Berat Gecesi ve sonsuz kurtuluş (ebedi beratını almak) hakkında bir konuşma

14 Şaban 1439

30 Nisan 2018

Zaandam Ayasofya Camii

 

 -Berat Gecesi

Berat gecesi için Arapça eserlerde “Şâban’ın ortasındaki gece-nısf-ı Şa’ban”, “mübarek gece”, “rahmet gecesi” mânalarına gelen terkipler kullanılmaktadır.

Şâbanın on beşinci gecesinde tevbe ve istiğfar eden müslümanların Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yükünden kurtulacağı umularak bu geceye Berat gecesi denmiştir.

Berat gecesi tarihten beri bazı müslümanlarca mübarek sayılmış, bu gecenin değerlendirilmesi, daha fazla ibadet edilmesi âdet halini almıştır.

Bu geceye ‘berat’ denilmesi  tıpkı Türkçe’deki bir zanlının mehkemeden kendisine isnat edilen suçtan berat almasına benzetilmiştir.  

 

-Berat kelimesi

Berat Arapça berâe-berâet kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Bunun aslı da “tiksinti veren şeyden kurtulmak, bir şeyin yakınında bulunmaktan hoşlanmama, beri olmak” manasına gelen ‘berie’ fiilidir. Mesela Araplar; “bera’tü’l-mariza-hastalıktan kurtuldum” derler. (el-Cevherî, İsmail b. H. es-Sıhah, 1/41. İsfehânî, R. el-Müfredât, s:59)

‘Berie’ aynı zamanda bir borç veya ayıptan kurtulma, temize çıkarma demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/47)

Kur’an’da fiil ve isim halinde bir kaç âyette geçiyor. Mesela;

“Allah Musa’yı onların (düşmanlarınınkendisiyle ilgili) dediklerinden beri etti, temize çıkardı” (Ahzab 33/)

Berâet, “iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması”, Tevbe Sûresi 1.âyette ise yükümsüzlük bildirisi, ihtar, duyuru, ültimatom, ilşiği kesme ilanı anlamına da gelir.

 

-Berat gecesinde üç önemli hatırlatma vardır.

Birincisi: Ramazanın yaklaştığını ve hazırlık yapılması gerektiğini haber vermesi.

İkincisi: Şirkten, isyandan, küfürden, bâtıldan, dalâletten ve günahlardan ne kadar uzak olduğumuzu, gayr-i müslimlerden inanç ve tasavvur açısından ne kadar beri olduğumuzun tefekkür edilmesi, bunun gözden geçirilmesi.

Üçüncüsü: Acaba mahşerde beratımızı alabilecek miyiz? Bunu tefekkür etmek, muhasebesini yapmak. Ya da orada beratı alabilmenin şartlarını burada hazırlaya niyet etmek.

Bu gece ile Âhiretteki kurtulma arasında bir bağ kurmak mümkün mü?

Eğer mümkün ise bir müslüman Âhiretteki beratını nasıl alabilir, nasıl kurtulabilir, ya da orada  kurtarıcılar olacak mı diye sormak gerekir.

Can alıcı soru şu: Mutlak anlamda Allah’tan başka kurtarıcı var mıdır? 

Bu soruya herkes; “elbette mutlak anlamda Allah’tan başka kurtarıcı olamaz” der.

Bu doğru, ama maalesef İslâm tarihinde ve müslümanlar arasındaki gerçek böyle değil. Keşke kanaatler, tutumlar, beklentiler de bu söze uygun olsa

Bazıları âhirette birilerinin kendilerine yardımcı olup kurtaracağına inanırlar. Sonra da öyle sandığı kişiye bağlanmayı, onun listesine girmeyi dinî bir görev sayar.

Bu kurtarıcılar arasında peygamber, evliyâlar, şehidler, sâdât-ı kirâm, şeyh, gavs, kutub, aktab, yediler-kırklar v.b. sayılıyor.

Kimileri de kendi üzerine düşen insanî ve İslâmî görevlerini ihmal edip, her şeyi gelmesi muhtemel bir kurtarıcıya havale ederler. Hatta böylelerine göre Son Saate doğru mehdi veya mesîh gelecek ve her şeyi düzeltecek. Mü’minleri kurtaracak, kâfirleri mahvedecek ve İslâmı hakim kılacak, dünyayı barış yurdu yapacak.

Bu durum bazı kitaplarda yer aldığı gibi, dillerde de dolaşıyor.

Kur’an’a göre böyle bir şey olabilir mi?

İnsan nasıl ebedî ve asıl kurtuluşa erebilir? Sonsuz beratını nasıl alabilir?

Âhirette bir insanın/beşerin başka bir insana faydası olabilir mi? Bir insan bir başka insanı cehennem azabından kurtarabilir mi? Ona kendisinden cennet makamı verebilir mi?  

Faydası olacağı zannedilen kişinin Hesap’tan kurtulacağının garantisi var mı? 

Yaşayan veya ölen bir kimse hakkında “Falanca kişi kurtuldu, Cennete gitti, öyleleri bir başkasını da kurtarabilir” demek doğru mu?

Kıyâmet gelmediğine, ilâhi mahkeme kurulmadığına göre bazılarının kurtulduğu nasıl iddia edebilebilir?

O kimseler bunu hangi yetki ve hangi güç ile yapacaklar? 

Dini hükümlerin ölçüsünü veren Kur’an, Allah’ın Elçisi bakalım bu konuda ne diyor.

 

-Kur’an’da kurtuluş ile ilgili kavramlar

Kur’an kurtuluş, başarı, zafer, umduğuna kavuşmayı, muradına ermeyi ve selâmeti ifade eden yedi temel kavram kullanıyor: Necat, fevz, inkâz, icâre, felâh, selâm ve ğına.

 

1-Necat: ‘Necat’ kavramı Kur’an’da altmışyedi yerde fiil, diğerleri isim ve masdar olmak üzere seksenaltı yerde geçmektedir.

Kur’an necat kavramını, daha çok dünyadaki kötü durumlardan kurtarma şeklinde sözlük, “âhiretteki kurtuluş” anlamıyla bir kaç yerde kullanılıyor.

Mücrimler (korkusuzca günah işleyenler) âhiretin azabından kendisi kurtarmak için çocuklarını, arkadaşını ve kardeşini, hatta herkesi fidye olarak vermek ister. Fakat bu mümkün olmaz. (Meâric 70/11-15)

Bir insan için nihâi ve arzulanan kurtuluş (necat-fevz-felâh) samimi iman ve bu imana uygun davranışla mümkündür.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿10﴾ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ ﴿11﴾ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ ﴿12﴾ وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿13﴾

“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak (tüncîkum-sizi necat ettirecek) ticareti size göstereyim mi?

Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda yoğun çaba gösterirsiniz (cihad edersiniz)...” (Saf 61/10-13)

Muttakileri Allah (cc) necat’a (kurtuluşa) erdirir, onları umduklarına kavuşturur.  (Zümer 39/60-61)

Aynı kökten gelen “mefaz” kurtulan demektir. (Nebe’ 78/31)

 

2-Fevz:

Fevz; güven, kurtuluş ve bir işde başarı, selâmetin gerçekleşmesiyle hayırda muzaffer olma, korku ve tehlikeden kurtulup zafere veya fırsata, hoşnut olacağı şeye kavuşma demektir. Kur’ân’da isim, fiil ve masdar olmak üzere yirmidokuz defa tekrarlanıyor.

İki yerde “fevzu’l-mübîn-apaçık başarı” (En’am 6/16. Casiye 45/30),

bir yerde “fevzu’l-kebîr-büyük başarı”

﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ ﴿11﴾  (Büruc 85/11),

diğerlerinde “fevzu’l-azîm büyük başarı/zafer” (Nisâ 4/13. Mâide 5/119. Tevbe 9/72, 89, 100, 111. Yûnus 10/64. Saffât 37/60. Mü’min 40/9. Duhan 44/57. Hadid 57/12)

“fevzen azimen-bir büyük başarı/zafer” (Nisâ 4/73. Ahzâb 33/71. Fetih 48/5),

Bunun fail (özne) ismi ‘fâiz’ (çoğulu fâizûn: muradlarına erenler) Kur’an’da sadece müminleri nitelemek amacıyla dört yerde kullanılmıştır.

 لَا يَسْتَو۪ٓي اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ الْجَنَّةِۜ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿20﴾ (Haşr 59/20. Ayrıca bkz: Tevbe 9/20. Mü’minun 23/111. Nûr 24/52)

Peygamber (sav) bir adamın şöyle dua ettiğini işitti: “Ey Allahım! Senden nimetin tamamını isterim.” Peygamber ona “nimetin tamamı nedir?” diye sordu. Adam; “O bir duadır, hayrı umarak onunla dua ettim” dedi. Peygamber şu cevabı verdi: “Nimetin tamamı cennete dahil olmak, Cehennemden kurtulmaktır (fevz bulmaktır)…” (Tirmizî, Deavat/93 no: 3527)

Kur’an’da fevz (kurtuluş, murada erme), genellikle Allah’a ve Resûlü’ne itaat şartına bağlanmış, asıl kurtuluş ve başarının da cennete girmek ve Hak rızâsına ulaşmak olduğu belirtilmiştir.  

 

3-İnkâz;

‘İnkâz’  bir vartadan, kurtulması zor olan bir durumdan kurtulmak, necat bulmak (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 767)  ‘inkâz’; kurtarmak, necat vermek, halas etmek manasına gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 14/335)

Kur’an’da beş âyette fiil olarak geçiyor. (bkz: Âli İmran 3/103)

İnsan Allah’tan gelen hidâyete tabi olursa nihâi anlamda kendini kurtarabilir. (Bekara 2/38. Tâhâ 20/123)

Kendilerine elçi gelmiş şehir halkından biri; ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنْقِذُونِۚ ﴿23﴾

“O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar (yünkızûne)” (Yâsîn 36/23) dedi.

            Buna göre ilâh (tanrı) zannedilen putlar dünyada bir fayda sağlamayacakları, başa gelebilecek zararları gideremeyecekleri gibi, âhirette de şefaat edemezler, insanı kurtarmak üzere aracı olamazlar.   

 

4-İcâre

‘İcâre’; birinden himaye edilmeyi, sığınmayı istemek, kurtarılmayı isteyeni himaye etmek, sığınılacak yer vermek, kurtarmak, himaye etmek, eşyayı korumak, eman vermek demektir.

Bir kimse azabı hak etmişse onu Allah’tan başka kimse engelleyemez.

 قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿28﴾

“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak (yucîru) kimdir?” (Mülk 67/28. Ayrıca bkz: Ahkaf 46/31)

            Bu âyetlerde ‘icâre’ daha çok âhiretteki korumayı ve azaptan kurtarmayı ifade ettiğini görüyoruz

 

5-Felâh:

Kurtuluş, kurtulma, kurtulanlarla ilgi en fazla kullanılan kelime bu: felah, müflih.

‘Felâh’; sözlükte başarı, kurtuluş, zafer, nimet ve hayırda/rahatta devamlı olma (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/216. Firuzâbâdî, Muhammed Y. Kâmûsu’l-Muhîd, s: 234), arzu edileni elde etme, istenilen şeye veya itiyaç duyduğu bir şeye kavuşma (Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 578), arzu edilen şeyleri elde etme, istenmeyen şeylerden kurtulma, refah ve saadet içinde bulunma gibi anlamlara da gelir.

‘Felâh’; zafer, necat, halâs ve fevz kelimeleriyle eş anlamlı kabul edilir.

Felâh “razı edici bir duruma ulaşma ve bu hal üzere baki kalmak”tır. (Günaydın, Canan F. Kur’an’da Kurtuluş, s: 15)

Hadislerde; ezanda ve kâmette geçtiği üzere hayrın devamına ve ebedi kurtuluşa vesile olduğu için cemaatle namaza da felâh denir. (Müslim, Salât/3, 17 no: 842, 850. Nesâî, Ezân/3, 5-6 no: 630, 632-634)

Allah’ın affına ve afiyete mazhar olma, O’nun rızâsını elde etme”   (Ahmed b. Hanbel, 1/257, 3/127)  anlamlarında kullanılmış.

Allah’ın birliğine inanıp şirkten uzak duran (Ahmed b. Hanbel, 3/492, 4/341),

Hz. Peygamber’in yolundan giden (Ahmed b. Hanbel, 2/188) ve fitneden uzak kalabilen (Ahmed b. Hanbel, 2/441) müminlerin felâha erecekleri müjdelenmiştir.

Felâh kavram olarak, kişinin dini ve ahlâkî yükümlülüklerini yerine getirmesinin sonucunda dünyada elde edeceği başarı ve mutlulukla âhirette ulaşacağı ebedî kurtuluş ve saadeti ifade eder. (Günaydın, F. Candan, Kur’an’da Kurtuluş, s: 17-18)

Felaha fiili Kur’an’da kırk yerde geçiyor. Bunların bir kısmı dünyada iken herhangi bir tehlikeden kurtulmayı, ya da zor bir durumdan uzaklaşmayı, çoğu ise âhirette arzu edilene nail olmayı ve nihâi kurtuluşu, murada ermeyi anlatıyor.

Mü’minûn Sûresi bu fiil ile başlıyor ve mü’minlerin felâha erdiğini haber veriyor.   (Mü’minûn 23/1-7. Bir benzeri: Meâric 70/29-31)

Kendilerini küfür ve günah gibi kötülüklerden arındırmış olanlar da felâha ererler.

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona kötülük ve takva kabiliyetini verene yemin olsun ki, Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa (felâha) ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 91/7-9. Bir benzeri: A’la 87/14-15)

Kur’an hem felahı fiil haliyle hem de kurtulan anlamında fail (özne) ismi muflih ile, kimlerin nasıl kurtulabileceklerini, kimin de azaptan kurtulamayacağını muhtelif âyetlerde haber veriyor:

Bu demektir ki kurtuluşun recetesi âyetlerdeki ilâhi ölçülere uymaktır.Yoksa kendisi gibi beşer olan ve rahmete muhtaç, kurtulup kurtulmayacağı henüz belli olmayan kişiler değil.

 

6-Ğına;

Ğına’nın konumuz açısından manası; fayda vermek, bir şey kazandırmak, bir şeye gücü yetmek, zenginlik demektir.

Bu kelime Allah’ın hiç bir şeye muhtça olmamasını anlatır. “Allah; işte zengin O’dur, övülmeye layık olan da O’dur.” (Hac 22/64. Fâtır 35/15. Teğâbun 6)

Bazı ayetlerde Ahirete inanmayanların mal ve servetlerinin, dünyada büyüklük taslamalarının kendilerine orada fayda vermeyeceği manasında geçiyor.

“(Yine) A'râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: «Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı (eğna).” (A’raf 7/48)

 “Kazanmakta oldukları şeyler kendilerine (Hıcr’e) bir fayda vermedi (ma eğna).” (Hicr 15/80-84 Ayrıca bkz: Şuara 201-207. Zümer 39/48-50. Mü’min 40/82. Hakka 29/25-29. Tebbet 111/1-3. Leyl 92/8-11)

Böylelerine yürekleri ve organları (Ahkaf 46/26), dünyada taptıkları putlar (tanrılar)  (Hûd 11/101), hakka karşı kurdukları tuzakları (Tur 52/45-46) da bir fayda sağlayamayacak, yani onları azaptan kurtaramayacak.

 

-Âhirette hiç kimse başkasını kurtaramaz

Âhirette insan nasıl kurtulur, ne ile kurtulur, onu kim kurtarır?

Âhirette arka çıkmak, torpil yapmak, el atmak, kayırmak anlamında şefaat var mıdır?

Âhirette bir insan bir başka insanı, azabı hak etmişse-, hesabın zorluğundan veya cehennemden koruyabilir mi?

Kur’an bu sorulara nasıl cevap veriyor?

Kur’an üç âyette hemen aynı ifadelerle inkâr edenleri Âhiret hesabından malları ve çocukları kurtaramaz diyor:

“İman etmeyenlere gelince, ne dünya malları ne de çocukları Allah'a karşı onlara en ufak bir fayda sağlamaz: İşte onlardır ateşin yakıtı olanlar!” (Âli İmran 3/10 Ayrıca bkz:  Mücadile 58/17. Âli İmran 3/116)

Denilebilir ki, doğru, inkârcılara malları da, evlâtları da, soyları da, dostları da Hesap Günü hiç bir fayda sağlamaz. Zira onlar zaten Kur’an’ı ve Âhireti inkâr ediyorlar. İnkâr ettikleri şeyin elbette onlara bir faydası olmaz.

Ama müslümanlar başka. Onlar hem Peygamber’e iman ediyorlar, hem de ona ve onun izinden giden, onun davasını yaşatan âlimlere hürmet ediyorlar. Onların sevgisini ve yakınlığını kazanmaya çalışıyorlar. Bu sevgi ve yakınlığın Âhirette bir karşılığı, bir faydası olabilir. Onlar Peygamber’den ve bağlandıkları âlimlerden, din büyüklerinden, şeyhlerinden, Allah’ın katında makamı yüksek kimselerden yardım isteyebilir. Onlar da yardım edebilir, peşlerine takılanlara bir el atabilirler.

Masum gibi görünen bu iddia Kur’an tarafından reddediliyor. Pek çok âyette genel ve keskin ifadelerle Hesap Gününde kimsenin kimseye bir faydası dokunamayacağı, kimsenin kimseyi kurtaramayacağı vurgulanıyor. İşte bir kaç örnek:

Kur’an İsrailoğullarına şöyle diyor:

 “Ey İsrailoğulları! Size bağışladığım nimetleri ve sizin diğer kavimlere karşı üstün gelmenizi sağladığım günleri hatırlayın!

Ve hiçbir insanın ötekine en ufak bir yararının dokunamayacağı, hiç kimseden şefaatin (aracılığın) kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği Gün(ün mutlaka gelip çatacağı) bilinciyle yaşayın” (Bekara 2/47-48. Bir benzeri: Bekara 2/123. En’am 6/70)

Âyet öncelikle, âhiret hakkında yanlış tasavvur sahibi olan İsrailoğullarını uyarıyor. Onlar İbrahim ve İshak gibi büyük peygamberlerin torunları olduklarından dolayı sonsuz kurtuluşa ereceklerini zannediyorlardı.

Bu sebeple kendilerine ulaşan son ilâhi tebliği kabul etmediler ve ondan yüz çevirdiler.  Burada, çok değerli kişilere yakın olmanın onları, kötü işlerine rağmen kurtaramaycağı kesin bir dille söyleniyor. Onlara verilen nimetler hatırlatıldıktan sonra, ahiret için hazırlık yapmayanlar gibi karşılık görecekleri, orada hiç kimsenin başkasına aracı olamayacağı, aynı zamanda yüce ve kutsal saydıkları kişilerin de onlara şefaat edemeyeceklerini, fayda sağlayamayacaklarını haber veriliyor. (Mevdûdî, E. Tefhimu’l-Kur’an, 1/75)

Âyet her ne kadar İsrailoğullarını yanlış âhiret tasavvuru hakkında gelse de hükmü geneldir.   

Kur’an, gibi belli bir soya mensup olmayı, fidye verecek kadar zengin olmayı (Fâtır 35/18), kendilerince ulu saydıkları kişilerin arkasına takılmayı kurtuluş sebebi saymıyor.  Böyle bir düşünce müşriklerin meleklerin veya putlarının, yahudi ve hırıstiyanların peygamberlerin veya din adamlarının kendilerine şefaatçı olacaklarını sanmasına benziyor. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 1/158-159)

Bu dünyada dost, ahbap olanlar da o gün birbirlerine yardım edemezler.

“Şüphesiz (hakkı bâtıldan ayıran) hüküm günü, hepsinin bir arada buluşacağı gündür. O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz (la yüğni). Kendilerine yardım da edilmez.” (Duhan 44/40-41)

*Hatta peygamber olsa bile azabı hak eden karısını ordan kurtaramaz.

“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı (lem yüğniya). Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.” (Tahrim 66/10)

Kıyâmet günü âlemlere rahmet peygamberi (Enbiyâ 21/107) Muhammed (sav) bile –Allah’ın izniyle ümmetinden dilediği kimselere dua (şefaat) etmesi hariç- kimseye yardım edemeyecek, bir fayda sağlayamayacak.

Bunu hem Kur’an söylüyor, hem de hadis kaynakları söylüyor.

 “... (Resulüm!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın (tünkızu).” (Zümer 39/19)

“De ki: Benim size, ne zarar verme ne de (zorla) yola getirme gücüm var. 

De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak (yucîranî) kimse de bulamam.” (Cin 72/21-22)

*Eğer sahih ise şu hadis üzerinde dönüp dönüp düşünmek gerekir. “En yakının olan aşiretini (akrabalarını) uyar” (Şuarâ 26/214) âyeti indirildiği zaman Peygamber (sav) buyurdu ki:

“-Ey Kureyş topluluğu (veya buna benzer bir söz ile)! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın. Zira ben sizin adınıza bir şey yapamam.

-Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira âhirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez!

-Ey Abdülmuttalip oğlu Abbas! Nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına bir şey yapamam!

-Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına da bir şey yapamam” buyurdu.”  (Buhârî, Tefsir/233 no: 4771, bir benzeri: Menâkıb/13 no: 3527)

*Bunun bir başka varyantı ile şöyle: Ebu Hurayra (ra) anlatıyor: وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ ﴿214﴾  “Yakın akrabaları uyar” (Şuarâ 26/214) âyeti inzal olunca Peygamber (sav) Kuryş’i kendinizi cehennem ateşinden kurtarın (inkızû)” dedi. Onlar da toplandılar. Peygamber (sav) onlara şöyle dedi:

“Ey Kâ’b b. Lüey oğulları! Kendiniz Ateş’ten kurtarınız (inkızû).

Ey Ey Mürra b. Kâ’b oğulları! Kendinizi Ateşten kurtarınız.

Ey Abd-i Şems oğulları! Kendinizi Ateş’ten kurtarınız.

Ey Abd- Menaf oğulları! Kendinizi Ateşten kurtarınız.

Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi Ateşten kurtarınız.

Ey Haşim oğulları! Kendinizi Ateşten kurtarınız.

Ey Fatıma! Kendini Ateşten kurtarmaya bak. Benim Allah’ın yanında senin için bir şey yapmaya gücüm yetmez...” (Müslim, İman/89 no: 501-504. Buhârî, Vesâya/11 no: 2753)

Peygamber (sav), yani gelmiş ve gelecek günahları affedilen (Fetih 49/2) son Elçi  Peygamber (sav) akrabalarına, can parçası Fatıma’ya bile orada yardımcı olamayacağını söylerken; başka kim kime el atabilir, kim kimi kurtarabilir?

*Peygamber’in arkadaşlarından Osman bin Maz’ûn (ra) Medîne’de Ümmü’l-Alâ isminde bir kadının evinde vefât etmişti. Bu kadın:  

“–Ey Osman, şehâdet ederim ki şu anda Allah (cc) sana ikrâm etmektedir.” dedi. Rasûlüllah (sav) bunu duyunca müdahele etti:

“–Allâh’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?” buyurdu. Kadın:

“–Bilmiyorum vallâhi!” deyince Peygamber şöyle buyurdu.

“- Osman vefât etmiştir. Ben onun için Allah’tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben Allah’ın elçisi olduğum hâlde, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum.”

Ümmü’l-Alâ demiş ki: “Vallâhi, bu olaydan sonra hiç kimse hakkında bir şey söylemedim.” (Buhârî, Cenâiz/3 no: 1243, Tâbîr/27 no: 7018. Ahmed b. Hanbel, 6/461 no: 27525)

Hatta Peygamber kendisi hakkında bile garanti veremiyor.

De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)

Gelmiş ve geçmiş günahlarının affedilmesi için apaçık bir fetih verilen (Fetih 48/2) Peygamber (sav) bile kendisine ne yapılacağını, Hesap Günü ne ile karşılaşacağını bilmiyor.  Ben kurtuldum sizi de kurtaracağım diyemiyor.

Ya kendilerine veya haklarında asla vahiy inmeyen kişilerin âhirette durumlarının ne olacağını kim, nasıl bilebilir?

 

-Allah (cc) Âhirette; aracı olmak, torpil yapmak, azaptan kurtarmak anlamındaki şefaatın olmayacağını, kimsenin kimseye şefaat edemeyeceği (aracılık veya kayırma yapamayacağı) açık ifadelerle haber veriyor.

ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنْقِذُونِۚ ﴿23﴾ اِنّ۪ٓي اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿24﴾

“O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz (la tüğni) ve beni kurtaramazlar.” (Yâsîn 36/23)

“Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.” (Mü’min 40/18).

            Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir 74/48)

Âhirette şefaatın (aracılığın) olmadığını haber veren diğer âyetler: A’raf 7/53. Şuarâ 26/100. Rûm 30/13. Zuhruf 43/86. Necm 53/26. En’am 6/94. Yûnus 10/18

Şu âyet mü’min, kafir, ehl-i kitap; ayırım yapmadan her insana hitap ediyor:

“... Sizin için O’ndan başka hiçbir dost (veli), hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?” (Secde 32/4)

Şu âyet ise müttaki mü’minlere hitap ediyor:

“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları onunla (Kur'an ile) uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir şefaatçı (aracı) vardır; belki sakınırlar.” (En’am 6/51)

“O’nun izni olmadıkça hiç bir şefaatçı yoktur” ve “O’nun izni olmadan kim şefaat edebilir?” (Bekara 2/255) 

Kur’an’da şefaat kavramı daha çok müşriklerin söz konusu edildiği yerlerde geçiyor.

İki âyette İsrailoğullarına hitaben;

-“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.

Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiç kimseden bir şefâat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.” (Bekara 2/48, bir benzeri: Bekara 2/123)

Bir âyette mü’minler muhatap alınıyor:

Ey iman edenler! İçinde, ne bir alışverişin ne bir dostluğun ve ne de bir şefaatin bulunmadığı gün (kıyâmet günü) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infâk edin (Allah için verin). Ve kâfirler, onlar zalimlerdir.” (Bekara 2/254)

Buna göre şefaat, mü’minlerin değil, müşriklerin problemidir. Kur’an  müşriklerin şefaat inancını reddediyor, mü’minleri bu yanlış inanç konusunda uyarıyor.

Günümüzde bazı müslümanlar şefaate kurtarıcı misyonu yüklüyorlar. Bazıları kendilerine şefaat edeceğine inandığı kimselere aşırı bağlanmakta,, hatta onları kutsallaştırmaktalar. Onlardan olmayacak şeyleri beklemekteler.

Kur’an şefaat etme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu ısrarlı bir şekilde vurguluyor. Esasen kullara ‘şefaat’ edecek olan da, onları kurtaracak olan da Allah’tır.

 

-Herkes kendi hesabını kendisi verecektir

İslâma göre sorumluluk kişisel olduğu gibi, hesap verme de kişiseldir. Hiç kimse başkasının günahını yüklenemediği gibi, başkasının yerine hesaba çekilmez.

Bu aynı zamanda şöyle demektir: Hiç kimse başkasını hesaptan kurtaramaz.  

Dört âyette şu ilâhi hüküm tekrar ediliyor:  

وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ

“... Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir...” (En’am 6/164. İsrâ 17/15. Fâtır 35/18. Zümer 39/7)

Şu âyette konu bir daha vurgulanıyor:

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۙ ﴿17﴾ ثُمَّ مَٓا اَدْرٰيكَ مَا يَوْمُ الدّ۪ينِۜ ﴿18﴾ يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـًٔاۜ وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ ﴿19﴾

“Hesap Günü nedir bilir misin? Ve bir kez daha: Hesap Günü nedir bilir misin? Hiçbir insanın başka birine zerre fayda sağlayamayacağı bir Gün(dür o): Çünkü o Gün (açık seçik görülecektir ki) emir (söz, hâkimiyet) yalnız Allah'a aittir.” (İnfitâr 82/17-19)

Âyet gayet açık:

Hiç kimse başkasına zerre kadar fayda sağlayamayacak. Cezayı hak edenleri hiç kimse onu cezadan kurtaramayacak.

Falanca kişi benim dostumdu, ahbabımdı, adamımdı, öğrencimdi, müridimdi, şeyhimdi, bizim takımdandı, bizim gruptandı, falanca mezheptendi, falanca ülkedendi gibi yaklaşımlar söz konusu olmayacak.

O gün söz de, hüküm de, karar da Allah’a aittir. Herkesi dünyada yaptıklarına göre karşılayacak, herkese rahmetiyle muamele edecek. 

Bırakın yabancı bir kimsenin Hesap Gününde diğerine el atması, yardım etmesi, imdadına gelmesi, bir baba bile çocuğuna, bir çocuk ebeveynine o Hesap Günü hiç bir şey veremez, hiç bir yardımda bulunamaz. Kur’an adeta bunun olmayacak bir şey olduğunu tekrar tekrar vurguluyor:

 يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ ﴿33﴾ اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿34﴾

“Ey insanlar! Rabbinize karşı sorumluluğunuzu unutmayın; ve ne hiçbir anne babanın çocuğuna herhangi bir faydasının erişebileceği, ne de hiç bir çocuğun anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı Gün'den korkun.

Unutmayın, Allah'ın (yeniden diriltme) vaadi gerçektir. Öyleyse, bu dünyanın sizi ayartmasına izin vermeyin ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerinizin sahte cazibesine kapılmayın!” (Lukman 31/33-34)

Bir kimsenin arkadaşı, lideri veya mürşidi (rehber edindiği kimse) ona anne-babasından daha yakın olamazlar. Anne-baba bile kişiye bu Hesap Günü bir fayda sağlayamazken, birilerinden medet ummak ne kadar doğrudur?

Ebeveynin bırakın çocuklarına yardım etmesini; o dehşet günde herkes birbirinden kaçacak. Dünyada birbirini candan sevenler bile:

فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ ﴿33﴾

يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ ﴿34﴾ وَاُمِّهِ وَاَب۪يهِۙ ﴿35﴾ وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ ﴿36﴾ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ ﴿37﴾

Kulakları sağır eden o ses geldiğinde; İşte o gün kişi kardeşinden, kaçar. Annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından.” Niçin? Çünkü “O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese 80/34-37)

Âyetler insanı adeta sarsıyor. İnsanı çarpıcı bir gerçekle yüzyüze getiriyor.

Yürekleri hoplatacak açık bir hakikati tekrar tekrar hatırlatıyor. İşiten kulakları, anlayan idrakları, hisseden vicdanları sarsıyor.

Kur’an bu gerçeği bir başka âyette şöyle dile getiriyor:

فَاِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿101﴾

“Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Mü’minûn 23/101)

يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ ﴿9﴾ فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ ﴿10﴾

“Bütün sırların ortaya çıktığı gün... ki ne gücü vardır insanın ne de yardımcısı.” (Tarık 86/9-10)

Âyetlerin mesajları bu açık iken hâlâ bazı müslümanların, kendileri gibi insanlardan medet ummaları anlaşılır şey değil. Bu müslümanlar Kur’an okumuyorlar mı diye sormak gerekir.

 

-Kurtuluşun vesileleri

Peygamber (sav) buyurdu ki:

 “Cenazeyi (kabre kadar) üç şey takip eder. Malı, ailesi ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri onun yanında kalır. Malı ve ailesi geri döner, ameli onunla birlikte kalır.” (Buhârî, Rikak/42 no: 6514. Müslim, Zühd/1 no: 7424. Tirmizî, Züh/46 no: 2380)

Mevta ile Âhirete gidecek olan şeyi Kur’an şöyle açıklıyor:

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

 “Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan sâlih ameller, Rabbinin katında mal ve evlatlardan ve dünyalıklardan iyidir.” (Kehf 18/46)

Hiç kimse hakkıyla iman etmedikçe cennete giremez. İsterse peygamber çocuğu, hanımı veya amcası en büyük âlimin, en meşhur şeyhin çocuğu veya yakını olsun. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz...” (Müslim, İman/22 no: 194. Tirmizî,  Sıfâtül-Kıyâme/56 no: 2510)

İnsanın ancak kendi sâlih amelleriyle Allah’ın şefaatiyle (yardımıyla) kurtulabileceği açık ve ortada iken; başkalarına kurtarıcı misyonu yüklemek Kur’an’ın şefaat anlayışına uymamaktadır.

Kur’an bunların yanında bazı amelleri felâha götürecek sebepler olarak sayıyor.

 

1-İman ve sâlih amel:

Asr Sûresi iman ve sâlih amel ilişkisini kısa ve özlü bir şekilde ortaya koyan kelâm harikasıdır.  Asra (zaman) andolsun ki, gerçekten insan hüsrandadır. İman eden, sâlih ameller işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.”

 

2-Tartıların ağır gelmesi:

Kurtuluş , yani müflihûn’dan olmak ancak tartıların (mizanın) ağır gelmesi ile mümkündür.

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿102﴾ وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿103﴾

“Sûr’a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy-sop yakınlığı kalacak, ne de birbirlerini arayıp soracaklardır.

“Artık kimlerin (sevap) tartılan ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa (felâha) erenlerdir.” (Mü’minûn 23/102-103. A’raf 7/7-8)

O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse. Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. (Karia 101/6)

 

3-Allah’a ve Elçisi’ne itaat:

تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿13﴾

“İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte bu büyük başarıdır/kurtuluştur (fevzu’l-azîm’dir).” (Nisâ 4/13)

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sav): “İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu.  Bunun üzerine: -Ey Allah’ın elçisi (sav), cennete girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber (sav): “Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm 2 no: 7280)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿70﴾ يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿71﴾

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzab 70-71)

 

4-Takva bilinci:

“... Allah'tan korkup sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bekara 2/189)

“Ey akıl sahipleri Allah’tak korkup çekinin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Mâide 5/100. Âli İmran 3/130. Âli İmran 3/200)

Zaten takva sahipler, yani Allah’tan korkup sakınanlar, O’na karşı sorumluluk bilinciyle davrananlar, O’nu hesaba katarak hareket edenler (amele işleyenler); fevz’i (başarı  ödülünü) hak edenlerdir, kurtulanlardır, umduklarına kavuşanlardır, âhiretin zorluklarından ve Cehennem azabından azad olanlardır.

“Şüphesiz takva sahipleri için de başarı ödülü vardır.” (Nebe’ 78/31) Yani onlar kurtulanlardır.

 

5-Rukû’, secde ve kulluk etmek:

            “Ey iman edenler! Rukû’ edin, secdeye varın, (sadece Rabbinize) kulluk edin ve iyilik yapın ki felâha (kurtuluşa) eresiniz.” (Hac 22/77)

Rasûlullah’ın (sav) hizmetkârı ve Suffe ashabından olan Rebîa b. Ka’b el-Eslemî (ra) şöyle dedi: “Rasûlullah (sav) ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını ona getirirdim. Buna karşılık bir keresinde bana:

-“Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben: -Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Peygamber: -“Başka bir şey istemez misin?” buyurdu. Ben: -Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Peygamber: -“Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu.” (Müslim, Salât/43 no: 1094. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’/22 no: 1320. Nesâî, Tatbîk 79 no: 1139)    

 

7-Allah yolunda cihad:

“Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin (muflihûn’un) kendileridir.” (Tevbe 9/88. Bir benzeri: Saff 61/10-13

Demek ki iman etmeden, Allah yolunda zaman ve zemine göre, güç ve takata göre, elden geldiği güç yettiği kadar çalışma yapılmazsa kurtuluş olmuyor. Bunlar yapılmadan insanlardan kendilerini kurtarmalarını beklemek doğru olur mu, fayda sağlar mı?

 

Hüseyin K. Ece