Ailede gençlerle anne-baba arasındaki diyaloğ kopukluğu veya iletişimsizliğin sebepleri ve bunların azaltılması hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

11.01.2004 Pazar

Dortmund-Almanya

 

-Giriş

-Ailede diyaloğ kopukluğu ve kendisinin anlaşılmadığı anlayışı

Avrupada yaşayan müslüman ailelerin sorunlarından biri de aile bireyleri arasındaki iletişim azlığı, diyaloğ kopukluğudur. 

Buna ailedeki gençlerin kendilerinden veya anne-babadan kaynaklanan sorunlar da diyebiliriz.

Çevremizde şahit oluyoruz ki gençlerle ebeveyn arasında giderek artan bir iletişimsizlik söz konusu. Aynı sorun kardeşler arasında, akrabalar arasında da mevcut.

Aile bağlarımızın kuvvetli oluşuyla seviniyoruz ama bu bağlar gerçekten  kuvvetini koruyor mu?

Aile içinde herkes yerini ve sorumluluklarını yeterince biliyor mu?

Bu görevin gerektirdiği ölçüde bir iletişim var mı?

Bir genç için bir anne-baba ne ifade ediyor?

Bir anne-baba için oğlan-kız çocuğu nedir? Onlarla diyaloğ nasıl kurulmalı? Ya da nasıl sürdürülmeli?

Modern zamanlarda hayat anlayışı bu iletişimi nasıl etkiliyor?

Mağripli bir babayla sohbet ediyoruz. Söz çocuklardan açılıyor. Acı acı çocuklarıyla görüşemediğini anlatıyor. Niçin diye soruyorum. ‘Onlar okula ben işyerine... Akşam yemeğinde bazen buluşuyoruz. Sonra oturuyorlar televizyonun başına (Şimdilerde buna cep telefonunu ekleyebiliriz). O da akşamlarımızı dolduruyor. İstedikleri kanal açık olmayınca, ya da ben müdahele edince herkes çekiliyor odasına. Artık büyüdüler, söz dinletmek zor. Galiba ayrı dünyalardayız. Herkes bir anlamda kendi hayatını yaşıyor.’

Sonra ilave ediyor: "Başka ailelerde durumun çok farklı olduğunu zannetmiyorum."

Mağripli arkadaş haklı gibi. Bu durum o kadar tabii hale gelmiş ki, bunun bir eksiklik olduğunun belki farkında bile değiliz.

Avrupa’da yaşayan müslüman ailelerde, belki hepsinde değilse de çoğunda çocuklarla anne-baba (ebeveyn) arasında iletişim, diyaloğ, sıcak ilişki kopukluğu yaşandığı açıktır. Sebebi ne olursa olsun, bir çocouğun yetişmesi, kaliteli bir insan olması, hayırlı bir evlat olması her iki tarafın sağlıklı iletişimine bağlıdır. Üstelik Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların, yeni nesillerin, artık 3. Kuşak dediğimiz torunların kimliklerini koruma meselesi de var.

Halkında müslüman ülkelerde yetişen bir çocuğun, gencin sorunları elbette farklıdır. Ancak oralardaki ebeynlerin elinde farklı imkanlar var. Buna karşın Avrupa müslümanlarının elinde bu gibi imkanlar yeterince yok. Oralarda bazen anne baba çocuklarına fazla bir şey veremese de, özellikle kırsal kesimlerde çevre az çok İslâm kültürüne sahip olduğu için çocuk onunla büyür, yetişir. İslâmî şuurunu çevreden, ülkedeki genel havasından, akrabalardan, komşulardan, güzel geleneklerden alabilir. Dini öğreten okullar, kurumlar, kitaplar, dersler, toplantılar, ya da dinî günlerin toplu olarak yaşanması nesillerin yetişmesinde önemli bir faktördür.

"İnsan bir açıdan çevresini çocuğudur" diyenler doğru söylemişler.

Kim ne derse desin, kişi az çok çevresinden, çevresindeki kültürden, âdetlerden, anlayışlardan etkilenir. Eğitim kurumları ise çocuğun yetişmesinde üçüncü derecede işlevseldir.

Yıllarca okullarda okuyan öğrencilerin oradaki eğitim anlayışından etkilenmediklerini iddia etmek gerçeklere göz kapamaktır. Avrupa ülkelerindeki okullarda İslâm, İslâmî hayat, bizim kültürümüz öğretilmediği de bir gerçek.

