Kur'an'a göre insanın konumu ve ruh sağlığını (mutluluğu) koruma hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

23.12.2016 Groesbeek-İDEE Ribat

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

 

Neler yapılmalı? “Voorkomen beter dan genezen”

Strese veya depresyone düşmemek, psikolojimizi bozmamak için, ya da başımıza bir felâket, musibet, belâ, afet, istenmeyen bir durum geldiğinde, sorunlarla, sıkıntılarla karşılaştığımız zaman yapılması mümkün olan şeyler konusunda yukarıda sayılanlara ek olarak bir kaç önemli noktayı daha hatırlayalım.

 

1-Her derdin mutlaka bir dermanı olduğuna inanmak.

Bizim inancımıza göre derdi yaratan dermanı da yarattı. İnsana düşen o dermanı, ilacı, dokturu, yani sebepleri bulup şifa aramaktır.

Ebu’d-Derda’nın rivâyetine göre Peygamber (sav) buyurdu: “Allah (cc) bir hastalık yaratmamışltır ki, dermanını yaratmamış olsun. Her hastalık için şifa da yaratılmıştır. Yalnız haramda şifa yaratmamıştır.” (Mâlik, Muvatta Ayn/12. Ahmed b. Hanbel 1/13, 446, 3/156, 4/278. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Tıb/11 no:3874, 3855. İbni Mâce, Tıb/1 no: 4336. Tirmizî, Tıb/2 nr. 2038)

Bir başka hadiste şöyle buyuruyor: “Ey insanlar tedavi olun, Allah dermansız hastalık indirmemiştir. Yalnız ihtiyarlığın ve ölümün ilacı yoktur.” (İbni Hıbban, Tıb/4 no: 6064)

Bu hadis bir atasözünde “derdi yaratan Allah dermanını da verir” şeklinde ifade edilir.

Bir başka gerçek daha var: Musibetler bir müslüman için keffaret (günahlarının silinmesi) sebebidir.“Bir mü’min sıkıntı, hastalık, dert, üzüntü, kazaya uğrasa ve hatta Allah yolunda ayağına batan diken batsa, Allah bunlara karşılık o kulun günahlarını siler.” (Buhârî, Marda/1 no: 5640, 5642. Müslim, Birr/52 no: 2573. Tirmizî, Cenâiz/1 no: 966)

“İmtihan (bela) kulu onun günahları affedilinceye kadar onu terketmez.” (Tirmizî, 2/286)

“Müslümanın her hali hayırdır. Bu hayır ondan başkasına verilmemiştir. Ne zaman bir nimete kavuşsa Allah’a şükreder ki bu onun için hayırdır. Ne zaman bir musibetle karşılaşsa sabreder ki bu da onun için hayırdır.” (Müslim, Zühd/64 no: 2999. Bir benzeri: İbni Hıbban Rikak/9 no: 728)

 Stres, depresyon, psikolojik rahatsızlıklar, dengesizlikler de hastalık ise, onların da mutlaka çaresi, ilacı vardır, tedavisi mümkündür.

Ancak tedavini öncelikle kafada başlaması gerekiyor. İyi olacağına, şifa bulacağına inanması, doktora, ilaca, tedaviye, diğer metodlara güvenmesi, ilerisi için ümitvar olması gerekiyor.

Kur’an diyor ki:

... اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ ...

“... Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez...” (Ra’d 13/11)

Demek ki iyi olmak da, kötü olmak da bizim kararımızla başlıyor. Hastalıktan, bunalımdan, stresden, depresyondan ve benzeri zorluklardan kurtulmaya karar vermek, azmetmek gerekir. Yoksa Allah durduk yerde bir toplumda veya kişide olanları değiştirmez. Burada kisinin iradesi, niyeti, azmi ve çalışması son derece önemlidir.

Derler ki; “Temel eve gelmiş. Boy aynasına bakmış ki aynanın ortasında bir leke. Hemen gitmiş bir bez almış, üstüne temizleme ilacını dökmüş, gelmiş aynayı bir güzel silmiş. Ama leke hâlâ aynanın üzerinde. Üstelik hareket eden bir leke. Tekrar denemiş,  temizlik ilacını değiştirmiş, daha sıkı bir temizlik yapmış. Hayır lekeyi bir türlü giderememiş. Yorulmuş ve bırakmış. Aynı gün veya ertesi gün Dursun’la karşılaşmış. Durumu anlatınca Dursun ona; “Ula kafasız leke aynada değil, senin yüzünde. Baksana. Hiç aynayı silmekle yüzündeki lekeyi temizleyebilir misin?”

Ayna kendisine yansıyanı gösterir. Yapılacak iş aynaya yansıyan lekeyi, yani hayatımıza olumsuz yansıyan şeyleri içimizde düzeltmektir.

  

2-Her şeyin fani Allah’ın katında olanların ise bâki olduğu gerçeği (Bakıyatü’s-salihât),

Elde etmek için çırpındığımız şeyler günün birinde bizi terkedecek. Bir ömür sahip olmak için kavga ettiğimiz, kuluk görevlerini ihmal ettiğimiz her şey burada kalacak. İlişkide olduğumuz herkesten ayrılacağız. O yüzden hadis olarak okuduğum sözde deniliyor ki.

“İnsanlarla ilişkilerinizi günün birinde onlardan ayrılacağınızı hesaba katarak yapın.”

Yarın pişman olmamak için. Bugün boşuna çekişip, kavga ettiklerimizden, uğruna emek ve değer verdiklerimizden, benim dediklerimizden ayrılacağız.

Bu fani olan şeyler için bunca strese, dertli olmaya, kafa yemeğe, kötülük yapmaya gerek yok.

Geçici olan şeylere değer verdiğimizin yarısı kadar öteki dünyadaki hayatımızı kazanmaya versek, buradaki rahatımız için endişe ettğimiz kadar oradaki rahatımızdan endişe etsek daha kârlı olmaz mı?

Kur’an şöyle diyor:

 اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلًا ﴿46﴾

"Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; sürekli kalan iyi işler (bâkiyâtü's-sâlihât) ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır." (Kehf 18/46) 

وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ مَرَدًّا ﴿76﴾ (Meryem 19/76)

"Allah, doğru yola gidenlerin hidâyetini artırır. Sürekli kalan iyi işler (bâkiyâtü's- sâlihât), Rabbinin nezdinde hem mükâfat bakımından daha hayırlı, hem de akıbetçe daha iyidir." (Meryem 19/76) 

Sizin yanınızdaki biter, ama Allah’ın yanında olan bitmez.

 مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿96﴾ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿97﴾

“Sizin yanınızdaki (dünya malı) tükenir, Allah katındakiler ise bâkidir. Elbette sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.

Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl 16/96-97)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ ق۪يلَ لَهُمْ كُفُّٓوا اَيْدِيَكُمْ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۚ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللّٰهِ اَوْ اَشَدَّ خَشْيَةًۚ وَقَالُوا رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا الْقِتَالَۚ لَوْلَٓا اَخَّرْتَنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۜ قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَل۪يلٌۚ وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقٰى وَلَا تُظْلَمُونَ فَت۪يلًا ﴿77﴾

"... (Ey Elçi) Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.» (Nisâ 4/77) 

            Yürekten “Bu da geçer ya Hû” diyebilmek bir çok sıkıntıyı azaltır.

 

3-Hastalığı, ölümü ve kabri düşünmek

Bugün sağlıklıyım, ama hasta olabilir. Bugün güçlüyüm ama yarın zayıf düşebilirim. Bugün gencim yarın mutlaka ihtiyar olacağım. Bugün hayattayım ama yarın mutlaka öleceğim.

Küçükken bize şaka yapılırdı. “Baban bir hafta içinde ölecek” diye. Endişeye kapılır korkardık. Sonra derdik ki “nereden biliyorsun?”. Bir hafta geçerdi babamız ölmezdi. Demek ki kasdedilen gelecek hafta değil, herhangi bir hafta. Yani baban günün birinde, Allah’ın bildiği haftada ölecek.

“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût 29/57. Âli İmran 3/185. Bekara 2/281. Nahl 16/111)

Canımız sıkıldığı zaman, aşırı üzgün olduğumuzda, sorunlar boyumuzu aştığında, strese ve depresyona girecek kadar dertlerle karşılaştığımızda ölümü hatırlamak, kabri akla getirmek son derece faydalıdır.

Ölümle her şey bitiyor ve öteki hayata kapı açılıyor. Dünyaya ait her şey burada kalıyor. İnsan öbür aleme sadece amellerini götürüyor.

O zaman yanlış ve faydasız işler, dünya işleri için bunalmaya, fani şeyler için depresyona girmeye gerek var mı?

“Ömür Dediğin Üç Gündür, 
Dün Geldi Geçti, Yarın Meçhuldür, 
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür...” Değerlendirmeye bak.

*Geçenlerde facebook’ta paylaşılan bir hikâye hoşuma gitti.

Boşanmaktan Vazgeçiren Söz

Adamın birisi karısı ile hiç geçinemez. Evde her gün basit şeyler yüzünden tartışma olur. Adam bu tartışmalardan bıkıp artık ayrılmak ister. Bunların münakaşaları yüzünden iki tarafın ailelerinin de araları açılır…

Bu şahıs bir gün perişan bir hâlde, istişare etmek için tecrübe sahibi, ilim ehli, herkes tarafından sevilen, sözüne güvenilen bir zata gidip durumu anlatır, hanımından boşanmak istediğini söyler. O zat, ona;

“Artık ayrılsan da fark eden bir şey olmaz. Şurada bir ay kadar ömrün kaldı, ne istiyorsan yap!” der… Bu sözü duyan adam şoke olur, rengi atar, yine perişan bir durumda çıkar gider…

Rastladığı tanıdıklarıyla helâlleşmeye başlar. Eve gider, hanımına ağlamaklı;

“Hatun gel, bunca zamandır seni üzdüm, sana iyi kocalık yapamadım, istediğini alamadım, hakkını gözetemedim, ne olur beni affet, bana hakkını helal et” der. Hanımı;

“Allah Allah, bu adama ne oldu da böyle şeyler yapıyor!” der, acır ona ve “Bey, asıl sen hakkını helâl et, ben hep edepsizlik yaptım, seni çok üzdüm” der. İkisi de başlar ağlamaya…

Sonra adam, kavgalı olduğu kayınpederine gider. Onlarla da ağlayarak helalleşir. Adamın hanımı da, kendi kayınvalidesine gidip aynı şekilde helalleşir. Artık evde her gün cennet hayatı yaşarlar ve birbirlerini hiç üzmezler…

Ama adam, hanımına, o zatın, öleceğine dair sözünden hiç bahsetmez… Bir ayın dolması için günleri sayar. Günler yaklaştıkça bunun iyiliği artar, geceleri de ibadet eder. Bunun iyiliği artınca hanımının da ve ailelerin de iyiliği artar…

Bir ay dolar. Ha bugün öleceğim ha yarın… derken, bir türlü ölmez! “Kesin bir ay denmedi, bir ay kadar dendi, belki birkaç gün daha var” diye düşünür…

Birkaç gün daha bekler, yine ölmez. Sonra o zatın yanına gider;

“Efendim ben ölmedim” der. O zat da;

“Ne ölmesi?” deyince;

“Efendim siz ‘bir ay kadar ömrün kaldı’ demiştiniz, o bir ay doldu ama ben ölmedim” der. O zat;

“Kardeşim, ben senin ne zaman öleceğini bilemem, ama şunu biliyorum, ölüm var, bir gün elbette öleceksin. Ölecek adam kavga niza ile hayatını zehir etmez. Şu andaki hayatından memnun musun?” der.

Adam: “Evet hiç tartışmamız olmuyor” der.

O zat; “Haydi artık böyle devam edin” der… O ailenin iki çocukları olur, gül gibi geçinip giderler.” hikâyeye göre.

İşte bütün mesele ölümü unutmamak. Ölümü unutunca ne oluyor, unutmayınca ne oluyor bu açık bir örnek. Bütün sıkıntılar ölümü unutmaktan, hak ve hukuka riayet etmemekten yani dinimize uymamaktan ileri gelir. (http://webtv.efepost.com/article_read.php?a=25)

Bu bilinç bize iki dünyalı yaşamamız gerektiğini hatırlatır. İki dünyalı yaşayan biri bu dünyanın servetine, eğlencesine, kederine ve derdine takılıp kalmaz.

Peygamber (sav) buyuruyor:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarlrından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!” (Hâkim, Müstedrek, 4/341. Tirmizî, Zühd/25 no: 2333)

Abdullah b. Ömer diyor ki: “Rasulüllah iki omuzumu tuttu ve dedi ki: “Dünyada garip veya bir yolcu gibi olduğunu (düşün).” (Buhârî, Rikak/3 no: 6416)

Hikâye bu ya; “Bir adam, Afrika'da yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu bulur ve hızla kuyuya inmeye çalışır. İpe sarılıp kuyuya inerken. Alt tarafta büyük bir yılan görür.

Yılan buna doğru yükselirken, korkudan eyvah şimdi ne yapacağım diye düşünür. Üstte aslan, altta yılan.

Tam o sırada iki tane fare biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar. Her yerden başı belâda iken bir anda yüzünde ıslak bir şey hisseder. Bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken uyanır ve “oh be rüya imiş” der. Gidip rüyasını bir bilgine anlatır ve tabirini sorar. Bilgin der ki; “Anlamadın mı, peşinden koşan arslan ölüm meleğidir. İçinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır. Sarıldığın ip senin hayatındır. Beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür ömrünü kemirirler. Peki ya o bal nedir dersen ? Dünyanın geçici lezzetidir, Ölümün arkasında bir hesap olduğunu sana unutturur.”

Yapılacak şey, bu hayatın fani olduğunu unutmamak, zamanın değerini bilip ölüme hazırlanmaktır. Hayatı ve ölümü böyle değerlendiren bir kimsenin strese girmesine gerek yoktur.

 

4-Hasta ziyareti yapmak

Kendi durumunun daha iyi olduğunu anlamak ve teselli bulmak için, hasta, hastahane, bakımevi, yaşlılar evi, varsa öğrenci evleri ziyaret edilebilir. Ölüsü olanlara başsağlığı yapılabilir.

Hele illa da mümkünse mezarlık ziyareti. Kimin kabri olursa olsun farketmez. Hiç olmazsa kabristanın yanından geçmek gerekir.

Bunlar insandaki kederi, hüznü, stresi azaltır, ölümü hatırlatır.

 

5-Kendi durumunu diğerleri ile kıyas etmek

Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd/9. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet/58, Libâs/38. İbni Mâce, Zühd/9)

Buhârî’nin rivâyeti şöyledir:“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.” (Buhârî, Rikak/30. Ayrıca bk. Müslim, Zühd/8)

Özellikler kabiliyetler, nimetler ve sağlık açısından kendisinden daha kötü durumda olanlar “benden de beteri varmış” diye teselli olur. Derdini gözünde büyütüp strese girmez ümitsiz olmaz.

Sosyal medyada dolaşan şu sözü hatırlayalım: “derdimi dinledim, derdimden iğrendim... onun derdini gördüm, derdime imrendim.”

Burada, şöyle güzel bir çift ayakkabı isteyen fakir adamın karikatürü hatırlanabilir.

Halinden şikayetçi olma, beterin beteri vardır.

 

6-Öfkeyi kontrol altına almak, başkalarına çok kızmamak

Zira öfke aklı gideriri, sağlıklı karar vermeyi engeller. Başkasına çok kızmak kişinin kendi hatalarını görmesini azaltır, stresi artırır, güveni sarsar, zarar verecek kararlar almasına sebep olur.

O yüzden Kur’an öfkesine hakim olanları methediyor.

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿134﴾

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran 3/134)

Öfke, insana verilen tabii güçlerden üçüncüsüdür. (Diğerlier akıl ve şehvet/arzulardır) Öfke savunma gücü olarak ve yerinde kullanılırsa faydalıdır. Mesela, kendisini bunaltmak üzere hücum eden, zorluklar, sorunlar ve felâkatlere, saldırgan düşmanlara, kendisine zarar vermek isteyenlere karşı koyma gücü gibi. Hiç öfkelenmeyen kişi bir işe yaramadığı gibi, yersiz öfke de iyi değildir.

Sık sık öfke ile hareket etmek, aşırı kızmak, yerli yersiz köpürmek, bağırıp çağırmak sağlık değildir. Kontrol edilmeyen ve meşru hedefler için kullanılmayan öfke insana zarar verdiği gibi, bunalıma, strese, akıl tutulmasına sürükler. Boşu boşuna depresyona girmesine yol açabilir.

Zorluklar ve olumsuz olaylar karşısında agrassif değil, asartif, yana gayretli olmak gerekir.

Peygamber (sav) öfkesine hakim olanı ve yerinde kullananı pehlivana benzetiyor.

İbnu Mes'ud (ra) anlatıyor : Rasûlullah (sav) bir gün : “Siz aranızda kime pehlivan dersiniz?” diye sordu. Orada olanlar: “Erkeklerin yenmeyi başaramadığı kimseye” dediler. Rasûlullah: “Hayır, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir.”  (Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebu Dâvud, Edeb/3 no: 4779

Ebû Hureyre’nin anlattığına göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu. “Kuvvetli kimse,  (güreşte hasmını yenen) değildir. Gerçek pehlivan, öfkelendiği zaman nefsini hakim olan kimsedir.” (Buhârî, Edeb/76 no: 6114.  Müslim, Birr/107 no: 2760. Muvatta, Hüsnü'lhalk/12, 2/906)

“Gereğini yerine getirmeye gücü yettiği halde, öfkesini yenen kimsenin kalbini, Allah (cc) güven ve imanla doldurur.” (Ebu Davûd, Edeb/3 no: 4777)

 

7-Şehveti iyi yönlendirmek

Şehvet (Arapçadaki manasıyla) insana bahşedilen bir nimet ve imkandır. Hiç kullanılmazsa hayat devam etmez. Aşırı kullanılırsa insan zarara uğrar. Şehvetinin, yani nefsinin aşırı isteklerinin kulu kölesi olanın da başı dertten kurtulmaz.

Âyette denildiği gibi şehvetlerine uyanlar sapıtırlar. Sapıtmanın envai çeşitlerini olduğunu hatırlayalım.

وَاللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُر۪يدُ الَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ اَنْ تَم۪يلُوا مَيْلًا عَظ۪يمًا ﴿27﴾

“Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.” (Nisa 4/27)

Nefislerinin her istediğini yapmak şehvete, ya da hevâya uymaktır. Bunun sonucu hüsran, zarar, stres, bunalım ve mutsuzluktur.

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّاۙ ﴿59﴾

“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” (Meryem 19/59)

Kur’an, şehvetlerini kontrol altına alıp hidâyetin gereğini yapanlara cenneti müjdeliyor.

وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ ﴿40﴾

Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Naziat 70/40)

Kur’an insanları hevâlarını ilah edinmemeleri konusundaki uyarısını tekrar hatırlayalım. Hevâsnı kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” (Furkan 25/43)

Her konuda hevaya uymak, şehvete (aşırı isteklere) tabi olmak, başka bir değer tanımamak insanı hiçsizleştirir. Bir hiç değerinde olan insanın ne davası olur, ne izzeti olur, ne de seviyesi.

Üstelik bu (uydurma) ilâha yaranmak da mümkün değildir, onu doyurmak da. İnsan kendi hevâsına nasıl kulluk ederse etsin, hangi kurbanı sunarsa sunsun, hangi emrine itaat ederse etsin, onu memnun edemez, doyuramaz. Hevâsı daha fazlasını ister, daha ötesini ister. Hiç bir şeyle tatmin olmaz. Kanaat bilmez, hiç bir şeyle yetinmez.

Durmadan hevâsının peşine koşanlar da strese düşerler. Bunun daha ötesi depresyon, daha ötesi şizofrenidir.

*Nefsi tezkiye etmek de strese karşı en güzel Kur’anî devalardan biridir.

Nefis nasıl tezkiye edilir?

Nefis ibadet (kulluk) ile ve Allah’ı zikirle tezkiye olur.

Şehvet ve hevâ nefsin birer fonksiyonudur. Bunlara hakim olmak, hayırlı ve meşru işlere sevketmek, onu günahtan uzak tutmak bir anlamda nefis tezkiye etmektir.

Kur’an nefsini tezkiye edenleri müjdeliyor:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ ﴿9﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿10﴾

“Onu tezkiye eden felaha erer, onu kire bulastiran da zarar eder.” (Şems 91/9-10. Bir benzeri: A’la 87/14-15)

Nefsinin iyi taraflarını beslersen, arındırırsan, onu salih amel işlemeye alıştırırsan hayra, iyiliğe, saadete ulaşırsın. Yanlış ve aşırı isteklerine uyarsan şerre, kötülüklere, şekavete, zarara ve sıkıntılara uğrarsın. Tercih senin elindedir.

Şöyle bir hikâye anlatılır: “Geçmiş zamanlarda öğrencinin biri bir âlimi ziyaret eder.  Âlimin bahçesinde iki tane sevimli köpek vardır. Biri siyah biri beyaz. Öğrenci onların bahçede güzelce oynadıklarını görünce hayran kalmış. Onları biraz seyrettikten sonra yanına gelen âlime; “ne güzel oynuyorlar” dedikten sonra sormuş: “Bunlar hiç kavga ediyorlar mı” Âlim, “tabi ediyorlar” demiş.. Genç “hangisi galip geliyor?” Âlim, “hangisini daha çok beslersem o” demiş.

Siz isterseniz bunlara nefis/hevâ ve kalp diyebilirsiniz. 

Yukarıdaki âyetin bahsettiği ziyan sadece âhirettede ki azap mıdır?

Nefsini kötülüklere bulaştıran bu dünyada hüsrana uğramaz mı, zarar etmez mi, hasta olmaz mı, depresyona girmez mi?

 

8-Sabretmek; Eyyûb kıssasından örnek almak

Kur’an hz. Eyyub’u şöyle anlatıyor:

وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ ﴿83﴾ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ ﴿84﴾

“Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.

Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik.

Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ 21/83-84)

Ya da Yusuf’unu kaybeden hz. Ya’kub gibi sabr-ı cemil sahibi olmak.

"... Güzel bir sabır'dan başka yapacağım bir şey yok! Bu durumda yardım edecek ancak Allah’dır” (Yûsuf 12/18)

Herkes ve her peygamber denendiği gibi hz. Eyyûb da dayanılmaz musibetlerle denendi.

Kur’an onun bu konudaki sabrını ve teslimiyetini övüyor ve mü’minlere örnek gösteriyor.

“Seyrânî bilmem mert midir 
Canan cana cömert midir   
Eyyub'un derdi dert midir   
Ben ondan beş beter çektim”

Şeyrâni böyle dese de herhalde hz. Eyyûb’un derdini kimse çekmemiştir.

Peygamber (sav) sabır konusunda şöyle buyuruyor:

“…Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Müslim, Zekât/124 no: 1053.  Ebu Davûd, İstiğfar/1 no: 1644. Buhârî, Rikak/20 no: 6470. Tirmizî, Birr/77 no: 2024. Muvatta, Sadaka/7. Nesâi, Zekât/85 no: 2589)

Mikdad İbnu'l-Esved (ra) anlatıyor:  “Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!” (Ebu Davûd, Fiten/2 no: 4263)

Sabrı üç maddede özetlemek mümkün.

1-Belâ ve musibetlere, acı, elem ve külfete, zorluğa ve darlığa, hastalığa ve düşkün olmaya  sabır.

2-Nefsin aşırı lezzet ve şehvet isteklerine, cazip olmasına rağmen günah işlemeye karşı sabır. Kişi bu sabırla haram kılınan, hoş görünüşlü olan, ama sonunda zarar veren tehlikeli ve zararlı şeylerden sakınabilir.

Günahlara (masiyetlere) bulaşmamakta direnip sabretmek nefsin muttaki olmasına kaynaklık eder.

3-İbadetin zorlukların karşı sabır. İmanın bir göstergesi olan sâlih ameller ancak sabırla işlenir. Burada hem amelin kendisinde olan güçlük, hem de nefsin o ameli işlemekteki isteksizliği aşılır.

Sabır aynı zamanda aktif bir direniştir. Zorluğa, güçlüklere, imkansızlıklara, darlıklara, felâketlere, sınamalara, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere, nefsinin arzularına karşı bir direniştir.

Mü’min, felâket karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette beklemez ve bu beklemenin adını da ‘sabır’ koymaz. Aksine o, felâketi en az zararsız bir şekilde atlatmaya, felâketin getirdiği mahrumiyeti yenmeye çalışır.

Mü’minler, Allah yolunda yapacakları çalışmalarında, ibadet ve amellerinde zorlukla, eziyet ve sıkıntı ile karşılaşırlarsa namaz ve sabırla Allah’tan yardım isterler.

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ ﴿45﴾

“Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (Bakara 2/45. Bir benzeri: Bekara 2/153)

Mü’minler bir darlığa ve felâkete düsünce de perişan olmazlar. O sıkıntıyı uzaklaştıracak, o felâketten kurtaracak çareleri ararlar. Bilirler ki, hayatta her şey bir değişim halindedir.

Tekrar hatırlamak gerekir ki ni’metler de, rahatlıklar da, sıkıntılar da, zorluk ve darlıklar fanidir ve hep değişirler. Kişi bir hal üzerinde sürekli durmaz. Dünya bir imtihan (deneme) dünyasıdır.

Allah’tan gelebilecek belâ ve musibetlere karşı mü’min ucunda ölüm olan ama Allah’tan gelen emre hz. İsmail gibi teslim olmalı.

 

9-Kalbin gıdasını vermek

Kalp hakkında çok şey söylenebilir ama özellikle şu hadisi hatırlamakta fayda var:

“...Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.” (Buhârî, İman/39 no: 52. Müslim, Musâkât/107 (20) no: 4094)

Hasan-ı Basrî’nin şöyle dediği rivayet ediliyor: “Kalpler altı şeyden dolayı ifsat olur:

1-Tövbe ederim ümidiyle günah işlemek.

2-İlim öğrenip, gereğince amel etmemek.

3-İbadet ve davranışlarda samimi (ihlâslı) olmamak.

4-Allâh’ın verdiği nimetlerden yararlanıp, şükretmemek.

5-Allâh’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak.

6-Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak.” (http://www.ilkadimdergisi.net/yazi/kalbi-muhafaza-veya-kalb-i-selime-sahip-olmak-380.html)

(Bunlara elbette başka sebepler de eklenebilir. Bunların bir kısmı biz birinci bölümde arzetmiştik)

Kalbi ifsat etmemek, onu diri ve sağlıklı tutmak bedenin sağlığı ile de ilgilidir.

Onu, bir anlamda nefsi doyuran en iyi gıda zikirdir. Bu açıdan zikir ruh sağlığının en tesirli ilacıdır. 

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ ﴿28﴾ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ ﴿29﴾

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir.” (Ra’d 13/28-39)

Ayetin hükmü kesin: Kalpler zikir hariç hiç bir şeyle tatmin olmaz, doymaz, huzura ermez. Mal, servet, eşyalar, lüks hayat, envai çeşit yiyecekler, eğlenceler, gezmeler, tozmalar, makamlar, ünvanlar, şöhret ve isim yapmalar, iktidar veya maddi güçler, en yeni en pahalı eşyalar; ama hiç biri kalbin aradığı gıda değildir.

Bunların bir kısmı hayatı devam ettirebilmenin malzemeleridir. Kalp, bir anlamda nefis, yani insan bunlarla mutmain olmaz, “sekine”ye (gerçek iç huzura veya dengeye) ulaşamaz.

 

10-Şükretmek

Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 14/7)

Şükretmek nimetin sahibini tanımak ve ona borçlu olduğunu bilmektir. Borçlu borcunu ödemediği sürece sıkılır, daralı, strese girer, eğer sorumlu birisi ise. Ancak borcunu ödeyince bir “ohh” çeker.

Şükretmek hem borçlu olduğunu bilmek, borcunu ödemektir, hem de huzur veren bir kulluk ödevidir.

Şükreden için nimet artırılır. Bu artma da sayısal bir artış değil, bereket, kanaat ve insanın dünyalıklara ilgisinin ve ihtiyacının azalmasıdır. Sevgisinin kalbin dışına çıkmasıdır.

Bu da engin bir huzur ve mutluluk, doymuşluk (tatmin) ve manevi zenginliktir.

 

11-Allah’tan razı olmak

Müslümanlar birbirlerine dua ederler. “Allah senden razı olsun.” (Ya da sahabelerin adı anılınca “radiyallahu anhu-Allah ondan razı olsun” derler. Şüphesiz bu güzel bir duadır.

İnsan için herhalde Allah’ın kendisinden razı olması kadar büyük bir mükâfat düşünülemez.

Ama bir de bunun öteki boyutunu düşünelim.

Biz Allah’tan razı mıyız?

O’nun bize ouygun gördüklerinden, bize nimet veya nıkmet (nahoş şey, nimetin tersi) olarak verdiklerinden razı mıyız? Bizi kul olarak yaratmasından, bizi mükellef kılıp kulluktan sorumlu tutmasından razı mıyız? Tekliflerinden memnun muyuz? Gerek bedensel, gerek dünyalık açısından bize verdiklerinden razı mıyız? Amellerimize bu dünyada verdiği karşılıklardan, nasip edeceği sonuçlardan razı mıyız? Bizi denemek için nasip ettiği, edeceği; elem, keder, mahrumiyet, belâ, musibet, zorluk ve darlık gibi şeylerden razı mıyız, şikayetçi miyiz? Dilimiz “razıyım” derken, kalbimiz ne diyor?

Allah’ın nasip ettiklerinden gönülde razı olmak, asla şikayetçi olmamak, O’ndan gelen şeye hamdetemek ve lşükretmek müthiş bir moral, motivasyon, huzur ve mutluluk sebebidir, imkanıdıur.

Meseleye böyle bakan bir müslüman bu olumsuz şeyleri neden dert edinsin ki? Neden bunlar sebebiyle strese girsin, depresyona uğrasın ki?

Dört âyette “onlar Allah dan razıdırlar, Allah da onlardan razıdır” dedikleri kimlerdir?

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿7﴾ جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿8﴾

“Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.

Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine 98/7-8. Tevbe 9/100. Mâide 6/119. Mücadele 58/22)

Hakka itaatte bulunmakta direnip sabretmek Hakka yakınlık kazandırır.

Belâlara sabretmek ilâhî takdirden razı olma imkânını doğurur.

 

12-Verenin de alanın da Allah (cc) olduğunu hatırlamak

Mü’min, verenin de O, alanın da O olduğunu unutmaması gerekir. Bugün veren yarın alabilir, bugün vermeyen yarın verebilir. Hüküm ve karar O’na aittir. O’nun hükmüne teslim olmak imandır.

Kur’an bunun açıkça bildiriyor.

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿26﴾ تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿27﴾

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âli İmran 3/26-27)

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿28﴾

“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?” (Mülk 67/28)

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.”

Eğer bütün insanlar (kâfirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık.

Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır. (Zuhruf 43/32-35)

Abdullah bin Abbas (ra) şöyle anlatıyor:

“Ben Allah Rasûlü ile beraberdim, bana: “Sana bazı şeyler öğreteyim” dedi ve devam etti:“Sen Allah’ın emir ve yasaklarını koru ki, Allah da seni korusun. Sen Allah’ ın emir ve yasaklarına riayet et ki, O’ nun yardımını göresin. Bir şey istediğinde yalnız Allah’tan iste. Şunu bil ki sana yardım konusunda herkes bir araya gelse, Allah’ın senin için takdir ettiğinden başkasını veremezler. Sana zarar verme maksadıyla insanların hepsi bir araya gelse, Allah’ ın takdirinden başkasını yapamazlar.” (Tirmizî, Kıyâme/59 no: 2516. Ahmed b. Hanbel, 1/293)

 

13-Bir bilen ile konuşmak

Yani bir dert babası derman ağa ile konuşmak, dertleşmek, içini dökmek insanı rahatlatır. Bu kişi evden biri olabilir, uzman biri olabilir, imam/âlim olabilir.

Bilirsiniz ki dertler paylaştıkça azalır, sevinçler (ya da bilgi) paylaştıkça çoğalır. Sizi dinleyen ya size teselli eder, ümit verir, yol gösterir, içinizdeki düğümü çözer, sizin göremediğinizi görür. Soruna başka pencereden bakmanızı sağlar. Hastalığın sebebini birlikte teşhis etmenizi sağlar.

Bu gibi durumlarda Kur’an okumak, dua etmek son derece faydalıdır. Hatta ticarete alet edilmeyen ve iyi niyetle yapılan bir okuma/dua seansı veya bir muska kullanmak bile fayda verebilir.

Başına gelmeyen bilmez. Bu tür hastaların kimlerden medet umduğunu çok duymuşsunuzdur.

 

14-Ca’fer-i Sadık’ın tavsiyelerine kulak vermek

Büyük âlim Cafer-i Sâdık’tan şöyle bir haber rivâyet ediliyor:

O demiş ki: “Hasbunallahu ve ni’me’l-vekil” deyip de Allah’a güvenen bir kimsenin hâlâ nasıl ümitsiz olduğuna şaşarım.’Onun bu sözüne kulak verip iyi anlamak gerekir. O bu iddiasini elbette Kur’an’a dayandırıyor. Allah yolunda can verenlerden bahsedilen bir pasajın sonunda şöyle deniliyor:

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ {173

“Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.

Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.” (Âli-İmran 3/172-173)

Gerçek müslüman, bir zorlukla, bir elemle, bir musibetle, kendisine kötülük etmek isteyen kimselerle karşılaştığı; ya da birileri onu açlıkla, darlık ve düşmanların saldırısı ile korkutmaya kalkıştığı zaman o korkmaz, cesaretini ve ümidini yitirmez, sadece Allah’a dayanıp güvenir. Böyle şeylerden korkuya kapılmaz, endişe etmez. Tam tersine imanı daha da kuvvetlenir.

Cafer-i Sâdık bize korkuya ve ümitsizliğe karşı Kur’an’dan ilaç tavsiye ediyor. Bu derman “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” sözüdür. Bununla müslüman korkuyu cesarete, ümitsizliği umuda, çaresizliğe Allah’ın yardımını beklemeye çevirir.

Cafer-i Sâdık yine diyor ki: “Musibetin, zorluğun içinde olduğu halde şu âyeti hatırlayıp söylemeyene de hayret ederim.”

وَذَا النُّونِ إِذ ذَّهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ أَن لَّن نَّقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِي الظُّلُمَاتِ أَن لَّا إِلَهَ إِلَّا أَنتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

            “Zünnûn'u da (Yûnus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.” (Enbiya 21/87)

Arkasından da müjde geliyor.

 فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّ وَكَذَلِكَ نُنجِي الْمُؤْمِنِينَ {88}

“Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz müminleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ 21/88)

Olayı Kur’an’dan hatırlayalım. Yûnus (as) kavmi onu dinlemediği için görev yerini izinsiz terketti. Sonunda onu denizde bir balık yuttu. Orada hatasını anladı, içten tevbe etti, Rabbine sığındı ve O’ndan yardım istedi. Hatta yaptığı hata için de “ben zalimlerden oldum” deyip kendini suçladı. Allah (cc) duasını kabul etti ve onu bu elemden, bu zor durumdam kurtardı.

Arkasından gelen âyet bütün müslümanlara bir müjde veriyor: Musibetlerin, dertlerin problemlerin ortasında olan bir müslüman da tıpkı Yunus (as) gibi yaparsa Allah (cc) onu da affeder, ona da yardım eder. Hem de ummadığı yerden.

Bir başka güzel örnek de hz. Muahammed’in hicret zamanında Sevr mağarasındaki tevekkülü. Hani Mekkeli müşrikler mağara yaklaştıklarında, onların ayak seslerini duyan hz. Ebu Bekr endişeye kapıldı. Ama Peygamber (sav) ne korktu, ne çekindi. Ebu Bekr’e şöyle dedi:

لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ

“Üzülme (kederlenme) Allah bizimledir… Bunun ğzerine Allah onunun üzerine ‘sekinesini’ indirdi...” (Tevbe 9/30) 

Cafer-i Sâdık başı darda olduğu halde şu âyeti hatırlamayanlara hayret ediyor.

... وَأُفَوِّضُ أَمْرِي إِلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ {44}

“… Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (Mu’min 40/44)

Bu bir çeşit Allah’a sığınmadır, O’ndan yardım istemedir. (Hoetaboe’l-Cjoemoeaa wa’l-‘Iydayn/11’den)

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey şu: Müslüman bütün dünyalık işlerinde Allah’ın koyduğu ölçülere uymalı, Allah’a hakkıyla teslim olmalı. Her gün Fatiha’da dediği gibi insanların yapamayacağı yardımları sadece O’ndan istemeli.

-Sonuç olarak

“Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazeni ve eûzü bike minel-acezi vel-keseli ve eûzü bike minel-cübni vel-buhli..” "Allahım, tasa ve hüzünden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım”.

Vesselâmu ala men ittebea’l-hüdâ.