Esmâu’l- Hüsnâ’yı korumada edep hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

28.2.10 Beytü’s-Selâm

Duisburg/Almanya

 

 

Konu başlıkları:

- Esmâ-ül-Hüsnâ ile ilişkimiz

- Esmâ-ül-Hüsnâyı korumada edep

- Huzur makamı

- Allah’tan isteme (dua)nın âdâbı (Esmâ-ül Hüsnâ ile duada bulunma)

 

-Esmâu’l-Hüsnâ

Kur’an’da iki yerde ‘Esmâu’l-hüsnâ” geçiyor.

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى {8}

Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O'na mahsustur.“ (Taha 20/8)

هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {24}‏

„O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.“ (Haşr 59/24) 

1- Esmâu’l-Hüsnâ ile ilişkilerimiz;

a- İnsanın görevi açısından; Ma’rifet-İman-ibadet bağlamında.

Kişiyi ma’rifete ulaştıran imkanlardan biri de Esmâu’-Hüsnâ’dır. Zira Allah (cc) kendini bize Esmâullahi’l-Hüsnâ ile tanıtıyor. Esma’yı hakkıyla tanıyan imanını güçlendirir; iman ettiği Rabbine şükür konusunda şuuru artarır.

İmanın kemali için basamaklar:

-Tevhid (İlâhları red, Rabbi tanıma)

-Tesbih (Noksanlıklardan tenzih)

-Ta’zim/takdis (Esma ve fiil ile yapılır)

 

b-Esma’yı bilmenin önemi açısından:          

- Allah tasavurrunu düzeltir/Allah’ın hakkıyla idrak etmeyi öğretir,

- Allah’ın fiillerini, neler yapabileceğini öğreniriz,

- Acziyetimizi idrak ederiz,

(Celâlüddin Rûmî’ye; niçin nafile oruç tuttuğunu soranlara, “acziyetimi daha iyi idrak etmek için” diye cevap vermiş.)

- Mükemmelliği öğrenme ve örnek alma imkanı buluruz.

- Esma’l-Hüsna Allah’a yaklaşma vesilesidir,

 

c- Esmâu’l-Hüsnâ’nın tecellileri açısından,

Esmânın varlık üzerinde tecellisi, bizzat fiili varlığa dünüşü söz konusudur. Aslında fail Allah’tır. Biz yaratma, şekil verme, yönetme, değiştirme veya eşya için kanun koyma söz konusu olunca, onu Allah’ın bir ismiyle, ya da bir sıfatıyla açıklamaya çalışıyoruz.

Araştırıldığı zaman görülecektir ki Allah’ın her bir isminin veya bir kaç isminin uzantıları varlık –özellike insan- üzerinde görülmektedir. Yani Allah Teâla kendine ait özelliklerden küçük bir cüz’ünü yarattıklarına vermiştir. Ancak yaratıklara verilen bu ilâhî özellikler mukayyedtir ve gücünü ve faaliyet iznini O’ndan almaktadır.

Allah (cc) El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir.

Hz. Ali (r.a.) “nereye baksam Allah’ın san’atını, kudretini, ilmini görürüm” demesi bu manaya gelse gerek.

            Mesela, er-Rahîm sıfatının tecellisini insanda ve hayvanda merhamet, ilgi, bağış ve fedakârlık olarak,

el-Veliy isminin tecellisini, ebeveynin çocuğa velâyeti olarak,

el-Kadir isminin tecellisini, sınırlı güç ve kuvvet olarak,

el-Basîr isminin tecellisini görme olarak,

el-Cemil isminin tecellisini insanda sanat ve estetik duygusu olarak,

el-Alîm isminin tecellisini ilim-bilgi ve marifet olarak,

el-Hakîm isminin tecellisini, insandaki hükmetme yeteneği ve duygusu olarak,

el-Kerîm isminin tecellisini kerem, cömertlik ve şeref duygusu olarak tecelli ettiğini görüyoruz.

“Doğrusu rahmetim gazabımı geçmiştir.“ (Buharî, Tevhid,. İbni Mace, Mukaddime 13, Zühd 35. Müsned 1/381)

Mesela; Kelâm sıfatının “Kün” = “ol” emriyle kainat yaratılmıştır.

Biz ifadesi, Esmâu’llahil-Hüsnâ’nın hepsinin ifadesidir,

Cazibe, el-Vedûd İsminin kozmik tecellisidir. Cazibe olmasa, yer yağmuru ve tohumu, dağ bulutu, anne yavruyu kucağına çekmezdi.

Yasadığımız dünya, felekler, yıldızlar, ay ve güneş birer âlemdir. Bütün bu âlemler bir ahenk içindedirler. Bu, Allah'ın Rab sıfatının bir tecellisidir.

Dünyadaki düzenin kaidelerini koyup, varlıkları bir ahenk içinde yaşatma da Rab sıfatının gereğidir.

Doğmamız, büyümemiz, ölmemiz, insanlardaki yücelik, ahlâk, terbiye, kemal hep Rubûbiyet sıfatının yansımasındandır. Gözün görmesi, aklın ermesi, bütün iş ve hareketler, olma ve oluşma Rab sıfatının bir tecellisidir.

Onsuz bir hareket ve düşünce yoktur.

Bir haftalık çocuğunuzu nasıl dikkat ederek, hiçbir tarafını incitmeden severseniz, çiçekli bir bahçede dolaşırken çiçekleri ezmeden gezerseniz, yeryüzünü dolaşırken de “bu dağlar, bu taşlar, bu kuşlar, bu denizler, bu yıldızlar, bu çiçekler, bu böcekler Allah’ındır” diyerek dikkat edeceksiniz.

Sevdiklerinizin çocuklarını, çiçeklerini korursunuz. Rabbiniz ise size bütün sevdiklerinizi yaratandır. Kainat dediğimiz “evren” Rabbimizin mülküdür.

Allah’a iman eden onun mülkünü korur. Şirkle, isyanla, inkarla, israfla o mülkü kirletmez.

(Çatık kaşlı, asık suratlı, cimri bir zenginin köşkünün bahçesinde kahve içen Neyzen Tevfik ağzına gelen balgamı atmak için sağına bakar gül var, soluna bakar sümbül var, önü ardı her taraf çiçek. Tükürecek yer bulamayınca ev sahibinin yüzüne tükürmüş ve “daha uygun yer bulamadım” demiş.)

