İnsanı ve görevini tanımak hakkında bir seminer

Hüseyin K. Ece

3 Şubat 2013

Essen-Almanya

 

İNSAN NEDİR

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdûm-i dîde-i ekvan olan âdemsin sen

(Kendine hoşça ve dikkatlice bak, sen âlemin özüsün, sen kainatın gözbebeği olan insansın.)

 

Ey dil, ey dil niye bu rütbede pür gamsın sen

Gerçi virâne isen de genc-i mutalsamsın sen

(Ey gönül, ey gönül, niye bu kadar gamlısın. Gerçi harap olmuşsan da tılsımlı bir hazinesin sen.)

 

Secde fermâ-yı melek, zât-ı mükerremsin sen

Bildiğin gibi değil, cümleden akvemsin sen

(Meleklerin secde etmesi istenilen yüce bir kimsesin. Bildiğin gibi değil, sen bütün varlıklardan üstün ve olgunsun.)

 

Arz-i acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın

Bulduğun gevher-i âlîleri bîçâre sakýn

(Yaralarýndan dolayı sevgiliye sakın aczini arz etme. Ey bîçâre, elde ettiğin kıymetli mücevherleri iyi koru.)

 

Sendedir mahzen-i esrâr-ı muhabbet sende

Sendedir ma’den-i envâr-ı fütüvvet sende

(Aşkın sırlarının hazinesi sendedir. Fütüvvet nurlarının kaynağı sendedir)

 

Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende

Marifet sende hüner sende hakîkat sende

(ve sende daha saklı birçok hal vardır. Marifet, hüner, hakikat; hepsi sendedir.)

 

Saf kıl âyîneni kâbil-i aks-i süver et

Hele bir cem-i havâs eyle de Galib nazar et

(Ey Galib, aynanı temizleyerek suretleri gösterebilir hale getir. Hele bir hislerini topla da bir bak.)

 

  • İNSAN?

İnsan, insanı çok meşgul etmiştir.

Bazı insanlar, diğer bazılarının yüzünden kendini tanıyamadığı için, hem kendi gerçeğinden uzaklaşmış, hem Yaratıcısından.

Bundan dolayı haddini bilememiş, görevlerini ihmal etmiş ve hayatını cennete çevirememiş.

İnsanı tanımayan insanların diğer insanlara ettiğini, en azılı düşmanı şeytan bile yapamamış.

İnsan insanı anlamaya çalışmış tarihten beri. Bilim ve felsefe ile, ya da başka araçlarla.

Ama vahiyden mahrum olanlar insanı hakkıyla anlamamışlar.

Kimisi konuşan hayvan,

Kimisi biyolojik varlık,

Kimisi ötekinin kurdu,

Kimisi maymunun torunu demiş.

Kendi felsefeleri ve ideolojileri, yani dünya görüşleri açısından insanı anlamaya çalışmışlar. Ama söyledikleri genellikle birbirini yalanlamaktan öteye gidememiş.

Bir akıllı gayr-i müslim, ‘İnsan, Bu Meçhul’ deyip teslim bayraığını çekmiş.

Biz insanı Vahiyle anlamaya çalışırız. Zira insanın sahibi onu bize kendi kelimeleriyle tanıtıyor.

 

- İslam kültüründe insan

- İnsan kelimesi

Arapça ‘ins’ kelimesinden türetilmiştir. Beşer, insan topluluğu anlamına gelen ‘ins’; daha ziyade insan türünü ifade et­mekte olup bu türün erkek veya dişi her ferdine insî/enesî yahut ‘insan’ denmek­tedir.

Kelimenin aslının ‘unutmak’ mânasındaki nesy’den ‘nisyân’ olduğu da ileri sürülmüştür. Böyle düşünenler İbn Abbas'a nisbet edilen, “İnsan ahdini unut­ması sebebiyle bu ismi almıştır” şeklindeki rivâyete dayanırlar.

İnsan kelimesi ‘üns’ ile de irtibatlandırılmıştır. ‘Alışmak, uyum sağlamak’ anlamına gelen ‘üns’ Türkçe'de ‘ünsiyet’ olarak kullanılmakta­dır. ‘Teennüs’; ‘insan olmak’ mânasına ge­lirken ‘isti'nâs’; ‘cana yakın olma, vahşi hayvanın evcilleşmesi’ anlamı taşımakta­dır.

Ayni kökten gelen ‘enes” vahşetin karşıtıdır. (Cevherî, es-Sihah, 3/904-906. Lisânü'l-'Arab, ins md.)

Râgıb el-İsfahânî ‘ins’ kelimesini ‘cinn’in, ‘üns’ kelimesini de ‘ürkmek’ anlamındaki ‘nüfûr’ masdarının karşıtı olarak gösterir. Müellife göre insana bu ismin verilmesi, hemcinsleriyle birlikte uyum halinde ya­şayabilmesiyle ilgilidir. Insanın "yaratılışı itibariyle sosyal varlık" olarak tanımlan­ması da bundan ötürüdür (el-Müfredât, ‘ins’ md.)

Hadislerde ‘ins’ kelimesiyle ifade edilen be­şer türü ‘cin’ denilen gizli türle birlikte zikredilmiştir. (Muvatta, Eşribe/15. Ebû Dâvûd, Salât/102)

 

- Kur’an’da İnsan

Kur'ân-ı Kerîm'de altmış beş yerde ‘in­san’, on sekiz yerde ‘ins’, bir yerde de ‘insî’ geçmektedir. Ayrıca bir âyette ‘enâsî’, 230 yerde ‘nâs’ şeklinde çoğul olarak yer al­maktadır.

Kur'an'da insan bütün yönle­riyle ele alınmış, konuyla ilgili âyetler onun yaratılışı, mahiyeti ve gayesini bir bütünlük içinde temellendirmiştir.

İn­san türünün ilk örneği kabul edilen Hz. Âdem'le ilgili olarak zikredilen âyetlere göre Allah onu ‘iki eliyle’ yaratmış, yani ilk insan özel bir yaratışla varlık alanına çıkarılmıştır.

Aslı topraktan olan yeryüzünün halifesi olan bu varlığa, Al­lah kendi ruhundan üflemiş, ona ‘isimlerin tamamını’ öğretmiş, bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmış, nihayet meleklerin insana secde etmesini istemiştir.

İlk insa­nın eşiyle birlikte cennetten çıkarılış öy­küsü bir yandan insanın zaaflarına, öte yandan sonunda yeryüzünde halife kılına­cak olan bu seçkin varlığın kaderine işaret etmektedir (Bakara 2/30-31. Nisâ 4/1. A’râf 7/11. Hicr 15/26-31. Ahzâb 33/72. Sâd 38/71-73)

 

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ {13}

 Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık,  ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz.  Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurât 49/13)

 

 

A-YARATILIŞI AÇISINDAN İNSAN

 

1-İnsan topraktan yaratılmıştır

Hadislerde Hz. Âdem'in beşer türünün müşterek atası olduğu vurgulanıyor. (Buhârî, Tevhîd/38)

Kur’an’a göre ilk insan topraktan, diğerleri de onun soyundan ama topraktan gelen elementlerden yaratıldı. Kur’an buna ‘sülâletin min tîn’ diyor.

وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَاراً {14} أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقاً {15}

“sizi[n her birinizi] peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde?” (Nuh 14)

(Yani, annenin rahminde bir sperm damlasıyla döllenmiş bir hücreden (dişi yumurtasından) başlayarak embriyonun yeni, kendi başına var olan (self-contained) bir insan kimliği haline gelmesiyle sona eren tedricî evrim süreci yoluyla (karş. 22:5): bütün bunlar bir planın ve bir amacın varlığına ve dolayısıyla ilim sahibi bir Yaratıcı'ya işaret eder. M. Esed, Meal)

 

Ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Hz. Âdem'in yaratılışı başlıca üç aşamada gerçekleşti:

Birincisi:    Toprak safhası,

İkincisi:      Çamur safhası,

Üçüncüsü: Parçaları birleştirme ve ruh üfleme safhası.

Bir başka deyişle; yaradılışın başlangıcı, biçime sokma ve olgunlaştırma, hayat verme safhaları.

Şimdi bu yaratılış evrelerini Kur'an'ın özel olarak kullandığı kelimelerle sırasıyla gözden geçirelim:

 

  • Türab (toprak) Evresi:

Kur'an, bir kaç âyette insanın topraktan yaratıldığını açıkca söylüyor.

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلاً {37}

"Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: 'Seni topraktan yaratan, sonra da bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı mı inkar ediyorsun?" (18 Kefh/37.30 Rum/20. Mü’min 41/67)

Allah (cc) insanı yeryüzünden alınan bir avuç topraktan şekillendirmeye, suret vermeye başladı. Hadisi şerifte geçtiği gibi, toprağın farklı oluşu insan karakterlerinin da farklı oluşuna zemin hazırladı. (es- Sa'lebi,K. Enbiya, s: 27, İ Taberi, M. ve H. Tarihi, s:113-114, İ. H. Bursevi, R.Beyan, 3/4, Kurtubi, el-C. Ahkam, 1/193. el-Mes'udi, Murucu'z Zeheb, 1/35)

 

- Tin (Çamur) Aşaması:

Kur'an bir kaç yerde insanın çamurdan yaratıldığını söylüyor.

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إَلاَّ إِبْلِيسَ قَالَ أَأَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ طِيناً {61}

"Hani Rabbin meleklere: 'Adem'e secde edin' demişti. İblisin dışında (hepsi)

secde  etmişlerdir. (İblis) demişti ki: "Ben çamurdan yarattığın kimseye

secde eder miyim?" (17 İsra/61)

Şeytan secde emrine karşı gelişinin gerekçesini şöyle açıklıyor:

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ {12}

“Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” (A’raf 7/12. Sad 38/76)

'Tin', toprağın su ile karışımıdır ki buna çamur veya balçık denir.  İlk insanın ve diğer canlıların yaratılışında suyun da rol aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim Kur'an şöyle diyor:

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ {30}

"İnkar edenler, göklerle yer bitişik halde iken bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?" (21 Enbiya/30)

Su ile karıştırılan, yoğrulan ve çamur halini alan toprak henüz işlemeye, bir şekil vermeye hazır değildir.

 هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ ثُمَّ قَضَى أَجَلاً وَأَجَلٌ مُّسمًّى عِندَهُ ثُمَّ أَنتُمْ تَمْتَرُونَ {2}

“O'dur sizi balçıktan yaratan ve sonra [sizin için] bir ömür tayin eden, [yalnızca] O'nun bildiði bir ömür. Ama hâlâ şüphe edip durursunuz,” (En’am 6/2)

 

- Tîn-i Lâzib (Yapışkan Cıvık Çamur) Aşaması:

Lâzib; yapışkan, birbirine yapışarak tutunan demektir. Toprak, su, hava ve ateş (sıcaklık) birbirine karıştırılırsa buna 'tîn-i lâzib -yapışkan cıvık çamur' adı verilir. (el-Âlûsî, Ruhu'l Meâni, 23/77)

Kur'an'ı Kerim buna bir yerde işaret etmektedir:

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقاً أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ {11} بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ {12}

"Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu biz onları, yapışkan-cıvık bir çamurdan yarattık.

Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların bunu inkar etmelerine) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar." (37 Saffat/11-12)

'Tîn-i lâzib' aynı zamanda toprağın yoğrularak yapışkan ama biraz da güzelleştirilmiş haildir.

 

 - Hame-i Mesnûn (değişken balçık) Aşaması:

Hame; cıvık çamurun yoğrulduktan sonra biçim verilmeye uygun duruma geldiği  balçık demektir.

Kimilerine göre, 'hame', su ile fazla yoğrulmasından dolayı değişmiş, rengi siyaha dönmüş çamur demektir ki aslında bu 'salsal'- kurumuş çamur'un bir sıfatıdır.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {26}

"Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık."  (15 Hıcr/26, ayrıca bak. 28, 33)

'Mesnûn'; şekil verilmiş, kalıba dökülmüş, belli bir surete sokulmuş demektir. 

 

- Salsal (kuru çamur) Aşaması:

Salsal; kurumuş balçık demektir. Çamura belli bir şekil verildikten sonra (örneğin, kiremit, çömlek, desti) kurumaya bırakılır, iyice sertleşir ve vurulunca tınlamaya, ses çıkarmaya başlar.

İşte çamurun vurulduğu zaman ses çıkaracak kurumuş haline 'salsal' denir. Kur'an insanın yaratıldığı çamurun bu aşamasına 'salsalin kel-fehhar-pişmiş kuru çamur gibi' demektir.

'Fehhar'; toprağın ateşte pişmiş haline denir. Çömlek, çini, porselen gibi.

İnsanın hammaddesi olan toprak bu duruma kadar değişerek, ateşte pişen toprak kadar sert bir hale gelmiştir. 

Kur'an, 'salsal'ı üç yerde 'hame-i mesnûn-şekillenmiş çamurun bir özelliği olarak kullanıyor. (Hıcr 15//28, ayrıca bak. Şuara 26/33)

Bir âyette de insanın ateşte pişmiş gibi kuru, ses çıkaran bir çamurdan yaratıldığını belirtiyor.

خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ {14} وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ {15} فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ {16}

« Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı. Cin'i de halis ateşten yarattı. O halde, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? » (55 Rahman/14)

Görüldüğü gibi ilk insanın yaratılışı birden bire değil, toprağın bir takım aşamalardan geçirilmesi şeklinde tamamlanmıştır. Secde suresi 7. ayette 'İnsanı çamurdan yarattık demiyor da 'İnsanı çamurdan yaratmaya başladık' diyor. الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ {7}

Bu hem ilk insanın hem de sonradan dünyaya gelenlerin bazı aşamalardan geçtiğini gösterir.

Bütün bu yaratılış evreleri arasında belli bir zamanın geçtiğini bir hadisten anlamak mümkündür. Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Allah (cc) Adem'i cennette biçim verip (kalıp haline getirip) de onu dilediği kadar terkettiği zaman iblis onun etrafında dolaşmaya ve onun ne olduğuna bakmaya başladı. Sonunda içinin boş olduğunu görünce, onun nefsin isteklerine boyun eğecekbir karakterde yaratılmış olduğunu anladı." (Müslim, Birr/111 hadis:2611. A. b. Hanbel, 3/229)

 

 - İnsanın Tesviye Edilmesi ve Yaratılışının Tamamlanması:

Kur'an, Rabbimizin insanı topraktan yaratmaya başladığını ve onu en güzel biçimde düzeltip-biçime soktuğunu haber veriyor:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنسَانِ مِن طِينٍ {7} ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ {8} ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِن رُّوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلاً مَّا تَشْكُرُونَ {9}

"Ki o, yarattığı şeyi en güzel yapan ve insanı da çamurdan yaratmaya

başlayandır.

Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır.

Sonra da onu tesviye etti (düzeltip bir biçime soktu) ve ona ruhundan üfledi.

Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz." (32 Secde/7-9)

Bir başka âyette ise şöyle deniliyor:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ {11}

"Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: 'Adem'e secde edin' dedik. Onlar da İblis'in dışında secde hepsi secde ettiler; o secde edenlerden olmadı." (7 A'raf/11)

İnsanın belli bir biçime, insan şekline konulduğu 'tesviye' ve 'tasvir' kelimeleri ile anlatılıyor.

'Tesviye' sözlükte, iki şeyi birbirine beraber ve eşit kılmak, bir şeyi düzeltmek, doğrultmak demektir. Örneğin,

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى {1} الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى {2}

"O ki yarattı ve düzene koydu." (87 A'la/2) âyeti, 'seni yarattı ve senin yaratılışını hikmetin gerektirdiği gibi yaptı.' anlamına gelir.

'Tasvir' sözlükte, bir şeye suret vermek, bir şeyi şekillendirmek demektir ki boyama, resim yapma ve fotoğraf çekme hakkında kullanılır.

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {6}

"Rahimlerde size dilediği şekli veren-sizi tasvir eden O'dur..." (3 Âli İmran/6)

Suret’, varlıklarda bulunan ve onları birbirinden ayıran maddi veya manevi durumlardır.

اللَّهُ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَاء بِنَاء وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ فَتَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ {64}

"Size suret verip,-biçimlendirip te suretlerinizi/biçimlerinizi güzel yapan ve sizi temiz şeylerden rızıklandıran Allah'tır (40 Ğafir/64) âyeti insanın hem maddi hem de manevi biçimine işaret etmektedir.

Allah'ın güzel isimlerinden biri de, suret-şekil veren anlamında 'el-Musavvir' dir. (59 Haşr/24)

Allah (cc), yeryüzünde 'halifelik' gibi çok büyük ve önemli bir görevi yüklenecek bu özel varlığı, kendi eliyle (38 Sad/75) yarattı,

قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْعَالِينَ {75}

Sonra ona hiç bir varlığa vermediği sureti verdi. Onun suretini, şeklini, iç ve dış boyutlarıyla en güzel biçimde meydana getirdi.

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَأَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ {3}

(64 Teğâbun/3)

  قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى {50}

"De ki: 'Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını (hilkatini) veren,

sonra doğru yolu (hidayeti) gösterendir." (20 Tâhâ/50)

Bu demektir ki, insanın ilk yaratılışı zamanında ona en güzel biçim verildi ve insanlık görevini yapabilecek özelliklerle donatıldı.

Başlangıçta değersiz, cıvık, rengi değişmiş, zayıf ve kokuşmuş bir çamur, ya da âdi, basit ve sıradan bir su olan insan; şekillendi ve en güzel bir biçim aldı.

 

- Hz. Adem'e Rûh Üflenmesi:

Bir takım işlemlerden geçen, kendisine biçim ve suret verilen ilk insanın kalıbı bu haliyle henüz beşer olmamıştı. Şekli tamamlanmıştı ama, onu değerli kılacak, ona halifelik sıfatını kazandıracak, onun görevini yapmasını sağlayacak bir canlılığı yoktu. Onun kalıbı çamurdan bir ceset halinde idi. 

Olayı Kur'an'dan yeniden takip edelim:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ {28} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ {29}

"Hani Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş

bir balçıktan bir beşer yaratacağım.

Onu düzene koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun

için secdeye kapanın." (15 Hıcr/28-29)

إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِن طِينٍ {71} فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ {72} 

Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. ona en uygun biçimi verip Kendi ruhumdan kattığım zaman onun önünde yere kapanın!” (38 Sad/71-72)

Allah (cc) kendi rûhundan insana üfledi ve o bir beşer haline geldi. 

Rahimlerde canlanan ceninlere 'ruh verildiği' söylendiği gibi, ölen kişiler için de 'rûhu alındı', yani canı gitti ve öldü denilmektedir.

Demek ki insana üflenen 'rûh' can veren şey'dir. Ne olduğunu, nasıl olduğunu, insana nasıl geldiğini ve bedeni nasıl terkettiğini bilmiyoruz.  Çünkü insana pek az bilgi verilmiştir. (17 İsra/85)

(Aynı kökten gelen; rîh-rüzgar, ravh-nefes, raiha-koku, rahat-huzur, genişlik  kelimeleri arasında ince bir anlam benzerliği dikkat çekmektedir.)

Topraktan değişerek kuru çamur haline gelen insan, kendisine hayat ve hareket kazandıran rûhun üfürülmesiyle; insani özelliklerin tümüne sahip oldu.

Bu üflenen nefha (nefes) ile yücelikler alemine bağlandı. Allah'ın teklifine muhatab olacak seviyeye geldi. Maddi ve biyolojik kalıbının ötesine geçerek, aklın ve kalbin dünyasına girdi. Bu rûh ile insan, kas ve duyu organlarının ötesine, sınrsız düşünce, fikir ve bilgi âlemine kanat açabilmekte, idrakın sırlarını keşfetmeye çalışmaktadır.

 

- İnsanın Yaratılış Aşamaları (Sülâletin min Tîn-Süzme Çamur):

İnsanın, topraktan (30 Rûm/20, 35 Fâtır/11, 40 Ğâfir/67, 18 Kehf/37),

tek bir nefisten, (7 A'raf/189, 4 Nisâ/1, 39 Zümer/6),

süzülmüş çamurdan (23 Mü'minûn/12-13),

erkeklik suyundan (Nahl 16/4) yaratıldığı söyleniyor.

Bütün bunların ilk insanın yaratılışıyla ilgisi bulunmaktadır.

"Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık." (95 Tîn/4) diyen Kur'an,

hem ilk insanın hem de onun soyundan gelecek olanların yaratılışına, bu yaratılıştaki güzellik ve mükemmelliğe dikkat çekiyor.

İnsan başlı başına bir dünya, onun yaratılışı ise başlı başına büyük bir olaydır.

Kur'an, ilk insan Hz. Adem'in yaratılışını semboller halinde, kısa ve öz bir şekilde, insanları düşündürecek kadar anlattığı gibi, onun torunlarının yaratılışını da kısaca, yine semboller halinde anlatıyor.

Kur'an'ın amacı anatomi, biyoloji veya embriyoloji bilgileri vermek değildir. Ancak verdiği bilgiler, bu ilim dallarının ortaya koyduğu gerçek bilgilerle uyum halindedir.

Kur'an'ı Kerim, insanın yaratılış aşamalarını onun bir 'sülâletin min tîn' süzme çamurdan yaratıldığını söyleyerek başlıyor:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ {12}

"Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. sonra da onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (23 Mü'minun/12-13)

Tefsircilerin görüşüne göre burada 'süzme çamurdan' yaratılan insandan maksat; Hz. Adem'dir.

Ancak burada insan cinsi söz konusu edilerek ilk yaratılışın topraktan başladığına işaret ediliyor. Bir damla sudan, ana rahminde şekillenip dünyaya gelen insanın aslının topraktan süzülen özler olduğu söyleniyor.

'Sülâle', bir şeyden sıyrılıp çıkan sonuç demektir. (Türkçede, çoluk çocuğa, soya sülale denmesi bundan dolayıdır.)

İnsan, bir anadan doğmadan önce böyle  çamurdan süzülmüş sıyrılıp çıkartılmış bir topraktan yaratılmıştır. Yeryüzünde henüz insanların üreyeceği hiç bir ana-baba yokken; Hz. Adem bu şekilde var edilmiştir. (Beydavî, Tefsir, 2/100. Âlûsî, Rûhu’l-Meâni, 18/12-13)

'Sülâletin min tîn' ifadesi belki de ilk insanın bütün yaratılmış aşamaları kapsar. Çünkü çamurun süzülerek belli bir şekil meydana getirilmesi ayrı bir işlem değil; onun  işlem yapılıp, bazı aşamalardan geçirilerek elde edilen sonuçtur.

Bu ifade insanların bedenlerinde ete kemiğe dönüşen gıdalara işaret etmiş olabilir. Çünkü insanların yaşamasını sağlayan bütün gıdalar topraktan gelmektedir.

Nitekim 'sülâle' kelimesi, erkeklik suyu (meni) olarak, (İbni kesir, Tefsir, 2/560, Âlûsî, Rûhu’l-Meâni,  18/13) ve bu suyu meydana getiren gıdalar olarak ta tefsir edilmiştir. (R. Razi, Mefâtihu'l Ğayb, 23/85, nak. Elmalılı H.Yazır, H.D.K.Dili 5/512 ve Prof. S. Ateş,Tefsir, 6/88)

Burada çok üstün bir söz harikası ile karşı karşıyız.

 

Bu kelime;

-bir taraftan Hz. Adem'in yaratılış aşamalarını,

-bir taraftan insan bedenini oluşturan gıdaların topraktan süzülüp gelişini, kan, et, sinir ve kemik olusuna ve bir insan halinde ortaya çıkışını,

-diğer taraftan da bu gıdaların süzülerek insanın başlangıcını oluşturan bir damla erkeklik suyunu,

-ayrıca insanların nesilden nesile anne-babalarının soylarından süzülüp, çıkıp geldiklerini olağanüstü bir ifade ile ortaya koymaktadır.

 

- Insan ana rahminde de cesitli asamlardan gecirilerek yaratiliyor

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِن كُنتُمْ فِي رَيْبٍ مِّنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِن مُّضْغَةٍ مُّخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِّنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاء إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلاً ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنكُم مَّن يُتَوَفَّى وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِن بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئاً وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاء اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ {5}‏ ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ هُوَ الْحَقُّ وَأَنَّهُ يُحْيِي الْمَوْتَى وَأَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {6}

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir.” (Hac 22/5-6)

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ {12} ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ {13} ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماً ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقاً آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ {14}

“Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.

ve sonra onu döl suyu damlası halinde [rahimde] özel bir koruma altında tutuyoruz;

sonra bu döl suyu damlasından döllenmiş hücreyi yaratıyoruz; sonra bu döllenmiş hücreden de cenini ve ceninden kemikleri yaratıyoruz; ve sonra da kemiklere et giydirip onu yepyeni bir yaratık halinde var edip ortaya çıkarıyoruz: öyleyse, yaratanların en iyisi, en ustası olarak Allah ne yücedir!” (Mü’minun 23/12-14)

 

- İlk inen âyetlerde insanın ‘alaka’dan yaratıldığı söyleniyor:

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ {1} خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ {2}

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! insanı bir yumurta hücresinden yaratan!” (Alak 96/1-2) 

 Bu iki âyette geçen ‘ha-le-ka’ fiilinin geçmiş zaman halinde kullanılması, ilahî yaratma fiilinin (halk) sürekli tekrarlanmakta olduğunu göstermek içindir. Dikkati çeken bir husus da, bu ilk Kur’an vahyinin, insanın bir yumurta hücresinden -yani, döllenmiş bir yumurtacıktan- embriyonik bir gelişme göstermesine işaret etmesi ve böylece insanın biyolojik kökeninin ilkelliği ve basitliği ile zihnî ve ruhî potansiyelinin zıtlığını vurgulamasıdır: hayatın yaratılışının gerisinde bulunan bilinçli bir planın ve amacın varlığına işaret eden bir zıtlık. (M. Esed, Meal)

Kimileri buradaki ‘alak’yı, Türkçedeki alaka gösterme, sevgi ve ilgi diye tercüme ediyorlar.

 

- İnsan sudan yaratılıyor

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى {36} أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى {37} ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى {38} فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى {39} أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى {40}

 İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?

O, bir zamanlar [sadece] akıtılan bir meni damlası değil miydi, ve sonra döllenmiş hücre; bu safhada Allah [onu] yaratmış ve olması gerektiği gibi şekil vermişti,

ve ondan iki cinsi, erkeği ve dişiyi var etmişti?

Peki, (bunları yapan) Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi? (Kıyâme 75/36-40)

خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {4}

“O, insanı bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.”  (Nahl 16/4)

Yâsîn ise insanın bir nutfeden yaratıldığı söyleniyor.

أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {77}

“İnsanı görmedin mi, onu bir damla sudan yarattık. Fakat bakarsın ki (insan) apaçık bir hasım oluvermiştir.”  (Yâsîn 36/77)

Bir başka yerde insanın sudan yaratıldığı söyleniyor:

ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِن سُلَالَةٍ مِّن مَّاء مَّهِينٍ {8}

“sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür;” (Secde 32/8) 

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ {20} فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ {21} إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ {22} فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ {23}

“Sizi basit bir sıvıdan yaratmadık mı,” (Mürselât 77/20)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ {5} خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ {6}

“Atılan bir sudan yaratıldı.” (Târık 86/6)

 

- Her şeyin sudan yaratıldığı da söyleniyor:

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِن مَّاء فَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُم مَّن يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {45}

“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Nur 24/45)

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ {30}

“Peki, hakkı inkara şartlanmış olan bu insanlar, göklerin ve yerin [başlangıçta] bir tek bütün olduğunu ve Bizim sonradan onu ikiye ayırdığımızı ve yaşayan her şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Hâlâ inanmayacaklar mı? (Enbiyâ 21/30)

 

- İnsanın Halife Olarak Yaratılması,

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {30}

“İste o zaman Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. [Allah:] “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı.  (Bekara 2/30)

Lafzen, “dünyada bir vâris” ya da “bir halife yaratacağım.” Halîfe terimi -“(başkasının) yerini aldı” anlamındaki halefe fiilinden türemiştir- bu temsîlde de, insanın yeryüzündeki meşru hakimiyetini göstermek için kullanılmıştır; ki bu da, en uygun olarak “yeryüzünde ona sahip çıkacak” şeklinde (mülkiyetinin kendisine emanet edilmiş olması anlamında) çevrilebilir. Bkz. bütün insanlardan yeryüzünün halîfeleri olarak söz edilen 6:165, 27:62 ve 35:39. M. Esed, Meal)

Türkçe'de 'kalfa' olarak ta kullanılan halife kelimenin aslı 'Halif'tir. Sonuna eklenen 'te' mübalağa (abartma) içindir. 'Halife' sözlükte, bir başkasının yerine o olmadığı, öldüğü veya güçsüz düştüğü zaman geçen kimse demektir. Ya da bunların hiç biri  olmadığı halde sırf asılın vekiline şeref vermek istemesiyle yerine geçirdiği kimsedir.

Çoğulu 'hulefâ' veya 'halâif'tir.

Bu kelime hem fail (özne) ismi olarak, hem de tümleç ismi olarak kullanılır. Fail ismi olarak 'yerine geçtiği kimsenin işini yürüten', tümleç olarak ise 'yerine başkası geçen' anlamlarına gelir.

'Halife' kelimesi asılın karşıtı olarak vekilliği ifade eder. Bir kimse başkasından sonra gelip te onun yerine geçerse, 'falanca adam falancanın yerine halef oldu' denilir.

Elbette Allah'tan sonra gelip O'nun yerine halef olmak diye bir şey söz konusu olamaz. Allah'ın insana 'halife' demesi, ona bir şeref, üstünlük ve kulluk emaneti vermesi sebebiyledir.

Terim olarak 'halife' Hz. Âdem ve onun zürriyetine yani onun soyuna verilen addır. Onlar, yeryüzünde adaletle hüküm vermede, Allah'ın hükümlerini yerine getirmede, orada bulunan canlı ve cansız varlıkları yönetmede bir anlamda Allah'ın temsilcisi oldukları ve birbiri ardınca gelip, kendilerinden öncekilere halef oldukları için onlara 'halife' denmiştir.

Kur'an'ı Kerim'de 'halife' kelimesi bu anlamda bir kaç âyette geçmektedir.

Rabbimiz bir ayette Hz. Dâvûd'a hitap ederek;

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ {26}

"Ey Dâvûd, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni yolundan saptırırlar.Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı, onlar için şiddetli bir azap vardır." (Sad 37/26) demektir

Bir başka âyette de bütün insanlara hitap edilerek onların yeryüzüne halife yapıldığı söyleniyor.

أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ {62}

“Peki kimdir, kendisine başvurduğunda darda kalmış olanın darına yetişen, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzüne mirasçı kılan? 57 Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Aklınızda ne kadar az tutuyorsunuz [bütün bu gerçekleri]!” (Neml 27/62)

(Karş. 2:30 ve ilgili 22. not. Bu anlam örgüsü içinde, yukarıdaki ifadenin vurgusu, Allah'ın, insanı özel yetenekler ve güçlerle donatarak onu “yeryüzüne mirasçı” kılması, “yeryüzünde sakin, yerleşik” kılması yönündedir; ifade, böylece, insanın “kendi kaderine hakim”, başına buyruk bir varlık olduğu iddiasının da îmalı bir biçimde reddi durumundadır. M. Esed, Meal)

'Halife'nin anlamında hakim olma, güç ve iktidar sahibi olma da vardır.

Bunun için büyük sultanlara halife denmiştir. Zira onlar, kendilerinden önce gelen yöneticilere aynı işte halef olmaktadırlar. Bu anlamı yukarıda sıralanan bütün görüşlerle beraber düşünmek gerekir. Hz. Adem kimin halifesi olursa olsun, üzerine aldığı görev yönetme işidir. (S. Şimşek, age. s:177)

-nuh kavminin halife araf 7/69, yunus 10/73.

-ad’dan sonra araf 7/74

-Hic bir sey bosuna yaratilmaz

Kur’an yerin ve göklerin boşu boşuna, bir eğlenme olsun diye yaratılmadığını;

 وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاء وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاً ذَلِكَ ظَنُّ الَّذِينَ كَفَرُوا فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِ {27}

“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!” (38 Sad/27)          

وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ {38}

“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (44 Duhan/38. 21 Enbiyâ/16)

Buna karşın onların ve onların içinde bulunan her şeyin hak (doğru ve gerçek) bir sebebe bağlı olarak yaratıldığını açıklıyor.

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ {3} خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ {4}

“(Allah) gökleri ve yeri hak ile yarattı. O, koştukları ortaklardan münezzehtir.” (16 Nahl/3-4)

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنفُسِهِمْ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى وَإِنَّ كَثِيراً مِّنَ النَّاسِ بِلِقَاء رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ {8}

“Kendi kendilerine, Allah'ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr, etmektedirler.” (30 Rum/8. bak. 39 Zumer/5. 45 Casiye/22)

Hz. Âdem'in, bir anlamda insanın yeryüzünde halife kılınması da bu hak sebebin dışında

değildir.

Allah (cc) abes is yapmaktan münezzehtir.

Hz. Âdem'in ve onun soyundan gelenlerin halife kılınışı Allah'ın kullarına bir rahmettir. O'nun sonsuz rahmetinin ve kudretinin insan tarafından bilinmesine yönelik bir hikmetidir.

Kızarak “Allah beni niçin yarattı?’ sorusu sormaya gerek yoktur. 

Nitekim halifenin niçin yaratıldığı sorusunu soran soran meleklere verilen cevap bunun hikmetini açıklıyor:

"....Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim." (2 Bekara/30)

Tarih boyunca bütün nesillerin, sayısız ilim adamının kafasını meşgul eden, onları arayışa götüren sorunun en kestirme cevabı budur.

 

   - İnsanlar da Halife Sayılır mı?

Meleklerin sorusundan halifenin üç özelliği olduğunu anlamak mümkün:

Yeryüzünde yaşayacak olması

Kulluk yapacak olması

Fesat çıkarma ve kan dökme kabiliyetini olması.

Melekler, halifenin yaratılış hikmetini anlamak için 'yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?' dedikleri zaman Allah (cc) onları yalanlamadı. „Hayır siz yanılıyorsunuz, benim halifem böyle bir şey yapmayacak“ demedi. Buna karşı „ben sizin bilmediklerinizi bilirim“  dedi.

Bütün bunlar yeryüzü halifesinin Hz. Âdem ve onun soyundan gelecek bütün insanlar olduğunu gösterir.

Şurası kesindir ki Hz. Âdem yeryüzüne indikten sonra ne fesat çıkardı ve ne de kan döktü.

Bu kötü fiileri en başta kendi oğullarından birisi yaptı. Onun soyundan gelen niceleri tarih boyunca sayısız fesat çıkardılar, haksız yere başkalarının kanlarını akıttılar.

Öyleyse kasdedilen Hz. Âdem ve onun soyundan gelenlerdir.

Kur’an insanlara halife olarak da hitap ediyor. Mesela:

وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلاَئِفَ الأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ {165}‏ En’am

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’am 6/165)

هُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ فِي الْأَرْضِ فَمَن كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ إِلَّا مَقْتاً وَلَا يَزِيدُ الْكَافِرِينَ كُفْرُهُمْ إِلَّا خَسَاراً {39}  Fatir

“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur. Onun için kim inkâr ederse, inkarı kendi zararınadır. Kafirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kafirlerin küfrü, kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.”  (Fatır 35/39)

ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ {14}‏

" Sonra, nasıl yapıp davranacaksınız diye sizleri gözlemek için,  onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık." (10 Yunus/14)

Yeryüzünün halifeleri kılınan insanların bir kısmı bir kısmına derece bakımından üstün tutuldu. Bunun sebebi şüphesiz ki bir denemedir. Kimin, halifelik görevini yerine getirip getirmediğini ortaya konulmasıdır. (6 En'am/165)

İnsanın yaratılışı anlatılırken çoğul kipiyle Hz. Âdem'in yaratılması kasdedildiği gibi, Hz. Adem'in kişiliğinde de onun ve zürriyetinin halife oluşu söz konusu edilmiş olabilir.

 Hz. Adem'in şahsında halife olarak yaratılıp dünyaya gönderilen insan, bu özelliğini ancak halifeliğin gereğini yaparsa koruyabilir. Halifeliğin gereği de şüphesiz ki, dağların, yerin ve göklerin taşımaktan korktuğu 'Emanet'i taşımaktır.( 33 Ahzab/72) Halifeliğin değeri bununla ortaya çıkmaktadır.

Bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır.

Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah'ın hükmüne uymayıp, O'nun dininden yüz çevirenler, yani ilahi emaneti taşımayanlar ise o kutsal ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır.

 

3-İnsana İsimlerin Öğretilmesi,

وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَـؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {31} Allah Adem'e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi.” (Bekara 2/31)

Burada ilahi iradenin ve o sonsuz gücün bir başka faaliyeti ile karşılaşıyoruz.

Topraktan yaratılan ve halife yapılan, sonra ilahi ruh ile canlı bir insan olan, meleklerin kendisine secde etmesiyle değeri ortaya konulan bu özel varlığa yeni bir hediye, yeni bir meziyet (yetenek) daha veriliyor.

Yeryüzünde halife olması için yaratılan beşere, Allah (cc) 'esma'yı -isimleri- öğretti.

Hz. Adem bu isimleri ne zaman, nerede va nasıl öğrendi?

Bilmiyoruz.

Kur'an soyle diyor:

"Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: 'Eğer doğru sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle beraber haber veriniz' dedi.

Dediler ki: 'Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yoktur. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.

(Allah) : 'Ey Adem, bunları onlara isimleriyle beraber haber ver'

dedi. O da, bunları onlara isimleriyle beraber haber verince, (Allah) dedi

ki: 'Ben size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da ben bilirim.'" ( 2 Bekara/31-35)

İsimlerden maksat ne idi?

Bu isimler yalnızca eşyayı (nesneleri) bize tanıtan, onlara ait adlar, semboller midir?  

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; onun yeryüzünü hayatıyla ilgili olsa gerek. Yer için halife olarak yaratılan insan, bu görevini sürdürebilmek için isimlere, sembollere, bunların arkasındaki anlamlara, bilmeye, anlamaya, anladığını ifade etmeye, kelimelere ve sözlere muhtaçtı.

Onun dünyadaki işini kolaylaştıracak, hayatının devamını sağlayacak 'isimlerin' ona öğretilmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu olay beşer cinsinin  neden üstün olduğunu gösteren bir başka delildir.

Yeryüzünde halifelik görevini teslim alan insana sunulan sırlardan bir bölümdür bu. Nesnelere isim verme yoluyla onları sembolize etme gücünün sırrı... Çünkü isimler, nesneleri dillerde ve kafalarda sembolleştiriyor, simgesel hale getiriyor, tanıtıyor.

Eğer Allah (cc) inanlara eşyanın isimlerini sembolize etme yeteneği vermemiş olsaydı, yeryüzündeki hayat gelişmezdi. böylece hayat baştan başa zor olurdu.

Allah (cc) Âdem'e isimleri öğreterek, meleklere hem halife yaratmanın sırrını  bildirdi, hem Adem'in üstünlük sebebini açıkladı.

Bu aynı zamanda insanlara bir hatırlatmadır: Bu nimet ve fazilet Âdem'in kişiliğinde onun zürriyetine de verilmiştir. Allah'ın bundaki gücünü ve size yapılan iyiliğin kıymetini bilin, demektir.

Kavramlar ve sözcükler insanın eşyayı algılamasını sağlayan araçlardır. Âdemoğlunun eşya ile ilgili tüm bilgisi onlara isim vermesine dayanır.

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi, aynı zamanda zürriyetine de isimlerle ilgili bilginin öğretilmesi anlamına gelir.

Bu 'isimleri' ister hakikatlerin ve bilimlerin sembolleri sayalım, ister başka bir şey sayalım, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

- Burada bilgi ve bilinç söz konusu edilmektedir. Allah (cc) Adem'e isimleri, yani eşyaya ad koymayı, soyut kavramları  idrak etmeyi, onları sembollerle özetlemeyi ma’rifeti öğretti. 

-Bilgiye ulaşan insan, sürekli bilinçlenir. Kendisinin, varlığın, hayatın farkına varır. Yorumlama, düşünme, sonuç çıkarma ve ibret alam kabiliyeti gelişir.

-Bilgi ve bilinç insana sorumluluk yükler. Daha doğrusu bilgisi ve bilinci gelişen insan sorumluluğun daha iyi farkına varır.

-Hz. Âdem'e yalnızca nesnelerin isimlerinin öğretildiğini düşünmek çok isabetli olmaz zannediyoruz. Salt isimlerin yalnız başlarına fazla bir şey ifade etmedikleri bilinmektedir. İsimlerin ifade ettiği anlamları, onların birbiriyle bağlantılarını, onlarla yeni isimler, yeni düşünceler geliştirmek daha anlamlı görünüyor.

Hz. Âdem, kendisine öğretilen isimlerle eşyanın gerçeğini, üzerinde hakim olan ilahi kanunları, hayatı için yararlı ve zararlı yolları gösteren bilgileri eşyanın özelliklerini, çalışma ve iş yapma metodunu, aletleri ve nasıl kullanılacaklarını ilahi ilhamla öğrendi.

Bütün bu görüşlere şunu eklemek istiyoruz:

Hz. Adem'e öğretilen isimler, bilgi, bilgi öğrenme yeteneği, eşyayı tanıma ve adlandırma kabiliyeti, diller ve varlıkların isimleri olabilir.

Bize göre Hz. Âdem'e öğretilen isimlere, yeryüzündeki yaşama sanatı da dahil edilebilir.

Meleklere bile verilmeyen bir takım özellikler, insanı sorumlu olma konumuna getiriyor. Bütün bu olaylar da sorumluluğunu bilen insanların elde edebilecekleri şeref ve yüceliğin ilahi belgeleridir.

 

 - İsimleri Bilmenin Hz. Âdem'e ve zürriyetine Kazandırdıkları:

Hz. Âdem'e isimlerin öğretilmesi; Allah'ın (cc) ona verdiği dördüncü  önemli özellik ve hediyedir. Diğer üçünü tekrara hatırlatmakta fayda var:

* Yeryüzü için 'halife' olarak yaratılması,

* Allah'ın kendi ruhundan ona üfleyip insan haline getirmesi,

* Meleklerin ona secde etmesi

Ve hiç bir varlığa verilmeyen çok önemli bir özellik... İsimleri, kavramları, eşyalarla ilgili işaretleri, rumuzla ve sembolleri bilme; şeyleri, nesneleri isimlendirme ve algılama gücü... Konuşma, ifade, akletme, kavrama ve ifade edebilme kabiliyeti.

Yeryüzünde halife olmanın ve bu görevi yapabilmenin şartlarından bir de ilimdir. Bu da Hz. Adem'e verilmişti. Hz. Âdem de isimleri bilmekle yeryüzünde halifeliğe layık olduğunu göstermişti.

Ayet aynı zamanda ilmin ve ilimle uğraşanların değerinin ne kadar yüce olduğunu da bildirmektedir. Nitekim İslâm, ilmin ve ilim adamının derecesinin yüksek olduğunu vurgular, müslümanları ilim öğrenmeye teşvik eder. İlim en şerefli ve üstün cevherdir.

İbadet bile ancak ilimle güzel ve istenildiği gibi olur.

İlim ağaç, ibadet meyva gibidir. Ağaçtaki önem asıl olması sebebiyledir. Ağaç olmazsa meyva olmaz. Ancak şüphesiz ağaç meyva verirse daha güzel olur. 

 

4-İnsanın Fıtrat Üzere Yaratılması

فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ {30}

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Her insanın fıt­rat üzere doğduğunu ifade eden hadis (Müslim, Kader/25), bu türün Allah kar­şısındaki konumunu belirleyen kendine has yaratılışına işaret etmektedir.

İnsanın ancak zaaflarını aşmaya yönelik amelleriyle mübarek kılınacağını vurgu­layan hadisin (el-Muvatta, Vesâyâ/7) belirttiği yükselişinin sınırı, bizzat Hz. Peygamber'in dahi bir beşer olduğunu vurgulayan hadislerle (Buhârî, Siyer/10, Şalât/31, Ahkâm/20) birlikte dü­şünülmelidir.

Fıtrat üzere doğmak, bir diğer açıdan insanın kemalata doğru yürüyebileceğine işarettir.

Kişi termometre gibi sıfır noktada doğar. Âkil baliğ olduktan sonra kendi tecihi ile yukarı da gidebilir. Asağıların aşağısına da düşebilir. Her iki kabiliyet de insanda mündemiçtir.

 

5-İnsanın Ahsen-i Takvim Üzere Yaratılması

İnsan eşref-i mahlukâttır

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ {4} ثُمَّ رَدَدْنَاهُ أَسْفَلَ سَافِلِينَ {5}

Gerçek şu ki biz insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin 95/5)

Yani, bu özel varlığın yaratılış amacının gerektirdiği fonksiyonlara tekabül eden bütün olumlu maddî ve zihinsel (dış ve iç) vasıflar ile donatılmış olarak. “En güzel şekil” kavramı, Allah'ın yarattığı her şeyin, insanoğlu ve insan kişiliği nefs) de dahil olmak üzere, “yaratılış amacına uygun şekilde” var edildiği (bkz. 91:7 ve ilgili not 5, ayrıca -daha genel anlamda- 87:2 ve not 1) şeklindeki Kur’an hükmü ile bağlantılıdır. Bu ifade, bütün insanların bedensel ve zihinsel donanımlar açısından aynı “güzel şekil”e sahip olduklarını kesinlikle göstermez; o sadece, her insanın tabii avantaj veya dezavantajlarına bakılmaksızın, doğuştan getirdiği vasıfları ve içine doğduğu çevreyi mümkün olan en iyi şekilde kullanabilme yeteneği ile donatıldığını anlatır. (Bu bağlamda bkz. 30:30 ve ilgili notlar, özellikle 27 ve 28. M. Esed, Meal)

İnsan keremli/kerametli yaratıldı. İnsan,  Allah’ın (cc) şaheseridir. İnsanın hem biyolojik yapısı harikadır, hem iç dünyası. İnsanda olan dinamikler, özellikle akıl ve irade gücü onu diğer varlıklardan üstün kılıyor.

Bu hatırlama şöyle de okunabilir: Ey insan sen keremlisin. Değerini bil. Değerini kaybettirecek işlerle uğraşma...

 

6-İnsana Yaratılış Amacının Bildirilmesi

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {4} وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ {5}

(İbrahim 14/4-5. Enbiyâ 21/25. Mu’minûn 23/42. Hadid 57/25)

 

7- İnsana Eşyanın Musahhar Kılınması

Görevini yapması için ustaya gerekli bütün aletler ve imkanlar veriliyor.

Pek cok âyette buna isaret ediliyor.

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُّنِيرٍ {20}

"Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.’ (Lukman 31/20. Hac 22/65. Casiye 45/13. Lukman 32/29. Fatir 35/13. Zuhruf 43/13 (Vasıta icin). Nahl 16/12, 79. İbrahim 14/33)

 

8-İnsan Okunması Gereken Bir Kitaptır

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ {53}

“Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı [evrenin] uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi öz benliklerinde [bulduklarıyla] tam olarak anlatacağız ki bu [vahy]in tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu[nu bilmeleri onlara] hâlâ yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

Yani, insanın bilinçli bir Yaratıcı'nın varlığına tanıklık eden kendi ruhunun derinliklerini kavraması ve kainatın ihtişamına daha derin ve kapsamlı bir şekilde bakması suretiyle. M.  Esed, Meal)

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ {5} خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ {6}

“İnsan, neden yaratıldığına bir baksın:” (Târık 5)

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ إِذَا أَنتُم بَشَرٌ تَنتَشِرُونَ {20}

"Sizi topraktan yaratması da O'nun ayetlerindendir. Sonra siz (yeryüzünde)

olarak yayılıyorsunuz." (30 Rûm/20)

Unutan insana Rabbi sürekli hatırlatır. Allah ahir zaman insanlarına ez-Zikra ve el-Tezkira olan Kur’an ile sürekli hatırlatıyor.

 

B-KUR'AN'A GÖRE İNSANIN KARAKTERİ,

 

1-İnsan İyiliğe de Kötülüğe de Kabiliyetlidir

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً {3}

“Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici, ya da nankör [olması artık kendisine kalmıştır].” (İnsan 76/3)

وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا {7} فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا {8} 

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki,” (Şems 7-8)

 

2-İnsan Unutkandır

وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِن قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً {115}

“VE GERÇEK ŞU Kİ, biz Âdem'e önceden buyruğumuzu ulaştırmıştık; ne var ki o bunu unuttu; o'nu, yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli bulmadık.” (Tâhâ 20/115)

Sözkonusu ilahî buyruk -yahut daha uygun bir deyişle, ilahî uyarı- 117. ayette dile getirilmektedir. Bu pasaj, 99. ayetteki ifadeyle, (“Sana geçmişte olup bitenlerin mahiyetinden böyle [bir üslup içinde] bahsetmekteyiz”) bağlantılı olup, manevî gerçekleri gözardı etme eğiliminin insan türünün daimî özelliklerinden biri olduğunu işaret içindir (Râzî). İnsan türü, Kur’an'ın başka yerlerinde olduğu gibi, burada da Hz. Âdem'le simgelenmektedir. (M. Esed, Meal)

 

وَمِنَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُواْ حَظّاً مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّهُ بِمَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ {14}

“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkamın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Maide 5/14)

 

قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنبَغِي لَنَا أَن نَّتَّخِذَ مِن دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاء وَلَكِن مَّتَّعْتَهُمْ وَآبَاءهُمْ حَتَّى نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْماً بُوراً {18}

“Onlar: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz; fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular, derler.” (Furkan 25/18. Bakınız: A’raf 7/51.Haşr 59/19. Secde 32/14. Casiye 45/34. Mücadile 58/19. Yâsin 36/78)

 

3-İnsan Zalim ve Cahildir

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ {34}  (İbrahim 14/34)

 

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً {72} (Ahzâb 33/72)

 

4-İnsan Nankördür

إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً {3} (İnsan 76/3)

Size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!”  (İbrahim 14/34)

وَإِذَا مَسَّكُمُ الْضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَن تَدْعُونَ إِلاَّ إِيَّاهُ فَلَمَّا نَجَّاكُمْ إِلَى الْبَرِّ أَعْرَضْتُمْ وَكَانَ الإِنْسَانُ كَفُوراً {67}

“Denizde başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (yine eski halinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür.” (İsra 17/67)

 

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُم مَّا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاء أَن تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ {65} وَهُوَ الَّذِي أَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ إِنَّ الْإِنسَانَ لَكَفُورٌ {66}

“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir. O, (önce) size hayat veren, sonra sizi öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan, çok nankördür.” (Hacc 22/65-66)

 فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظاً إِنْ عَلَيْكَ إِلَّا الْبَلَاغُ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنسَانَ كَفُورٌ {48}

“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şûra 42/48)

 

5-İnsan Zayıf Yaratılmıştır

يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفاً {28}

“Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır. (Nisa 4/28)

Allah, insanları en güzel şekilde yaratmıştır. (32:7; 64:3; 82:7; 95:4).

Fakat insanoğlu, kendisine verilen özgür seçim gücüyle şeytana uyunca Allah'ın sayısız yaratıkları arasında en aşağıya düşürüldü (95:5).

Ayette, edilgen fiilin kullanılması ilgi çekicidir. "İnsanı zayıf yarattık" denmiyor, "insan zayıf yaratılmıştır" deniyor. Nitekim, insanın zayıflığı, aceleciliği, huysuzluğu sözkonusu edilirken sürekli olarak edilgen fiil kullanılır (4:28.  (M. Esed, Meal)

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعاً {19}

“GERÇEK ŞU Kİ, insan tatminsiz bir tabiata sahiptir.” (Mearic 70/19).

Lafzen, “insan tatminsiz (halû‘an) yaratılmıştır” -yani insan, kendini aynı derecede hem verimli başarılara hem de kronik memnuniyetsizlik ve hayal kırıklıklarına sürükleyen bir iç tatminsizlik ile donatılmıştır. Başka bir deyişle, bu donanımın pozitif yahut negatif bir karakter göstereceğini belirleyen, insanın bu Allah-vergisi donanımı kullanma tarzıdır. Bundan sonra gelen iki ayet (20 ve 21) ikinci duruma işaret ederlerken, 22-25. ayetler, yalnızca gerçek ruhî ve ahlakî bilincin o fıtrî tatminsizliği pozitif bir güce dönüştüreceğini ve böylece iç huzuruna ve kalıcı hoşnutluğa yol açacağını gösterir. (M. Esed, Meal)

“bir iyilik ile karşılaşınca da onu bencilce [sahiplenip başka insanlardan] uzak tutar.

Ancak namazda bilinçli olarak Allah'a yönelenler  böyle değildir.” Mearic 70/20-22).

İnsanları en güzel şekilde özgür olarak yaratan Allah, bu incelikli ifadeyle, insanın, orijinal yaratılışına özgür iradesiyle olumsuz etkide bulunduğunu anlatır. (Bak 57:22-23) (M. Esed, Meal)

الَّذِي خَلَقَكُم مِّن ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِن بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةً يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ {54}

“Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlügün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.” (Rûm 30/54)

الآنَ خَفَّفَ اللّهُ عَنكُمْ وَعَلِمَ أَنَّ فِيكُمْ ضَعْفاً فَإِن يَكُن مِّنكُم مِّئَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُواْ مِئَتَيْنِ وَإِن يَكُن مِّنكُمْ أَلْفٌ يَغْلِبُواْ أَلْفَيْنِ بِإِذْنِ اللّهِ وَاللّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ {66}

“[Ama yine de] Allah, şimdilik yükünüzü hafifletmiş bulunuyor, çünkü zayıf olduğunuzu biliyor: Şöyle ki: Sizden eğer zor durumlarda sabretmesini bilen yüz kişi çıkarsa, bunlar ikiyüz kişiyi tepeleye[bile]cektir; ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle ikibin kişiyi tepeleye[bile]cektir; çünkü Allah zor durumlara göğüs germesini bilenlerle beraberdir.(Enfal 8/66)

 

6-İnsan Cimridir,

قُل لَّوْ أَنتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَآئِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذاً لَّأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الإِنفَاقِ وَكَانَ الإنسَانُ قَتُوراً {100}

“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!” (İsra 17/100)

وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى {8} وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى

“Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar.”(Leyl 8)

Cimrilik aslında şeytanın telkinidir.  (Bekara  268)

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَاباً مُّهِيناً {37}

“Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.” (Nisa 4/37)

الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ {24}

“ki onlar [Allah'ın nimetleri üzerinde] cimrilik edip başkalarına da cimrice davranmayı tavsiye ederler! Ve sırtını [bu hakikate] çevirenler [bilsin ki] Allah kendi-kendine yeterlidir, bütün övgülere layıktır!” (Hadid 24)

İnsa­nın aceleci ve tartışmaya eğilimli olduğu­na ve aç gözlülüğüne atıfta bulunan ha­disler (Buhârî, Tevhîd/31, 36. Müslim, İmân/326, Cihâd/81) aynı hususu ifa­de eden âyetlerle tam bir uyum içindedir.

 

7-İnsan Tartışmacıdır,

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِن كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً {54}

Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.” (Kehf 18/54,

وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلاً بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ {58}

“ve “Hangisi daha iyi, bizim ilahlarımız mı yoksa o mu?” derler. [Ama] onlar bu mukayeseyi, yalnızca, sırf muhalefet olsun diye senin önüne getirirler: evet, onlar kavgacı/tartışmacı bir toplumdur!” (Zuhruf 43/58)

وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ وَالْمَلاَئِكَةُ مِنْ خِيفَتِهِ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُصِيبُ بِهَا مَن يَشَاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّهِ وَهُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ {13}

“Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücadele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.” (Ra’d 13/13)

الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتاً عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ {35}

"Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (Ğâfir 40/35)

إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ {56}

“Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir. (Ğâfir 40/56)

 

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ أَنَّى يُصْرَفُونَ {69}

“GÖRMEZ MİSİN, Allah'ın mesajlarını sorgulayanlar hakikati nasıl da görmezden geliyorlar?” (Ğâfir 40/69)

وَيَعْلَمَ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِنَا مَا لَهُم مِّن مَّحِيصٍ {35}

Böylece ayetlerimiz üzerinde tartışanlar, kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.” (Şûra 42/35)

 

8-İnsan Acelecidir

وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً {11}

“Hal böyleyken,  insan yine de [çoğu zaman] iyilik için dua ediyormuşcasına (tutkuyla) kötülük için dua eder;  çünkü insan [yargılarında] tez canlıdır.” (İsra 17/11)

Karş. 2:216 -“Mümkündür ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için (bazan) iyi olabilir; ve yine mümkündür ki, hoşlandığınız bir şey de sizin için (bazan) kötü olabilir”: başka bir deyişle, ilahî rehberlik, iyinin ve kötünün ne olduğu konusunda tek nesnel ölçüdür. (M. Esed, Meal)

 

خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ {37}

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin.(Enbiya 21/37)

Lafzen, “aceleci olarak yaratılmıştır” -yani, tabiat olarak sabırsızdır: karş. 17:11'in son cümlesi. Bu ayetin anlam örgüsü içinde bu ifade, olacak olan, başa gelecek olan şeyler konusundaki tezcanlılığı dile getirmektedir: ve özellikle burada -sonraki ifadeden de anlaşılacağı üzere- Allah'ın mukadder yargısına inanmamakta gösterilen acelecilik sözkonusudur. (M. Esed, Meal)

وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {38}

"Eğer, diyorlar, doğru iseniz, ne zaman (gerçekleşecek) bu tehdit?" (Yûnûs 10/48. Enbiyâ 21/38. Sebe’ 35/29. Yâsîn 36/48. Mülk 59/25)

 

9-Şeytanla Sınanmaktadır

İnsanın başı ezeli düşmanı şeytanla belâdadır.

فَدَلاَّهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ {22}

“Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti.” (A’raf 7/22)

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ {60}

"Ey Adem oğulları! Size şeytana itaat etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi?” (Yâsîn 36/60)

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوّاً إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ {6}

“Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır 35/6)

 “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.” (Bekara 2/168, Bakınız: Bekara 2/208. En ‘am 6/142. İsrâ 17/53. Tâhâ 20/117. Kasas 28/19)

 

10-İnsan Hakikat’in Muhatabıdır

وَمَا لَنَا لاَ نُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا جَاءنَا مِنَ الْحَقِّ وَنَطْمَعُ أَن يُدْخِلَنَا رَبَّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِحِينَ {84}

"Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken niçin Allah'a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?" (Mâide 5/84)

فَقَدْ كَذَّبُواْ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَسَوْفَ يَأْتِيهِمْ أَنبَاء مَا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ {5}

“Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.” (En’am 6/5. Tevbe 48.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِباً أَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُ أَلَيْسَ فِي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِّلْكَافِرِينَ {68}

“Allah'a karşı yalan uyduran yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalimi kimdir? Cehennemde kafirlere yer mi yok!”  (Ankebut 29/68)

 

 

 

C-GÖREVİ AÇISINDAN İNSAN

 

-İnsanın görevi vardır.

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ {115}

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (23 Mü’minûn/115)

Bu gerçeği bir başka âyette yaratılışın asıl sebebi olarak buluyoruz.

  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ {56}

"Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler (bana itaat etsinler) diye yarattım." (51 Zariyât/56)

ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعاً أَوْ كَرْهاً قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ {11}

 “Allah, göklerde ve yerde ne varsa hepsini yoktan var ettikten sonra onlara,"isteyerek yada istemeyerek buyruğuma gelin" dedi;  ve onlar da , "isteyere geldik" dediler.” (41 Fussilet/11)

 

1-İnsana akıl ve irade verildi.

Rûh üflenmesiyle birlikte insan, oluş dünyasında mevcut bilgileri öğrenip bir sonuca ulaştıracak bütün yeteneklere sahip oldu. Bu yetenekler de akıl ve iradedir.

Bu özellik ona farklılık ve sorumluluk kazandırmaktadır, onun için idrak ve seçim hakkı doğurmaktadır.

İnsanı görevini yerine getirebilmesi için her türlü imkanla kuşatıldı.

Ona öncelikle irade, seçim hürriyeti verildi. İrade insana verilen en önemli bağıştır. Ki onun değeri de buradan gelir.

Sonra akıl, yürek, vicdan, kitap, nebi ve âyetler.

Allahü Teala aklı yarattığı zaman ona, “Gel!” demiş, o da gelmiştir. Sonra “Geri dön!” demiş, o da geri dönmüştür. Bunun üzerine Allah: “Ben kendime senden daha sevgili olan bir şey yaratmadım. Seni nezdimde mahlukâtın en sevgilisi olan insana bindireceğim.  (Kütüb-i Sitte ter. 1659)

 

2-İnsan Emanet'i Yüklendi

إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً {72} لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراً رَّحِيماً {73}‏

"Gerçek şu ki, Biz [akıl ve irade] emaneti[ni] göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; 88 zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir.

İşte böylece] Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve kendisine eş koşan erkek ve kadınlara azab edecektir. Ve mümin erkeklere ve mümin kadınlara rahmetiyle yönelecek olan [da] Allah'tır: Allah gerçekten çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır!”(Ahzâb 33/72-73)

Zımnen, “Ama sonra, sahip olduğu akıldan ve nisbî serbest iradeden kaynaklanan ahlakî sorumluluğa layık olduğunu gösteremedi” (Zemahşerî). Bu, elbette genel insan türüne özgü olup onun bütün fertlerinin mutlaka böyle olduğu anlamına gelmez.” (M. Esed, Meal)

 

3-İnsanın Sorumludur,

وَقِفُوهُمْ إِنَّهُم مَّسْئُولُونَ {24}

"ve onları [orada] tutun!” [O zaman] böylelerine sorulacak:” (Sâffat 37/24)

İnsan ‘bilinç ve sorumlulukla’ donatılmıştır. Ve ondan bu bilince ve sorumluluğa uygun davranması istenmiş; kulluk mevkiine yüceltilerek hilafet misyonu yüklenmiştir.

Yani insanın bir işi vardır.

Ve işi yokmuş gibi davranan insana bu gerçek hatırlatılır.

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى {36}

“İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?” (Kıyâme 75/36)

Yani, yaptıklarından dolayı ahlaken sorumlu tutulmadan. 

Bazıları bu sorumluluğu unutsalar da insan kulluk dairesinden, kendisi için biçilen rolden dışarı çıkmaz.

سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلُ وَلَن تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلاً {23}

(Fetih 48/23)

Bu rolden dışarı çıkanlar ya uydurulmuş tanrıları kulu, ya da heva ve hevesinin önünde kul olur.

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ {23}

“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?”  (Casiye 45/23)

 

- İman edenlerin denenmesi

 أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُم مَّثَلُ الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ {214}  Bekara

 

أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ {142}  (Âli İmran 3/142)

 

4-Allah'ı Razı Etmek İnsanın Görevidir

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثِيراً مِّمَّا كُنتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ قَدْ جَاءكُم مِّنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ {15} يَهْدِي بِهِ اللّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ وَيُخْرِجُهُم مِّنِ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {16}

“Ey Kitâb-ı Mukaddes'in izleyicileri! Şimdi size, [kendi kendinizden] gizlediğiniz Kitab'ın birçoğunu açıklamak ve bir kısmını da bağışlamak amacıyla Elçimiz gelmiştir. Şimdi Allah'tan size bir ışık ve apaçık bir ilahî kelâm ulaşmıştır,

ki onunla Allah, kendi rızasını arayan herkese kurtuluşa götüren yolları gösterir, rahmetiyle onları karanlığın derinliklerinden aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola yöneltir.” (Mâide 5/15-16)

إِن تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنكُمْ وَلَا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ وَإِن تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى ثُمَّ إِلَى رَبِّكُم مَّرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ {7}

“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkar diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.” (Zümer 39/7)

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْاْ عَنْهُمْ فَإِن تَرْضَوْاْ عَنْهُمْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يَرْضَى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ {96}

“Onlardan razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe 9/96)

 

5-İnsan dünyaya sahip olmaya değil şahid olmaya geldi

İnsanın yaratılış sebebi ‘şehâdeti’ ikrar etmesi içindir. Yerde ve gökte olan her şey zaten buna şâhidtir. (Âli İmran 3/83. Ra’d 14/15) Bazı mü’minlerin “Yarabbi! Bizi şâhidlerden yaz” diye dua etmeleri bu gerçeğe ve bu samimiyete işaret etmektedir. (Âli İmran 3/52. Mâide 5/111)

وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ {19}

“Allah’a ve Peygamberine iman edenler (evet) işte onlar, Rabbeleri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehîdlik mertebesine erenlerdir. Ödül de onların, nur da onların olacaktır...” (Hadid 57/19)

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنتَ عَلَيْهَا إِلاَّ لِنَعْلَمَ مَن يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّن يَنقَلِبُ عَلَى عَقِبَيْهِ وَإِن كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلاَّ عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللّهُ وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُوفٌ رَّحِيمٌ {143}

“Böylece sizi, insanlara ‘şühedâ-şâhidler (ve örnek) olmanız için vasat (orta) bir ümmet kıldık: Peygamber de sizin üzerinizde ‘şehîd-tanık’ olsun…” (Bakara 2/143)

آمَنَّا بِمَا أَنزَلَتْ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ {53}

“Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber'e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şâhidlerden yaz...” (Âli İmran 3/53. Maide 5/111) 

وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ {78}

“... Size bundan önce müslüman ismini O verdi. Bunun sebebi, Rasûl sizin üzerinize, sizler de insanlar üzerine ‘şehîd’ (tanık/örnek) olasınız diye...” (Hac 22/78)

 

6-İnsan dünyaya denenmek için gelmiştir,

İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir. Kulluk, deneme, kimin daha salih amel (güzel iş) yapacağının belli olması için insan yaratıldı.

 İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir.

 الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2} (Mülk/2)

"Mülk elinde bulunan (Allah) ne yücedir. O, her şeye güç yetirendir.

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını

denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayıcıdır." (67 Mülk/1-2)

وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَـذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ {7}

“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resulüm!): "Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz" desen, kafir olanlar derhal "Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir" derler.” (Hûd 11/7)

Yani o bir kuldur. Kulun da bir sahibi ve o sahibine karşı görevleri vardır. Sahipsiz kul olmayacağı gibi, sahibine karşı sorumsuz bir kulluk da düşülenemez. Zira kul her açıdan sahibine muhtaçtır. Sahibi olmadan ‘kul’ tek başına bir şey ifade etmez.

Dünyaya gelişi boşuna olmadığı gibi, gidişi de tesadüfen değildir. Evrende (zerreden kürreye) her şeyin bir görevi olduğu gibi, akıl ve irade sahibi insanın başıboş olması düşülemez.

İnsanın kul olarak görevleri dört maddede özetlenebilir.

-Ma’rifet/anlamak,

-İman/kabul etmek-teslim olmak,

-İtaat/görevini yapmak-ibadet etmek,

-Muhsin olmak/aktif iyi olmak-cihad etmek.

İlk vahiy ister nüzul sıralaması olsun, ister resmi diziliş en başta insanın Allah ile olan ilişkisi ile söze başlar.

Zira Yaratıcısı ile ilişkişsi düzgün olan insanın, diğer yaratıklarla ilişkileri de düzgün olacaktır.

Yaratıcı Vahiyle insana sınır çizer. İnsan haddini aşınca kötülük adına her şey olur. Selim aklın hoş görmediği, vicdanların rahatsız olduğu çirkinlikler meydana gelir.

İnsanlık tarihinin öteden beri gördüğü, bugün her gün görmeye ve duymaya devam ettiği akıl almaz yanlışlar ve kötülüklerolur.

Yatağından taşan suyun, sel olması gibi.

 

- Ve İnsan

İnsan, bu cinsin genel adı. İki türü vardır.

Biri beşer. Diğeri Âdem (yani adam, ya da ademoğlu).

Beşer, biyolojik fonksiyonları olan ama Emanet’i taşımaktan uzak kimse. (Vahye inanmayanlar acaba beşere mi ‘konuşan hayvan’ demişler?)

Âdem, ise vahye kulak veren, onun terbiyesiyle olgunlaşan, dedesi Adem’e layık, Emanet’in hakkını vermeye çalışan, kemâlât yolcusu kimse.

Halife ve ahsen-i takvim

Kişi beşeriyetten âdemiyyete yükselmek istiyorsa fikrini ve hayatını vahye uygun hale getirmeli.

Son çağrı:

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ {6} الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ {7} فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ {8}

“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. ve seni dilediği şekilde bir araya getiren (Rabbinden)?” (İnfitar 82/6-8)

Çünkü:

يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاقِيهِ {6} فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ {7} فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَسِيراً {8} وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُوراً {9} وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاء ظَهْرِهِ {10} فَسَوْفَ يَدْعُو ثُبُوراً {11} وَيَصْلَى سَعِيراً {12} إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُوراً {13}

“Ey insan, sen, Rabbine varan yolda çabalayıp durmaktasın, nihayet O'na varacaksın.” (İnşikak 84/6-13)