Muharem ayı hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

19 Aralık 2010

Den Haag Hicret Camii

 

-      Muharrem ayı

Ay (Kamerî) takvimin birinci ayı Muharrem’dir.

Muharrem sözlük manasıyla ‘haram kılınan, yasaklanan, kutsal kılınan, kendisine saygı duyulan’ demektir.

Dört haram aylardan biri olduğu Kur’an’la sabittir. (Peygamber’in açıklamasına göre diğer haram aylar; Receb, Zülkâde ve Zülhicce’dir. Bak. Buharî, Meğazi 77, Tevhid 24. Müslim, Kasâme 29)

İslâm öncesi Araplar Muharrem’e Saferü’l-evvel derlerdi. Çünkü onlar yılın ilk altı ayına aynı ismi verir, sonra onları birinci ve ikinci diye ayırırlardı. Yılın iki ayına Saferân (yani iki safer) da demişler; sonra iki Safer’i ayırdetmek için birincisine ‘Saferü’l-Muharrem’ adını vermişler. Zaman içerisinde Safer ikinci ayın adı olarak kalmış, Muharrem de birinci ayın özel adı olmuş.

Tıpkı Medine gibi. Bilindiği gibi Hicret’ten önce oranın adı Yesrib idi. Peygamber (sav) oraya göç edince Medinetü’n-Nebi, yani Peygamber şehri denildi. Zamanla nebi kelimesi söylenmez oldu, şehrin adı Medine olarak kaldı.

Allah Teâla dünya yaratıldğından beri ayların sayısının oniki olduğunu, bunlardan dördünün haram olduğunu açıklıyor:

“Bilin ki, Allah'a göre ayların sayısı, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün koyduğu ölçü uyarınca onikidir; [ve] bunlardan dördü haram aylardır; işte [Allah'ın] her zaman geçerli sapasağlam yasa[sı] budur. O halde, bu [aylar] konusunda artık kendinize yazık etmeyin…” (Tevbe, 9/36)

إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْراً فِي كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَات وَالأَرْضَ مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ {36}

Kur’an haram aylara hürmet edilmesini istiyor.

“Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir.” (Bekara, 2/194)

الشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُواْ عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ {194}

“Sana saldırmazlık örfünün geçerli olduğu ayda savaşmanın hükmünü soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak çirkin bir şeydir; ancak insanları Allah yolundan çevirmek, O'nu inkar etmek ve Mescid-i Harâm[a girmekten onları menetmek] ve halkını oradan sürmek, [bütün bunlar] Allah katında daha da kötüdür, çünkü zulüm ve baskı öldürmekten daha korkunçtur.” [Düşmanlarınız,] güçleri yetse, inancınızdan döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir...” (Bekara, 2/217)

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَـئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {217}

Tevbe Sûresi 36. âyetinde Ay’ın hareketlerine göre hesap edilen takvim söz konusudur. Zira Ayın hareketleri, insanlar hesaplarını bilsinler, oruç ve hac zamanlarını tesbit etsinler diye insanlara lutfedilmiştir. (Bak. Bekara, 189) يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوْاْ الْبُيُوتَ مِن ظُهُورِهَا وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُواْ الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {189}

Peygamber (sav) Veda haccında Mina’da verdiği hutbede, zamanın Allah’ın yerleri ve gökleri yarattığı günkü şekline döndüğünü açıklayıp, Muharrem ayının haram aylardan biri olduğunu belirtmiştir. (Buhari, Bed’yü’l-Halk/2. Ebu Davud, Menâsik/67)

 

- Cahiliyyede haram aylar

Cahliyye insanlarının çoğu hak hukuk tanımazlardı. Güçlü olmak haklı olmak için yeterliydi. Boş şeylerle övündükleri gibi, başkasına yaptıkları saldırılar kahramanlık sayılırdı.

Bu bir anlamda ötekini değersiz kabul edilmesi demekti. Karşıdakinin hürmet edilmeye layık bir tarafı yoktu. Bir taraf güçlü ise, canı istiyorsa  ötekine saldırabilirdi. Varlıklarını yağmalayabilir, erkeklerini köle, kadınlarını cariye yapabilirdi.