Yunus’un “sordum sarı çiçeğe” ilahisinde söylediği çiçeklerin “Allah” diyerek açtığını, derelerin “Allah” diyerek aktığını, rüzgârların “Allah” diyerek estiğini düşünen insan, havayı kokuşturamaz, dereyi kirletemez.

İşte Rabbimizin Kur’anın’da birinci derecede iman üzerinde durması bundandır.

Allah’a iman eden herkes Allah’ın mülkünü korumakla görevlidir. Allah’ımız yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.

(Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Âlemlere rahmet olan peygamberin rahmet ümmetiyiz.)

Efendimiz: “Allah yeryüzünü bana dürdü/topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümmetim sahip olacaktır” buyurmuş. (Müslim, Fiten/5 (2889) Ebu Dâvûd, Fiten/1 (4252). Tirmizi, Fiten (2203). İbni Mace, Fiten (3952)

 

2- Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak,

            İ. Gazalî, el-Maksadü’l-Esna adlı eserinde: “Allah’ın şu şu evsafta bir takım ahlâkı vardır; her kim onlardan birisiyle ahlâklanırsa cennete girer” sözünü hadis olarak naklediyor. Tefsirci Râzi de bunu hadis saymaktadır. (Allah, M. İslamoğlu, s: 72)

            Bazılarına göre her ne kadar hadis olduğu sabit değilse de vahyin ruhunu yansıtıyor. Bu anlamda Esmau’l-Hüsna, insana yol gösteren bir ahlâk rehberi niteliği kazanır. Bu rehber, güzel ahlâkın muhteşem bileşkesinin tükenmez kaynağını gösterir. O da Allah’tır.

            Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanma, Esma’yı kulun kendisine nisbet etmesi veya Allah’a benzemeye kalkışmak demek değildir. İnsanın El-Vedûd, el-Alîm vb. olması mümkün değildir.  Bunu iddia etmek haddini aşmaktır, Allah’tan rol çalmaya yeltenmektir. İnsan insandır Allah da Allah’dır.

“(O'dur) gökleri ve yeri yoktan var eden. O, nasıl ki hayvanlar arasında eşler [bulunmasını] irade etmişse size de kendi cinsinizden eşler vermiştir ve sizi böylece çoğaltıp durmaktadır: (ama) hiçbir şey O'na benzemez ve yalnız O'dur, her şeyi işiten, her şeyi gören.” (Şura, 42/11)

“Göklerin ve yerin Rabbi(dir O), ve bunların arasında var olan her şeyin! Öyleyse, yalnızca O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlı ve sebatlı ol! Hiç, ismi O'nunla birlikte anılmaya değer bir başkasını tanıyor musun?” (Meryem, 19/65)

„O HALDE, (düşünün, bütün bunları) yaratan (Allah), hiçbir şey yaratamayan herhangi bir (varlıkla) kıyaslanabilir mi? Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?“ (Nahl, 16/17)

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, insanın Rabbini bilmesi, tanıması, anlaması demektir. İnsan Allah’ı bilirse, kendini bilir. Kendi küçüklüğünü bilirse, ancak o zaman Allah’ın büyüklüğünü bilir. 

Kur’an’ın verdiği ‘el-Esmâul-Hüsnâ’ isimlendirmesinin karşılığı ‘mükemmel ahlâk’ olmaktadır. Meselâ, Rahman ve Rahim ile ahlâklanmak demek, insanın tüm tavır ve davranışlarında merhamet ve şefkati esas almasıdır. Esmaullahi’l-Hüsnâ’yı ‘ihsa’ etmenin en üst derecesi, ‘Allah’ın ahlâıyla ahlâklanmak’ hikmetli sözünde ifadesini bulur. (Allah, M. İslamoğlu, s: 96)

Kimilerine göre ise, bu söz felsefecilerin bir uydurmasıdır. Ki onlar, gücü sınırlı bir ilâhtan bahsediyorlar. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmaktan bahsetmek, O’nu varlıklara benzetme tehlikesine götürür. Bunun yerine kulluk ifadesi, yani kulluğu ve istemeyi de kapsayan dua denilmesi daha uygundur. (Allah’ın Güzel İsimleri, İbni Kayyım, s: 446)

Allah (cc) Muhsin’dir, ihsan edenleri sever.

Allah (cc) Şekûr’dur, şükredenleri sever.

Allah (cc) Tayyib’tir, tüm temizleri sever.

Allah (cc) Alîmdir, ilimle meşgul olanları sever.

Allah (cc) Kerîm’dir, kerem sahibi cömertleri sever.

Allah /cc) Berr’dir, birr sahiplerini sever.

Allah (cc) Settâr’dır, kulların ayıplarını örtenleri sever. vs.

 

3-Esmâu’l-Hüsnâ’yı korumada edep

- İman olarak:

a- Esmâ’ya iman, imanın esaslarındandır.

            Allah’ın sıfatlarına ve isimlerine, Kur’an’da ve Sünnet’te anlatıldığı gibi iman etmek, araştırmak ve öğrenmek imanın gereklerindendir. Allah’ın sıfatlarını ve Esma’sını inkâr, insanı iman dairesinden uzaklaştırır.

            Zira, Allah’ın (cc) kendi bildirdiği isim ve sıfatları kabul etmemek, inkâr etmek, onlar hakkında kötü zan sahibi olmak ancak inkâr ve şirk ehlinin yapacağı şeydir.

“Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. .

Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz! (Fussilet 41/22-23)

Alllah’ın (cc) sıfatlarıyle ve isimleriyle övülmesi O’nun razı olacağı bir ameldir.

 

b-Selbin nefyedilmesi,

Allah’ın (cc) zâtına ve varlığına yakışmayan, O’nun hakkında mümteni (imkansız) olan sıfatlara selbî sıfatlar denir. Zaten selb, kaldırmak, uzaklaştırmak ve tenzih etmek anlamındadır. Allah’ın zâtî ve subutî sıfatlarının zıddına sıfat-ı selbiyye veya tenzihat denmiştir.

Allah’a kemal sıfatlar ve esmau’l-hüsna uygundur. Bunların zıddı noksan sıfatlardır ve müslümanlar O’nun hakkında bunları düşünmezler.

Mesela; “Onu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutar...” (Bakara, 2/255),

“Doğurmadı ve doğurulmadı. O’nun hiç bir dengi yoktur.” (İhlas, 112/3-4)

“Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbin’den uzak (gizli) kalmaz.” (Yunus, 10/61)

“Bize bir yorgunluk çökmedi.” (Kâf, 50/38)

 

c- Esmâ’yı tenzih,

Allah’ın Esmâ’sı mutlak anlamda O’na aittir. Her bir Esma’nın kapsadığı mana, ifade ettiği şey, gösterdiği hedef; en yüce, en nihâi, en mükemmel anlamda O’nda vardır, O’na aittir.

Allah Teâla, bu sıfatlarından bir kısmını, sıfatlarının/isimlerinin kapsadığı mananın da bir kısmını varlıklara vermiştir. Ki bunlara Esmâu’l-Hüsnâ’nın tecellileri diyoruz.

Ancak varlıklara verilen kısım mutlak olmadığı gibi, mükemmel veya sonsuz değildir.

Müslüman Esmâ’yı varlıklara ait bu eksik, sonlu ve sınırlı sıfatlardan, manalardan tenzih eder.

Ancak, Allah’ı mahlûkata benzetirim korkusuyla bütün isim ve sıfatlardan, mutlak anlamda tenzih etmeye kalkarsa, o zaman da  varlıkla/oluşla ilgisi kalmayan bir tanrı tasavvur etmiş olur.

 

d-Teşbihten sakınma,

            Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da Allah’a ait isim ve sıfatları, varlıklara ait isim ve sıfatlara, ya da varlıkların sahip olduğu sıfatları Allah’ın sıfatlarına benzetmemek.

            Şüphesiz ki Rabbimiz kendini insana, insanın bildiği kelimeler, nüanslar ve mefhumlarla tanıtıyor. Bir anlamda kendi Zâtına ait şeyleri, bizim algı seviyemize indiriyor. Biz O’nu kapasitemiz ölçüsünde algılayabiliriz.

            Esmâ, muhtevası yönüyle sıfat özelliği taşırlar. Adeta, hakikatın bir ucu aşkın ve mutlak olanı, dolaysıyla kavranılamayanı temsil eden isme, bir ucu da tecellileriyle her an hayatın içinde aktif olan varlığını temsil eden sıfat ve fiillere bağlanmıştır.

İsimlerle mahlukat dışında mutlak varlığı resmederken, bir yandan da semi basar gibi ilk duyuşta varlıklardan yola çıkarak kavranılabilen sıfatlarla anar.

            Allah’ın zâtı münezzehtir. O’nun hakikatini beşer aklı kavrayamaz. Fakat O zâtına ait bir bilgiyi Esmasıyla beşer aklına inzal etmiştir. (Allah (cc), M. İslâmoğlu, s:79)

            O’nun fiil ve Esmâ’sının varlıklara teşbih edilmesi, şirke kapı açar.

Nitekim insanlar Allah’ı önce bir şeylere benzettiler, sonra cisimleştirdiler. Cisimleştirdikleri şeylere de tanrı diye inanmaya ve tapınmaya başladılar.

 فَاطِرُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً وَمِنَ الْأَنْعَامِ أَزْوَاجاً يَذْرَؤُكُمْ فِيهِ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَهُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {11}

“O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (Şûra 42/11)

 

-Eylem olarak:

a- Esmâ’yı öğrenmek,

“Doğrusu Allah’ın doksandokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer.” (Buharî, Tevhid/12, Daavât/69, Şurut/18. Müslim, Zikr/6. Tirmizî, Dua/82, Ahmed b. Hanbel- Müsned, 2/258, 267,314, 427, 499, 503, 516)

Buradaki saymadan/ezberlemeden maksat nedir. Hadiste geçen ’ahsâ’ kelimesini nasıl anlamak gerekiyor?

‚İhsâ’, bir şeyin miktarını bilmek, saymak, anlamak demektir.

‚İhsâ, istatistik, ‚ihsâu’n-nüfus’ nüfus sayımı demektir.

Bizim yörede ‚saymak’ kelimesi aynı zamanda değer vermek, saygı göstermek, adam yerine koymak manalarında kullanılır.

Türkçe sözlükte saymak; önemsemek, benimsemek, göz önüne almak gibi manalara da gelir.

Allah’ın isimlerini saymak, parmak sayısından öte, her birinin ne ifade ettiği, Allah’ı (cc) bize nasıl tanıttığını anlamaya çalışmak olsa gerektir.

Nitekim, İbni Hacer’in naklettiğine göre; İbni Battal ‚ihsa’yı, Esmâ’yı hayata uygulama, onlarla amel etme şeklinde anlamıştır. Onun verdiği örneğe göre kul, er-Rahîm, el-Kerîm gibi isimlerin gereklerine uymalı.

Allah kulundan bu esmanın yansımasını ister. İnsanın şefkat ve merhametle donanmasını, bu isimlerin insandaki tecellisi olarak görür.

İbni Hacer, Esmâ‘yı ezberleyenleyip onları gereği gibi hayata koymayanları, Kur’an’ı ezberleyip de hayatına uygulamayanlarla bir tutar.

İbni Atiyye, ‚ihsa’yı, saymak, hıfzetmek, bunlara ve muhtevalarına iman etmek, Esmayı yüceltmek, onların sırrına ulaşmaya rağbet etmek, ilâhî Esma ile hayat ve insan arasındaki irtibatı keşfetmek olarak açıklamış.

Ebu Nuaym İsfehânî, Hadiste geçen ‚ihsâ’ etmek, Esmâ‘yı sayıp sıralamak değildir. Asıl ihsa, Esmâ‘yı hayata geçirmek, anlamları üzerinde düşünmek, onları kavramak ve onlara gereği gibi iman etmektir demiş. (Allah (cc), M. İslâmoğlu, s: 96-97)

Kimilerine göre Allah’ın isimleri saymanın üç mertebesi vardır:

Birincisi: Onların lafızlarını ve adetlerini saymaktır.

İkincisi: manalarını ve medlüllerini anlamaktır,

Üçüncüsü: A’raf 180de geçtiği gibi Esma ile dua etmektir. (Şerh-i Esmaillahi’l-Hüsnâ, s: 43)

 

b- Edeple hitap,

Sevdiklerimize, ya da büyük bildiklerimize bilgimizin, kültürümüzün, geleneğimizin, dilimizin geliştirdiği en güzel kelimelerle hitap ederiz. Bu hitaplarda kullandığımız kelimeler aynı zamanda kimliğimizin de bir parçasıdır.

            Allah Teâla, ta’zim edilmeye ve sevilmeye en layık olandır. Onun isimlerini anarken saygılı olmak, övgü ifadeleri kullanmak mü’minin edebindendir.

Mesela; Allah Teâla, Allah Sübhanellahu Teâla şeklinde söylemek, Allah ve Esmâu’l- Hüsnâ’dan sonra mutlaka Celle Celâluhu demek gerekir.

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ {2}

„Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.“ (Enfal 8/2)

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنسَكاً لِيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَلَهُ أَسْلِمُوا وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ {34} الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا أَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِي الصَّلَاةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ {35}

„Biz, her ümmete -(Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah'ın adını ansınlar diye- kurban kesmeyi gerekli kıldık. İmdi, İlahınız, bir tek İlah'tır. Öyle ise, O'na teslim olun.

(Ey Muhammed!) O ihlaslı ve mütevazi insanları müjdele!Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.“ (Hacc 22/34-35)

 

c- İsimlerle dua etmek,

            Aşağıda ayrıca gelecek.

 

d- İsimleri zikretmek,

Yukarıda geçen hadisi hatırlayalım, Esmâ’yı öğrenen, kavrayan, hayatına ahlâk, edep ve takva olarak yansıtan onları zikrediyor demektir.

Allah’ı tesbih Kur’an’ın emridir. Tesbih ‚sebh’ kökünden gelir. Sebh, uzaklaşmayı, hızla gitmeyi, hareket halinde olmayı ifade eder. Kur’an, varlığın sürekli tesbih halinde olduğunu söylüyor. Sübhanellah, varlığın hareket, değişim-gelişim yasasını koyanın Allah (cc) olduğunu beşer diline konulmuş ifadesidir. (Allah (cc), M. İslâmoğlu, s: 111)

Tesbih aynı zamanda Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Esma’yı  her söyleyiş subnanellah demektir.

Furkan:

 وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ وَكَفَى بِهِ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيراً {58}

„Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.“ (Furkan 25/58)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً {41} وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلاً {42} هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيماً {43}‏

„Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin.

Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. 

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.“ (Ahzab 33/41-43)

           

e- İsmiyle başlamak, Besmele,

وَقَالَ ارْكَبُواْ فِيهَا بِسْمِ اللّهِ مَجْرَاهَا وَمُرْسَاهَا إِنَّ رَبِّي لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ {41}

“Böylece [kendisini izleyenlere Nûh]: “Haydi, binin artık,” dedi, “yürümesi de, demir atması da Allah adıyla olan bu gemiye! Doğrusu, benim Rabbim gerçekten bağışlayıcıdır, esirgeyicidir!” (Hûd 11/41)

 

f- İsmiyle okumak

            Mü’min her işine Allah’ın adıyla başladığı gibi, her şeyi Allah adına okur. Allah’ın eseri diye okur. O’nun varlığınıntecellilerini varlık üzerinde görüp daha güçlü bir imana sahip olmak için okur.

Mü’min Allah’tna bağımsız bir alan bilmediği gibi, okumayı da O’nunla irtibatlandırarak okur.

“OKU yaratan Rabbin adına” (Alak 96/1)

 

g- İsminin anıldığı mescidlere hürmet,

            Sadece Allah’ın isimlerine değil, hatta o isimlerin anıldığı mescitlere bile hürmet gerekir.

            O isimlerin yazıldığı kitaplara, levhalara da saygı duymalı. 

„Allah'ın adının O'nun mescidlerinde anılmasına mani olan ve onları tahrip etmek için çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? İşte böylelerinin bu yerlere (Allah) korkusu dışında bir sâikle girmeye hakları yoktur? Onlar için bu dünyada zillet, ahirette ise korkunç bir azap vardır.“ (Bakara, 2/114)

“İÇLERİNDE (yalnız) kendi ismi anılsın diye Allah'ın yükseltilmelerine izin verdiği evlerde O'nun kudret ve yüceliğini sabah akşam dile getiren (öyle).” (Nur, 24/36)

 

4-Huzur makamı,

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ {28}‏ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ طُوبَى لَهُمْ وَحُسْنُ مَآبٍ {29}

„Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.

İman edip iyi işler yapanlara ne mutlu! Varılacak güzel yurt da onlar içindir.“ (Ra’d 13/28-29)

            Bu Allah’ın ve O’na ait her şeyin önünde saygıyla huşu’ ile, edeple durmaktır.

            Ki Kur’an buna ‘kunut’ diyor.

Kunut yapmak, Âlemlerin Rabbi karşısında esas duruşa geçmek, saygı ile boyun eğmek, gönülden teslim olmaktır. O’nun huzurunda kulluğun şanına yakışan klas duruş sergilemektir.

Kunut, huşu içinde Allah’a itaat etmektir. ( Isfehânî, Müfredat, s: 623)

Türkçede bunu en güzel ‘divan durmak’ deyimi karşılayabilir. Allah’ın huzurunda el pençe divan durmak, emrine teslim olmak, hükmüne razı olmak. İbadetin, itaatın ve mutlak teslimiyetin yalnızca O’na yapılacağı şuuru ile O’na yönelmek. O’na ibadet için ayağa kalkmak, ayakta huşu’ ile dua etmek.

Kunut, kimin karşısında olduğunu farketmek, O Yüce Huzur’da edepli olmak, saygı ile boyun bükmektir.

Kunut, Allah’a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O’na dua etmektir. Bu anlamıyla ‘kunut’, kıyam (ayakta durmak) demektir. Burada kul son derece mütevazi olarak organları susmuş, benliği Allah’a teslim olmuştur.

İşte bu saygı ve kıyam, kunuttur.

Bazılarına göre kunut; itaat, dua, namazda ayakta durmak,  namazda konuşmaktan uzak kalmak, huşu’, ibadet gibi unsurları içine alır. (Lisânu’l-Arab, 12/197. Firuzâbâdî, Kamus, s: 158.

Ancak kunut’un asıl anlamı itaattir. Birisi Allah’a kunut yapıyor denilse, bunun anlamı o Allah’a itaat ediyor demektir. (Lisanu’l-Arab, 12/197)

            Buradan hareketle kunut’un üç derecesi vardır diyebiliriz:

Birincisi, kunut genel anlamda Allah’ın iradesine boyun eğmek.

İkincisi namaz kılmak,

Üçüncüsü namaz içinde kunut yapmak/dua etmektir.

Birincisi: Kunut’un genel anlamı Allah’a ve hükmüne teslim olmak. O’nun karşısında huşu’ (saygı) ile boyun bükmektir. O’nun makamı karşısında el pençe divan durmaktır. Rab oluşunu itiraf ederek O’nun hükmüne razı olmaktır.

Kânit (kunut yapan. Çoğulu; kanitîn veya kanitât), Allah’a itaat edendir. Bu anlamda yerde ve gökte ne varsa, bazı insanların dışında her şey Allah’a kunut yaparlar. Yani O’nun emrine itaat ederler, O’na teslim olmuşlardır.

Varlığın hepsi ‘kanit’tir.

Kur’an şöyle buyuruyor:

“Bir de ‘Allah oğul edindi’ iddiasında bulundular. Hâşâ! O aşkın bir hakikattir. Aksine göklerde ve yerde bulunan her şey O’na aittir: hepsi de kanit’tir (O’nun iradesine boyun eğmiştir).” (2 Bekara/116. Bir benzeri: 30 Rûm/26)

            Burada zımnen şöyle söyleniyor: Bütün kâinat Allah’a itaat ediyorken ey insan! O’na başkaldıran bir varlık olmak seni rahatsız etmiyor mu? (M. İslamoğlu, Meâl-Tefsir, s: 798)

            Başka bir âyette yerde ve göklerde olanlar ister istemez O’na teslim olurlar deniyor.

            “Yoksa onlar, Allah’ın dininden gayrı (bir inanç sistemi) mi arıyorlar? Oysa ki bütün göktekiler ve yerdekiler ister istemez O’ma teslim olurlar: Çünkü hepsi (sonunda) O’na varacaklar.” (3 Âli İmran/83)

 

İkincisi: Namazdır. Namaz kılmak aynı zamanda kunut yapmak demektir.

            Namaz esasen bir kulun Rabbine itaat etmek ve boyun eğmek üzere O’nun huzuruna yönelmesidir. Zira Allah (cc) kendisine bu şekilde yönelinmesini emrediyor.

         Namaz, Allah’ın huzurunda öncelikle ‘divan durmak’tır, yani bir kunuttur. Bundan dolayı ‘kanit’; namaz kılan, namazda huşu’ içerisinde olan, namazda dünyalık bir şey konuşmayan demek olur. O, namazda Allah’ı zikretmekle meşgul olur, huzurda olduğunun farkındadır ve büyük bir saygı içerisindedir.

Namaz madem ki ibadetlerin toplamıdır, madem ki şükretmenin belli bir ibadet şekline girmiş halidir, madem Allah için gösterilebilecek en yüce ta’zimdir, madem ki bu duruş bir kabulün göstergesidir; öyleyse kim namaz için ayağa kalkarsa; o Rabbinin huzurunda saygı ile yöneliyor demektir.

Namazda ister el gögüs üzerinden, ister göbek üzerinde bağlansın, isterse hiç bağlanmasın; bu duruş, bu kıyam Allah’ın huzurunda gerçek huşu’ ve boyun eğiştir. Bu kıyam (ayağa kalkmak) Allah’ın Rabliğini itiraf etmek üzere bir ibadî esas duruştur. Kulluğa yakışan klas bir duruştur.

            Bu duruş aynı zamanda bir kunuttur, yani edeple divana yönelme, samimiyete bir teslimiyettir.

 

Kunutun üçüncüsü derecesi namaz içinde yapılan özel duadır.

Kunut, fıkıhta terim olarak bu anlamda anlaşılır. Bu kunut daha çok, vitir ve sabah namazının son rek’atında yapılır.

Bizim insanımızın arasında kunut deyince yalnızca vitir namazının 3. rek’atında, kıraatten sonra alınan tekbir ve okunan dualar akla gelmektedir.

Namazın kendisi bir kunut olduğu halde, son rek’atı uzun yaparak dua etmek, kunut içerisinde kunuttur.

         Peygamberin (sav) çeşitli vesilelerle kunut yaptığı sabittir. (Müslim, S. Misafirin/294-304 (677). Buharí, Vitir/7)

 

a- Allah’ı sevmek O’na teslim olmaktır,

Sevgi gönülde olur. Ancak gönüldeki sevgi görünmez. O görünmeyen sevgiyi, sevgiliye gönderirken yine görünmeyen elçilerle göndeririz. Kelimeler elçilerimizdir.

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {31}
„(Resulüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da

sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.“ (Âli İmran 3/31)

 

b- Hayret makamı,

            İnsan Allah’ı idrak ettikçe, O’na yaklaştıkça, O’nun Esma’sının varlıktaki tecellilerinin daha iyi farkına varır. Bu fark ediş ondaki hayreti artırır. Allah’ın muazzam kudreti, muhteşem sanatı, eşsiz yaratma gücü karşısında inanan bir kulun takınacağı tavır, hayranlıktır.

            Hayret etmek, fark etmektir. İlâhi sanatın büyüklüğünü bilmeyen fark etmez, farketmeyen de hayret etmez. Olağan içinde gizlenmiş olan sayıstz mucizeyi fark etmeyen, olağanüstülükler arar. Hayret makamında olna bir akıl, hayran olmak için olağanüstünün peşine düşmez. Zira fart etmeyenlerin olağan gördüğünün içinde gizlenmiş sayısız mucizeyi fark eder. Fark ettiği her mucize de hayreti artırır. (Allah, M. İslamoğlu, s: 135)

 

c- Ey tatmin olmuş nefis!

“Efendi umma hîç âb-ı hayât-ı bâdeden hisse

Onu insâna tahsîs ettiler, hayvâne vermezler!”  (15.1.07 H. Hatemi,Yeni Şafak)

Mecnun: “Leyla, Leyla” diyerek sevgisini açığa çıkarıyordu.

Biz gönlümüzün tamamını Allah’a imanla süsledik. Dilimizi O’nun güzel isimleriyle süsleyelim. Böyle yaparken sevgimizi Mevla’mıza bildirmiyoruz. O zaten biliyor.

Biz, Allah’ın güzel isimleriyle zikrederken, cümle aleme güzellikler saçarken, ağzımızı Allah’ımızın isimleriyle hem tatlandırıyor, hem de en güzel kelimelerle ağzımızı ayarlayarak kötü kelimelere yer vermiyoruz.

“Gül” deyince burnumuza güzel koku gelmez. “Bal” deyince ağzımız tatlanmaz.

Gülü koklamalı, balı tatmalı.

Allah’ın güzel isimleri bizi Allah’a götürürse, bizi benliğimizden sıyırır, kir ve pasımızı kazırsa, gülü koklar, balı tadarsak muradımıza ermiş oluruz.

Süleyman Çelebi:

Bir kez Allah dese Aşk ile lisan

Dökülür cümle günah mislü hazan" demiş.

Allah’ın isimleri aşk ile söylenirse üzüntü, stres, keder, gam ve günahın döküleceğini söylüyor. Dilinle Allah, Allah, Allah diyerek zikret. Kalbinle de Allah’ın yarattıklarını fikret, düşün. Fikirsiz zikirin, zikirsiz fikirin faydası yoktur.

Şeyh-ülislâm Yahya efendi:

"Bir alay olsa güzeller hep teveccüh yâredir

Halk-ı âlem birbirine padişahı gösterir” diyor. Yani göz binlerce güzel görse de gönül yare yönelir.

Çünkü yaratılmışların her biri Yaratanı gösterir. Yaradanı seven, O’ndan razı olan, O’na şükreden, O’nu azamati karşısında hayran ve teslim olan tatmin olmuş bir kalbe kavuşur.

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ {27} ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً {28} فَادْخُلِي فِي عِبَادِي {29} وَادْخُلِي جَنَّتِي {30}

„Ey mutmain (itminana ermiş) nefis!

            “Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”

(Seçkin) kullarım arasına katıl,

Ve cennetime gir.“ (Fecr 89/27-30)

5-Allah’tan isteme (duâ) adabı

a-Sadece O’ndan istenir;

Şu ayetlerde haber verildiği gibi:

مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ وَآبَآؤُكُم مَّا أَنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ {40}

„Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.“ (Yusuf 12/40)

Müslümanlar namazın her rek’atında Fatiha’da “Yalnızca sana ibadet ederiz, yalnızca Senden yardım isteriz” derler.

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُوراً {67}

„Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.“ (İsra 17/67)

 

b-Dua O’nun emridir,

وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ {60}

“Rabbiniz dedi ki : ‘ Bana dua edin, size icabet edeyim (karşılşılığını vereyim). Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Ğafir 40/60)

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً {77}

“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık  (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” (Furkan 25/77) 

         ادْعُواْ رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ {55} وَلاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفاً وَطَمَعاً إِنَّ رَحْمَتَ اللّهِ قَرِيبٌ مِّنَ الْمُحْسِنِينَ {56}

“Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasında sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (A’raf 7/55-56)

 

c-Duanın özelliği:

            - Dua, kimden ne istediğini bilmektir,

            - Dua, kulun Allah karşısındaki esas duruşudur,

- Dua, acziyetini ve haddini bilmektir,

- Dua, kalbin Allah’la konuşmasıdır,

- Dua, aklın bitip, aşkın başladığı haldir

- Dua yoksulluk ve aşktır,

         Alexis Carrel: ‘Dua yoksulluk ve aşktır’ demiş.  Buna bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz. 

- Dua ibadetlerin iliğidir,

Peygamberimiz (sav); “Dua ibadetin iliğidir (özüdür)”  buyurmuştur. (Tirmizí, Daavât/1, Hadis no: 3371)

         Yine Peygamberimiz (sav); “Dua ibadetin kendisidir” diyerek Mü’min Sûresi 60. âyetini okudu. (Ebu Davud, Salat/no: 1479. İbni Mace, Dua/1, no: 3828. A. B. Hanbel, 4/267, 271, 276. Tirmizí, Tefsir/42, no: 3247)

 

d-O’ndan O’nun isimleriyle istemek;

وَلِلّهِ الأَسْمَاء الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُواْ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَآئِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {180}

"En güzel isimler Allah'a aittir. O isimlerle Allah'a dua ediniz" buyurur. (A'raf  7/180)

قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ أَيّاً مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {110}

"De ki: "İster Allah deyip dua edin, ister Rahman deyip dua edin; hangisi ile dua ederseniz edin, onun güzel isimleri vardır...“ (el-İsrâ, 1 7/110)

Allah’a duada iki önemli unsur vardır:

Birincisi: Senâ (övgü) duası ve ibadet,

İkincisi: Talep duası. O’na ancak Esması ve yüce sıfatlarıyla senâ edilir ve onlara bir şey istenir.

Müslüman, Ya Mevcud!, Ya Şey! Ya Zât! Beni bağışla, bana merhamet et demez. Buna karşın hangi istekte bulunuyorsa, o isteğin gereği olan isim ile ister.

Böylece dua eden kimse o isim ile Allah’a tevessül etmiş olur.

Peygamberimizin dualarına bakacak olursak, bazıların başının veya sonunun bu şekle uygun olduğunu görürüz.

Bizim içimizi dışımızı bilen Allah'ımız: "Ey iman edenler, Allah'ı çokca zikredin" buyurur. (Ahzab, 33/41)

Peki ama nasıl zikredeceğiz? Şair:

"Kaddi yâra kimi ar-ar dedi, kimisi elif

Cümlenin maksudu bir amma rivâyet muhtelif" diyor.

Yani sevgilinin boyunu kimileri serviye benzetti, kimileri elife benzetti.

Hepsinin sevdiği ve anlattığı aynı ama kelimeleri ayrı.

Kelimelerimizin gücü bizim kültürümüzle orantılıdır. "Gözüyün çapağını yiyeyim" diyerek sevdiğini anlatmaya çalışan biri, bir başkasını küstürebilir. Birisi "Minik kuşum" derken, yılan yetiştiricisi de "yılanım" diyebilir.

Onun için Rabbimiz; "Size öğrettiği gibi Allah'ı zikredin" buyurmuş. (Bakara 2/239)

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde güzel isimlerini bize bildirmiş. , Peygamber Efendimiz de dualarında Rabbinin isimleri ile dua etmiş.

Kur'an ve sünnetin öğrettiklerinin dışına çıkarsak çok iyi niyetlerle biz de yanılabiliriz. "Allah'ın isimlerinde sapanları/sapıtanları bırakınız" buyurur. (A'raf 7/180)

Yukarıdaki hadisi tekrar hatırlayalım:

"Allahu Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır. O isimleri kim ezberlerse (sayar, manasını anlar ve şuûruna ererse) cennete gider. şüphesiz, Allah tektir ve tek olmayı sever." (Buhârî, Daavât/68)

 

d- Allah’ın İsimleriyle Tevessül,

1-Vesile:          

‘Vesile’, sözlükte, bir şeye arzu ile ulaşmak demektir.

         Bir başka deyişle ‘vesile’, kendisiyle bir maksada ulaşılan, yaklaşma sebebi, bir şeye yaklaşmak için ona yakınlığından faydalanılan þey demektir.

         Kavram olarak ‘vesile’, Allah’a yaklaþmada kendisinden yararlanýlan þeydir.

         ‘Tevessül’ ise, vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaþmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir.

         ‘Vesile’ Kur’an’da iki âyette geçmektedir.

         يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ {35} “Ey iman edenler! Allah’tan korkup-sakının ve O’na (yaklaşmaya) vesile arayın  ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 5/35)

         Tefsirciler buradaki ‘vesile’yi, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır. (Muh. İbni Kesir, 1/511)  

أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ إِلَى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ أَيُّهُمْ أَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُوراً {57}

“Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesile arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlar  ve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbinin  azabı korkunçtur.” (17 İsra/57)

Vesile, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızasına götürecek bütün salih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesile’dir.  

Bu yola baş vurmak ta ‘tevessül’dür. Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile sever’ deyip, bir köşeye çekilmez. O, farzlar vacipler dışında, nafile ibadetlerle bu vesile yollarını arar.   

Peygamberimiz, mü’minin nafile ibadetlerle Allah’a yaklaşmaya devam edeceğini haber vermektedir. (Buharí, Rikak/38, 8/131) 

Mü’mini vesileye ulastıracak yol iman ve takvadır.

Asıl vesile de, Allah’a  yaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur.  

Âyetin devamında Allah yolunda  cihad etmek emredilmektedir. Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesile’nin cihad ibadetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır.   

Kur’an şöyle buyuruyor:

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏

“Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine olan ibadetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.” (18 Kehf /110)

Tevessül, ibadette bir aracı, bir torpilci bulmak değil, ibadet cinsinden  bir salih ameli ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.

 

- Tevessülün çeşitleri

1-Bid’at olan tevessül,

Peygamberimizin kendi zatıyla, Kâbenin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimizin zatına yemin ederek tevessül yapmak bir çok alime göre caiz değildir. Sahabeler ne yağmur duasında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. Bununla ilgili gelen rivâyetler ise zayıftır.

Ancak bu şekilde tevessül yapılabileceğini söyleyen alimler de vardır.  

2-Şirk olan tevessül

Allah’ın dışında  başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek Tevhid inancına aykırıdır. Allah’tan istenebilecek bir şey kesinlikle ne sağ ne de ölmüş kullardan istenir.  

       İbadette ve duada zaten aracı olmaz.

 قُلِ ادْعُواْ الَّذِينَ زَعَمْتُم مِّن دُونِهِ فَلاَ يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنكُمْ وَلاَ تَحْوِيلاً {56}

„(Resulüm!) De ki: "Allah'ı bırakıp da (ilah olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler." (İsra 17/56)

 

3-Meşru Olan Tevessül:

a- Dua ile tevessül

Dua edenin islediği salih bir amelle tevessülde bulunması.

         Âli İmran Sûresi 16. ve 53. âyetlerinde buna işaret vardır.

الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ {16} الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ {17}

            “(Bu nimetler) "Ey Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyen;

Sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah'tan bağış dileyenler (içindir).“ (Âli İmran 3/16-17)

رَبَّنَا آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ {53}

„(Havariler:) Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şahitlerden yaz, dediler.“ (Âli İmran 3/53)

Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle  mahsur kalan üç kişi işledikleri salih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular. (Müslim, Zikir ve Dua/27 (2743). Buharí, Nesâí, nak. N. El-Bâni, Tevessül-Çeşitleri Hükümleri, s 53. Ş. İsl. Ans. 6/346)

Peygamberimiz kör bir adama dua öğreterek bu dua ile tevessül yapmasını söylemiştir. (Ş. İsl. Ans. 6/346)

 

b- Salih insanların duasıyla tevessül,

Resûlüllah’ın duası ve şefaatıyla ‘tevessül’de bulunmak ta caizdir.

Müslümanlar O’nun sağlığında duasıyla, Kıyamet gününde de O’nun şefaatıyla tevessül ederler. Bazı kimseler Peygamberimize gelerek kendileri için yağmur duası yapmasını iştemişlerdi. O da onlar için dua etmişti. (Buharí, nak. El-Bâni, Tevessül, s: 58, Ş. İsl. Ans. 6/346)

         Peygamberimizin vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabeler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri icin dua etmesini istemişlerdir. Burada kasdedilen Peygamberimizin duası ve şefaatıdır. (nak. İbni Teymiyye, Tevessül, s: 252)

        

c-Allah’ın isimleriyle tevessül

Allah’ın yüce isimleriyle veya O’na ait sıfatlarla vesile aramak.

Rabbimiz kendi isimleriyle dua etmemizi söylüyor. Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi dualar meşrudur.

            Peygamberimizin bazı dualarında bunu görüyoruz.

Mü’min hangi hacetini Rabbine arzediyorsa, o hacetle alakalı Esma’yı anarak, onunla dua eder, onunla vesile yapar.

Mesela bağışlanma dileyen birinin şöyle demesi gibi:

„Allahım beni affet, bana merhamet et! Muhakkak ki Sen Ğafûr ve Rahimsin“

Peygamber şöyle buyurdu:

„(Elezzû bi-yâ zel’l-celâli ve’l-ikram) Ya Ze’l-Celâli ve’l-İkram’a sarılıp ayrılmayın.“ (Müsned, 4/177. Tirmizî, Deavât 92, 3525)

„(Allahümme innî es’elüke bi-enne leke’l-Hamdü Lâ ilâhe illa ente’l-Mennânü bedi’u’s-Semâvâti ve’l-ardi Yâ ze’l-Celâli ve’l-İkram.) Ey Allahım! Muhakkak ki ben hamdi Sana has kılarak Senden istiyorum. Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Sen Mennânsın. Gökleri ve yeri yaratansın. Yâ Ze’l-Celâli ve’l-İkram.“ (Ebu Davud, Salat 1495. Tirmizî, Deavât 100, 3544. İbni Mace, Dua 3858. Müsned, 3/120, 157, 245, 265)

„Muhakkak ki ben Senden başka Tek, Samed, doğurmamış ve doğurulmamış, eşi ve dengi olmayan Allah olduğuna şehâdet ederek istiyorum.“ (Ebu Davud, Salat 1493. Tirmizî, Deavât 63, 3473. İbni Mace, Dua, 3857. Müsned, 5/349-360)

Esmâu’l Hüsna, müslümanın Allah karşısındaki esas duruşlarından biri olan duanın anahtarıdır.

Kul, Allah’a nasıl hitap edeceğini, O’ndan nasıl isteyeceğini, nasıl yalvarıp yakaracağını bilemez. İnsanın ortasına atıldığı hayat okyanusu her zaman uslu olmayabilir. İnsan bu okyanusun ortasında sığınılacak liman arar, imdat dilemek zorunda kalır. Derdini anlatacak kelime bulamayabilir.

Esma bu gibi anlarda imdada yetişir. Yeryüzü başına dar geldiği, her çaldığı kapının yüzüne kapandığı, içi içine sığmadığı zamanlarda ‘Yâ Fettâh’ der,

Ağır bir hastalığın pençesinde bitap düşer, tükenir, takati kesilir. Kendini sınayan Rabbiyle başbaşa kalır ve ‘Yâ Şâfi’ diye inler,

Kederden iki büklüm olur, dertler kapısını çalmak için sıraya girer, elemleri taşıyamaz olur, tıpkı Taif dönüşü Rasûlellah gibi ‘Ya Rab, Ya Rahman’ diye inler.

Günah işler, pişman olur, bu pişmanlık bütün hücrelerine siner, pişmanlığını Allah’a açacak kelime arara ve işat o an imdadına ‘Yâ Ğaffâr, Ya Tevvâb, Ya Settar’ yetişir.

Aç açık kalır. Bir lokma ekmeğe muhtaç olur. Borçtan kurtulamaz. Halini kimseye açamaz. Kimse hacetini gideremez. O zaman ellerini açar ve ‘Yâ Rezzâk’ diye inler.

Çok sevinir, sevincini belli etmek ister. Fakat bu sevincinin Allah’tan bağımsız olmadığını bilir. Şımarmaz ve sevindireni unutmadığını ifade etmek ister ve ‘Yâ Şekûr’ diye nida eder. (Allah (cc), M. İslamoğlu, s:78)

Baskı altında kalır, zule uğrar, zalimin kahrını ensesinde hisseder. Zalime gücü yetmez. O zaman da ‘Ya Kahhâr, Ya Cebbâr’ diye dua eder.

Bir kimse strese, bunalıma, manevi marazlara uğradığı zaman, kendisi veya başkası üçer defa Âyete’l –Kürsi’yi ve Haşr son üç âyeti, Felak ve Nâs Süreleri okur ve şöyle dua ederse, inşaallah şifa bulur.

“Allahümme Rabbü’n-nâs, izheb’l-be’se, veşfihi ve ente’şŞâfi’. Lâ şifâun illa şifâeke. Lâ yüğadiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, Elemi gider, ve ona şifa ver. Sen şifa verensin, senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhari, Fethu’l-Bari, 10/206, 10/210. Müslim, 4/1721. Ebu davud, 4/11)

            Enes’ten gelen bir rivâyete göre ise Peygamber (sav) şu dua ile rukye yapardı: “Allahümme Rabbü’n-nâs Müzhibü’l-be’si, eşfi Ente’ş-Şâfi’, lâ Şâfi’ illa ente şifâeke lâyüğâdiru sekamâ- Ey Allahım, İnsanların Rabbi, elemleri gideren şifa ver. Şen Şâfi’sin, senin şifandan başka şifa verici yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.” (Buhari, Fethu’l-Bâri, 10/206)

            Bir kimse ‘Allahümme innî es’elüke’ dediği zaman, sanki Esmau’l-Hüsnâ, yüce sıfatlar ile dua etmiş, sanki Allah’a bütün isimleriyle yalvarmış gibi olur.

            Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

            “Bir kula bir elem veya bir sıkıntı isabet ettiği zaman şu duayı okuduğu zaman Allah onun gamını ve kederini mutlaka giderir. Kederin yerini ferahla değiştirir:

            “Allahümme, innî abduke ibni abdike ibni ümmetike nasiyeti bi yedike, madı feyye hukmike adl feyye kazâuke, es’elüke bi-külli ismin hüve leke semmeyte bihi nefseke, ev enzeltehu fî kitabike ev allemtehu ehaden min hâlkıke, ev iste’sirte bihi fî ılmi’l-ğaybi ındeke: Enne tec’al el-Kur’ane azîme rebîa kalbi, ve nure sadrî, ve cilâe hüznî, ve zihabe hemmî ve ğammî illa zhebellahü mehhemehu ve ğammehu ve ebdelehu mekânehu feraha.” Dediler ki YâRasûlallah! Bunu insanlara öğretelim mi? Buyurdu ki: ‘Evet, işiten herkesin bunu başkasına öğretmesi üzerine görevdir.”

“Ey Allahım!’ Ben kulunun oğlu, kulunun oğlu, bir kadının oğluyum, benim başım senin elindedir. Geçmişim de geleceğim de senin hükmündedir. Ben, kendi nefsini adlandırdığın, Kitabında indirdiğin, kullarından birine öğrettiğin veya ğayp ilminde sakladığın bütün isimlerle birlikte Senden istiyorum. Kur’an-ı Azîmi kalbime bahar, göğsüme nur et, hüznümün cilası, üzüntüm ve kederimin gidericisi yap.” (Müsned, 1/391)

Bir müslüman Kur’an okur veya dua eder, sonra da İsm-i A’zam hürmetine, Esmâu’l-Hüsnâ hürmetine diyebilir. Bunlarla ibadetinin ve duasının kabul edileceği umulur.