Buradaki çevrede gözünü dünyaya açan, buradaki eğitim kurumlarında okuyan çocukların, buralardan aldıkları etki ile, ailesi ile bazen ters düşmesi, bazen anlaşılamaması, bazen sürtüşmesi, bazen kapıyı çarpıp evi terketmesi sonucunu doğurabilir. Bütün bunlar ailede iletişimsizliğe yol açar.

Aile fertleri arasındaki iletişimsizlik, diyaloğ yokluğu da o aileyi parçalar, aile olmaktan çıkarır. Öyle bir noktaya gelir ki genç ailesiz duruma düşer. Ailesiz kişiler de sudan çıkmış balık gibi olur. Sahipsiz, arkasız, desteksiz, örneksiz kalır. Başı darda kalınca sığınacağı bir ocak, yardım isteyeceği bir dost, kendisini koruyan bir koruyucu, arzu ettiğinde ziyaret edeceği, ihtiyaç duyunca muhabbet edeceği, bayramlaşabileceği akrabaları kalmayabilir.

Aile aynı zamanda koruyucudur. Aile aynı zamanda kalkandır. Aile aynı zamanda kimliktir ve kimliğin şekillendiği ilk eğim kurumdur. Böylesine bir imkandan mahrum kalanlar zayıf düşerler, sahipsiz kalırlar. Çevredeki kurtlara açık hedef olurlar.

Ailesi ile arası açılan bazı gençler, ailede, anne-baba veya diğer akrabaların tarafından yeterince anlaşılmadığı, bazı tercihlerinin, yaptıklarının, seçimlerinin, alışkanlıklarının anlayışla karşılanmadığını iddia ederler. Bu da iletişimsizliğin başlangıcıdır. Karşılıklı anlaşılamamak iletişimsizlikte makası giderek açabilir.

Anlaşılmamaktan şikayet kısmen doğru bir tesbittir. Ama bu her iki taraf için de, yani hem ebeveyn için, hem de çocuklar/gençler için geçerlidir.

Böyle bir şikayet veya iddiada bulunan her iki taraf da neden yanlış anlaşıldığının, neden anlayışla karşılanmadığının sebepleri üzerinde durmalılar.

Bu gibi iddiaların bir sebebi de ailedeki iletişimsizliktir. Karşılıklı konuşma, diyaloğ, muhabbet olmayınca herkes kendi köşesine çekilince, sorunlar, ihtiyaçlar, karşılaşılan durumlar, yapılması gerekenler, ailede iş bölümü ve görevler, sorumluluklar, kime nasıl destek olunacağı, neyin tehlikeli ve zararlı olduğu, tehlikelerden nasıl sakınılacağı, bize ait olan ile olmayan şeyler yeterince dile getirilemez.

Ailedeki bu iletişim kopukluğunun ve diyaloğsuzluğun çeşitli sebepleri var. Onlardan bir kaçını şöyle özetleyebiliriz.  

 

1-Yeterli eğitimin verilmeyişi,

Yeterli eğitim derken, zamana, kişiye, inanca, şartlara uygun, kişiye sağlam bir karakter kazandıran, inançtan, günümüzdeki kazanımlardan, gelenekten ve eğitim tekniklerinden beslenen eğitimi kasdediyoruz.

 

2-Geleneğin etkisi,

Gelenekten kasdımız, ebeveynlerin geldikleri çevreden aldıkları kültür ve anlayıştır. Şüphesiz Anadolu kasabalarında, köylerinde geçerli olan âdetler Almanya/Avrupa eğitimi ile, kültürü, inancı ve âdetleri ile uyuşmuyor. Pek çok veli, çocuğa hâlâ kendi köyünde alıştığı gibi yaklaşıyor. Orada kendi alıştığı adetlerin çocukları tarafından da sürdürülmesini istiyor. Pratikte bu olmayınca da sorun başlıyor.

Bundan da ortaya anlaşmazlık ve iletişim kopukluğu çıkıyor.

Halbuki adetler, alışkanlıklar, Dine aykırı olmadıkça değişebilir.

 

3-Şartların değiştiğini farketmeme,

Evet, şartlar değişiyor. Hemen hemen dünyanın her yerinde. Değişim olumlu da oluyor, olumsuz da. Siz şartlara müdahele edemiyorsunuz. Şartların, metodların, anlayışların, insana hitap eden araçların değiştiğini farkedemeyenler, çocuklara yaklaşımda hata ediyorlar.