Nitekim cahiliyye dönemindeki köleliğin en önemli kaynağı bu idi. Yani güçlü olanlar zayıf kabilelere saldırıyor, esir aldıklarını köle yapıyorlardı. Ya da bir kısım eşkıyanın zaten mesleği bu idi. Onlar güçsüz kabilelere baskı düzenler, ele geçirdikleri pazarlarda köle diye satarlardı.

Bu zihniyet için barış, hak-hukuk, karşıdakine saygı (hürmet) diye bir şey söz konusu değildi.

Haram aylar cahiliyye azgınlarını birazcık frenliyordu. Bu aylar gelince savaşlar, yağmalar azalıyor, bazen hiç olmuyordu. Böylece zayıflar biraz nefes alıyor, karınlarını doyuracak iktisadi faaliyetler yapabiliyorlardı.

Buna ragmen bazen haram ayların hürmetini dinlemez, savaşa devam ederlerdi, bazen ayların yerlerini oynatma anlamına gelen ‘nesi’ uygulamasıyla savaşı uzatırlardı.

Cahiliyyedeki hak anlayışının adalete değil  güce dayandığını söylemeye gerek yok.

 

- Haram ayların önemi

Aslında haram aylar insanlara hem hürmet’i, yani sınırı, başkasına ait olan değerlere dokunulmamasını, saygıyı öğretiyordı. 

İnsanlara ait dokunulmazlıklar vardır. İnsanın Rabbi kitaplarla beraber elçilerle bu dokunulmazlıkların neler olduğunu hem beyan etmiştir, hem de nasıl korunacağını öğretmiştir.

Ama ne yazık ki Rabbinin makamına hürmet etmeyen, dik kafalı cahil insan, onun yarattığı şeye ne kadar hürmet eder ki.

Asıl saygının kaynağı olan Âlemlerin Rabbine imandan uzak kalan bir kafa, Onun yarattıklarının hakkına ne kadar saygı besler ki?

İslâmda haram olayı da böyle bir şeydir.

Evet, haram esasen insanların anladığı manada bir yasak değil, bir sınır, bir ölçü ve bir hakkı korunmadır, kırmızı çizgilerin belirlenmesidir..

Haram hükmü aynı zamanda hem haramı ilke olarak koyan Yaratıcıya karşı, hem de dokunulmaz kılınan seye karşı bir saygıdır. Ya da haram hükmünün kendisine saygıdır.

Mesela Mescid-i Haram gibi. Ona saygı duymak, onun sahip olduğu manaya hürmet etmek, onun karşısında edepli olmak gerekir. Aynı zamanda onun sınırları içinde günah işlemek, hakka tecavüz, yaramazlık yapmak külliyen haramdır.

 الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَتَزَوَّدُواْ فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ {197} (Bakara, 2/197)

Oranın sahibi orayı bir güven ve huzur yeri kılmıştır.

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِناً وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ {97} (Âli İmran, 3/97)

جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ {97} Maide

 

- Muharrem nasıl bir aydır?

Muharrem de saygı duyulması gerekli olan aydır. Edepsizliğin, şirretliğin, zulmün, saldırganlığın, haddi aşmanın haram olduğu ay. İnsanlara, onların haklarına, onların dokunulmazlıklarına en fazla saygı gösterilmesi gerken ay.

Yani bu saygının öğrenilmesinin mümkün olduğu aydır muharrem ayı. Haramları, hürmetleri, ihtiramları öğreten aydır. Kendisi muharrem olduğu gibi,  mahrem olan, yani bize haram kılınan şeyler konusunda daha fazla şuur kazandıran aydır.

Lütfen bu ay ile haramlar arasında bir bağ kuralım. Bu sadece aşure günü, aşure çorbası, sadece kerbelâ olayını hatırlandığı ay değildir. Bunlarla birlikte haramları, hurmetleri, ihtiramları korumayı öğreten bir zamandır. Ya da bunları daha iyi bir şekilde öğrenme için bir fırsattır.

Muharrem saygıdeğer bir aydır. Çünkü o Allah’ın ayıdır.

“Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:

"Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?" Peygamber (sav):

"Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir" buyurdu. (Tîrmizî. Savm: 40 (741). Ayrıca bak. Müslim, Sıyam 200-203. Nesâî, Kıyamu’l-Leyl 6)

Peygamber nitelemesiyle ‘Allah’ın ayı’dır Muharrem. 

Sorulabilir ki, diğer aylar/günler Allah’ın değil mi?

Elbette bütün zamanlar ve bütün mekanlar Allah’a aittir. Fakat bazı an’lar ve bazı mekanlar daha önemlidir. Biraz daha öne çıkarlar. Bu da o mekanların ve zamanların taşıdığı anlam ve mesaj açısındandır.

Ramazan, Kadir gecesi, Zülhicce’nin ilk on günü gibi vakitler, Kâbe, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa gibi mekanlar böyledir.

Her biri bir mesaj taşır, her biri bir şuur verir, her biri sizi alır başka âlemlere götürür.

Adı üzerinde her biri Allah’ın şiarlarıdır (sembolleridir).

  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحِلُّواْ شَعَآئِرَ اللّهِ وَلاَ الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلاَ الْهَدْيَ وَلاَ الْقَلآئِدَ وَلا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّن رَّبِّهِمْ وَرِضْوَاناً  (Maide, 5/2.)

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ شَعَائِرَ اللَّهِ فَإِنَّهَا مِن تَقْوَى الْقُلُوبِ {32} (Hacc, 22/32)

İman edenler, Allah’ın sembollerine saygı (hürmet) duyarlar. Çünkü bilirler ki, Allah’ın şiarlarını yüceltmek kalplerin takvasındandır.

 

-      Muharrem ayı, muhterem yapar.

Kimleri mi?

Allah’ın haramlarına dikkat edenleri,

Allah’ın dokunulmasını haram kıldığı şeylere hürmet edenleri,

Bir de Allah’ı sembollerine saygı duyanları.

Kim, hürmete layık olanlara saygı duyarsa, onların hakkını verirse,  onları severse;  o saygın olur, muhterem olur, saygı duyulmaya hak kazanır.

Çünkü saygı gösteren saygıyı hak eder.

Mesela bir hadiste şöyle buyuruluyor:  “Kim bir ihtiyara hürmet ve yardım ederse, Allah Teâlâ da ona, ihtiyarlığında hürmet ve hizmet edecek bir kimseyi ihsan eder.” (Tirmizî, Birr/75)

‘Muhterem’, Türkçemizde hürmet edilmeye layık olanlar için kullanılan bir saygı ifadesidir.

Birisine ‘muhterem’ diye hitap ediyorsanız, demek ki o sizin için değerlidir. Ona karşı kabalık, çirkin hareket ve haksızlık yakışmaz, uygun değildir. Zira o kimse saygı göstermeye layıktır. O bu saygınlığı kazanmıştır.

Allah’ın haram kıldığı cürümleri işleyenlerde hangi saygınlık, hangi haramı alenen, çekinmeden, normal gibiymiş yapan kimse de azizlik kalır ki?

Seviyeli insana yakışan, seviyeli hareket yapmaktır. Bundan mahrum kalanlar, yani seviyeyi kendisine yasaklayanlar hürmetten de yoksun kalırlar.

Hak katında derece kazanmanın yolu Hakka itibardır. O’nun emir ve yasaklarına (haramlarına) dikkat etmektir.

Bu kişiyi Hakk’ın katında keremli yapar.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

ذَلِكَ وَمَن يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللَّهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ عِندَ رَبِّهِ وَأُحِلَّتْ لَكُمُ الْأَنْعَامُ إِلَّا مَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ وَاجْتَنِبُوا قَوْلَ الزُّورِ {30} (Hac/30)

İnsanların haklarına riayet edenler ile onların hürmetine (dokunulmazlıklarına) davrananlar da insanlar katında saygınlık kazanırlar.

Muharrem’e hakkını verenleri, Allah’ın bu ayı muhterem/saygın yapar.

Şimdi Allah’ın sınırlarına riayet eden Hz. Hüseyin’in şehadetine bir göz atalım.

 

-      10 Muharrem’de ne olmuştu?

Peygamberimiz Medine’ye hicret edince oradaki yahudilerin aşura günü oruç tuttuklarını gördü. Sebebibi sorunca; “Bu gün hz. Musa ve ashabı Firavun’un zulmünden kurtuldular. Bizim için bayramdır. Onun için oruç tutuyoruz” dediler. Peygamberimiz sahabelerine: "Biz Musa’yı sevmeye onlardan daha layıkız. Muharrem gelince dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutunuz” buyurdu.

Aşurâ günü için kaynaklarda geçen haber böyle. Diğer haberlerin güvenirliliği şüphelidir. Aşure çorbası ise tümüyle kültüreldir ve hz. Nuh’la ilgisini kurmak isbata muhtaçtır.

Ancak aşure gününü hatırlamak üzere ve hediyeleşme açısından güzel bir gelenektir..  

Bilindiği gibi 10 Muharem’i Aşurâ günü yapan Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesidir. İslâm tarihinin en hazin, en acıklı ve en haksız bir katlimanın gerçekleştiği gündür on Muharrem. O gün diğer olayları gölgede burakacak kadar olayın olduğu tarihten beri müslümanların hafızasına kazılmış hüzün ve matem günüdür.

Muharrem haram aylardan biridir. Yani savaşın yasak olduğu bir zaman. Ancak iktidar hırsı, dünyalık hastalığı ne muharrem dinliyor, ne haram dinliyor.

Ama ne yazık ki iman iddiasında bulunan bir grup, yani o günün iktidar güçleri, Muharrem’e saygı duyması gerekirken  tam tersine  Hz. Peygamberin evlatlarını bir aşurâ gününde Kerbelâ’da öldürmekten çekinmediler.

Bu olaya farklı açılardan bakılabilir. Ancak ben bu olaydan almamız gereken derslere dikkat çekmek istiyorum.

Ya da bu olayı günümüze nasıl taşıyabiliriz?

Hüzünlenmek, matem tutmak, gözyaşı dökmek, karşı tarafa lânet okumak güzel de, sonuçta bize iman, cihad ve takva açısından ne kazandırabilir?

Ona bakmak gerekir.

Bana göre Kerbelâ olayından sekiz  önemli ders çıkarabiliriz.

 

  • Birincisi; Zalimler ve mazlumları tanımak

Zalim, açıkça hakkı çiğneyen, başkasına haksızlık yapan, hakkı ait olduğu yere değil de başka bir yere koyan, Allah’ın koyduğu ölçüleri tanımayan demektir. Aynı zaman da Allah’ın indirdikleriyle hükmeyenlerdir. (Maide 45)

Mazlum, zalimin zulmüne boyun eğmeyendir.

Kerbelâ olayı bir taraftan zulmün sınır tanımaz cürmünü gösterirken, bir taraftan mazlum konumundaki Hz. Hüseyin ve taraftarlarının örnek tavrını da  önümüze koymaktadır.

Peygamber buyuyorur ki: “Bu ümmet zalime zalim deme cesareti göstermediği zaman kıyameti bekle.”  (Müsned, 2/190)

“İnsanlar zalimi görüp de elini (zulümden alıkoymayacak olurlarsa), aradan fazla zaman geçmeden, Allah’ın onlara genel bir azap göndermesi yakındır.” (Tirmizî, Fiten 8. Tefsir 5/17. Ebu Davud, Melâhim 17. İbni Mace, Fiten 20. Müsned, 1/25. Bir benzeri: Müsned 2/221 6528)

Hz. Hüseyin, zalime ‘sen zalimsimn’ deme cesareti gösteren yiğitlerden biridir.

Bize de sanki  “siz de zalimi tanıyın ve ona zalimsin deme cesareti gösterin’  demektedir.

 

  • İkincisi; Tuğyan karşı tavır almak.

Burada Allah’ın ölçüleri dururken kendi işine gelen ölçüleri esas alan, azan, yani tuğyan eden bir güruha karşı nasıl bir tavır sergilenmesi gerektiğini görüyoruz.

Bu olayda savaş, döğüş, isyandan  önce Hz. Hüseyin’in yüreğindeki kıyama, yanlışa teslim olmama, zalimi kabul etmeme tavrına dikkat etmemiz gerekiyor. Zaten Hz. Hüseyin yüreğinde o kıyamı yaşamasaydı, kalbine o onuru yerleştirmeseydi Kerbelâ’ya gidemezdi.

Tuğyana tavır almak şu hadiste öğretilen İslamî sorumluluktur.

 "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' (Müslim, İman/78. Tirmizî  Fiten/11.  Nesaî, İman/17. İbn Mâce, Fiten/20).

