-      Zikir ibadeti ile ilgili sorular

Zikir ibadetinin ne kadar önemli olduğu Kur’an âyetlerinden ve hadislerden anlaşılıyor. Zikrin gerekçeleri ve sağladığı faydalı sonuçlar da bir hayli fazla.

 

Zikredenlerin elde edecekleri ecirler, manavi kazançlar, Allah katında hazırlanan dereceler, hayata yansıyan olumlu etkileri her açıdan dikkat çekici.

Tekrar hatırlamak gerekir ki zikreden ile zikretmeyen ölü ile diriye benzer. İkisi arasındaki farkı varın siz kıyaslayın.  

Evet bu durum açık da, bir anlamda imanın ortaya konulması ve Allah’a itaatın ifadesi olan zikir ibadeti nasıl yerine getirilecek?

Zikir ibadetiyle ilgili olarak şu sorular sorulabilir: 

* Hangi sözler, hangi ritüeller, hangi hareketler zikir sayılmaktadır?

* Zikrin özel bir şekli var mıdır?

* Bazı kesimler tarafından ‘gizli (hafî) mi- açık (cehrî) mı’, ‘toplu (cem’an) mu - tek başına (ferden) mı’ yapılmalı tartışması gerekli mi?

* İslâm’da, hangi davranışların ibadet olduğu ve bu ibadetlerin, hatta nafilelerin bile  nasıl yerine getirileceği belli değil mi?

* İbadetlerde bid’at olayını nasıl anlamalı? İbadetlere bulaşan ve zamanımızda oldukça yaygın olan bid’atleri nasıl temizlemeli?

* Peygamberin ve O’nun sahabelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatarak- kalkarak, bağırıp çağırarak, kendinden geçerek, vücuduna bir şeyler saplayarak, cezbe dedikleri trans haline gelerek bir zikir yapma şekli var mıdır?  

* Zikir, bir köşeye çekilip sadece zikir/tesbih sözlerini her gün belli bir miktarda tekrar etmek midir?

* Zikir bir üstadın/şeyhin/vekilin gözetiminde mi yapılmalı? Zikir ibadeti görevini illa bu sıfatları taşıyanlardan mı almalı?

* Zikri üstadlara, şeyhlere, ölmüşlere havale edip, onların da Allah’a götürmelerini beklemek nedir? Zikir esanasında şeyhleri, üstadları, ölmüşleri de birlikte anmak ne demektir? Böyle yapmanın zikirle, daha doğrusu İslâmdaki ibadet anlayışı ile bir ilgisi var mı?

* Peygamber (sav) insanların en çok zikredeni olduğu halde, niçin O’nun hayatında günümüzdeki zikir anlayışı yok? Yanlışlık acaba nerede?

* Zikirden maksat sayı tamamlamak mı, yoksa ne dediğinin farkında olmak mıdır?

* Zikir deyince niçin bazılarının aklına hemen ‘hû’ çekmek geliyor? Zikir ibadeti ‘hû’ çekmek midir?

* Gerçekten, zikir deyince niçin insanların aklına böyle şeyler geliyor?

 

 Zikrin hayata dönüşmesi:

Peygamber vahiy alır. Onu tebliğ eder, beyan eder ve uygulayarak örnek olur. Öyleki peygamber bir anlamda vahiy ahlâkı kazanır. Yürüyen vahiy olur. Sözüyle, amelleriyle, varlığıyla vahyin canlı örneği olur.

Buna hayatlaşmış vahiy dememiz mümkündür. 

         Tıpkı bunun gibi, bir mü’min, evrendeki sayısız âyetleri gördükçe veya Kur’an’daki âyetleri okudukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun kalbi ve organları Allah’ı anmaktan hiç uzak kalmaz.

O´nu Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın Rabliği ve ilâhlığı tekrar aklına gelir. Ulûhiyyeti ve Rubûbiyyetiyeniden düşünür. Allah’ın önündeki konumu aklına gelir.

Fakat bu hatırlayış, yalnızca zihinde bir beliriş veya dilde bir söz halinde olmaz. Bu anma (zikir) hisleri kuşatır, aklı çalıştırır, giderek bedeni kaplar ve sonunda organlarda amel olarak ortaya çıkar. Bu tıpkı acıkma duygusunun yemek yeme ile sona erdirilmesi gibidir.

Kur’an bu durumu şöyle beyan ediyor:

         “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal 8/2)

“Onlar ki, ne zaman Allah'tan söz edilse kalpleri saygı ve sakınmayla titrer; (onlar ki) başlarına gelen her türlü darlığa, sıkıntıya göğüs gererler; salâtta devamlı ve duyarlıdırlar; ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da harcarlar.” (Hacc, 22/35)

“Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır,

Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, [ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!” (Âli İmran, 3/190-191)

Bir başka âyette ise, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (Secde 32/15)

Kul, gücü yettiği kadar ibadet yapar, dili döndüğü kadar dua eder, Rabbini anar; Allah´tan (cc) ibadetlerinin karşılığını bekler.

Bilindiği gibi ilk insan, Rabbinin öğrettiği kelimelerle  Rabbini ‘tezekkür’ etmiş, unuttuğu ilâhî emri ve o ilâhı emre karşı işlediği hatayı hatırlayabilmişti. Sonra da hatayı hatırlamanın gereğini yapmış ve Rabbine yalvararak tevbe etmişti.

Zikrin belki de ilk insanla başlayan serüveni bu idi. Artık bundan sonra insan unutacak, Allah (cc) da ona hatırlatacak. Kul unutmaya devam edecek. Rabbi de ona hatırlatmaya devam edecek.

Allah (cc) kendini unutmayanlara ise hak ettikleri ecri ve sevabı verecekti.

Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’  olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhî belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini hayat uygulamak, O’nun çizdiği sınırları korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel, en önemli, en has zikir’dir.   

Herhangi bir ameli Kur’an emrettiği, Allah istediği için yapan müslüman zikrediyor demektir. Çünkü o ne yaptığının farkındadır. Rabbini hatırlayarak, O’nun emri olduğunun şuurunda olarak, Rabbinin vereceği karşılığı bekleyerek o işi yapar.

Bir ameli Allah emrettiği için, İslâm onu hoş gördüğü için, ya da Allah ondan razı olur diye düşünerek yapan müslüman Allah’ı zikrediyor demektir.

Yine bir müslüman herhangi bir kötü işi sadece Allah yasakladığı için, Rabbin rızasına uymadığı için veya Kur’an’da haram/kötü/yanlış denildiği için yapmıyorsa, bu işin farkında ise, zikrediyor demektir. Çünkü o bu hatayı Rabbini hatırladığı, Rabbinin hoşnut olmayacağını anladığı, ya da günah kazanacağını bildiği için terkeder.

Bu da Allah’ı anlamaktır, O’nu zikirdir.

Kur’an’ın uyarılarını ve Rabbinin âyetlerini idrak edenler Allah’ı zikretmenin gereğini yaparlar.

 

-      Zikir ibadetinin bir sonu yoktur.

Kur’an; “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzâb 33/41-42) buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emrediyor.

Zikir ibadeti sabah-akşam günün her saatini, saatinin her dakikasını kapsayabilir. Zira müslümanın yerine getirdiği bütün ibadetler birer zikirdir. Allah rızası için yaptığı her iş, her eylem (amel) salih ameldir ve her salih amel de bir zikirdir.

Mü’min, Rabbini ne kadar anarsa ansın, hangi zikir ifadesiyle hatırlarsa  hatırlasın; bu, onun için fazilettir. Ona sevap kazandıracak salih ameldir.

Müslüman için “o yürüyen zâkirdir” dense yanlış olmaz.

Müslüman ayakta, canlı, hayatın içinde yürüyen bir zikir ehlidir. Zira zâkir Allah’ı çok zikreden demektir. Tıpkı imanın verdiği şuur ve terbiye ile ‘emîn’ olan mü’min, imanın isbatı olan doğruluk ve dürüstlükle yetişen sıdîk/sâdık, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden muttaki gibi.

Zikir, aynı zamanda Allah’a itaattir. Hem emrin hem nehyin (yasağın) farkında olmaktır.

Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. Bu da ya kalple, ya bedenle veya dille olur.

Mü’min, kalbine Allah sevgisini ve korkusunu koyar, O’nu kalpte devamlı hatırlar ve âyetlerini düşünürse; bu, kalp ile zikir olur.

Mü’min, bol bol dua eder, Rabbini anarak O’ndan ister. Rabbinin Esması’nı zikreder ve onlarla halini Rabbine arzeder. Neye ihtiyacı varsa, ihtiyacı ile ilgili Esma’yı anar, onunla Allah’tan yardım ister. Bütün bunlar onun için zikirdir. Ne zaman olursa olsun farketmez. Günde kaç defa olmasını da işin rengini değiştirmez.

Müslüman, Allah’ı hatıra getirecek –Peygamber’den nakledilen- zikir sözlerini söyler ve  Allah’ın âyetlerini konuşursa, onların üzerinde düşünürse (tefekkür ederse), Kur’an’ı kıraat ederse (düşünerek okursa); bu da dil ile zikir olur.

Müslüman, günlük ibadetlerini ihlasla yapar, Allah yolunda bedenle çalışır, çaba gösterir, sevap işlere, insanların faydasına olan işlere koşturur, bunları yaparken Rabbinin rızasını düşünürse; bu da bedenle zikir olur.

Tabii o ne yaptığının farkındadır. İbadetini yaparken Allah’ı anar, O’nun azametini hep zihninde tutar. İbadet yaparsa elde edeceği mükâfatları, ibadetten uzak olursa kaybedeceği şeyleri hesaba katar.

Kalbin zikri, kalbin Allah’ı ve O’nunla ilgili şeyleri hatırlaması; aklşın uyanmasına, bedenin Allah’ı zikretmesine yol açar. Bedenin ‘zikir hali’ üzerinde olmasını sağlar. Böyle  davranan bir mü’min; Allah’ın insanlara inzal ettiği (indirdiği) ‘Eşsiz Zikr’i olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya başlar, ona teslim olur, ona iman eder. Sonra da onun ilkeleri doğrultusunda salih amel işlemeye başlar.

Böylece insan unutkan olmaktan çıkar, yakîn (kesin) iman sahibi olur.

İşte bu makam kul için ‘zikir’ makamıdır.

 

-      Zikir ibadeti nasıl yerine getirilir?

Allah’ı hatırlatan her amel, her söz, her tefekkür, her ibadet gayreti, her çaba ve yürüyüş, her zihnî veya kalbî faaliyet ‘zikir’dir.

Zikirden maksat şu kadar zikir cümlesini durmadan tekrar etmek midir, yoksa Rabbini her an bir şekilde hatırlamak, anmak, unutmamak veya Allah’ın her an kandisiyle birlikte olduğunun, kendisini murakabe ettiğinin farkında olmak mıdır?

Zikirden amaç belli zamanlarda, belirli bir şekilde, belirli zikir cümlelerini açık veya gizli, fert fert veya toplu olarak, biraz da koro halinde tekrar etmek midir, yoksa Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmek, yapılan her ameli Hak razı olsun diye yapmak, her amelin hesabı mutlaka vereceğim şuuruyla düzgün hareket etmek, Allah’ı hiç unutmamak mıdır? Allah’ı unutmamak için de diliyle, aklıyla, kalbiyle, bedeniyle Allah’ı anmak mıdır?

Zikir bir tören midir, bir ibadet midir? Zikir, hayattan kopuk bir şey midir, yoksa hayatın içinde bir şey midir? Ya da hayatı zikir şuuruyla, yani Allah’la birlikte yaşamak, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmek bilinci midir?

İslamî hayat, yaşantıdan kopuk, belli bir zamana, belli bir mekana, bir köşeye ait, özel usûllerle ve şekillerle yaşanılan bir şey midir, yoksa hayatın tabii seyrinde, insanlarla birlikte, dünya işleriyle birlikte adam gibi yaşamak, iyi insan olmak, Allah’ın razı olacağı şekilde davranmak mıdır?

Zikir ibadeti, hayatı durdurup, bir kenara çekilip belli zamanlarda hususi olarak yerine getirilen rutin bir âyin midir? Yoksa gece gündüz, her yerde, hayatın her alanında takva ile, yani Allah’a karşı sorumluluk bilinciye hareket etmek midir?

Dil veya kalp ile yapılan zikirlerde esas olan sayı, yani zikir/tesbih cümlelerini günde bilmem şu kadar şeklinde sayılarla tamamlamak olmaması gerekir. Bilakis zikir, ne dediğinin farkında olmaktır.

Kişi eline tesbihi alıp yüzlerce defa elektronik aparat gibi zikir cümlelerini tekrar eder de, ama neyi niçin dediğinin farkında değilse, buna zikir ibadeti denilebilir mi?

Rasûlüllah’ın ibadet hayatı meydandadır. Meydanda olması gerekiyordu, zira O ümmetin örneğidir. Bu ümmet imanı da, ahlâkı da, ibadeti de O’ndan öğrenebilir.

Bir amelin ibadet olabilmesi için üç önemli şart vardır. 

-Şârinin (şeriat koyucunun) emretmesi veya tavsiye etmesi gerekiyor

İbadetler ya Kur’an’la ya da sahih sünnetle emredilir veya tavsiye edilir. 

-Peygamber tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması,

            Peygamber ibadetlerin nasıl yerine getirileceğini kendisi bizzat uygulayarak ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

-İhlasla yapılmış olması; İbadetler sadece Allah rızası için yapılır.

Bu üç şartı taşıyan ameller ibadet sayılır, müslümana sevap kazandırır, bunlarla kulluk görevini yerine getirmiş olur.

Kur’an’da veya Sünnet’te olmayan, sonradan ibadet adıyla ortaya çıkan uygulamalara din dilinde bid’at denilir.

Zikir ibadeti de bu ölçüye dahildir. Peygamber (sav) bu ümmete nasıl ve hangi sözlerle Allah’ı tesbih edileceğini, nasıl dua edileceğini, zikir ibadetini nasıl yerine getireleceğini öğretmiştir. Hadis kaynaklarına baktığımız zaman Rasûlüllah’ın tesbihatlarını da, zikir cümlelerini de, Rabbini başka hangi vasıtalarla, ne zaman ve nerelerde andığını, nasıl ve hangi ifadelerle dua ettiği görürüz.

Dolaysıyla zikir ibadeti de diğerleri gibi Rasûlüllah’ın (sav) yapıp öğrettiği gibi yerine getirilir.

 

-      Zikir olan ibadetler :

Zikir ibadeti aşağıdaki ameller işlenerek ifa edilir. Ya da bunlar zikrin bizzat kendisidir.

Bu ibadetleri yerine getirenler âbid (ibadet eden) oldukları gibi, aynı zamanda zâkir’dirler (zikredendirler).

 

  • Kur’an okumakla;

Müslüman Kur’an okur,  onun âyetleri üzerinde tefekkür ve tedebbür eder (anlamaya çalışır). Sonra kâinata bakar ve  Allah’ın oradaki sayısız âyetlerini düşünür. O âyetlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın büyüklüğünü, O’nun kâinat ve insanla ilişkisini, tasarruflarını, hâkimiyetini, ebediliğini aklına getirir. Arkasından da kendi faniliğini, ölümü ve ölüm ötesini hatırlar. Kıyamet sahneleri gözünün önünde canlanır, Cenneti ve Cehennemi düşünür. Oradaki yalnızlığı, yardımcısız ve dostsuz kalmayı, Hesabın çetin oluşunu anar. Sonsuz kurtuluşun ve ebedí saadetin nasıl kazanılacaığını hesap eder.

Bütün bunları düşünmek, hatırlamak, tefekkür etmek zikirdir.

Öyleyse Kur’an okumak, Kur’an’ı öğrenmeye ve anlamaya çalışmak en büyük zikirdir.

İster hatim şeklinde, ister sûre sûre, ayet âyet; her şekilde olursa olsun Kur’an okuyan zikretmiş olur.

Müslüman, ibadetlerinde, ayakta iken, otururken, hatta yatarken ezbere veya yüzüne, bildiği kadar Allah’ın kelâmını okur, manaları üzerinde tefekkür ederse zikretmiş olur.

Allah’ı çokça zikretmek isteyenler, bol bol Kur’an okumalı, üzerinde tefekkür etmeli.

 

  • Besmele söylemekle;

Müslüman, her meşru işe besmele ile başlar. Her işini Allah (cc) adıyla yapmaya, Allah’tan izin isteyerek, ya da Allah’ın yardımını bekleyerek yapar. Böylece Rabbini anmış, Rabbini unutmamış olur.

Her gün her işine besmele ile başlayan bir müslüman Allah’ın sayısız zikretmiş olur.

Allah’ı zikretmek isteyenler bütün işlerine besmele ile başlasınlar. Çocuklarına besmele öğretsinler. Besmele ile ne demek istediklerinin bilincinde olsunlar.

Çünkü besmelede şu beş önemli unsur vardır:

1-Besmele, Allah’tan izin istemedir.  O (cc) insanın yaratıcısı, sahibi ve yaratıcısı kabul eden; bir şey yapacağı zaman O’ndan izin ister. Eğer insan Allah’a aitse, eğer O (cc) her hayata müdahele ediyorsa, eğer O’nun hümranlığının dışında başka bir alan yoksa; yani mü’min böyleinanıyorsa, bir iş yapmak istediği zaman O’ndan izin alır. Ya da O’nun izin verdiği işleri yapmaya dikkat eder.

Onun için haram işlere besmele ile başlamak inkârcılık gibidir. Allah’ın yasağına Allah’ın adıyla başlamak haddini bilmezliğin zirvesidir.

2-Besmele, iman ikrarıdır. Müslüman, başka din mensuplarının ilâhların adıyla değil, âlemlerin Rabbi Allah’ın adıyla başlar işine. Adıyla başladığı Alşlah Rahman ve Rahimdir. Birdir ve ortağı yoktur. Her şeye gücü yeten, her şeyi bilendir. Dilediğine dilediği yardım eden, dilediğine sonsuz bağışta bulunandır.

Besmeleyi söyleyen zımnen bütün bunları da hatırlamış olur. Bu da bir tecdid-i imandır (iman yenilemedir).

3-Besmele, Allah’tan yardım istemedir. İnsan fani olduğu gibi, gücü de fanidir ve sınırlıdır. Allah ona güç vermezse o ne yapabilir ki? Allah ona vermezse onun neyi olabilir ki?

Besmele tıpkı “Lâ havle velâ kuvvete illa billahil-Aliyyi’l-azîm/Şüphesiz Azîm ve Âli olan Allah’tan başka çekip çeviren ve güç sahibi yoktur” demek gibidir. Buna iman eden müslüman, her şeyi çekip çeviren, sozsuz güç ve kuvvet sahibi olan Allah’tan işini görmek üzere bir miktar güç ister.

Besmele söyleyen kişi, “Ya rabbi bu işi yapmak üzere senden izin istiyorum , bana bunu hayırlı kıl ve yapmamda bana yardım et, güç ve kubvvet ver ki başarayım” demiş olur.

4-Besmele, Allah’ı zikirdir.  Bismillahirrahmanırrahîm diyen her mü’min Rabbini zikrediyor demektir. Çünkü her işine O’nun mübarek adıyla başlamaktadır.

5-Besmele, aynı zamanda tesbihtir. Yani Allah’ı noksan sıfatlardan uzak tutmaktır. Allah olan sadece O’dur, O Rahman’sır ve Rahim’dir. Yani hiç bir varlıkta olmayan isimler ve sıfatlar O’nundur. Bu sıfatları başkasına vermek, ya da O’nu bu sıfatların dışında bir şeyle vasıflandırmak İslâm inancına aykırıdır.

Bu demektir besmele söyleyen her mü’min Allah’ı tesbih ediyor demektir. Her tesbih de elbette zikirdir.

 

  • Zikir Cümleleri ile;

Müslüman zaman zaman;

 “el-hamdu li’llah,

Allahu ekber,

Lâilâhe illallah,

Lâ ilâhe illallah, Muhammedu’r-Rasûlullah,

Velâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-azîm,

Eşhadü en lâ ilâhe illah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûlühu,

Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr,

 Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in kadîr,

Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, Allahu ekber tekbira, ve’l-hamdülillahi kesîra, ve sübhâne’llahi Rabbi’l-âlemîn, Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi’l-azîm,

Allahu ekber tekbira, velhamdülillahi kesîra, sübhânellahi bükraten ve asîlâ, Lâ ilâllahu vahdeh, sadaka va’deh ve nasara abdeh ve eazze cündeh ve hezeme’l-ahzâbe vahdeh, lâilâhe illallah, Lâ na’bude iyyâhu, velev kerihe’l-kâfirûn,

Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl,

Eûzü billahimine’ş-şeytânırracîm,

İn-şâallah,

Mâ-şâallah,

Tesbihât (Tesbih başlığına bakınız)

Sübhânelleh, vel-hamdü lillah, velâ ilâhe illallah, vallahu ekber,

Tevbe estağfirullah”

Allahu ekber adede ma haleka fi’s-semâî, Allahu ekber adede ma haleka fi’l-arz, Allahu ekber adede ma beyne zâlike, Allahu ekber adede ma hüve hâlikûn.

Elhamdüli’llahi adede ma haleka fi’s-semâî, Elhamdüli’llahi adede ma haleka fi’l-arz, Elhamdüli’llahi adede ma beyne zâlike, Elhamdüli’llahi adede ma hüve hâlikûn.

Lâ ilâhe illallahu adede ma haleka fi’s-semâî, Lâ ilâhe illallahu adede ma haleka fi’l-arz, Lâ ilâhe illallahu adede ma beyne zâlike, Lâ ilâhe illallahu adede ma hüve hâlikûn.

Lâ havle velâ kuvvete  adede ma haleka fi’s-semâî, Lâ havle velâ kuvvete adede ma haleka fi’l-arz, Lâ havle velâ kuvvete adede ma beyne zâlike, Lâ havle velâ kuvvete adede ma hüve hâlikûn.

Teşrik tekbiri: Allahu ekber Allahu ekber lâilâhe illallahu vallahu ekber ve li’llahi’l hamd”

ve benzeri zikir cümlelerini aklına geldikçe, bir defa veya daha çok, bazılarını da Peygamberimizin öğrettiği gibi belli sayıda söyleyebilir.

Mesela; Ebu Eyyûbi’l Ensârî’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kim, on defa “Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh, ve lehu’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr” derse İsmail evlatlarından bir kişiyi azat etmiş gibi sevap alır.” (Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)

Hatta ezanın kendisi bile bir zikirdir. Okuyan da, dinleyen de Allah’ı zikretmiş olur. Tabi ne denildiğinin farkında olarak.

Bunları veya diğer zikir ifadelerinin hepsi zikirdir.  Bunun her gün belli sayıda olması da gerekmez. Ya da illa birileri tarafından görev olarak verilmesi veya birlikte yapılması da şart değildir.

Zaten Allah (cc) kendisini çok zikretmemizi ve O’nu her zaman tesbih etmemizi emrediyor.

Şüphesiz Allah’ı (cc) hatırlatan her eylem, her söz, her tesbih, her tahmid, her tehlil, her istiğfar, her teheccüd, her tefekkür, her istihâre, her istiâze, her teabbud zikirdir. Tek yapılsın, toplu yapılsın, açık veya gizli yapılsın, inşaallah Allah katında değeri vardır.

Lakin buradaki sorun; zikrin sadece böyle olduğunun zannedilmesi, ya da zikir ibadetini icra ederken Peygamberin Sünnetinin dışına çıkıp bid’atlere bulaşmaktır. Buradaki problem din adına olmayacak âdetler uydurmak, acaip, garip, ibadetle ilgili olmayan şekillerdeki seansları zikir ibadeti sanmaktır. İslâm şiddetle yasakladığı halde ibadette Allah ile kendi arasına aracı koyma tehlikesidir. Bazı ibadetlerin aracısız yapılamayacağının zannadilmesidir. Ya da bazı ibadetlerin fanilerden bazı kimseler sayesinde daha makbul olacağının, kabul edileceğinin sanılmasıdır.

Müslüman meşru araçları kullanarak, Peygamberinin öğrettiği gibi her an Rabbini hatırlar, O’nu hiç aklından çıkarmaz. O’nun adını, azametini, kahrını ve gücünü, ni’met verici oluşunu ve insana olan sevgisini, merhametini ve affını hatırına getirir.

Bütün bu hatırlamaların tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar.

İşte bütün bunlar Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır.