadar kadar savunuyor, yanlış, saçma, zararlı olsa bile. Her halini bildiği emin, dürüst, sadâkat sahibi bir elçiye, bunca delile, isbata, beyana, hüccete rağmen inanmayan insanları hangi kanıt ikna edebilir ki?

c-İsrâ ve Mi’rac olayı Mekke müşriklerin hakikati anlamaları için belki son bir şanstı. Allah (cc) peygamberin şahsında onlara, Hz. Muhammed’i elçi olarak gönderdiği isbat için son bir büyük mucize (âyet) daha gösterdi. Ama içlerindeki bağy (azgınlık), istikbar (büyüklük) ve istiğna (kendini yeterli görme) duygusu yüzünden bunu da anlamadılar. Peygamberle alay etmeye ve ona sihirbaz demeye devam ettiler. (Hamidullah, M. İslâm Peyganmberi, 1/147)

 

3.Mi’racın Mekke’deki müslümanlarla ilgili boyutu

a-Kaynakların bildirdiğine göre Peygamber İsrâ ve mi’rac yolculuğunu anlatınca bazı yeni ve zayıf müslümanlar irtidad ettiler (İslâmdan çıktılar). Ebu Zerr olaya inanmakla beraber işin ayrıntısını öğrenmek istedi. Bu konuda Peygamber’e soru üstüne soru sordu. 

Bu olay şüphesiz ki Mekke’deki diğer müslümanların imanlarını güçlendirdi, Allah’a olan güvenlenlerini kuvvetlendirdi, morallerini yükseltti. İslami davetin hz. Muhammed’in kendi teşebbüsü değil, Allah’ın davası olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bu davanın O’nun tarafından desteklerine olan kanaatleri bir kat daha arttı.

b-İsrâ ve Mi’rac olayın Ebu Bekr’in tutumu dikkat çekicidir ve bütün müslümanlar için şahane bir örnektir. Müriklerden bir kısmı olayı duyunca hemen hz. Ebu Bekr’e koştular ve “Dostun Muhammed, göklere yükseldiğini ve Allah tarafından kabul edildiğini anlatıyor. Ne dersin?” dedikleri zaman o; “Şehâdet ederim ki onun dediği her şey doğrudur ve gerçektir” diye karşılık verdi. Bu sebeple ona çok tasdik eden anlamında es-Sıddîk lakabı verildi. (Hamidullah, M. İslâm Peygamberi, 1/133, 147)

İman böyle bir şeydir. İçinde asla yalan veya yanlış barındırmayan bir katabın, yalan söylemesi mümkün olmayan bir Elçi’nin Allah adına söylediklerine iman etmek, onları tasdik etmektir. Ebu Bekr’in şöyle dediği de düşünebilir: “Kim söylüyor bunu? O mu? O diyorsa doğrudur.”

Müslüman Kur’an ve Peygamber söz konusu olunca yavrı böyle olmalıdır. İman Allah’tan gelen hakikati tasdiktir. Ama unutmamak gerekir ki o hakikati insanlara tebliğ etmekle ve öğretmekle görevli olan da O’nun elçisi idi.

 

4.İsrâ ve Mi’racın bizimle ilgili boyutu

a-Mi’rac, öncelikle bize Mescid-i Haram’ın ve Mescid-i Aksâ’nın önemine de işaret ediyor.

İki mübarek belde. Biri etrafı emin kılınmış Mescid-i Harem (Kâ’be); diğeri etrafı mübarek kılınmış Mescid-i Aksâ.

Mescidi-i Haram Allah adına yapılmış ilk mabed, Mescid-i Aksa Tevhid adına hz. Süleyman tarafından yapılmış önemli mabedlerden biri. Her ikisi de Tevhidin sembolü.

Biri Allah’ın “şeâirullah” dediği sembollerden biri, yeryüzünde Allah adına yapılan ilk mabed, müslümanların kıblesi ve hac mekanı.

Diğeri Peygamberlerin yolu. Zira Mescid-i Aksâ’nın içinde olduğu Kudüs-i Şerif’ten nice peygambeler, nice Tevhid erleri gelidi geçti.

Mescid-i Aksâ’nıun sadece kendisi değil, ayete göre etrafı ile mübarek kılınmıştır. Ayet zımnen; “hiç bir beşer faaliyetleriyle orasını kirletmemeli” demektedir. Orasını ancak şirk ve inkâr, zulüm ve haksızlık, günah ve isyan, işgal ve yağma kirletebilir. 

Bugün Mi’rac Gecesi’nin Kudus’ün içinde bulunduğu esaret ve tehlikenin anlatılması yerine, başka konularla geçiştirilmesi isabetli değildir. İsrâ Sûresi 1. âyet Kudus’ü müslümanlara hatırlatırken, bu hatırlatmayı kaside sesleriyle, gözleri yaşartan hikayelerle, insanların ulaşması mümkün olmayan efsane ve abartılarla susturmamak gerekir. Kudüs’ün başına gelenleri hatırlama, onun için bir şeyler yapma, onu işgalden kurtarma görevi unutturulmamalı. Ya da en azından Kudüs için feryat edenlerin sasini bastırmamalı.

Kur’an bir şeyi anlatıyorsa, o önemlidir ve iman edenleri bağlar. Madem ki İsrâ Sûresi İsrâ yolculuğundan, Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’dan bahsediyor, öyleyse burada müslümanlara önemli bir mesaj ve hatırlatma var demektir.

b-İsrâ ve Mi’rac yolculuğunun iki önemli hediyesi var. Biri beş vakit namaz. Biri de iman ederek ölenlerin cennete gidecekleri müjdesi.

İsrâ ve Mi’rac bizim açımızdan Peygamberin göklere yükselmesi, ilginç bir olay, nostaljik hatıra, vay be denilecek bir olağanüstülük mü, yoksa bir müslüman için daha iyi olamayı (kemâlata yürümeyi) öğreten Kur’anî bir işaret midir?

Mü’minlerin hz. Muhammed gibi mi’rac yolculuğuna çıkmaları mümkün değil. Ama manevi mi’raca çıkmaları, yani Allah’a yakın olmaları, ahlâk ve takva açısından daha da yükselmeleri mümkün. Allah’a yakın olmak Aallah’ın sâlih ve muttaki kullarına va’dettiği makamdır.

Her ne kadar biz o makamın boyutlarını bilmesek de, ölçemesek de onu Allah’ sevgisi ve Allah’ rızasını kazananlar hak ederler. Namaz mü’minin mi’racıdır. O namazı hakkıyla kılarak (ikâme ederek), diğer ibadetleri gereğince yaparak Allah katında derece kazanır.

Namazla birlikte diğer kulluk görevlerini hakkıyla yapanlar, tıpkı hz. Muhammed gibi hak yolda, hayır ve iyilik için çalışanlar, bu uğurda bedel ödeyenler, Allah için fedakârlık yapanlar, bunları yaparken de sadece Allah’ın rızasını talep edenler “esfel-i safilîn”den “âlay-i illiyyîn”e (aşağılardan kemâlâta) doğru yücelirler. Allah’ın dilediği yüce makamları elde ederler. Şeref ve izzet kazanırlar. Muttakilerlerden (Allah’tan korkanlardan), muhsinlerden (iyilerden) ve ebrârdan (en iyilerden) olurlar.

Bu da bir müslümanın manen yükselmesi, mi’rac etmesi  demektir.

c-İsrâ yolculuğu insanlara, hz. Muhammed’in bir kul olması açısından bir daha hatırlatıyor ki: Cennete gitmenin yolu iman ve sâlih ameldir. Ne soy, ne makam, ne servet ve mülk, ne ülke ve vatan, ne aşiret, ne birilerinden beklenen torpil anlamında şefaat, ne üstadlar, ne şeyhler, ne de ham hayallerdir.

Kim şehâdet getirerek Allah’ın dinine iman ederse, hayatını o inandığı İslâmın ölçülerine göre yaşarsa, yalnızca Allah’a ibadet ederse, yani sâlih amel işlerse, bu imanla ölürse Allah’ın izniyle cenneti hak edebilir.

d-İsrâ ve Mi’rac gecesine kandil gecesi demek de isabetli değildir. Bunun adı “Leyletü’l-İsrâ ve’l-mi’rac”dır.

Şunu da hatırlamak gerekiyor: Bu geceyi anlamak ve hayata taşımak mı asıl amaç, yoksa geceyi sadece ilâhilerle, Süleyman Çelebi’nin şiir kitabını mevlid adıyla okuyup geçirmek mi? Mevlid gecesinde kitaplardan mevlid şiirleri okumak bir yönden anlaşılır. Ancak İsrâ ve Mi’rac ile mevlid şiirlerinin ilgisini nasıl kuracağız?

İsrâ ve Mi’rac gecesini aslı olmayan hikâye ve menkıbelerle dinleyenleri dinleyenleri mayıştırmak mı doğru yoksa, Kur’an’dan hareketle sağlam kaynaklardan gelen haberleri alıp mi’rac’tan faydalanma mı doğrusu?

e-İsrâ ve Mi’rac mü’minlere tekamül etmeyi, kemâlat yolculuğunda samimiyetle yürümeyi, yani müslümanın daha da olgunlaşmasını, her geçen gün, ay ve senede daha da iyi bir insan olmasını, Allah’a daha da yaklaşma çabası içinde olmasını, İslâm uğruna çalışmanın iman edene neler kazandirabilceğini hz. Muhammed örneğinde işaret ediyor.

Allah (cc) İsrâ ve Mi’racı anlamayı ve hayatımıza taşımayı nasip etsin.  

 

Hüseyin K. Ece