 

  • Üçüncüsü; Sâdıklarla birlikte olmayı öğrenmek

 

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقاً {69} Nisa

Hz. Hüseyin ile birlikte canlarını verenler sadık bir insanla birlikte olduklarının farkında idiler.

Bize de aynı mesaj ulaşıyor. Ey mü’minler! Siz de geçmişte ve zamanızdaki sadıkları sevin, onların ahlâhlarını benimseyin, zamanınızdaki sadıkları sevin, destekleyin, birlikte olun deniliyor.

ا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ {119} Tevbe

Kişi sevdiği beraberdir. Bir bedevi Peygambere (SAV):
“- Ey Allahın Rasulü “Metes - Sâatü? kıyamet ne zaman?” diye sordu. Bunun üzerine Rasulüllah (SAV):
“Mâ adette lehâ = Kıyamet için ne hazırladın?”
“Hubballâhi ve Rasulihî = Allah ve Rasulünün sevgisini.” (Bunun üzerine)

Rasulüllah şöyle buyurdu:

“Ente meamen ahbebte = Sen sevdiklerinle berabersin.” (Riyâzus-

Salihîn s. 282. 45. Bab)

“...Kim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur, beni seven de Cennette benimle beraberdir” (Tirmizî, Edeb. 63

 

  • Dördüncüsü; Zalimlere yanaşmanın tehlikelerini öğrenmek

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ {113} Hûd

Zalimlere yanaşmak sevgi, destek, ittifak, savumak, çlkar beklemek şeklinde olur. Kur’an, bırakın zalim olmayı zalimlere yanaşmayın bile. Sopnra ateş bu dünyada da öte dünyada da size dokunur. O ateşinn de ansıl olduğunu kimse bilemez.

 

  • Beşincisi; asabiyyenin zararlarını görmek.

Asabiyye, haksız tarafgirlik demektir. Siz buan ırkçılık, fanatiklik, kabilecilik deyin farketmez. Haksız da olsa kendi adamını tutmak, kendi tarafının çıkarı için başkasını hor görmek, aşağılamak, ezmek, yok etmeye çalışmak.

Ne yazık ki Vahyin gelişi ile yasaklanan asabiyye duygusu emevilerle yeniden hortladı ve tarihin en acı katliamının yapılmasına yol açtı.

Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran Bizden değildir; ırkçılık için savaşan Bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen Bizden değildir." (Müslim, İmâre 53, 57, hadis no: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28)

"Asabiyet (kavmiyetçilik) dâvâsına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ yolunda mücâdeleye girişen Bizden değildir." (Ebû Dâvud, Edeb 112)

Rasûlullah (s.a.s.)'a soruldu: "Kişinin soyunu, sülâlesini (kavmini) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?" Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: "Hayır. Lâkin kişinin kavmine zulümde yardımcı olması asabiyettir (kavmiyetçiliktir)."(Ahmed bin Hanbel, 4/107, 160; İbn Mâce, Fiten 7, hadis no: 3949)

O berbat asabiyye maaslesef hâla yaşıyor. Hem de bütün ülkelerde. İslâm ülkelerinde bile. Müslümanlar arasında bile. Artık ilişkilerde ölçüler hak ve adalet, hakkaniyet ve ehil olma değil, kabile, ırk, cemaat ve tarikat taasubu, taraftarlığı.

 

  • Altıncısı; Gerçek kazanç ve gerçek kayıbı öğrenmek.

Söz de emevi saltanatı kazandı, galip geldi... Öyle ni? O günün iktidar sahipleri bir isyanı daha bastırdık, hak ettikleri cezayı verdik diye zafer çığlıkları atmışlardı. Ama gerçekte kim kazandı? Katiller mi, şehitler mi? Hz. Hüseyin mi, yezid mi?

Bundan sonra kim kazanacak?  Hz. Hüseyinden yana olanlar mı yezidlikten yana olanlar mı?

Âdem ilk katil oğlu da cinayeti işlediği zaman kazandığını zannetmişti. Ancak Kur’an hükmüne göre sonsuza kadar zarar edenlerden oldu.

Zamanımızdaki bütün kâr ve zarar hesaplarına bir de bu açıdan bakmak gerek. Şimd insanlara kâr gibi görünen nice şey, gerçek acı bir kayıp olabilir.

 

  • Yedincisi; Allah için sevmeyi ve Allah için buğzetmeyi

Allah için sevmek imandır, imanın kemalatındandır. Allah için sevenler hesap peşinde değillerdir. Onlar hasbidir; içten, samimi, fekakârdırlar. Hz. Hüseyin kimi, neyi, ne kadar sevmemzi gerektiği öğretti. Allah için sevmenin bedelini gösterdi.

Onun yanında olanlar onuı Allah için sevfikleri için uğrunda can verdiler.

Müslümanlar Hz. Hüseyin’i Allah için severlşer. Zira onda sevilecek her şey var. Onun katillerinde kabile tassubuylka değil, Allah için buğzederler. Zira onlar bbunu hak etmişlerdi.

 

  • Sekizincisi; Gerçek özgürlüğü.

Gerçek özgürlük hakka teslim olmaktır. Hz. Hüseyin bunu yaşadı ve

gösterdi. İnsanların hükmüne tabi olma esaretin ta kendisi idi. O’na göre seçtiği özgürlük o kadar önemli idi ki, uğrunda can vermeye değerdi.

            Bugün uğrunda can vermeye değer özgürlükler bulmalı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TEVHİD BAĞLILARINA SELÂM OLSUN

 

Gece çöl ile birlikte sessiz

Gece uzun ve hüzünlü

Ay nasıl yararsa ufkun bağrını

Gece de öylesine dökülür çöllere

Çöl ortasında yanan ışık

Kâbenin yansıyan gülümsemesidir

Ya da Hâcer ile İsmail’in

Ardında yürüyen teslimiyettir

Ey Resûlüllaha hasret duyanlar

Ey Kâbenin aşıkları

Ey İbrahim makamının bağlıları

Ey zemzemle kuruyan dudaklarını

Bir anne şefkatiyle ıslatmak isteyenler

Ey tevhid kervanına koşanlar

Ey zulmün amansız düşmanları

Ey hakkı ayakta tutan şahitler,

Kerbelâ çölünün ortasında

Allah için o pak canını veren

Çöl kuruluğu ile dudakları

Zalimlerin kılıçlarıyla bedeni parçalanan

Peygamber torunu Hüseyini unutmayın

 

                    -ı-

 

Ümmetin sevgilisi gözbebeği Hüseyin

Hakkı ayakta tutmak,

Ve resûllerin mirasının şanını yüceltmek

Ve mazlumların ağlayan gözlerini kurulamak

Ve zulmün kılıcını kırmak için

Yola düştün, gazaya çıktın, kıyam ettin

Hak uğrunda atılan her adımın

Alınan her nefesin değeri ne ile ölçülür?

Sen lâ kılıcını çektin de

Zalimlerin boynunu vurdun,

Sonra da kuru çölün üzerine;

Kendi asîl kanınla,

Kıyamete kadar sönmeyecek bir cümle

‘Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r Rasûlüllah’ yazdın

Azmin dağlar kadar idi

Korku nedir bilmiyordun

İbrahimin, İsmailin, Dedenin

Yiğit babanın yolunda idin

Biz hak ile batılı senin kıyamında bulduk

Senin kılıcın haktan başkası adına çekilmezdi

Düşmanlarının çöldeki kumlar gibi

Dostlarının ise el parmakları kadar olduğu zaman, Sen,

Allah’a dayandın ve yürüdün

Kerbelâ çölüne kanınla lâleler ektin

Ki onlar hiç solmayacak, hiç sönmeyecek

Şimdi o yerlerde ve şanlı kıyamının

Her saniyesinde Kelime-i Tevhidin

Bitmeyen yankısını duyuyoruz

 

                 -i-

 

Ey Hüseyin!

Ey Fatıma’nın güzel oğlu!

Biz seni seviyoruz

Biz seni çok seviyoruz

Yolun bizim de yolumuz

Acın bizim de acımız

 

            Koro:

                  Allah şahittir ey Hüseyin

                    Ey Resûlüllah’ın torunu

                    Ey mazlum şehid

                    Senin yolundayız, Dedenin yolundayız

                    Açtığın bayrak düşmeyecek

                    Açtığın bayrak düşmeyecek

                    Allahü ekber, Allahü ekber

                    Lâ ilâhe illallahü, vallahü ekber

                    Allahü ekber ve li’llahi’l-hamd.