İslâmî aile hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

03 Mart 2013 Pazar

 Essen

 

                                                     

A-Ailenin tanımı

B-Kur’anda aile

C-Peygamber ve ailesi

D-İslâmî ailenin özellikleri

 

A-   Ailenin tanımı

İnsan "yaratılışı itibariyle sosyal varlık"tır. İnsan teennüs ettiği zaman vahşi olana mensup olmaktan çıkıp ‘insi’ olana mensup olur.

Aile hayatı insanın tennüs edebilmesinin sonucudur.

Aile kelimesinin koku destek ve dayanak anlamına gelen “’avl/ayl’”dir. Biri diğerine dayalı olan şeyler hakkında bu kelime kullanılır.

Biri diğerine “dayalı” olduğu için terazinin bir kefesinin yukarıda olmasına ‘avl denir. Altına destek verilerek yapıldığı için gölgelik ve çardağa el-‘âle denilir. Destek alınan mutemet kimseye el-‘ıvel denilir.

Aile: Birbirinden destek alan, birbirine dayanıp yaslanan, birini çekince  diğeri ayakta kalamayan birden fazla unsura denir.

Bu tanım aileyi birbirine çatılmış çatı gibi görür. Yanyana iki çizgi gibi değil, bir üçgenin çatısı gibi. Yani birbirine destek verecek şekilde.

Aile üçgeninin dik iki kenarını eşler oluştururlar. Yatay kenarını ise “mekân”, yani “ev” oluşturur. 

Çekirdeğini karı-kocadan müteşekkil eşlerin oluşturduğu aileyi  yine ikisi birlikte ayakta tutar.  Eşler birbirne dayanırlar ve aile binasını taşrlar. Tek başına taşımaya kalkışanlar yorulunca ailenin çatısı çöker.

Eşler kafa kafaya verirler ve bir başa bağlı iyi ayak gibi olurlar. (bu 1+1=2 değil, 11 gibidir)

Ayaklarımız istedikleri yöne gidemezler. Zira onları yürüten kafamızdır. Ailede eşler de böyledir. Bir ayak diğerinden önemli olduğunu iddia ederse, ya da onun varlığı bana bağlı demez. Ayağın biri gidince zaten çatı çöker.

Kadın mı önemli erkek mi, kadın mı üstün erkek mi sorusu/tartışması ideal bir aile için anlamsızdır.

Kur’an karı-koca için ‘zevc’ kelimesini kullanır. Zevc; bir çift  ayakkabının teki demektir. Sağ ayak mı sol ayak mı, sağ ayakkabı mı, sol ayakkabı mı sorusuna gerek yoktur.  Sağ ayak ötekine « ben senden üstünüm demesi » anlamsızdır. Zira iki ayak birbirini tamamlar ve sağlam bir bedenin faaliyeti olurlar. 

Karı-koca eşit değil, eştirler. Tıpkı ayakkabı gibi. Eşleri eşitleme çabaları onları asla eşit kılmaz ama onları eş olmaktan çıkarabilir. Birbirlerine karşı yarışmacı, birbiriyle didişen iki hasım yapabilir. Bu da ayak veya ayakkabı örneği gibidir.

Ailede mutlak üstünlük değil, bazı hususlardaki üstünlük söz konusudur. Bu da görev, sorumluluk ve kabiliyet açısındandır. 

Bu konudaki en güzel tanım, Kur’an’ın “ba‘dukum min ba‘d” فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ   tanımıdır. Al-i İmran 195. âyette salih ameller işleyen erkekler ve kadınlar zikredildikten sonra bu kalıp kullanılır.

Bu âyet insan türünü oluşturan iki cinsten birinin diğerine mutlak üstünlüğüne değil, “bazı hususlarda birinin bazı hususlarda ise diğerinin üstünlüğüne” delalet eder.

Bu üstünlüğü “çatı geometrisi” üzerinden açıklayacak olursak, ailede erkek sütununu oluşturan eleman hem dayanan hem de “onun üzerine çardak (el-‘âle) olup, koruyup gözeten” (kavvâm) rolüne sahiptir.

 (الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي  ...  Nisa 34).

Kadın ise kendisine dayanan erkeğe dayanak (‘âile) ve sığınak olan; eşinin kendisini koruyup gözetme yükümlülüğünü, kutsi bir akitle ona teslim ettiği iffetini ve ondan olan neslini koruma sorumluluğuyla dengeleyen, aile çatısının diğer elemanıdır. (M. İslamoğlu K. Hayat )

Aile bir evcilleşme sürecidir. Türkçe’de kullanılan ev-lenme kelimesi bir eve mensup olmayı, evle ilgili sorumluluk almayı, ev’in kapsadığı alana girmeyi, ehilleşmeyi, görev alanına dönmeyi ifade eder. (M. İslâmoğlu, Kur’anî Hayat 6. Sayı Ocak 2009)

Eskiler evlenmeye ehil kökünden gelen bir kelime kullanırlardı. ‘Teehhül’ Evlenen için de ‘müteehhil’ derlerdi. Yani ehilleşme, eve ait olma. Vahşilikten ehilleşmeye terakki. Evlileri irşad için yazılmış kitaplarda müteehhil kelimesi kullanılmış. Tuhfetu’l-Müteehhilin; Tabip Mustafa Ebu l-Feyz denmiş. Mürşidu’l-Müteehhilin, Hacı Mustafa Rakım ve Kudbiddin İznikî. İkisi de latin harfleri ile basıldı.

Vahye uygun düşünen akla göre kadın-erkek çifti ezvac’tır, ezdad değildir. Bu ikisi arasında  büyük fark vardır. Ezvac biri olmadan diğeri olmayan, ezdad ise biri olunca diğeri olmayandır.

Modern akıl ezvac olan bu kadın-erkek çiftini ezdad haline getirmenin gayreti içindedir.

Bu tasavvur aileyi bekleyen tüm felaketlerin kaynağını teşkil emektedir.  

Cinsiyetçiliği, feminizmi ve bunlara tepki olarak çıkan karşıt akımları ortaya çıkaran hastalıklı bakış açısının arkasında bu tasavvur yatmaktadır. (M. İslâmoğlu, a.g.m.)

 

B-    Kur’an’da aile

Kur’an’da “ev” için iki kelime kullanılır: Beyt ve dâr.

Birincisi kök olarak “gecelenen mekân” için kullanılır.

İkincisi ise “sürekli insanların deveran ettiği, sağlam bir dîvar’ı (duvar) olan, girilip çıkılan, bazen sosyal işlevi de olan mekân” için kullanılır.

Çadır beyt’tir, fakat taş bina dâr’dır. Her çadır beyt’tir, fakat Kâbe’ye verilen Beytullah (Allah’ın evi) adından da anlaşılacağı gibi, her beyt çadır değildir. İki kelime de ilerleyen zamanda birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Dâru’l-Erkam, Dâru’n-Nedve, Dâru’s-Suffe adlarının, bu mekânların sosyal işleviyle bir irtibatı olsa gerektir.

 

*Aile için de ehl ve âl kelimeleri kullanılıyor.

Pek çok ayette aileye, ailenin önemine, aile hukukuna, eşlerin görevlerine, evlenme ve boşanma kurallarına, ailenin İslami davetteki yerine, ailenin ‘sekine‘ yeri oluşuna işaret edildiğini söyleyebiliriz.

Adem’le birlikte eşinden bahsetmesi, insan cinsine ve inasanın eşssiz olmadığına, onun iki kutuplu yaratıldığına, ev hayatına işarettir. Ademin dünya hayatını anlatan ayetlerde oğullarından bahsetmesi, aile kurmanın insanın görevi olduğunu altını çizmektir.

 

*Kur’an’da bahsedilen aileler

Kur’an örnek ve model şahsiyetlerden söz ettiği gibi örnek ve model ailelerden de söz eder.  Bunlar; 

 

1-     Âl-i İbrahim

‘Âl’, sözlükte aile demek olup bir kimsenin yakınında olanları anlatır. Nesep nisbeti olarak kullanıldığı gibi, daha önde olan kimselere tamlama olarak kullanılır. Mesela, âl-i recül (kişinin ailesi), 

İbrahim'in (as) ailesine, soyundan gelenlere ve milleti, yani O’nun dinine tabi  olanlara da bu isim veriliyor.

Kur’an’da iki âyette geçmektedir.

إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحاً وَآلَ إِبْرَاهِيمَ  وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ {33}

“Şüphe yok ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları arasından seçerek üstün kıldı.” (Ali İmran 3/33)

أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَا آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكاً عَظِيماً {54}

Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.” (Nisa, 4/54)

Şüphesiz ki Âl-i İbrahim’e öncelikle onun iki seçkin peygamber olan oğulları, İsmail ve İshak dahildir. Sonra onların güzide anneleri, sonra İshak’ın oğlu Ya’kub ve onun oğlu Yusuf ve bu ailelerin müslüman fertleri dahildir.

Âl-i İbrahim tabirinin Hz. Peygamberin (s.a.s.) ümmetini de içine aldığını söyleyenler de olmuştur. Bu görüşe göre İbrahim milleti ile Âl-i İbrahim aynı manadadır.

Müslümanlar her namazda İbrahim ailesine salat ederler. (Kütüb-ü Sitte, 7/136)

Allah (cc) bu aileye şeref ve izzet, mülk ve hikmet verdiğini, âlemlere üstün kıldığını haber veriyor. 

Önceki ayette iki fert, iki aile seçiminden söz edilmektedir. İlki Âdem’in seçimidir. Bu, esasen Âdemoğlu’nun seçimidir. Âdemoğlu, tüm canlı türleri içindeki bir beşerken, seçilerek akıl ve iradeyi temsil eden ruh üflenmiş ve ilahi emaneti taşıma sorumluluğu verilmiştir. Sözün burasında Âdem’in tevbesinin kabulüne verilen ödüllerden birinin de “eşi” olduğunu hatırlamak gerek. Mesaj açık: Âdemoğlu yitik cennetine kavuşmak istiyorsa, önce “ailesine” kavuşmalıdır.  (M. İslamoğlu, a.g.m.)

Hac ibadeti baba oğul ve anneden oluşan bir ailenin tarihe geçen tevhidi mücadelesidir. Adeta hacca giden herkese, bu model ailenin rolünü bir kez daha canlandırma ve kendi şimdi ve buradalarına taşıma teklif edilmektedir.

Hacca giden herkesten, baba ibrahim’i, anne Hacer’i ve oğul İsmail’i kendisine çağdaş kılması istenmektedir. Bu, İbrahim ailesinin ürettiği dillere destan örnekliğin Allah tarafından kabulünün bir ödülüdür. Bu ilahi ödül üzerinden tüm zamanların mü’minlerine kendilerinin de böyle model aileler üretmeleri öğütlenmektedir.

 

2-     Âl-i Lut

Kur’an, Lût peygambere iman eden az bir topluluğa ‘Âl-i Lût’ demektedir.

Lût (as)  kavmini Hakka davet etti. Ancak;

فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَن قَالُوا أَخْرِجُوا آلَ لُوطٍ مِّن قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ {56} فَأَنجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِرِينَ {57}

“Kavminin cevabı sadece: "Lût ailesini memleketinizden çıkarın; çünkü onlar (bizim yaptıklarımızdan) uzak kalmak isteyen insanlarmış!" demelerinden ibaret oldu.

Bunun üzerine onu ve ailesini kurtardık. Yalnız karısı müstesna; onun geride (azaba uğrayanların içinde) kalmasını takdir ettik.”  (Neml, 27/56-57)

Lût kavmi, kendilerini doğru yola davet eden bir peygamberi sürgün ile tehdit ettiler. Kendileri gibi çirkin fiili yapmayanlarla; ‘güya temiz kalmak isteyenlermiş’ diye alay da ettiler. Onların alay ettiği kimseler Hz. Lût’un davetine uyan inananlardı.

Hz. İbrahim’e gelen melekler, Lût kavminin cezasını haber vermek üzere geldiklerini, onların bu cezayı hak ettiklerini söylediler ve şöyle dediler:

إِلاَّ آلَ لُوطٍ إِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ أَجْمَعِينَ {59} إِلاَّ امْرَأَتَهُ قَدَّرْنَا إِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِرِينَ {60}

“Ancak Lût ailesi hariç. Onların hepsini kurtaracağız. (Fakat Lût'un) karısı müstesna; biz onun geri kalanlardan olmasını takdir ettik." (Hicr, 15/59. 

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِباً إِلَّا آلَ لُوطٍ نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ {34}

Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lut ailesini seher vakti kurtardık.“ (Kamer, 54/34)

Bu âyatte de Âl-i Lût ile ona inanan müslümanların kasdedildiğini görüyoruz. Kişiye en yakın olması gereken hanımı ise hz. Lût’un ailesinden sayılmıyor.

Melekler Hz. Lût’a şöyle dediler:

فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِّنَ اللَّيْلِ وَاتَّبِعْ أَدْبَارَهُمْ وَلاَ يَلْتَفِتْ مِنكُمْ أَحَدٌ وَامْضُواْ حَيْثُ تُؤْمَرُونَ {65}

Gecenin bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin.”  (Hıcr, 15/65)

Hz. Lût’un gecenin son kısmında yola çıkaracağı kişiler sadece akrabaları değil, ona iman eden bütün mü’minlerdi.

Âl-i Lût; çok yüzsüz ve utanmaz bir topluluk içinde, onların alaylarına ve tahditlerine aldırmayarak hak ve fazilet yolunu benimsemiş, Hz. Lût’un davetinin doğru olduğuna inanan, bu tercihlerinden dolayı da kavmin uğratıldığı toplu cezadan peygamberleri ile birlikte kurtulan; bir anlamda şeref kazanan seçkin müslümanlardı.

 

3-     Âl-i Ya’kub

Allah’ın bol bol nimet verdiği ve seçkin kıldığı Hz. Ya'kub ve onun neslinden gelenler demektir. Kur’an’da iki âyette geçmektedir.

Hz. Yusuf gördüğü rü’yayı babası Ya’kub’a anlatınca o şöyle dedi:

قَالَ يَا بُنَيَّ لاَ تَقْصُصْ رُؤْيَاكَ عَلَى إِخْوَتِكَ فَيَكِيدُواْ لَكَ كَيْداً إِنَّ الشَّيْطَانَ لِلإِنسَانِ عَدُوٌّ مُّبِينٌ {5} وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ {6}

“(Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.  İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Yusuf, 12/6-7)

Ya’kub ailesi pek çok nimete, ilâhî lütfa, bereket ve şerefe kavuşmuştu. Ya’kub peygamberin soyu Mısır’da saygın bir yere sahipti. Yukarıdaki âyette buna işaret edildiğini söyleyebiliriz.

Hz. Zekeriyya, kendisi ve karısı yaşlanmışken Allah’a dua etti ve kendisine bir erkek evlat nasip etmesi niyazında bulundu. O duasının sonunda şöyle diyordu:

وَإِنِّي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِن وَرَائِي وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِراً فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً {5} يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيّاً {6}

Ki o bana vâris olsun; Yakup hanedanına da vâris olsun. Rabbim, onu rızana lâyık kıl!” (Meryem, 19/6)

Ayette de ‘âl’ kelimesinin dar anlamda, daha çok Ya’kub peygamberin ailesini, soyunu anlatmak üzere kullanıldığını söyleyebiliriz.

Bazı tefsircilere göre ise ikinci âyette geçen Ya’kub Hz. Zekeriyya zamanında yaşayan ve onun akrabası olan Ya’kub ibnu Mâsân’dır, yani İmran’ın kardeşidir. Her ikisi de Süleyman peygamberin soyundan gelirler. Dolaysıyla âyette kasdedilen İmran âilesidir.

 

4-     Âli Musa/Al-i Harun

Kur’an’da bir âyette ‘Âl-i Harun’ ifadesi ile birlikte geçiyor.

İsrailoğulları Musa’dan (as) sonra o günün peygamberine; “ Rabbine dua et de bize bir kumandan göndersin de onunla birlikte Allah yolunda cihad edelim” dediler. Peygamberleri de onlara Allah’tan aldığı vahiyle kumandanlarının Tâlût olduğunu haber verdi. Ancak onlar Tâlût’un hükümdarlığına itiraz ettiler. Peygamberleri onlara; “Allah mülkü dilediğine verir. O sizin için Tâlût’u seçti” deyince Allah’ın hükmüne razı oldular.

وَقَالَ لَهُمْ نِبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَن يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِّمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلآئِكَةُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ {248}

“Peygamberleri onlara: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut'un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut'un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir alâmet vardır, dedi.”  (Bakara, 2/248)

Tabût’un ne olduğu konusunda Kur’an yorumcularının sözbirliği yoktur. İçinde Musa ve Harun ailesinden kalan değerli emanetler vardı.

Burada ‘âl’ kelimesi Hz. Musa ve Harun’un ailesini ve onlara iman edenleri işaret etmiş olabilir.

Nitekim başta Hz. Musa’nın kendisi, ailesi ve ona iman edenlerin İslam uğruna yaptıkları mücadele, çektikleri zorluklar, uğradıkları zulümler Kur’an’da anlatılmaktadır.

Özellikle oğlunu Allah yoluna feda eden Musa’nın annesinin tavrı, Hz. Şuayb’ın kızlarından birinin onu eş olarak seçmesindeki incelik, Mısır’da evlerin ibadet hane haline getirilmesinin vurgulanması dikkate değer.

 

5-     Âli Dâvûd

Kur’an’da bir âyette geçmektedir.

Allah (cc), Dâvûd’a (as) ve oğlu Süleyman’a (as), diğer insanlardan hiç birine verilmeyen nimetler verdi. Onları âlemlere üstün kıldı. Sonra da onlara:

يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْراً وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ {13}

 “Şükredin ey ‘Davud ailesi’; çünkü kullarım içinde hakkıyla şükreden zaten azdır.” (Sebe’, 34/13)

Kur’an, Dâvûd ailesinin kimlerden oluştuğunu söylemiyor.  Kur’an ‘âl’ kelimesini bazen hanedan, etrafındaki topluluk, bir kimsenin bağlıları, çevresindeki kişiler/adamlar anlamında kullanıyor. Bu anlamdan hareketle Dâvûd ailesi; kendi aile fertleri ve çevresindeki mü’minlerdir denilebilir.

Bu ailenin peygamber olan iki bireyini Kur’an övgüyle anmaktadır. (Enbiya, 21/79. Neml, 27/14)

Bir başka âyette yine onlara verilen bir çok nimet sayıldıktan sonra;

أَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحاً إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ {11}

“…(Artık) siz de (bunlara karşılık) salih amellerde bulununuz…” (Sebe’, 34/11) denilmektedir.  Davud ailesinin karakteri şükretmek ve salih amel işlemek olduğunu söyleyebiliriz.    

 

6- Âl-i İmran

إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحاً وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ {33}

“Şüphe yok ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini kendi çağının insanları arasından seçerek üstün kıldı… Bunlar birbirinden gelme bir nesillerdir. Allah işiten ve bilendir.” (Âl-i İmran, 3/33-34)

Kaynaklara göre Hz. Musa’nın ve hz. Harun’un babasının adı İmran olduğu gibi Hz. Meryem’in babasını adı da İmrandır. Hz. Meryem’in soyu Süleyman (as) tarafından Yakub’a (as), oradan hz. İbrahim’e ulaşır. Yine Hz. Musa da hz. İbrahim soyundan gelmektedir. İster Meryem’in babası, isterse Hz. Musa’nın babası kasdedilmiş olsun, her iki aile de şereflidir, yücedir, aynı soydan gelmektedir.

Âyette örnek gösterilen diğer aile “İmran ailesi”dir. En geniş anlamıyla Dede İmran, anneanne Hanne, kız Meryem, torun İsa, teyze Elişa (Elizabet), kocası Zekeriya ve onun oğlu Yahya’dan oluşan bir aile.

Bu ailenin çekirdeğini oluşturan Hz. Hanne, Hz. Meryem ve Hz. İsa üçlüsünün kıssası, Kur’an tarafından rehberlik meselesine bir çözüm olarak sunulmaktadır. Bu üçlünün kıssası “üç kuşakta adayış” kıssasıdır. Allah’a adamak ve adanmanın ödülünün Allah tarafından özel bir terbiye ile yetiştirilmek olduğunu öğreten bu kıssa, muhataplarına “Beni kendinize çağdaş kılın! Beni kendi zamanınızda yeniden üretin!” diyen mesajlarla doludur. (M. İslamoğlu, a.g.m.)

Allah (cc) bu iki aileyi insanlar arasından seçti, onları kötü sıfatlardan temizledi, güzel huylarla bezedi.

 

7- Âl-i Firavun

Kur’an kötü aile modeli de sunuyor.

Firavun’a destek olarak firavunluğu diri tutan aile ve taraftarlar demektir. Kur’an’da on dört âyette geçen bu ifadeye ve başka âyetlerde geçen    قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ {34   (Şuara)

  وَقَالَ الْمَلأُ مِن قَوْمِ فِرْعَونَ أَتَذَرُ مُوسَى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ وَيَذَرَكَ وَآلِهَتَكَ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبْنَاءهُمْ وَنَسْتَحْيِـي نِسَاءهُمْ وَإِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ {127}  (A’raf) ; Firavun hânedanı, ailesi, taraftarları/adamları, sülâlesi, soyu, ona uyanlar gibi çeşitli manalar verilmiştir.

Firavun’un sihirbazları ona, yakında İsrailoğulları arasında doğacak bir erkek çocuğun başına dert olacağını haber verince, İsrailoğullarının bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Kur’an bu olayın faili olarak Firavun ailesini, yani adamlarını gösteriyor.

وَإِذْ نَجَّيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوَءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ وَفِي ذَلِكُم بَلاءٌ مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ {49} (Bakara, 2/49.

وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ {130} (A’raf, 7/130) \

Hz. Musa (as) İsriloğullarının söz dinlemez tavırlarına ve ondan elle tutulur, gözle görülür bir tanrı istemelerine karşılık, onlara Allah’ın kendilerini Firavun ailesinden kurtarmasını hatırlatmıştı.

وَإِذْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَونَ يَسُومُونَكُمْ سُوَءَ الْعَذَابِ يُقَتِّلُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ وَفِي ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ {141}  (A’raf, 7/141)

Burada da kasdın Firavun çevresindeki adamları olduğu söylenebilir.

Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye teşebbüs edince Firavun ailesinden, yani onun çevresinden imanını saklayan bir adam ; ‘Rabbim Allah dediği için bir kimseyi mi öldüreceksiniz?‘ diye karşı çıkmıştı.

وَقَالَ رَجُلٌ مُّؤْمِنٌ مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ إِيمَانَهُ أَتَقْتُلُونَ رَجُلاً أَن يَقُولَ رَبِّيَ اللَّهُ وَقَدْ جَاءكُم بِالْبَيِّنَاتِ مِن رَّبِّكُمْ وَإِن يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ وَإِن يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُم بَعْضُ الَّذِي يَعِدُكُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ {28} (Ğafir, 40/28)

Âl-i Firavun’a, yani Firavun’a ve çevresindeki adamlarına, ileri gelenlere, yönetici elit tabasına, aile fertlerine uyarıcı peygamberler geldi. Fakat onlar Allah’ın âyetlerini yalanladılar. Peygamberlere karşı geldiler. Onları ve mü’minleri öldürmeye kalkıştılar. Bunun üzerine Allah da onları çok kuvvetli bir yakalayışla yakaladı ve hak ettiklerini verdi. (Kamer, 54/41,42)

Âyetlerde Firavun değil de ‘âl-i Firavun’ denilmesi dikkat çekicidir. Onun ortaya koyduğu zulüm ve inkâr düzeninin sorumlusu sadece o değildir. Onun peşine gidenler ve ona destek olanlar da onun suç ortağıdır. Kimisi zalime fiilen, kimisi ona de ses çıkarmayarak destek olur. 

Kur’an, Firavun’un peşinden gidenler için şu kesin hükmü haber veriyor:

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ {46}

Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!”. (Mü’min, 40/46)

Firavun ailesi ; azgınlığını, haddi aşmanın (tuğyanın), zülmün, hakka düşmanlığın, yeryüzünde büyüklük taslamanın, insanları köleleştirmenin, merhametsizliğin, yalancılığın ve aymazlığın tipik örneğidir.  Onlar, Firavuna yakın olabilmek ve onun sayesinde dünyalıklara kavuşmak için, bütün imkânlarıyla ona destek olmuşlardır. Kur’an, onları örnek vererek, tarih boyunca gelmiş ve gelecek olan firavun zihniyetine ve bu zihniyete körü körüne destek olan menfeatçı gruba dikkat çekiyor.

 

-        Ehl-i beyt

Kelime anlamı ‘ev halkı’, ‘evde oturanlar’, ‘evde bulunanlar’, bir evi mekan olarak paylaşanlar demektir. Ancak kavram olarak farklı anlamlar yüklenmiştir.

Ehl- beyt tabiri, bir kişiye nisbet edildiği zaman, o kişinin, eşini, çocuklarını ve yakın akrabalarını içine aldığı kabul edilmektedir.

‘Ehl-i Beyt’ tabiri Kur’an’da üç âyette geçmektedir.

Birincisi Hz. İbrahim’in hanımıyla ilgili olarak:

قَالُواْ أَتَعْجَبِينَ مِنْ أَمْرِ اللّهِ رَحْمَتُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ أَهْلَ الْبَيْتِ إِنَّهُ حَمِيدٌ مَّجِيدٌ {73}

“(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı (ehl-i beyt)! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye layıktır, iyiliği boldur.” (Hûd, 11/71-73)

İkincisi Hz. Musa’nın bebekken suya bırakılışı anlatılırken:

وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ {11} وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ {12}

Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.

Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir aile (ehl-i beyt) göstereyim mi? dedi.” (Kasas, 28/11-12)

Bu âyette de ‘ehl-i beyt’ tabirinin, Hz. Musa’nın ailesi hakkında kullanıldığı açıktır.

 

Üçüncüsü, Peygamberimizin (sav) hanımlarından bahseden âyetlerde:

يَا نِسَاء النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِّنَ النِّسَاء إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَّعْرُوفاً {32} وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً {33} وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفاً خَبِيراً {34}

“Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.

Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Ev Halkı)! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” (Ahzab, 33/30-34)

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Allah size nimet verdiği için O’nu seviniz. Beni Allah sevgisi sebebiyle seviniz. Ehl-i beytimi de benim sevgimden dolayı seviniz.” (Tirmizî, Menâkıb 32 (3789)

Pek çok alim ‘ehl’ kelimesinin anlamından, Tathir âyetinin (Ahzab 33/33) özellikle Peygamberin hanımlarıyla ilgili olarak inmesinden ve bu konuyla ilgili gelen hadislerden yola çıkarak değerlendirme yapmış ve;  Ehl-i Beyt; Rasûlüllah’ın hanımları, çocukları ve onun örtüsü altına aldığı kimselerdir görüşüne sahip olmuşlardır.

Biz her salavatta Rasûlüllah’a ve onun ev halkına da salavat okuruz.

 

C-   Peygamber (sav) Ailesi

Peygamberin evine, Türkçe’de Hâne-i Saadet denilir.

Rasûllah (sav) insanliga her acidan oldugu gibi aile hayati acisindan, kari-koca iliskileri, terbiye, irsad, siyaset ve maddi-manevi ihtiyaclarin karsilanmasi konularında en guzel olculer/örnekler vardir.

Muhatabına model ailelerin hayatlarını sunan Kur’an, aslında muhatabının hayatında o modelleri inşa etmek istiyordu. Bu anlamda vahyin ilk inşa ettiği kişi onun ilk muhatabı olan Rasulullah idi. O bu modelleri kendi hayatına uyarladı ve kendisi de tıpkı Hz. İbrahim ve ailesi gibi bir model (usvetun) olarak gösterildi.

Belki, tecrübeli bir koca ve baba olduktan sonra risalete muhatap kılınmasının altında yatan hikmet de buydu.

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً {21} (Ahzab 33/21)

Peygamberin aile anlayışına hanımlar, dadısı Ümmü Eymen, çocuklar, torunlar, azatlı köleler, onların çocukları, Enes gibiler de dahildir.

Hz. Muhammed sadece bir koca ve baba olarak değil, bir yeğen, bir damat, bir kayınpeder, bir dede konumunda ve akrabalığın daha birçok alanında örneklik etti. Ailesini örnek bir aile olarak yetiştirdi ve bu örnekliği de gelecek kuşakların istifadesine açmaktan kaçınmadı. Bu yüzden onun aile hayatını kendi ailemizin hayatından daha ayrıntılı bilme bahtiyarlığına eriştik. (M. İslâmoğlu, a.g.m.)

Peygamber (sav) ailesine ikram ve infak ederdi.  “Kisinin hanimina harcadigi her sey sadakadir.” (Heysemî, Mecmauz-Zevâid, 4/324) buyurdu.

Peygamber ailesiyle sohbet eder, onlara zaman ayırmak, selam verir, hal ve hatir sorar, şakalaşır, gönül alıcı sözler söylerdi

Peygamber kadınları dinlerdi. Mesela, “Hz. Hatice, Zeyneb’i Ebul-As’verdiğinde Peygamber kabul etti. “Rasulullah Hz. Haticeye muhalefet etmezdi.” Buhari, Bedúl-Vahy 1)

Hudeybiye de Ummu Selemenin, “Sen kalk kurbanini kes, onlar seni takip edecekler” sozunu dinlemistir. (Vakidi, 2/613)

İfk olayında Hz. Aişenin cariyesi Berire’den gorus sormustur. (Buhari, Şehadet 16)

Aile fertlerine değer verir, söz ve davranışlarıyla onları memnun etmeye çalışırdı. Yemek daveti için ‘hanım da olursa’ kaydıyla icabet eder (Nesâî, 6/158)

O bütün aile fertlerini çok sever onlara değer verir, itibar ederdi. Nitekim hanımları amcaları, Hz. Ali ve Ca’fer’e, cocukları ve torunları, Ümmü Eymen ve Hz. Zeyd ve oglu Üsame ve diğerleri bu ilgiden nasip aldılar.

O aynı zamanda hanımlarının yakınlarına da itibar ederdi. Evine gelen yaşlı kadına fazla ilgi gösterince Hz. Aişe’nin merakı üzerine: “Aişe bu kadın, Hatice’nin arkadaşıdır. Onun sağlığında bize uğrardı. Dostluğa vefa imandandır” dedi. (Mubarekfûrî, 6/159)

Her koyun kesişte hz. Hatice’nin arkadaşlarına pay gönderirdi. (Tirmizi, Birr/70 nr. 2018)

“Sizin en hayirliniz ehline karsi hayırlı olandır. Ehline karşı en hayırlınız benim” buyurdu. (Heysemî, M. Zevâid, 4/302)

Allah’ın kadınlara iyi davranmamızı emrettiğini, onları Allah’ın bir emaneti bilmemiz gerektiğini, kadınlarımızın; annelerimiz, kızlarımız veya teyzelerimiz olduğunu tekrar etmiştir. (İbni Mâce 1/646.  Darimî, 2/82 nr. 2265)

Kadınlara davranışta onların fıtri yapısını tanıyıp ona göre davranmayı tavsiye etmiştir. Kadınlara hakareti ve onları dövmeyi yasaklamıştır. (Ebu Dâvûd, Nikâh/41)

Hanımlarına elinden geldiği kadar eşit muamele etmis, hepsine uygun mehir ve dünyalik vermis, hepsinde eşit şekilde sırayla kalmış, birisinin hoşnut olmadığı bir şey olduğu zaman ondan izin almıştır. Mesela vefatında Hz. Aişe‘nin odasında kalma izni gibi. Hanımların hoşlanmayacağı lakapları kullanmazdı

Onların aralarındaki çekişmelere, karşılık vermelerine, mırıldanmalarına çoğu zaman sükunetle karşılık vermiş, bazen tebessüm ederek, bazen susarak, bazen ima yolula yapılan hataları göstermiştir.

Hz. Aişe (r. anha) Rasûlullah evde ne yapardı sorusuna, “Ailesinin hizmetinde bulunur, namaz başlayınca çıkardı” cevabını verdi.

Bu işlerden maksat: Ayakkabı tamiri, elbise yamama, dikiş, elbise temizliği ve siz erkeklerin evlerde yaptığınız her çeşit iş demiştir. (Buhari Ezan/44. Tirmizi, Kıyamet/46. Ahmed b. Hanbel, 6/106.)

Bazı rivayetlerde yemek bile yaptığı anlatılıyor. (Tirmizi, Şemail, s: 181. Hakim, 4/110)

Rasulüllah’ın ailesi bir mektep gibiydi. Bu mektebin talebeleri öncelikle mü’minleri anneleri, çocukları ve ailenin yakınlarıydı.

O ailesine karşı en müşfik bilinirdi. Çünkü hem onları sever, hem anlayışla davranır, asla cezalandırmazdı. (Kaynak: İbrahim Canan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı Sempozyumu, Aile Reisi Olarak Hz. Peygamber s. 285-342)

 

 

D-   İslâma göre aile

 

Aile türleri:

 

Geleneksel aile:

-Ataerkil,

-Geniş ve kalabalık,

-İşbölümü var, kazanç ortak

-Korumacı ve savunmacı,

-Otoriter, küçüklere söz hakkı az

-Kadınlar bazı yörelerde ikinci planda.

 

Modern aile:

-Çekirdek aile

-Bireyselcilik ön planda

-Korumasız

-İş bölümü yok, kazanç herkesine kendisinin

-Herkesin söz hakkı var

-Bağımsızlık fazla

 

—  İslâmî ailenin genel özellikleri:

—  -Ne çekirdek aile, ne de geniş aile tipi,

—  -Nikâhı ibadet bilme anlayışı,

—  -Hak ve sorumluluklar karşılıklı

—  -Herkesin söz hakkı var

—  -Kadınlar daha çok ön plânda

—  -Aile kuralları/İslami ölçüler şahsî tercihin önünde

—  -Geçimden baba sorumlu

—  -Ailenin ibadet bilinciyle sürdürülebileceği anlayışı

—  -Aile bir emanettir anlayışı

 

  • Müslümanın ailesi nasıl olmalı ?

Mezar için şöyle denir:  Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Onun için şöyle dua edilir: „Ya Rabbi, kabrimi riyazun min cinan olmasını nasip eyle, kabrimin hufratün min niran olmasından sana sığınırım.“

Bu ifade aslında evlerimizi için de geçerlidir. Aile cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Aileyi böyle yapan da eşlerin tutumlarıdır.

 

  • İslâmî ailenin kuruluşu ibadettir

Yuva Allah emriyle, peygamberin kavliyle kurulur, Allah adıyla yürütülür. Eşler birbirini Allah adına helâl edinirler. Nitekim Peygamber (sav) bunu Veda Hutbesinde şöyle vurguluyor :

“Ey insanlar ! ... Kadınların haklarına riayet ediniz. Bu hususta Allah'tan korkunuz. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onları  Allah adına söz vererek helâl edindiniz.” 

Bir şey adına veya O’nun rızası için yaplıyorsa ibadettir.

Bu, yaşamak için bir yiyeceği yemeğe, hayatın devamını sağlayan bir işi yapmaya, etini yemek hayvan kesmeye Besmele ile başlamak gibidir. Erkek ve kadının birbirinden istifade etmesi de besmele ile caizdir. Yatağa da yine besmele ile gidilir ve birleşmenin meyvesinin hayırlı olması, şeytanın etkilerinden korunması için dua edilir.

 

  • İslâmî ailede görev/sorumluluklar, hak ve yetki vardır

Peygamber (sav) Veda hutbesinde buyurdu:

Sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların aile şerefini , sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir.

Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları uyarıp, sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşrû bir şekilde her türlü yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını sağlamanızdır. Onlar sizin haklarınıza riayet etsinler...Siz de onlara nezâketle muamele edin.

Bir kadının kocasının izni olmadıkça onun malından bir şeyi başkasına vermesi, helâl olmaz.

Kim görevini çok yaparsa daha çok hak elde eder. Erkeklerin kavvam oluşunu da bu bağlamda düşünmek gerekir.

 

  • İslâmî aile insan yetiştirmek için kurulur

Evlilikte cinsel ihtiyaç karşılanır ama bunda da asıl amaç insan neslinin devamıdır.

Allah insanı anne babaya emanet ediyor. Bunun için de evlilik, yuva kurmak şarttır.

Müslüman aile şirket ortaklığı değil duygu, hedef ve ibadet ortaklığıdır. Karı-koca evlilikte tesadüfen bir araya gelen şirket ortakları değil, bir kadere bağlı olarak hedef birliği içinde olan, diğerinin cenneti olmak üzere bir birlikteliktir.

Bu aynı zamanda kaybedilen yarısını bulma saadetidir. Önemli bir yitiğini bir hayli üzüntüden sonra bulan nasıl sevinirse, eşini bulanda öyle sevinmeli. Zira bu bekâr hayatındaki kendi yarısını bulmak gibidir. Böyle bir bulmaya insan sevinmez mi ?

 

  • İslâmî aile aile bölüşmek/infak esasına dayanır.

 « Niçin evlendin » sorusuna müslüman; « hayatı paylaşmak icin » dese yanlış demiş

olmaz. O bilir ki „Tek el kendisini yikayamaz”.Zira tek düze değil, karmaşık, zor, fırtınalı ve bir o kadar sorumluluk getiren bir şey. Hayat denizindeki fırtınalardan aileye sığınılır.

Cümertliğin  cûd olanı güzeldir, sehî olanı daha güzeldir, isar olanı ise en güzeldir.

Evlilik müslümana isar ahlâkını kuşanmasını öğretir. Bu da infakın her türlüsüyle olur. Zira kişi eşine, giderek çocuklarına, eşinin akrabalarına, giderek torunlarına her türlü infak etmeyi gerektirir.

Bölüşmesini bilmeyen, başkası için kendi hissesinden vazgeçmez. Ne fedakar olur ne de diğergam. Halbuki vefanın ve hatırın, sevginin ve minnettar olmanın temelinde de bu iki ahlak vardır.

Bu nedenle aile müslüman infak ahlakını öğretir.

 

  • İslâmî aile mabedtir

Daha doğrusu müslümanın yaşadığı ev mabed gibi olmalı.

İbadetin yapıldığı yerlere mabed, secde yapılan yere mescid denir. Müslümanın evi hem

mabedtir, hem mescidtir. Burada islamı öğrenirler, burada Rablerine kulluk yaparlar. Bu mabedde günah işlememeye çalışırlar. Mabede saygı duydukları için.

 

  • İslâmî aile yaratılış amacını kabullenmektir

Cinsiyet, üreme yeteneğine sahip tüm varlıkların hilkatinde vardır. Bunun kökeni bütün bir yaratılmışlar âleminin çift kutupluluğu yasasına dayanır. Her ne ki tek, o Yaratan’dır. Her ne ki çift, o yaratılandır. İşbu hilkat kuralı açısından, aile kurmak, yaratılmışlığı kabullenmek, yaratılış amacına (mâ-hulika leh) teslim olmaktır. Hilkat ve fıtrata saygı bunu gerektirir.

Hz. Peygamberin “Nikâh sünnetimdir, kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir” hadisi bu hakikate işaret eder. Zira insanlık içerisinde hilkat ve fıtrata en saygılı olanlar, insanlığın ufuk şahsiyetleri olan peygamberlerdir. Hadisteki “benim sünnetim” ifadesinin açılımı “benim de tabi olduğum fıtri sünnet” olsa gerektir.

 

  • İslâmî aile insan soyunun devamı zarureti içindir

Neslin devamı sadece cinsel üreme yeteneğine indirgenemez. İnsan, adı üstünde, ötekiyle ünsiyet kurduğu zaman insan denilmeyi hak eder. Ancak teennüs ettiğinde “vahşi” olana mensup olmaktan çıkıp “insi” olana mensup olur.

Diğer canlılar için hacet olan bakım ve gözetim, insan için zarurettir. Kaldı ki insanın psikolojik, aklî ve ruhî ihtiyaçları, biyolojik ihtiyacından hiç de az değildir.

Bu hakikat, konuyla ilgili Nisa 1 ve Hucurat 13. âyetlerde dile gelir. Sûreye “kadınlar” anlamına gelen adını veren ve aileyle ilgili hükümler de içeren sûrenin 1. âyeti, çekirdeğini kadın ve erkeğin oluşturduğu aileyi ortaya çıkaran biyolojik süreci ele alır:

“Ey insanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın üreten Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!” (4:1)

Yine Nisa sûresi gibi aileyle ilgili bir çok hüküm içeren Hucurât suresinin 13. âyeti ise kavim ve kabileleri ortaya çıkaran sosyolojik süreci ele alır ve Nisa 1’in kaldığı yerden devam eder:

“Ey insanlık (ailesi)! Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan Biziz; derken sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki tanışabilesiniz. Elbet Allah katında en üstününüz, O’na karşı sorumluluk bilinci en güçlü olanınızdır” (49:13).

Her iki âyette müşterek olan iki unsur vardır: “Ailenin çekirdeği olan erkek ve kadın çiftleri” ve “takva”. Bu iki unsurdan birincisi insanın biyolojik ve sosyal varlığını, ikincisi ise manevi varlığını ayakta tutuyor.

 

  • İslâmî aile, hem fıtri bir ihtiyaç, hem de ‘sekine‘ yeridir.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ {21}

Size kendi nefsinizden huzura kavuşabilesiniz diye eşler yaratıp, aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun ayetlerindendir. Bunda, düşünen toplum için ayetler vardır.“ (Rum 30/21)

Isınıp kaynaşma diye de çevirilebilecek ayette aynı zamanda kişiye, eşine huzur ve mutluluk bulacağın varlık gözüyle bak‘ telkini vardır.

Aile hayatındaki mutluluğun bir kaynağı eşlerin birbirlierine böyle bir bakış açısıyla bakmalaroıdır. Bunun da şefkat ve merhametle, sevgi ve ilgi ile olacağı açıktır. Eşlerin bu gibi duygulara sahip olması da Allah’ın âyetlerindendir.

 

  • İslâmî aile bir mekteptir

Kur’an’ın tarifini yaptığı ev esasen bir “şahsiyet okulu” hükmündedir. Aile, bu okulun hem öğrencisi hem öğretmenidir. Bu okulda her fert hem öğrenir, hem öğretir. İslami bir kişilik Kur’an’ın kurulmasını tavsiye ettiği  ‘ev’de kazanılır.

Bu okulun ders malzemesi müfredatı kulluk, ders malzemesi, ilim ve ilmin kaynakları, disiplini ahlak, notu ise takva ve huzurdur.

Böylesi bir ev cennetin dünyadaki şubesi olmayı hak etmiş demektir. Cennetin dünyadaki şubesi olmayı hak etmemiş bir ev, cehennemin dünyadaki şubesi olmaya adaydır.

İman eden herkesi ailesini cehennemden korumaya çağıran şu âyet, aslında evi cehennemin dünyadaki şubesi olmaktan koruma çağrısıdır: 

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ {6} 

“Siz ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan tarifsiz bir ateşten koruyunuz!” (Tahrim 66/6)

Allah Rasûlü, şu hadisiyle bu âyeti şerh eder gibidir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhârî ve Müslim).” (M. İslâmoğlu, a.g.m.)

 

  • İslâmî aile bir özelliği de kurtarılmış bölgedir

Şeytana ve şeytanın dostlarına karşı. Modernizm insan bünyesinde yüreği, toplum bünyesinde en çok aileyi hedef alıyor. Modernizm bu ikisini de teslim alırsa insanlık bitti demektir.

İslami olmayan, tuğyanın alabildiğine arttığı  bir ortamda her bir müslümanın evi, onu koruyan, onun kimliğini koruyan, ona mutluluk kazandıran, dışarısının baskı ve başkalaştırma zulümlerini unutturan, kulluk yapmasını sağlayan bir kale, kurtarılmış mekandır.

Hz. Peygamber vahyi ilk aldığında “sokağa” değil “eve” döndü. Çünkü ev “Nereden başlamalı?” sorusunun tam cevabıydı. Hz. Peygamber de oradan başladı. Aynı soru şöyle de sorulabilir: “Firavun’un zulmü annelerin rahmine kadar uzandığında ne yapılabilir?” bu suale vahyin verdiği cevap açıktır: “Derken Musa ve Kardeşine şöyle vahyettik: “Şehirde toplumunuz için bazı evleri karargâh edinin; kendi evlerinizi ise ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi eda edin! Ve (bunu yaparsanız, o zaman) mü’minleri (zaferle) müjdele!” (10:87)

Burada tarif edilen evin işlevini Mekke’de Erkam’ın evi görüyordu. Muhammedi davete ilk icabet edenlerin Daru’l-Erkam’a “Dâru’l-İslam” (İslâm’ın Evi) adını vermeleri boşuna değildi (İbn Sa’d, Tabakât). (M. İslâmoğlu, a.g.m.)

 

  • İslâmî aile kadın için tesettürdür

Ahzab 33 ve 34. âyetlerin verdiği mesaj ışığında, vahyin kadını, “eve sahip olma” anlamında “evli” olmaya çağırdığı sonucuna varabiliriz. Bu çağrı, “modernizmin evsizliği”nin modern bireylerin başına açtığı musibetle daha bir önem kazanmıştır. Vahyin kadını vakarıyla oturmaya çağırdığı ev, bir tembelhâne değil, içinde vahyin talim edildiği ve hikmetin hâkim olduğu “Kur’an ve hikmet evi”dir

 

وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى وَأَقِمْنَ الصَّلَاةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً {33} وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفاً خَبِيراً {34} (Ahzab 33/34)

Böyle bir ev mü’min kadının ikinci tesettürüdür. Tabii ki bu durumda tesettür de mü’min kadının birinci evi hükmündedir. Bu yüzdendir ki tesettür emri bir “giyinme” değil, bir “örtünme” emridir. Giyinme her zaman örtmeyebilir. İçinde tesettür şuuru olmayan bir giyinme, kolayca teşhirin tamamlayıcı bir unsuruna dönüşebilir. Bu sonuç, giyinmeyi “ikinci ten” olarak gören bir akla dayanır. Vahyin inşa ettiği bir akla göre ise giyinme, tesettür şuuruyla birlikte kadının birinci evidir. (M. İslamoğlu, a.g.m.)