Ebeveynlere  düşen, değişen bu şartlar çerçevesinde çocuklara akıllıca yaklaşım, onları kazanıcı ve İslâmî kimlik kazandırıcı bir eğitim anlayışı yakalayabilmektir.

Bu da şüphesiz evde, çocuğun doğumu ile, hatta doğum öncesi başlar.

 

4-Dış hayatın cazibesi,

Bu değişik şartlardan biri de dış hayatı gençler için çekici olması. Dışarıda nefse hoş gelen, şeytanın allayıp pulladığı pek çok şey var. Gençler çoğu zaman bunların bir tuzak olduğunu anlayamıyorlar.

Ya da veliler çocukları bekleyen tehlikeleri bilip ona göre tedbir alamıyorlar.

Gençlerimiz, çevrelerinde olup bitenlere iyi bakmalılar. Kimlerin hangi tuzakları kurduklarını farketmeliler. Şeytanın ve onun emrindeki askerlerin her zaman faaaliyette olduklarını unutmalılar.

 

5-Baskı altında tutulduğunun zannedilmesi,

Bazı ebeveynlerin baskıcı olduğunu kabul edebiliriz. Ama bütün anne-babalar baskıcı, çocuklarına rahat hareket etme imkanı vermiyorlar, haklarını kısıyorlar diyebilir miyiz?

Bazı gençler, aklı başında ebeveynlerin  kendileri lehinde aldıkları tedbirleri, uyguladıkları disiplini, koydukları kuralları baskıcı kabul edebilirler. Oların haklı olduğu söylenemez. Ev, okul, işyeri, toplum veya kışla farketmez, insanlar biraraya geldiler mi orada bir düzen olmalı, düzeni ve güvenliği sağlayıcı kurallar olmalı. Kuralsızlık başıboşluktur. Başıboş kalan topluluklar da sürüdür.

 

6-İhtiyaçlarının karşılanmaması,

Bazı gençlerimiz ihtiyaçlarının karşılanmadığından şikayet edebilirler. Bu kısmen doğru. Özellikle ilk neslin bazılarındaki tasarruf ve anavatana yatırım düşüncesi çocukları ihmal etmeyi beraberinde getirdi. Bunun gencin ruh yapısında olumsuz etki bıraktığı açıktır.

Burada dengeyi gözetmek gerekir. Genç kardeşim asıl ihtiyacının ne olduğunu iyi belirlemeli.

Bazen ihitiyaç zannedilen şey, israf, lüks, lüzumsuz, zenginlerin, firmaların, üreticilerin propagandası olabilir. İhtiyaç ile israf arasındaki farkı iyi farketmeli…

 

7-Kendisine güvenilmediği zannı,

Çocukla ebeveynin birbirlerine güveni ne zaman sarsılır? Sanıyorum yalan söyledikleri zaman.

Her iki taraf karşı tarafı aldatmaya başlayınca güven bozulur.

Kimileri, uygulanan prensipleri tam anlamadığı için ebeveynin kendisine güvenmediği zannına kapılabilir?

Niçin?

Belki de gencimiz şüpheli davranışlarıyla buna sebep olmuştur. Belki de hata üstüne hata yapmıştır.

İdare etmek, aldatmak, gözünü boyamak güven duygusunu öldürür. Ama maalesef günümüz insanlarını bir kısmı karşı tarafı hep idare ediyor.

Her çeşit medya da bu anlayışı pompalıyor, yaygınlaştırıyor.

Gençlerin bundan etkilenmemesi mümkün değil.

 

8-İçinde yaşanılan kültürün amansız baskısı,

Batı kültürü özünde baskıcıdır, başka kültürlere karşı tahammülsüzdür.

Üstelik bu kültüre sahip olanlar çok çok kibirliler. Yani kendilerine ait olanları üstün, diğerlerini geri ve aşağı sayarlar.

Öyle olunca buraya gelen yabancıların kendi kültürlerini benimsemelerini beklerler. Eğer yabancılar otuz-kırk yıl olduğu halde hâlâ değişmemişlerse, tedbir alma hakkını, yani onları yerli kültüre, hayat anlayışına adapte etme hakkını  kendilerinde görürler.

Eğitimde de amaç budur. Eğer ebeveynler “eti senin kemiği benim” diye çocukları okullara temamen teslim ederlerse, çatışma, iki kültür arasında bocalama, ya da kimliği kaybetme kaçınılmazdır.

Şimdilerde bütün Avrupa ülkeleri bas bas bağırıyorlar: Yabancılar entegre olsunlar diye. Adınız gibi bilin ki maksat asimilasyondur. İkiyüzlüler böyle ifade ediyorlar.

11 Eyl

ûl saldırıları ırkçılara istedikleri ortamı sağladı. Yabancılara verilen haklar kısıtlanıyor, ayrımcı yasalar uygulamalar artıyor, müslümanların aleyhine yasalar çıkarılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar da gençleri olumsuz etkiliyor.

 

9-Ebeveynin metodlarını yenilememesi,

Çocuklara yaklaşımda daha tutarlı, çocuk ve genç psikolojisine uygun yaklaşımlar, buradaki eğitim anlayşına yakın, iki eğitim arasında çatışmacı olmayan, yerli kültürler keimlikten taviz vermeksizin, başkalarıyla birlikte yaşamayı öğreten bir eğitim anlayışı olması gerekiyor.

Ebevynler metodlarını yenilemezse, gelişne eğitim metodlarından habersiz olurlarsa; çocuğun etkilendiği dış şartlarla başa çıkamazlar.

Anne-babalar, evde çocuklara dış etkenlerden daha etkili bir eğitim vermeleri gerekir. Ki dışarıdaki olumsuz etkilenmeleri en aza indirsinler.

 

10-Gençlerin, anne-babaların kendi iyilikleri için çalıştıklarını anlayamamaları.

Bazıları çocuk yetiştirmenin kolay ve sıradan bir iş olduğunu zannederler. Dünyanın en tabii, ama en zor işlerinden biri de çocuk, (veya) insan yetiştirmektir. Anne-baba bu zor işi yapmaktadırlar.

Çocuklar anne-babaların kendi iyilikleri için çaba gösterdikleri bilmeleri gerekir. Belki metodları yeterli değildir, belki bu işin ilmini öğrenmemişlerdir, belki baskıcı gibilerdir, ama sonuçta her biri çocuklarının iyi yetişmesini isterler.

Her müslüman anne-baba çocuğun bir imtihan sebebi olduğunun farkındadır. Onlar bu imtihanı kazanma gayretindedirler.

 

11-Bazılarının ebeynini gelişmemiş düşünmeleri,

Bazı gençler, anne-babaların geldiği yere, aldığı eğitime, hatta giyimine bakarak, bazıları da kendi tahsilini gözünde büyüterek, onları beğenmezler. Onları beğenmedikleri içinde verdikleri eğitime alıcı olmazlar. Sözlerini dinlemezler, kaale almazlar, istediklerini yapmazlar.

Böyle bir tutum ebeveyn ile iletişimde tehlikelidir.

Unutmamak gerekir ki tahsilli olmak, diploma almak, yüksek maaşlı iş bulmak adam olmak anlamına gelmez.

 

12-Özenti, taklid, inatçılık,

İnsanlar, özellikle gençler kendinden önde olanlara özenir, onları takild etmeye çalışırlar. Böyleleri kendi büyüklerine, kendi âlim ve tarihî şahsiyetlere, kendi kültürünün ve inancının değerlerine dönüp bakmaz, onları öğrenmeye ihtiyaç hissetmez. Bazen de kötülere özenir. Sonuç, tabii ki berbat. Nitekim hapse dğşme sebepelrrtinden biri de gençlerin zenginlere, lüks giyim eşyası olanlara, genç yaşta lüks araba binenlere, en yeni telefonu olanlara özenmeleridir. Bunları normal şartlarda elde edemeyenleri, hırsızlık, gasp, yolsuzluk, hile ile elde etmeye çalışırlar.

Bunu yapan bir gencin anne-babanın durumunu düşünün. Bu böyle devam ederse günün birinde çocuğu ile iletişimi tehlikye düşer, hatta sona erebilir.

 

13-Tehlikeleri görmemek

Ailede ortaya çıkan diyaloğsuzluk veya iletişimsizlik öyle bir noktaya ulaşır ki, anne-baba ne dese genç (evlat)  tersini yapmak ister, ya da onların inadına yapmaktan zevk alır. Burnunun doğrultusunda gider. Kendi yaptıklarını beğenir, işine karışılmamasını ister.

Bunun için de önündeki tehlikeleri göremez. Çevresinde maddi ve manevi tehlikeler, insana zarar verebilecek görünen ve görünmeyen oluşumlar olduğunu unutabilir.  

Bazen de anne-babanın yaklaşımındaki yanlışlık genci bu noktaya sürükler.

 

14-Ana dilini unutmak

Anadilini kaybetmek, unutmak, hiç kullanmamak kimlik kaybıdır. Zira ana dil kişi için kimliktir. Zira anadilinde tarih, kültür, medeniyet, edebiyat saklıdır. Yani bir toplum bu gibi değerlerini, zneginliğini, kısaca kimliğini ve varlığını diliyle (lisanıyla) ortaya koyar, ifade eder ve yaşatır. Ana dilin, özellikle Türkçe’nin bu imkanından mahrum kalanların kimliği tehlikededir.

Anadilini unutanlar, bu dil ile oluşan her şeyden mahrum kalırlar. Bu dil ile yapılan edebiyattan, bediî zevklerden, atasözlerinden, deyimlerden, şakalardan, fıkralardan, şiirler, kelâm-ı kibarlardan, dil ve ifade zevkinden, bu dille yazılmış muazzam bir litaratürden, bu dil yazılmış dini kaynaklardan, ataları anlamaktan, bu dili konuşanlarla iletişimden, onlarla anlaşmaktan da mahrum kalırlar. Şimdi konuştukları dilin, o dille yapılmış kültürün çekim alanına girerler.

Ana dil kaybı en az din kaybı kadar tehlikelidir. Zira kişi dini de anadilinden daha iyi öğrenir.

Birileri diyebilir ki Avrupa’da doğup büyüyen, burada yaşamaya karar veren, asla ülkesine dönmeyi düşünmeyenlerin anadili artık yaşadıkları ülkenin dili olacaktır. Bu doğrudur ama Avrupaya gelen ilk neslin anadili –bizim insanımız açısından- Türkçe idi. Onların torunlarının dili, onların mensup oldukları kültürün dili, onların mensup oldukları toplumun anadili Türkçedir. Türkçe ise yukarıda saydığımız bütün zenginlikleri bağrında taşıyor. Türkçe her açıdan zengin bir dil. Türkçeden mahrum kalan bir Türk, dünya çapında bir hazineden mahrum kalmış demektir.

Ailede farklı dilleri konuşanlar birbirlerini anlamakta güçlük çekerler, sonunda iletişimsizlik başlar.

O yüzden ister Arap, ister Türk, İster Kürd veya başka İslâm toplumundan gelmiş olsun, her müslüman ebeveyn evde, çocuk okula başlayıncaya kadar yalnızca anadili kullanmalılar. Çocuklara köklü bir din eğitimi yanında köklü bir anadili eğitimi verilmeli. Kaldı ki ana dilini iyi bilenler, başka dilleri de kolay öğrenirler.

 

15-Herkesin beklentisinin farklı oluşu

Öyle ya herkes hayata, olaylara, fikirlere, zevklere farklı bakar. Çocukların anna-babaları gibi olmaları beklenmemeli. Bu farklı bakışlar ailede iletişim kopukluğuna sebep oluyorsa, bu kökünden yanlıştır. Zira herkesin kabiliyetleri farklı olduğu gibi, beklentileri de, ulaşmak istediği hedefleri farklıdır.

Her çocuğun anne-babasını istediği gibi olması, istediği okulda okuması, istediği mesleği seçmesi, istediği parayı kazanması, hatta istediği kızla evlenmesi mümkün değilidr. Kaldıki Avrupa ülkelerinde gençlerin bu durumuna etki eden pek çok faktör var. Hepsinin hesaba katılması gerekiyor.

Hz. Ali’ye nisbet edilen şöyle bir söz okumuştum bir yerde : «Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı zamana göre yetiştirin.»

Zira çocuklar, ebeveynin hayatını değil kendi hayatlarını yaşayacaklar.

 

-Sonuç olarak

Ailedeki diyaoloğ ve iletişim kopukluğuna yukarıdaki sebeplerden bir veya bir kaçı, ya da bizim aklımıza gelmeyen başka şeyler sebep olabilir.

Çocuklara ve anne-babalara düşen görev, iletişimsizliği sürdürmek değil, oturup konuşmak, sorunu birlikte tesbit etmek, kararları birlikte almak, karşılıklı anlayış içerisinde birlikte olmaktır. Ailemizle, akrabalrımızla, kendi toplumumuzla ilgiliyi, iletişim koparmamaktır.

Şu dünya imtihanını birlikte kazanmaya çalışmaktır, nerede olursak olalım…

 

Hüseyin K. Ece