Kur'an'a göre insanın konumu ve ruh sağlığını (mutluluğu) koruma hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

23.12.2016 Groesbeek-İDEE Ribat

 

İKİNCİ OTURUM

 

1-Hayatın bir imtihan olduğunu akıldan çıkarmamak

Öncelikli adım imtihanı anlamaya çalışmak, bir anlam vermektir.

Bu musibet nereden ve neden başıma geldi. Bunda benim rolüm ne, başkalarının rolü var mı, yoksa Allah’tan mı geldi.

Kimse bir zorlukla, nahoş bir durumla karşılaştığı zaman bundan hoşlanmaz. Herkes kendince her şeyi en iyi şekilde yapmaya çalışır ama yine de problemle karşılaşır ve karşılaştığını hak etmediğini düşünür.

Unutmamak gerekir ki zorluklar, sorunlar, hastalıklar, felâketler vb. hayatın bir parçası. Müslüman böyle bir durumla karşılaştığı zaman bütün benliği ile bunun kendisi için bir deneme olduğunu, bunu kendi lehine ve aleyhine çevirebileceğini anlar.

Burada kişini seçimi, hangi yöne gideceği sonuç açısından önemli. Yaptığına göre ya iyi bir sonuçla, ya da kötü sonuçla karşılaşacağını düşünür.

Mü’min, tıpkı madenin deneme kazanında kaynatılması gibi, musibetlerle karşı karşıya getirilir. Böylece samimi müslümanla gevşek müslüman ortaya çıkar.

Müslümanlar için sadece iman etmek yeterli değildir. İmanın kökleşmesi ve sağlamlaşması için mü’minler çeşitli denemelerden geçirilirler. (Bkz: Ankebût 29/2-3. Enfal 8/17. Âli İmran 3/152, 154. Ahzab 33/11)

Hayat ve ölüm, doğma ve yaşama birer sınamadır.

اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿2﴾

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 67/2)

Fitne, gerçek olanı sahte olandan, iyi olanı kötü olandan, kirliyi temiz olandan ayırmak olduğuna göre, hayatın akışında olumlu ve olumsuz tarafları ortaya çıkabilir.

Kur’an’ın işaret ettiği gibi insan bazen risk taşıyan, mal, mülk, evlat ve sağlık gibi ni’metlerle, bazen de yokluk, hastalık, şeytan ve düşman saldırısı gibi şeylerle denemeye uğratılır.

Kur’an, insanın imandaki samimiyetini denemek için hayır ve şerr ile imtihan olunduğunu haber veriyor.

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿35﴾  

“Biz sizi bir imtihan olarak hayır fitnesiyle de şer fitnesiyle de deniyoruz. Ve eninde sonunda Bize döneceksiniz.” (Enbiyâ 21/35. Ayrıca bakınız: Tâhâ 20/131.Teğabûn 64/15-16. Enfal 8/27-28. Hûd 11/7 Kehf 18/7. Mâide 5/48. En’am 6/165

Kur’an, insanların sürekli olarak ‘fitne’ ile denendiklerini açıklıyor:

الٓمٓ۠ ﴿1﴾ اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ ﴿2﴾ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ ﴿3﴾

“İnsanlar, (yalnızca) ‘İman ettik’ diyerek, fitneye uğratılmadan (denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınamadan geçirdik (fitneye uğrattık); Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebût 29/2-3)

Karmaşık bir sudan yaratılan insan Allah (cc) tarafından devamlı denenmektedir. Hayata gelişin amacı da budur.

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـًٔا مَذْكُورًا ﴿1﴾ اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿2﴾

“Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” (İnsan 76/2)

Kalbe düşen vesveseden tutun, karşılaşılan her türlü nimet ve zorluk, hayatın geçici güzellikleri ve musibetler, iyi günler ve kötü günler, bize sunulanlar ve elimizde iken geri alınanlar birer fitnedir (denemedir).

İnsandaki aşırı istekler, nefis ve hırs her zaman insanı fitneye düşürebilir.

Aklı başında bir müslüman bu duygu ve zaafların kaşısında ne yapacak?

Bunların esiri mi olacak, yoksa şeriate uygun bir şekilde onları hayr ve ma’ruf yolunda mı kullanacak?

Kişi bazen eşiyle, çocuğuyla, kardeşiyle, akrabasıyla, komşusuyla, dindaşı ile, iş arkadaşıyla denenebilir. Onlardan kaynaklanan hoşlanmdığı şeyleri görebilir, duyabilir karşılaşabilir. Tıpkı elem ve kederle, musibet ve bela ile denendiği gibi.

Bu pozisyonlarda şuurlu müslüman imtihan edildiğini unutmamalı, bu imtihandan başarılı çıkmanın yollarını aramalı.

Allah (cc) yolunda çalışmak, emredildiği gibi kulluk yapmak, bütün bir hayatı Allah için ve âhiret haedefi doğrultusunda yaşamak, dünya hayatının cazibesine kapılamamak birer denemedir.

Bu denemeleri başaranlara müjdeler olsun. Bütün bunların imtihan sebebi olduğunu unutup; bunların belâ ve musibet, hayatı kendisine zindan etmek üzere başına çöreklenen olumsuzluklar olduğunu düşünen şüphesiz bunalır, canı sıkılır, öfkelenir, başkalarına daha çok kızar, strese girer.

 

2-“Biz Allah’tan geldik...” diyebilmek,

Musibetlere karşı böyle demek her babayiğitin harcı değildir. Bunun için güçlü bir imana, Allah’ın takdirine rıza gerekir.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَۙ ﴿155﴾ اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ ﴿156﴾ اُو۬لٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿157﴾

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.

Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.

İşte Rablerinin nimetleri ve lütfu onlar içindir ve doğru yol üzerinde olanlar işte onlardır!” (Bekara 2/155-157)

Bütün zorluklar ve musibetler karşısında; “Biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz” diyen bir müslüman rahatlar, esef etmez, huzura erer, kendini yeyip bitirmez.

 

3-Olumlu düşünmek ve ümitvar olmak,

Hayata nasıl bakıyorsunuz?

Olumlu olumsuz mu? Optimist mi, pesimist mi?

Olaylar sizin bulunduğunuz yerden nasıl görünüyor?

Hikâyeye göre “Ulkenin birinde, ağır işler hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir. Görevli ilk işçiye yaklaşır ve sorar : "Ne yapıyorsun?” "Nesin sen, kör mü?" diye öfkeyle bağırır işçi. "Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi biraraya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum. Bu çok ağır bir iş ölümden beter." Görevli oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşıp aynı soruyu sorar: "Ne yapıyorsun?" işçi cevap verir : "Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri icin, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta  bir işim var. Daha kötü de olabilirdi."

Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler. "Ya sen ne yapıyorsun?" diye sorar. "Görmüyor musun?" der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak “bir  mabed yapiyorum".

Sonuç: Görülüyor ki bu hikâyede her üç işçi de aynı işi yapıyor. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.

-Bugün hava biraz bulutlu mu yoksa biraz güneşli mi?

-Güllerin dikeni mi vardır, yoksa dikenli dalların gülleri mi?

-Bardağın yarısı boş mudur, yarısı dolu mu?

-Yoksa bardak olması gerekenin iki katı büyüklükte midir?

-Arada bir yaramazlık yapan çocuğunuz mu var, yoksa çok yaramaz, çekilmez bir çocuğunuz mu var?

-Bazen sizi rahatsız eden bir komşularınız mı var, yoksa hepten berbat komşularınız mı var?

-Size sürekli yük olan ve eziyet eden akrabalarınız mı var, yoksa bazen sizi yoran akrabalarınız mı var?

-Ticarette bugün düne göre, bu yıl geçen yıla göre daha az kâr ettiniz. Buna göre “hiç kazanamadık, durum çok kötü” mü demeniz gerekir, yoksa “buna da şükür” mü demeniz daha iyi.

Seçim ve değerlendirme size ait...

Kur’an ümitvar olmak konusunda bir gerçeğin altını çiziyor.

 “O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı halde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. (Allah) size keder üstüne keder verdi ki, bundan dolayı gerek elinizden gidene, gerekse başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âli İmran 3/153)

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (Hadid 57/21-22)

Müslüman gelecek ve Allah’ın rahmetinden beklentisi havf ve reca arası olmalı. Reca, geleceğe dair kişinin beslediği umuttur. Öyle ki kendisi için garanti değildir ama iyi olacağına dair beklentisi vardır. Bu ilerisi için positif düşünmek, umitvar olmaktır. İnsan ilerisi için iyi haber de duyabilir, kötü haber de alabilir. Hayatta ümit ve umitsizlik yanyana durur.

Havf duygusu burada; şiddetli bir korkudan ziyade görevi ihmalden dolayı, vadedilen güzel sonucu hak edememe endişesidir. Bu da insanı toparlanmaya sevketmeli.

Tavsiye edilen ve faydalı olan arzu edilen şeyleri beklemek, umut içinde olmak. Ancak bu beklenti fantazi olmamalı, gerçeklesmesi mümkün olmayan hamhayal de olmamalı.

İslâmî açıdan umit iki kısma ayrılır:

Birincisi: Allah’tan ümitvar olmak. Kişi ne zaman Allah’a karşı görevlerini yapar, O’nun emrine itaat eder, o zaman Allah’tan karşılık bekler.

Bu çok değerli bir beklentidir. Bunun isbatı aşağıdaki âyettir:

﴾ قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا ﴿110﴾

De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih amel işlesin (yararlı iş yapsın) ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf 18/110)

İkincisi tabii ümit: gücü yeten birinden bir şey beklemek. Bu da günlük hayatta normaldir.

Unutmamak gerekir ki İslâm ümitsizliği hoş görmez. Ümitsizlik şeytanî bir duygudur. http://www.islamisite.com/content/umitsizlik,

Kişi ileride iyi şeylerin olacağıni, daha doğrusu Allah’ın rahmetini beklemeli.

Zira her şey için mutlaka bir çıkış yolu vardır. Kur’an bunu haber veriyor.

وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ ﴿2﴾ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا ﴿3﴾

“... Kim Allah'tan korkup sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter...” (Talak 65/2-3) 

Bir sonraki ayette.

وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مِنْ اَمْرِه۪ يُسْرًا ﴿4﴾

“… Kim Allah’tan ittika ederse (korkup sakınırsa), Allah ona işinda kolaylıklar yaratır.” (Talak 65/4)

Ne kadar güzel müjdeler ve çıkış yolları. Ama bir şartı var bunun: Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranmak, Allah’ı hesaba katarak hareket etmek, O’nun kendisini her an gördüğünü unutmadan yaşamak...

Kişi ne zaman olumsuz şartlara teslim olur da ümidini kaybederse, içinde bulunduğu kuyudan çıkmak için tırmanmayi imkan dışı görür. Ümitsizlik tükenmişlik noktasında ve iman zaafıyla başlar. Kişi geleceğe ve bir çözüm olacağına inancını yitirise, onun Allah’a imanı noksandır. Allah hakkında bir şüphedir, cahilliktir, O’na güvenmemektir. Burada bir sey yanlış gidiyor demektir. Böyleleri Allah’ı hakkıyla takdir edemiyorlar demektir. Çünkü her şey O’nun elindedir.

Şu âyete bakalım:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿53﴾

“De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zumer 39/53)

Buradaki israf aşırı gitmek, işlerde ve davranışlarda ölçüyü kaçırmak demektir. Davranışlarında israf edenlerin zorlukla, zararla karşılasması kaçınılmazdır.

Enes (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti.

Hemen sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?” “Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum.” diye cevap verdi. Rasûlullah da (sav) şu açıklamayı yaptı:

“Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi, Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.” (Tirmizî, Cenâiz/11)

Allah’ın rahmeti varken müslümanın ümitsiz olması gerek yoktur. Yelkenleri suya indirmesi gerekmez. Her şeyin aynen devam etmesi mümkün değildir. Bir gün işler iyi gider, ertesi gün iyi gitmeyebilir. Bir gün her şey güllük gülistanlık olabilir, ama takip eden günler bazı şeyler değişebilir insan hayatında.

Gelecek bizim için gayptır ve Allah her gün yeni bir şeyi halk eder. Gerçekten O, zor zamandan sonra kolay zamanı da var eder. (Aidh al-Qarni, Wees niet bedroef, Uitgeverij Noer, 2006, blz. 44-45

Bundan dolayı müslüman sürekli ümitsizliği umuda çevirmek için çaba göstermeli. Şikayet etmeyi, âsi olmayı, “keşke” demeyi bırakmalı. Kesinlikle bilmeli ki Allah dilediğine dilediğini nasip eder. Kur’an şöyle diyor: 

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿139﴾

“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” (Âli İmran 3/139)

Bunun için her zaman umitvar olmalı ki geleceğe olumlu bakalım ve optimist düşünelim.

Bu da ruhsal sağlıktır, sağlam bir psikolojidir, huzurdur.

 

4-“Bunda da vardır bir hayır” diyebilmek

Müslüma “hayırdır inşaallah”, “bunda da vardir bir hayir” der. Bunu dediği zaman kesinlikle orada bir rahatlama hisseder. 

Kur’an’a göre elbette içinde olduğumuz ve yaptığımız her şeyde bizim de dahlimiz var. (Şûrâ 42/30. Rûm 30/41)

Bazen işler bazen hoşumuza gitmeyecek bir şekilde gelişebilir. Eğer bu Allah’tan geliyorsa belki Allah onda bizim için bir hayır murad etmiştir. Kendimiz için iyi zannettiğimizde bizim için zararlı bir şey vardır, belki Allah onunla denemek istiyor?

Ya da içinde bulunduğumuz durumu bize göstermek ve bizi korumak istiyor?

Veya tekrar düşünmemizi, durumu gözden geçirmemizi istiyor?

Karşımıza gelen veya yaşadığımız bu kötü durum ilerisi için daha iyi plan yapmak, daha hazırlıklı olmak için bir fırsattır.

Kur’an buna benzer bir durumu şöyle açıklıyor:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ۟ ﴿216﴾

Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bekara 2/216)

Ayet kıtal hakkında olsa da ortaya koyduğu hüküm geneldir.

Beylikahır’da 11 Eylûl 1980de yaşadığım tecrübe hatırlatılabilir.

 

5-Allah’ın hakkımızdaki hükmüne ve iradesine hazır olmak

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا ﴿36﴾

Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab 33/36)

O dilediğini dilediği gibi takdir eder. Kadere iman da budur. Bizim irademiz dahlimiz dışında olan ve O’nun tarafından takdir edilen her şeye rıza göstermek insanı rahatlatır, strese sokmaz.

O bizim biçimizi böyle yarattı. Evreni böyle, hayvanları böyle yarattı, hayatın kanunlarını öyle koydu. İnsanlara farklı farklı kabiliyetler, suretler, biçimler veriyor. Dilediğini dilediği ülkede, beldede, dilediği anne babadan dünyaya getiriyor. Bu O’nun iradesi ve takdiridir. Bu bizim üzerinde duracaüğımız bir konu değil, teslim olacağımız bir hakikattir. Bu hakikati kabul ettikten sonra, başkalarında olan ama bizde olmayan üstünlükler, farklılıklar konusunda esef etmeye, kafa yormaya, strese girmeye gerek yoktur.

Hadis olarak rivâyet edilen bir sözde şöyle deniliyor: “Men âmane bi’l-kader emine bi’l-keder-Kim kadere iman ederse kederden emin olur.”

Efsane Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi. Hayranlarından biri sordu: "Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"

Arthur Ashe şöyle cevap verdi..

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya “neden ben?” diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı'ya nasıl “niye ben?” derim?”

Siz siz olun “bu kadar insanın içinde neden ben” diye sormayın.

 

6-Mülkün Allah’a ait olduğunu unutmamak

İslam’a göre her şey Allah’ın. Bunu “el-mülkü lillah” şeklinde ifade ederiz.

O insanı en yaşayabileceği ortamı, hayatı süredürebileceği kaynakları da var etti. Ve yine insana kendi varlığını sürdürebileceği kapasiteyi de verdi.

Ancak bütün bunlar insan için geçici birer emânettir. Borçlanmak (emânet) biliyorsunuz geçicidir ve geri ödenmesi gereken şeydir. Kişi neyi emanet aldığının ve nasıl kullanması gerektiğinin farkında olmalı.

Öyleyse Allah’tan emanet olarak alınan ve geçici olan şeylere takılıp da kafayı yemeğe, strese girmeye, başkaları ile kötü olmaya, zulüm (haksızlık yapmaya) değmez.

Bun tersi ruhsal sağlıktır, huzurdur, az baş ağrısıdır.

Varlık O’nundur, O dilediği gibi tasarruf eder.

﴾ قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾

De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âli İmran 3/26)

Unutmamak gerekir ki hayatı yaratan bir köşeye çekilip, olayları uzaktan seyretmiyor. O (cc) her an hayata müdahele etmektedir. O her an bir işdedir.

 يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ ﴿29﴾

“Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.” (Rahman 55/29)

Allah (cc) aynı zamanda her şeye şâhittir. Hiç bir şey O’nun bilgisinin dışında değildir.

 اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ ﴿9﴾

“Onlar mü’minlere ancak; göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan mutlak güç sahibi ve övülmeye lâyık Allah’a iman ettikleri için kızıyorlardı. Allah, her şeye şâhittir.” (Burûc 85/9. Ayrıca bakz: Âli İmran 3/98. En’am 6/19. Hac 22/17. Sebe’ 34/47. Fussilet 41/53. v.d.)

O bizim yaptıklarınızdan gafil değildir.

 

7-Her zorluktan sonra kolaylık gerçeği

Allah (cc) hz. Muhammed’e bildirdiği gibi her zorluktan, her sıkıntıdan, her felâketten sonra; bir kolaylık, bir ferahlaık, her nimet vardır.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirah (94/5-8)

Bir imtihan olmak üzere uğradığı musibete sabreden, Allah’tan gelen neticeye gönül hoşnutluğu ile teslim olan, başına gelenlerden dolayı ah vah etmeyen Eyyûb (as) bu zorluklardan sonra kolaylık olduğunu biliyordu.

Nitekim onun bu teslimiyetine karşı Allah (cc) ona önceden sahip olduklarının bir mislini verdi. (Sâd 38/43)

Hikâyeye göre “Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye cevap verdi.

Usta tebessüm ederek çırağını kolundan tuttu ve dışıarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

"Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.

"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

"Hayatdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

Ne kadar isabetli bir tavsiye. Göl olmaya bak ki acıların tuzu sende kaybolsun. Bardak olmaya devam edersen acılar da gözünde büyümeye devam eder.  

 

8-Hastalığı, zayıflığı, engelli olmayı iyi anlamak

Şüphesiz sağlık Allah’ın insana büyük lütuflarından biridir. İnsan bununla mutluluk arar. Müslüman ise Allah’a karşı görevlerini yapmak için sağlıklı olmak ister.

Peygamber (sav) der ki: “Kim sihhatli bir şekilde sabaha ulaşırsa, evinde güvende ise, bir günlük yiyeceği ve içeceği varsa ona sanki dünya bağışlanmış gibidir.” (Tirmizi, Zühd/32 no: 2346)

Kuvvetli bir müslüman zayıf müslümandan daha hayırlıdır.” (Müslim, )

Her şeyi istediği gibi yaratan, bazı sebepler yüzünden hasta olmayı da yaratmıştır. İhtiyar olmak da insanın fırtarında yerleştirilmiş ilâhi bir kanundur.

Bazıları bir sebepten dolayı engelli doğabilir, bazıları da sonradan ya kendi hatasıyla ya da dış etkenler yüzünden engelli olabilir.

Bütün bunlar hayatın birer parçası. Olabilir. Kişi hastsalığa karşı her türlü tedbiri alır, dikkat eder, ama yine hasta olabilir. Bunda kendi kusuru olduğu gibi başkalarının dahli olabilir.

Bu ayrı bir konu. Ama diyelim ki hasta oldu. Mü’min böyle bir durumda isyan etmeyecek, ah vah etmeyecek, ümitsizliğe kapılmayacak.

Ya ne yapacak?

Elbette derman/şifa arayacak. Hastalığın, ya da bazı nimetlerden mahrum kalmanın faydalarını araştıracak, bu nahoş durumu kendi lehine çevirmeye çalışacak.

Bir çok insan sağlık gibi bir nimeti yerinde ve faydalı bir şekilde kullanmıyor.

Peygamber (sav) diyor ki: “Allah (cc) kıyâmet günü öncelikle soracağı nimetlerden biri de  sağlık olacaktır: Biz sana sağlıklı bir beden ve içmen için lezzetli su vermedik mi” (Tirmizî, no: 2022)

Müslüman inanır ki bedeni ve sağlığı kendisine emanettir. Mü’min Allah’tan aldığı her emaneti gözü gibi korumalıdır. Onu tehlikeye düşürecek şeylerden uzak kalmalıdır.

Allah (cc) sağlığa zararlı her şeyi haram kılmıştır. Bundan da maksat alınan emaneti korumaktır.

Peygamber (sav) asırlar öncesinden korucu hekimliği tavsiye etmiş, bunu yapan mü’minleri övmüştür. Kendisi de her zaman hastalıklara karşı hep dikkatli olmuştur.  O, yeterince uyumayı, dinlenmeyi, temiz olmayı, yeteri kadar yemeği, elleri ve ağzı temiz tutmayı, pis ve bayat yiyeceklerden uzak durmayı, yemek kapları kapalı tutmayı, sık sık duş almayı, tuvaletten sonra mümkün olduğu kadar temizlenmeyi tavsiye etmiştir.

Buyurdu ki: “Pek çok insan sağlık gibi bir nimete fazla dikkat etmezler, sağlığı koruyarak ve serbest zamanı kullarak Allah’a kulluk etmemzi mümkün iken.”

Başka bir rivâyet ise şöyle: “İnsanların çoğu şu iki nimetin değerini bilmezler: Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikak/1 no: 6412)

Ebud Derda diyor ki: “Hasta olup sağlığıma kavuşmam mı daha iyidir, yoksa hasta kalıp da sabretmem mi? Buyurdu ki: “Hakikatte Peygamber, hastalıktan şifa bulduğun gibi, sağlıklı kimseleri sever.”

Yine buyurdu: “Allah’tan af ve sağlık iste. Gerçek imandan sonra kişiye sağlıktan daha değerli bir nimet verilmemiştir.” (Tirmizî, Daavât/105 no: 3558)

Said Nursî Hastalar Risâlesi’nde hasta olanların tedavi olması gerektiği anlattıktan sonra bununla beraber hastalıkta faydalar olduğunu, ya da hastalıklardan derslerin çıkarılabileceğini anlatıyor.

-Keder ve hastalık günahları ve hataları temizler, onlara keffâret olur.

-Hastalık inançsızlığa perde olur.

-Müslümanı Allah’a daha çok yaklaştırır.

-İbadetlere karşı kalpteki şuuru artırır.

-Allah’a tevekkülü kuvvetlendirir.

-Hastalık kişinin iyi karakter sahibi olmasına yol açar.

-Hastalar bu sayede sihhatin ne kadar önemli olduğunu anlarlar.

-Allah (cc) hastalık ile farklı bir hedefi murad etmiş olabilir.

-Bazı hastalıklar daha kötü hastalıkları önler.

-Hastalık aynı zamanda Allah’tan bir uyarıdır.

-Bu sayede kişi buradaki hayatın kısa ve fani olduğunu bir daha hatırlar.

-Hastalık, Allah’ın eş-Şafi isminin yansımasıdır.

-Kişi hastalık sayesinde şükreden biri mi, şikayet eden biri mi olduğunu test edebilir.

-Böylece kişi, Allah’tan başka gerçek şifa veren olmadığını öğrenir.

-Akrabalar ve arkadaşlar arasındaki bağı güçlendirir.

-Keder ve hastalık kişiye merhamet ve ilgilenme duyguları kazandırır.

-Hastalık sebebiyle müslüman toplumda birlikte olma duygularını artırı.

-Hastalık bir açıdan diyet gibidir.

Bunlara şunu da ekleyebiliriz: Hatsalık hasta sahipleri için bir imtihan sebebidir. Allah (cc) onları hastalarla dener. Bakalım hasta olan yakınlarına karşı tutumları ne olacak. Nitekim bir hadiste hatırlatıldığına göre ihtiyar anne babaya bakmak cennet kazanma sebebidir.

Hastalık istenmez ama bu sayılanlarla teselli olunur, moral depolanır, hastalık felâketten, şikayetten, elem ve eziyetten faydaya,  teselliye, saadete çevrilebilir.