 

  • İslâmî aile dünyada esenlik yurdudur

Müslüman için ev (beyt. Kabe’nin de beyt olduğunu hatırlayalım) hem sığınılacak bir melce, hem bir mektep, hem bir mabettir. Peygamberin vahyi alır almaz kendi evine dönmesi zımnen evlerinizi böyle yapın demektir.

Aileye bir ‘dâru’s-selâm’, yani esenlik ve güven yeri, huzur ve mutluluk yuvası diyebilir miyiz?

Ya da müslüman evliler ailelerini ‘dâru’s-selâm’ yapmak zorundalar mı?

Asıl ‘selâm yurdu’ Cennet’tir. Allah (cc), bütün insanları bu ‘selâm yurduna’ davet ediyor.

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {25}‏ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {26} وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِماً أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {27}

“[Bilin ki] Allah, [insanı] huzur ve güvenlik ortamına (daru’s-selâm’a) çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.

İyi ve yararlı işler yapmakta sebatlı olanları (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir. [Kıyamet Günü'nde] onların yüzlerini ne bir kararma, ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir: İşte bunlardır cennetlikler; orada ebedî kalacak olanlar.” (Yunus, 10/25-26)

Burada geçen ‘daru’s-selâm’ genellikle ‘cennet’ olarak anlaşılmıştır. Nitekim bir başka ayette iman edip salih amel işleyenlere böyle bir makamın verileceği söyleniyor:

وَهَـذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيماً قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ {126} لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {127}

“Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.” (En’am, 6/127)

İnsan korkulardan, endişelerden, tehlikelerden emin olmak ister. Güvenlik ister, huzur ister, selâmet ister. Bunu sağlayacak arayışlara yönelir. Kendisine huzur verecek hayat biçimine seçer.

Kendisine güven vereceğini tahmin ettiği güçlere sığınır. Hatta gerekirse güvende olabileceği beldelere göç eder.

Allah Teâla insanı bu manada mutlak huzura, mutlak esenliğe, mutlak güvene ve saadete davet ediyor.

Bu esenliğin, güven ve huzurun olmasını sağlayacak olan yegane hayat biçimi de adı ‘selam’ ile aynı kökten gelen İslâmdır. Allah (cc) İslâmı insanlar bu kurtuluşa, esenliğe ve güvene kavuşsunlar diye gönderdi.

Ebedi ‘esenlik yurdunu’ kazanmak; insanın dünyada kurabileceği ‘daru’s-selâm’a bağlıdır desek yanlış olmaz.   

Zira İslâm hayatı minyatür bir cennete çevirmek için gönderilmiştir. Bu hayat ebedi hayata bir hazırlık, bir örnek, bir önsöz ise; orasını burada hazırlamak kaçınılmazdır. 

Dünya hayatı ahiretteki cennetin örneğinin inşa edileceği, işte ben böyle bir cennet istiyorum, boyle bir hayat istiyorum diyebileceği, kısmen tadılacağı bir yerdir.

Ölümden sonraki sonsuz cenneti isteyenler, elbette dünyadaki hayatlarını cennete çevirmek zorundadırlar. Bunun müslümanın hayatında üç alanda gerçekleşmesi mümkündür:

Kişisel hayatında,

Aile hayatında,

Ümmet hayatında.

“Aile, insanın dünyadaki küçük cennetidir” diyenler doğru söylemişlerdir. Hoş bir temenni.

İslâmın kurmamızı istediği aile yuvası budur. Ailenin fonksiyonu bu olmalıdır.

Aile insana cennetten bir nefes, bir esinti, bir koku getirmelidir.

Hoş bir temenni diyorum; biliyoruz ki müslüman ailelerin hepsi böyle değil. Pek çok aile fertlerine cennet olacağı yerde, ızdırap yeri. Mutluluk yuvası olacağı yerde huzursuzluk mekanı.

Bu örneklerin olması İslâmın inşa edilmesi istediği ev-yuva modeli idealini değiştirmez. Kötü, iyi şey için örnek olmaz. İnsanlara ‘selâm’ı/barışı ve esenliği, selameti ve mutluluğu öğütleyen Vahiy, bunun nasıl sağlanacağını da göstermiştir. Bu model, bir hayal değil gösterilen somut bir hedeftir.

Aileyi darus-selam/dünyada esenlik yurdu yapacak olan da eşlerin davranışlarıdır.

 

-        Son söz

Vahyin kavram dünyası içerisinde analık sadece kan bağı ile sınırlı bir alanda kullanılmaz. “Anne” kelimesinin karşılığı olan umm kökü, kan bağını aşarak din bağını da kapsar. İslâm’ın büyük ve evrensel ailesini ifade eden “ümmet” kavramı öyledir. Ümmet, insanlığa ana gibi şefkatli, ana gibi merhametli, ana gibi yar ve yardımcı bir lider topluluk idealini ifade eder. Ümmetin liderine verilen “imam” da yine aynı kökten türetilmiştir.

“Önder, rehber, lider, başkan” anlamlarına gelen imam kavramının dilsel vurgusu, güç ve otoriteye dayalı siyasal bir makam olmaktan çok, şefkat ve merhamete dayalı ahlaki bir makam vurgusudur.

“Mü’minler ancak kardeştirler” ilahi düsturu, zaten iman eden herkesi kardeş olmaya mecbur kılıyor. Bunun bir başka ifadesi daha var: İman ailesine dâhil olmak. Buna Allah Rasûlü’nün “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız” hadisini de ilave etmek gerek.

Bunun anlamı şudur: Vahyin yeryüzündeki hedeflerinden biri, aynı iman etrafında dünyanın en büyük ailesini oluşturmaktır. Vahyin bu hedefini, kökü cennette olan ve dalları dünyaya ağan bir tûba ağacına benzetebiliriz. İşbu ağacın çekirdeği aile, düşmanı tefrika, güneşi vahdet, suyu merhamettir.

İslâm itikadında tevhidin yeri ne ise, İslam cemaatinde vahdetin yeri de odur. Her aile, tevhid bilinciyle vahdete doğru atılmış mübarek bir adımdır. (M.İslâmoğlu, a.g.m.)