-        Kıssa ne demektir?

Kıssa kelimesi ‘kassa’ fiilinin masdarıdır ve bir kimsenin izini sürüp ardı sıra gitmek, bir kimseye sözü veya bir haberi açıklamak, bir şeyi anlatmak veya hikâye etmek demektir. (Rağıb el-İsfehâni, el-Müfredât, s: 610.  İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 12/120. Mu’cemu’l Vasît,  2/739)

 

Kıssa (çoğulu kusas veya kasas)  ise bir kimse yahut bir şeye ait ha­diselerin adım adım, nokta nokta takip edilerek anlatılması/hikâye edilmesi ve bu niteliği taşıyan hikâye anlamına gelir. (M. El-Kattân, Ulûmu’l –Kur’an, s: 300. İ. Şengül, Kur’an Kıssaları Üzerine, s: 48)

Kur'an’da ‘kıssa’ kelimesi geçmez. An­cak isim olarak ‘hikâye’, masdar olarak da ‘hikâye etmek’ anlamında ‘kasas’ (Âl-i İmrân 3/62. A'râf 7/176. Yûsuf 12/3. Kasas 28/25) ve aynı kökten türeyen fiil­ler kullanılır.

‘Kassa’ fiili iki yerde (Kehf 18/64. Kasas 28/11) bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek, diğer bir çok yer­de ise peygamberlerin hikâyelerini an­latmak, haber nakletmek, hakkı, âyeti, rü’yayı açıklamak, anlatmak gibi anlamlarda kullanılıyor (Nisâ 4/164. En'âm 6/57, I 30. A'râf  7/7, 35, 101. Hûd 11/100, 120. Yûsuf 12/35. ve diğerleri.)

 

-        Kıssa hikâye/öykü müdür

Kur’an, insanın geçmişinde olan, fiilen gerçekleşen olaylardan kendi amacına uygun örnekler veriyor. Bu bakımdan Kur’an’ın anlattığı olaylara hikâye/öykü değil ‘kıssa’ denilir. Bunun ince bir anlamı vardır. Her iki kelimenin sözlük manalarına bakılırsa niçin ‘kıssa’ kavramının tercih edildiği daha iyi anlaşılır.                                                                                                                                                   

‘Hikâye/öykü’, ister gerçekleşmiş, isterse hayal olsun, anlatılan veya yazılan şeydir. (el-Mu’cemu’l Vasît, 1/190. Türkçe Sözlük,TDK, Kurul,  1/645. Dr. İdris Şengül, age. s: 48)

Ke­limenin bu etimolojik anlamı, kıssa türü hikâyede olayın adım adım izlenecek nite­likte önemli ve ilginç olmasıyla doğru ve gerçekçi olması niteliklerini ön plana çıka­rır. Kıssanın hikâyeden farkı da bu nitelik­leri dolayısıyladır. Çünkü asıl anlamı ‘na­kil’ olan hikâye gerçekçi-hayalî, önemli-önemsiz başkalarına aktarılıp anlatabilecek her tür olayı kapsar. (İ. Şengül, DİA, Kıssa mad. 25/498)

Buna göre kelimenin türediği ‘kassa’ fiili, olayları adım adım izleyerek noktası noktasına bildirmek, haber vermek demektir. (S. Yıldırım, Kur’an İlimlerine  Giriş, s: 105)

Kur'an'da yer alan kıssalar için hikâye kelimesinin kul­lanılmaması da bu ayırıma dayanır. Zira Kur'an kıssaları ibret alınacak olan, tari­hî doğruluk ve gerçeklik niteliği taşıyan olaylardır.

Kıssada hem olayları olduğu gibi anlatmak yöntemi vardır, hem de bir ders ve ibret verme amacı vardır. Bunun için Kur’an, kendi anlattığı olaylara ‘kıssa-kasas’ demektedir ve bunu daha çok haber anlamında kullanmaktadır. (Yusuf 12/3. Âli İmran 3/62. A’raf 7/176.  Kasas 28/25)

 

-        Kur’an kıssaları

Bütün insanlığa çağlar boyu hidayet rehberi, yani onlara en doğru yolu göstermek üzere gelen  Kur’an, bu hedef doğrultusunda  yer yer kıssalar anlatmaktadır. İnsanlık tarihinden ibret verici olaylar, sahneler ve örnekler sunmaktadır. İnsanlığın geçmişinde olanların bir kısmını, en üstün bir sanat yöntemi, en özlü ve yeteri kadar  gündeme getirmekte, kendisine muhatap olanların önüne koymaktadır.

Bununla Kur’an geçmişi en etkileyici, en uyarıcı, en ısındırıcı bir dille anlatarak, insanın geleceğini kurmasını istiyor. İnsanı düşünmeye, anlamaya, ibret almaya, inanmaya ve güzel davranmaya davet ediyor. Muhatapları geçmişte yaşanmış hataları aynen tekrar etmemeye, doğruları da kendi zamanına taşımalarını öğütlüyor.

Kıssalar, Kur’an’ın asıl gayesini gerçekleştirme araçlarından birisidir. Onun asıl amacı, insanlara doğru yolu göstermek, Allah’ı ve O’nun hükümlerini haber vermek, insanlara ‘hakikati’ duyurmaktır. Kıssalar anlatılırken, yalnızca olay anlatılmaz ve yalnızca sanat amacı güdülmez. Bununla beraber olayın akışı içerisinde sürekli mesaj verilir ve kıssa okuyucuları etkileyecek tarzda en güzel edebî sanat örnekleri halinde anlatılır. Kur’an, bu bağlamda dinî gaye ile edebî gayeyi birleştirir ve insan ruhuna sanatın güzellikleriyle hitap eder. Kıssaların bu sanatsal özelliklerini muhatabı, o kıssalardaki fikri idrak etmeye hazırlar. Fikirler çoğu zaman duygu ölçüleri içerisinde verilir. Şüphesiz bu daha etkileyici bir yöntemdir. (S. Yıldırım, age. s: 106)

Kur’an kıssaları, çeşitli konu ve münasebetlerle ilgili olarak anlatılır. Kıssanın anlatım yerini, anlatılan kısmını, anlatım biçimini bu kıssanın anlatılmasına gerekçe oluşturan münasebet belirler.

Mahiyetleri itibariyle Kur'an kıssaları üçe ayrılır:

1. Peygamber kıssaları. Bu kıssalar peygamberlerin davetlerini, Allah’ın onları desteklemelerini, inkârcıların buna karşı tutumlarını, davetin merhalelerini, mü’minlerin kavuştukları güzel sonuçları, bazı azgın kavimleri çarptırıldıkları cezaları anlatırlar. 

2. Gaybî kıssalar. Âdem'in yaratılışı, kıyamet sahneleri, âhiret, cen­net, cehennem, buralara girecek olanla­rın durumu ve haberleri olup ibret için kıssa formunda anlatılmıştır.

3. Kur'an'ın nüzulü sırasında meydana gelen olaylar. Kur'an'da bu olaylar da kıssa formunda anlatılmıştır. Bedir ve Uhud gazveleri, hicret. Ahzâb,Tebük sefer­leri, münafıkların faaliyetleri, Bey'atü’r-rıdvân ve Hudeybiye Antlaş­ması gibi. (M. El-Kattan, Ulumu’l-Kur’an, s: 301. İ. Şengül, DİA, Kıssa mad. 25/499)

 

-        Kur’an kıssalarının tarihî gerçekliği

Özellikle bazı batılı araştırmacılar, Kur’an kıssalarının Tevrat ve İncil’den alınmış olduğunu iddia etmektedirler. Onlara göre, Hz. Muhammed (sav) bir yolla bu kıssaları Kitab-ı Mukaddes’ten almış, kimisini kısaltmış, kimisine ilavede bulunmuş, kimisini de değiştirerek Kur’an’ın farklı yerlerine koymuştur. Bazılarına göre Hz. Muhammed’in bilinçaltı Kur’an’ın oluşumunda pay sahibidir. Bu iddianın en önemli sebebi Kur’an’ı da Kitab-ı Mukaddes seviyesine indirmek, onun için geliştirdikleri tenkit yönteminin aynısını Kur’an için gündeme getirmektir. (İ. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s: 172, S. Şimşek, K. Kıssalarına Giriş, s: 11. İgnaz Goldziher, İslâm Tefsir Ekolleri, çev. M. İslâmoğlu, s: 105. Ş. Demir, Mitoloji Kur’an Kıssaları, s: 79-90)

Kur’an ümmi (kitabî bilgisi olmayan) bir kimseye mu’cize olarak indi. O Peygamber kendisine inzal edilen kıssalara ne şahit oldu, ne de onları başka bir kitaptan okudu.  (M. Ebu Zehra, el-Mu’cizetu’l-Kübra, s: 170)

Üstelik Tevrat VIII. yüzyılda, İncil ise en erken IX. yüzyılda Arapça'ya çevrilmiştir. Ger­çekte vahiy menşeli olmaları sebebiyle bu üç kitapta genellikle aynı kıssalar yer al­makla birlikte temel vurgu, muhteva ve üslûp bakımından Kur'an kıssaları onlar­dan çok farklıdır. Çünkü Tevrat kıssala­rında ana tema yahudilerin Tanrı'nın se­çilmiş kavmi olduğu düşüncesidir. Onda tarihî olaylar ayrıntılarıyla ve yavan bir üs­lûpla dile getirilmiştir. Tevrat hikayelerinde Tanrı’ının bazı olaydan pişmanlık duyduğu, bazı peygamberlere yakışmayan sıfatlara ve mitolojik unsurlara yer verildiği görülür. İncil’de ise teslis (üçlü tanrı) inancı, İsa’nın çarmıha gerildiği gibi iddilar yer alır. Bütün bunlar Kur’an’la ve Tevhid inancıyla çelişir.

Kur'an kıssalarında tarihî bilgiler ön plan­da değildir. Şahıslar, zaman ve mekân gi­bi ayrıntılara girilmez; kıssanın mesaj ve ibret yönü önemsenir. Kıssalara canlı bir tas­vir ve temsil üslûbu hâkimdir. Bununla bir­likte Tevrat ve İncil'de Kur'an verileriyle örtüşen, tahrife uğramamış bilgiler de mevcuttur. (İ. Şengül, DİA Kıssa mad. 25/500)

Üstelik Kur’an’ın korunma altına alınmasıyla ilgili teknik çalışmalar ile Kitab-ı Mukaddesin sonraki nesillere intikali konusundaki bilgiler arasında farklılık bulunmaktadır.

İslâm dünyasından bazı bilginler de bu kıssaların hayalî ve uydurma olduklarını, tarihte yaşanmadığını ve edebî nitelik taşıdıklarını, temsili hikâyeye ve fabl’e benzediklerini iddia etmişlerdir. (İ. Şengül, Kur’an Kıssaları Üzerine, s: 123, 130-135. S. Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, s: 50-63. M. Demirci, Tefsir Usulü, s: 227)

Mesela, M. Ahmed Halefullah'ın el-Fennü'1-Kasasi fi'l-Kur'ân (Kahire 1947. Bu kitap Kur’an’da Anlatım Sanatı adıyla Şaban Karataş tarafından Türkçe’ye çevrildi. Ankara 2002) adlı dok­tora tezinde Kur'an kıssalarında mükemmel bir edebî kurgu ile psiko-sosyal boyutun ön planda olduğunu, bu sebep­le kıssaların tarihî gerçekliğinin bu bağ­lamda önemi olmadığını, Kur’an’ın muhatap aldığı toplumun sahip olduğu rivayetleri malzeme olarak kullandığını  (İ. Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s: 172. M. el-Kattan, age. s: 303), doğru veya yanlış olması, hatta halk arasında yaygın şekliy­le zikredilmiş bulunmasının mümkün ol­duğunu iddia etmişti. (Bu tez Aynuş-Şems Üniversitesin’de reddedildiği gibi olay parlamentoya  aksetmiş ve bu yüzden tezi yöneten hoca Emîn el-Hûlî ve hazırlayan kişi üniversi­teden uzaklaştırılmıştı. Bu tez aleyhine kampanyalar başlatılmış, o günün iletişim imkanları kullanılarak kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış. Bak. K. Anlatım Sanatı; Sunuş, s. 18. Halefullah iddia­larını kısmen yumuşattıktan sonra ese­rini C. Abdünnâsır zamanında bastırabilmiştir. (İ. Şengül, DİA Kıssa mad. 25/501)

Yine Taha Hüseyin’in 1927 yılında Kahira’de yayınlanan Cahiliye Şiiri (Şi’ru’l-Cahili) adlı kitabı, her ne kadar cahiliye şiiri diye rivayet edilen metinlerin şüpheli olduğunu isbatlamak üzere yazıldığı gibi görünse de, hem çalışmanın dayandığı veriler, hem de takip edilen metod, İslâmın dayandığı esaslara yönelik ve onları derinden sarsacak yorumlara yer vermektedir. Mesela ona göre Tevrat’ta ve Kur’an’da yer alan  İbrahim ve İsmail ile ilgili pasajlar, onların tarihsel gerçekliğini isbat etmeye yetmez. T. Hüseyin, bu habere ve Kâbe’nin onlar tarafından yapıldığı kanaatine 7. Yüzyılda Kuryeş’in kabul etmeye hazır olduğu bir mitoloji demektedir. (Ş. Karataş, Kur’an’da Anlatım Sanatı, Sunuş, s: 16)

M. A. Halefullah’ın iddiası bir çok açıdan tutarsızdır. