Kur’an’ın ana konusu insan ve insanla ilgili her şeydir desek yanlış olmaz. Kur’an insana hitap ediyor ve onunla ilgili şeyleri ona bildiriyor. Kur’an insan için insanı, hayatı ve hayattan sonrasını tanımlıyor. İnsanın sınırlarını ve görevlerini belirliyor. Neyi nasıl yapması gerektiğini söylüyor.

 

Bunun için Kur’an insanın doğumundan, çocukluğundan, gençliğinden, olgunluk yaşından ve ihtiyarlığından behseder. Zira hayat doğumdan ihtiyarlığa doğru yürüyen bir süreçtir. İlahî irade insanı böyle planladı. İnsanın bu çizginin dışına çıkması mümkün değildir.

İnsanın dünyaya gelişinden behseden Kur’an, onun yaşlanarak günün birinde bu dünyayı terkedeceğinden de bahsediyor. Hem de vurgulu bir şekilde. İnsanın yaşlılık haline dikkat çeken Kur’an ona şu gerçeği hatırlatıyor: Ey insan günün birinde yaşlanacaksın ve öleceksin.

“Ey insanlar! Ölümden sonra dirilişten şüphedeyseniz, o zaman, (hatırlayın ki,) Biz, gerçekten de sizi(n her birinizi) topraktan, sonra bir döl suyu damlasından, sonra döllenmiş hücreden, sonra (temel unsurları ve istidatlarıyla) tamamlanmış ama (bütün ögeleriyle) henüz tamamlanmamış bir ceninden yarattık ki, size (menşeinizi böylece) açıklayalım. Ve (doğmasını) dilediğimizin, (annesinin) rahminde (Bizce) belirlenmiş bir süre için kalmasını sağlarız; sonra sizi çocuk olarak dünyaya getirir ve (yaşamanıza imkan veririz). Böylece (bazılarınız) olgunluk çağına erişir; öyle ki, kiminize (daha çocukluk çağında) ölüm tattırılırken, kiminiz de yaşlılığın öyle düşkün çağlarına (erzeli’l-ömr) eriştirilir ki, bildiğini bilmez olur...”[1]

“Ama (şunu daima hatırlasınlar ki) Biz bir insanın ömrünü uzatırsak, aynı zamanda onun güç ve yeteneklerinde (yaşlandıkça) bir azalma meydana getiririz; (buna rağmen) hâlâ akıllarını kullanmazlar mı?”[2]

Buna göre kişi kulluk görevlerini ‘daha erken’ deyip yaşlılık dönemine ertelememeli. “Ömrün en diri yıllarını günaha, en düşkün yıllarını da Allah’a ayırmak bir tür Kabil kompleksidir.”[3]

Kur’an yaşlılara nasıl davranılacağı üzerinde pek durmaz. Ama farklı kelime ve ifadelerle yaşlılığa, ihtiyarlama gerçeğine dikkat çeker.

Şimdi Kur’an’da yaşlılara nasıl ve hangi ifadelerle işaret edildiğine bakalım.

-Kiber kelimesiyle;

Kiber’in aslı ‘kebure’ fiilidir. Bu da büyüklükle ilgili çeşitli manalara gelir. Bunlardan biri de; zaman vurgusu göz önünde bulundurularak kişinin yaşlandığını anlatan anlamdır.[4] Bir âyette şöyle geçiyor:

“Sizden biriniz, içinden ırmaklar akan ve çeşit çeşit meyve ile dolu bir hurma ve asma bahçesine sahip olmayı -ama sonra da sadece (bakıma muhtaç) zayıf çocuklarıyla yaşlılığa terkedilmeyi- ve sonra kızgın bir kasırganın bahçeye isabet edip onu tamamen kasıp kavurmasını ister mi? Belki düşünürsünüz diye Allah mesajlarını size böylece açıklar.”[5]

Bu âyette verilen örnek son derece ilginçtir. Zira insanın dünya hayatında daima karşılaşması beklenen durumları dile getirmektedir. Kişinin dünyada elde ettiği mevki, makam, zenginlik gibi değerlerin aslında hiç bir garantisi yoktur. Nice saltanatlar yıkılmakta, zenginler fakir düşmektedir. Beklenmedik olaylar meydana gelmeden önce insanlar neleri temenni ediyorlar, neleri düşüyorlar. İşte her şeye rağmen insanı teselli edecek tek çare Allah’a iman ve O’na dayanmaktır.[6] 

‘Kiber’ kelimesi dört âyette hz.İbrahim ve hz. Zekeriyya’nın yaşlılığı ifade etmek üzere geliyor. Her iki peygamber de yaşlandıkları halde henüz çocukları yoktu.

Allah (cc) Lût kavmini cezalandırmak üzere elçilerini (meleklerini) gönderdi. Onlar önce hz. İbrahim’in yanına geldiler. Hz. İbrahim hemen onlara yemek ikram etti. Onların yemediğini görünce “Biz sizden çekiniyoruz” dedi. Bunun üzerine melekler: Korkmana/çekinmene gerek yok, biz Allah’ın elçileriyiz ve sana bir oğlan çocuğu müjdelemek için geldik dediler. İşte o zaman hz. İbrahim şöyle dedi.

“Ne, Yaşlılık gelip başıma çökmüşken (messeniye’l-kiberu) bana bu müjdeyi veriyorsunuz, öyle mi?...”[7]

Hz. İbrahim yaşlı olmasına rağmen baba olmasının şükrünü bir başka âyette şöyle dile getiriyor:

"İhtiyar halimde (ale’l-kiberi) bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”[8] 

Aynı durumu Hz. Zekeriyya’da da görüyoruz. O  Allah’a dua etti ve ihtiyarlığına rağmen çocuk sahibi olmayı istedi. Allah ona bir çocuk nasip edince de, ben yaşlandığım halde nasıl çocuğum olabilir diye hayret etti. Şöyleki:

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi.

Zekeriyya mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.

Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına (belağtü mine’l-kiberi), üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.”[9]  

Meryem sûresinin başında Hz. Zekeriyya’nın bu çocuk sahibi olma duasını “saçıma ak düştü” dedikten sonra yaptığı anlatılıyor.[10]

Ahzab sûresi 67. âyette  geçen ‘küberâ/büyükler’ yaşlıları anlatmaktan çok, bir toplumun önceden geçen atalarını ifade ediyor olsa gerek. Şüphesiz bu mananın içinde yaşlılık ta söz konusu olabilir. Sonuçta önceden yaşayıp ölen ve arkadaki nesillerin örnek aldığı kimseler genelde yaşlılar olur.  “Ey Rabbimiz! Biz ileri gelenlerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler.”

-Şeyb (şîb) kelimesiyle;

Şeyb, şîb veya meşîb saçın beyazlaşmasını, kırlaşmasını ifade eder.[11]

Şeyb; saçın beyazlaması veya bizzat beyaz saç demektir. Bir kimse için ‘kişinin saçı ağarmaya başladı’ denir. Bu kelime kadınlar için kullanılmaz. Esmâî demiş ki: Şîb, saçın beyazlaması, el-müşeyyib ise ihtiyarlık dönemine giren demektir.[12] 

‘Şeyb’ bir hadiste şöyle geçiyor: “İnsan yaşlanınca (şeyben) iki duygu onda gençleşir: (uzun bir) hayat ve çok mala sahip olma arzusu.”[13]

İbni Abbas anlatıyor. Ebu Bekr bir gün Peygamber’e şöyle dedi: “Ya Rasûlellah, (erken) ihtiyarladın (saçın ağardı-kad şibte)? Peygamber şöyle cevap verdi: “Beni Hûd, Vakıa ve Mürselât, Nebe’ ve Küvvirat  sûreleri ihtiyarlattı.”[14]

Hz. Zekeriyya ihtiyarladığını “ve-şteale’r-re’su şeyben-başa ak düştü” şeklinde anlatıyor.

“(Bu,) Rabbinin, Zekeriyya kuluna rahmetinin anılmasıdır. Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti: Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim zayıfladı, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht olmadım.”[15]  

Burada hz. Zekeriyya’nın duadaki tevazusu dikkat çekmektedir. Şüphesiz bir kulun aczini, zayıflığı, yetersizliğini, çaresizliği itiraf etmesi duanın edebindendir. Hz. Zekeriyya çocuk sahibi olmak istiyor. Bunun gerekçesini de söylüyor. Öncesinde “başıma aklar düştü, ihtiyarladım, karım da kısır ama”, yine bana katından bir nesil ver, Senin her şeye gücün yeter diye dua ediyor. Allah (cc) ona hz. Yahya’yı müjdeleyince de bir insan olarak şaşırıyor ve “Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?” dedi. Bu şüphesiz Allah’ın gücünden bir şüphe değil, o gücün bu şartlarda nasıl tecelli edeceği konusunda bir hayranlıktır.  

Şu âyet insanın ontolojik yapısına dikkat çekiyor. İnsan biyolojik olarak gücsüz doğar, genç olur ve güç kazanır. Sonra yavaş yavaş gücünü kaybeder ve ihtiyarlamaya başlar. Âyet bunu yine ‘şeybe’ kelimesi ile anlatıyor. Bunun Hac 5. âyette anlatılan gerçekle aynı olduğunu görüyoruz.

“Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren (şeybe), Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[16] 

Aynı kelimenin (şîben şeklinde) kıyametin dehşetini haber verme bağlamında kullanıldığını görüyoruz.

“Şu halde eğer inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara (şîben) döndüren O Gün nasıl korunacaksınız?”[17]

Eski Arapça’da korkunç olaylarla geçen bir gün mecazi olarak “çocukların saçlarının beyazlaştığı gün” şeklinde tanımlanırdı. Bu âyetteki ifade bu kullanıma dayanmaktadır.”[18]  

-Erzeli’l-omr ifadesiyle;

Erzel’in aslı rezil kelimesidir. Bu da kötü, bozuk, adi, tasvib edilmeyen şey olduğundan istenmeyen, kendisinden uzak durulan, terkedilen ve vazgeçilen şey anlamındadır.[19] 

‘Erzeli’l-ömr’ ise ömrün en kötü, en istenmeyen, en güçsüz çağı demektir. ‘Erzeli’l-ömr’, iki âyette aynı manada geçmektedir.

“Sizi de Allah yarattı, sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden kimileri ömrünün en düşkün çağına (erzeli’l-ömr) kadar ulaştırılır. Hatta öyle ki, bilirken bilmez olur. Ama unutmayın ki Allah her şeyi bilir, sınırsız kudret sahibidir.”[20]  

“İnsanın organik gelişme sürecini ima eden bir ifade. İnsan doğar, gelişir, gücünün, zekâ bilgi ve tecrübesinin doruğuna erişir, sonra giderek geriler, yaşlanır ve bazı hallerde yeni doğan bir çocuk kadar düşkün ve çaresiz bir duruma düşer.”[21]

Diğeri de Hac 5. âyette. Ki yukarıda geçti.

-Şeyh kelimesiyle

Şeyh; yaşlanmış, yaşı ilerlemiş kimseye denir. Ayrıca yaşlılarda bol tecrübe ve bilgi olduğu için bilgisi fazla kişiler hakkında da kullanılır.[22] Şeyh (çoğulu; şuyûh), elli ve üzeri yaş hakkında kullanılır.[23]

Şeyh, Kur’an’da üç yerde tekil, bir yerde çoğul olarak geçiyor.

Birincisi; Musa (as) , Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulamak için bekleyen iki kadın gördü. Onlar hz. Şuayb’ın kızları idi. Onlar babalarının yaşlı (şeyh) olduğunu söylediler.[24]

İkincisi; Melekler hz. İbrahim’e bilgin bir oğul müjdesi verince bunu duyan yaşlı hanımı ellerini yüzüne çarparak:

“Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar (şeyh) iken çocuk mu doğuracağım?”[25] dedi.

Üçüncüsü; Hz. Yakub’un oğullarının Mısır azizinin yanında babalarını anlatırken.

“Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun (Bünyamin’in) çok yaşlı (şeyh) bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.”[26]

Dördüncüsü; çoğul (şuyûh) olarak.

 “Sizi topraktan, sonra bir sperm damlasından ve sonra bir döllenmiş hücreden yaratan O'dur; ve sonra O, sizi çocuklar olarak hayata getirir; ve sonra olgunluk çağına erişmenizi ve ardından yaşlanmanız(ı emreder) (şuyûh) -ama bir kısmınız için daha erken ölüm (verir)-: ve (bütün bunları takdir eder ki O'nun) belirl(ediğ)i vadeye erişeseniz ve aklınızı kullan(mayı öğren)esiniz.”[27] 

Bu âyetin Rûm 54, Hac 5 ve Nahl 70 haber verilen bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık gerçeğini bir daha vurguladığını görüyoruz.

-Acuz kelimesiyle;

‘Acuz’ kelimesinin aslı ‘acz’, yani bir şeyden geride kalmak, arkada olmak kelimesidir. Bu giderek bir şeyi yapma konusunda eksik olmak, ona güç yetirememek manası kazandı. ‘Acuz’ ise, ihtiyar kadın/kocakarı demektir. Pek çok şeyi yapmaktan âciz olduğu için böyle isimlendirilmiştir.[28]

Kur’an’da dört yerde geçiyor. İki âyette hz. İbrahim’in hanımı İshak’ın annesini, iki âyette Lût’un (sa) inanmayan karısını nitelemek üzere yer alıyor.

“O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya’kub'u müjdeledik.

(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı (acuz), bu kocam da bir ihtiyar (şeyh) iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.”[29]

Hz. Lût’un karısı hakkında şöyle deniyor:

“(Ve sonra Lût şöyle dua etti:) “Ey Rabbim, beni ve ailemi bunların yapageldikleri (kötülüklerden) kurtar!”Bunun üzerine Biz de o'nu ve ailesini kurtardık; yalnızca geride kalmayı seçen bir kocakarı (acuz) bunun dışında kaldı.”[30]  

Bu geride kalmayı tercih eden yaşlı kadının hz. Lût’un karısı olduğunu diğer âyetlerden anlıyoruz.

“Bunun üzerine o'nu ve geride kalanlar arasında bulunan karısı dışında yandaşlarını kurtardık.”[31]

-Kehl kelimesiyle;

Kehl, saçına kırlık/aklık karışmış kimse. Kehl, kişin saçının ağarmaya başladığı dönemi ifade eder.[32]

Kehl;  tam ihtiyarlık manasına gelmese de yaşlığa doğru giden olgunluk yaşını anlatır. Kehl; gençlik çağı ile otuz yaş üzerini ayırdeden bir kelimedir. Kırkına ulaşmış ve henüz ihtiyarlığa ulaşmamış olgunluk yaşına ıtlak olunur. Kimilerine göre otuz ile elli bir yaş arasına kehl denir.[33]

Bu ifade Kur’an’da sadece İsa (as) hakkıda geçiyor: “(İsa) salihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara konuşacak.”[34] 

-Yaşlanmayı anlamak

Önce yaşlılığı, ihtiyar olmayı anlamak gerekir. Allah’ın yukarıdaki âyetlerde geçtiği gibi koyduğu yasa bu. Bütün insanlar biraraya gelseler, bütün imkanları seferber etseler bile bu gerçeği değiştiremezler.

İhtiyarlık iman eden açısından bir acı, elem, pişmanlık ve hüzün sebebi değil, tam tersine hayatın bir başka güzelliğidir. Mü’min iman üzere yaşadığı gençliğinin üzerine yaşlılığını bina eder. Sağlam temeller üzerine bine ettiği ömrünün sonunda güzelliklerle karşılaşır.

İhtiyarlık ölümün yaklaştığını da heber verir. Bu ise iman eden için felâket borusu değil, sevinç müjdesidir. Demek ki vuslat zamanı yaklaşıyor. Bu ayrılık yurdundaki gurbet bitiyor ve asıl vatana geri dönüş başlıyor. Ölüm ebedî hayata bir intikal, Sevgiliye kavuşma, C. Rûmî’nin dediği gibi- ‘şeb-i arus’ düğün gecesidir.

Yaşlılığı tevekkülle karşılamak Allah’ın iradesine, hükmüne, tasarruflarına rızadır. Allah’ın takdirinden razı olanın yüreğinde sevinç, yüzünde tebessüm, hayatında sakinlik, davranışlarında olgunluk vardır. Piri fani bir mü’min yaşlı ailesi ve çevresi için bir lütuftur. Zira o arkadan gelenler (ahfad) için yerine göre bir örnek, öğretmen, bilge, sembol, sığınak ve ilham kaynağı, aile için bir tutkal olur.

Yaşlanmak, hayatın fani olduğunu bir kez daha hatırlatır. Hem ihtiyarların kendileri, hem onlara bakanlar, hayatın faniliğini anlyabilirlerse, çok şey anlamış olurlar.

Yaşlı olmak her türlü faaliyetten emekliye ayrılmak, âtıl hale gelmek, bir köşeye çekilmek veya itilmek, çevreye yük olmak değil; her yaşı, her çağı, her günü meyvelendirmek için bir başka fırsattır. Geçmişteki hataları telafi etmek, eksiklikleri tamamlamak zamanıdır. Yaşlılık hayattan kopmak değil, hayatı ölüm için değerlendirme vaktidir. Yaşlılık uyanmak, kendine gelmek, hayatı yeniden değerlendirmek için bir imkandır.

Yaşlanmak bir açıdan elbette zor veya kendine ait zorlukları olan bir ömür kesiti. Ama hayatta hangi şey çok kolay ki? Her yaşın kendine göre zorlukları, ama bunun yanında kolaylıkları ve güzellikleri vardır. Peygamber (sav) bile yaşlılığın zorluğundan Allah’a sığınırdı.

Zeyd İbni Erkam’ın anlattığına göre o (sav) şöyle derdi:

Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım.

Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.[35]

Abdullah İbni Mes’ud (ra) diyor ki: Resulüllah (as) akşam olunca şu duayı okurdu: “Bizi ve mevcudatı akşama ulaştıran Allah’a hamdolsun. Mülkün sahibi olan ve övgüye yegane layık, Bir olan ve ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur. O her şeye kadirdir. Rabbim! Bu gecede ve sonrasında olacak hayrı Senden istiyorum. Bu gecede ve sonrasında olacak şerden de Sana sığınıyorum. Rabbim! Tembellikten ve yaşlılığın kötülüklerinden Sana sığınırım. Rabbim cehennemin her çeşit azabından ve kabirdeki her çeşit azaptan da Sana sığınırım.”[36]       

-Günümüzde yaşlıyı anlamak

Yaşlanmak herkes için mukadder ise, önce bu gerçek zihinlere nakşedilmeli. Sonra da “ben de günün birinde yaşlanacağım” diye düşünmeli. Yaşlılarla olan ilişkilerde empati yapmalı, “ben onun yerinde olsaydım, ya da günün birinde ben de öyle olacağım” diye bilmeli. Ve yaşlılara ona göre muamele etmeli.

Bir müslümanın evinde yaşlı varsa yüzünü buruşturma yerine sevinç çığlığı atmalı. Zira ihtiyarlar evlatlara, arkadan gelenlere Allah’ın lütfudur. Aynı zamanda bir deneme sebebidir. Cenneti kazanmaya bir imkandır. Şu hadiste söylendiği gibi:

Peygamber (sav) üç defa, “Yazıklar olsun o kimseye!..” dediğinde sahabeler; “Kimdir o? Ey Allah'ın Resulü” diye sordular. “Anne babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde Cenneti kazanamayan kimse.”[37]

Birisi dese ki “evde yaşlı annem (veya babam, dedem, ninem, amcam, halam) var”. Ona “sana müjdeler olsun. Demek ki senin cennetin yanında imiş” demek gerekir.

Yaşlıları ve yetimleri perişan, itilen, kakılan, sokağa terkedilmiş, posa veya artık sayılan toplum medeni toplum olamaz. Tıpkı evdeki yaşlısına iyi bakmayan kişinin iyi bir adam olmadığı gibi.

Anne babaya iyiliği emreden âyetler İslâmda yaşlılara karşı nasıl davranılması gerektiğinin ipuçlarını veriyor.

 “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”[38]

Şu âyet ise anne babaya saygının yanında diğer akrabalara da iyilik etmeyi emrediyor:

“Ve bir zaman, (ey) İsrailoğulları, (sizden) şu (konularda) kesin taahhüt almıştık: “Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz; akraba ve ebeveyninize, yetimlere ve fakirlere iyilik yapacaksınız; bütün insanlarla güzellikle konuşacaksınız...”[39]

Peygamberin sünnetinde anne-babaya, dede ve nineye, amca, hala, teyze, dayı, diğer akrabalara, büyüklere saygı gösterilmesi, iyilik edilmesi emrediliyor. Sıla-ı rahim farzı bir açıdan bu anlamda düşünülebilir. Akrabaya sıla yapmak onları ziyaret etmenin yanında onlara saygı gösterip ihtiyaçlarını güç nisbetinde karşılmak demektir.

Hayat şartları değişse de İslâmın müslümanlara getirdiği ölçüler, tavsiyeler ve değerler değişmez. Zira bunlarda fertler ve aileler için hayır ve saadet vardır.

Buradan şunu anlıyoruz: Kim ihtiyarlığında kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa şimdi yaşlılara öyle davransın. Unutulmasın ki çanağa doğrananlar kaşığa mutlaka gelecektir.

Nitekim Peygamber (sav) şöyle buyuıruyor: “Bir genç yaşından dolayı bir kimseye hürmet ederse, Allah (cc) da o yaşlanınca ona saygı göstercek kimseler nasip eder.”[40]

Peygamber (sav) yaşlılara saygı göstermeyi iman etmenin bir gereği saymaktadır. “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[41]

-Son söz

Yaşlıların kıymetini, günün birinde yaşlanacağını, yaşlanınca da bunu bir lütuf/ikram olduğunu bilenlere selâm olsun. Yaşlıların yeri de sokaklar, izbe köşeler, gözden ırak yerler, bakımevleri/huzurevleri değil; onların yakınlarının mü’min yüreği olmalı.

Bugün yaşlısına saygı ve ilgi gösteren, iyilik eden ona değil aslında kendi yaşlılığına iyilik ediyor demektir.

 Hüseyin K. Ece

[1] Hac 22/5

[2] Yasîn 36/68

[3] Mustafa İslamoğlu, Meal, 2/881

[4] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 636

[5] Bekara 2/266

[6] Heyet, Diyanet Vakfı Meali, s. 44

[7] Hıcr 15/51-54

[8] İbrahim 14/39

[9] Âli İmran 3/40. Benze ifadeler için bakınız: Meryem 19/8

[10] Meryem 19/4

[11] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 396

[12] en-Naal, Mevsuâtu’l-Elfâzı’l-Kur’an s: 440-441

[13] Buhârî, Rikak/5 (6420)

[14] Tirmizî, Tefsir/56 (3297)

[15] Meryem 19/4-7

[16] Rûm 30/54

[17] Müzemmil 73/17

[18] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı; 3/1201

[19] el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 282

[20] Nahl 16/70

[21] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı 2/543

[22] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 396

[23] en-Naal, Mevsuâtu’l-Elfâzı’l-Kur’an s: 442

[24] Kasas 28/23

[25] Hûd 11/72

[26] Yûsûf 12/78) 

[27] Mü’min 40/67

[28] R. el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 484

[29] Hûd 11/71-72. Bir benzeri: Zariyât 51/28-30)

[30] Şuarâ 26/171 Bir benzeri: Saffât 37/135

[31] A’raf 7/83. Ayrıca bakınız: Hud 11/81. Neml 27/57. Ankebut 29/32-33. Tahrim 66/10

[32] R. El-Isfehani, el-Müfredat, s: 665

[33] en-Naal, Mevsuâtu’l-Elfâzı’l-Kur’an s: 654

[34] Âli İmran 3/46. Ayrıca bakınız: Maide 5/110

[35] Müslim, Zikir/73 (6906)

[36] Müslim, Zikir/75 (2723). Tirmizî, Daavat/13, Ebu Dâvûd, Edeb 110, (5071)

[37] Müslim, Birr/ 9 (6510)

[38] İsra 17/23

[39] Bekara 2/83. Bir benzeri Nisa 4/36. En’am 6/151

[40] Tirmizî, Birr/75 (2022)

[41] Tirmizî, Birr/15 (1919-1921)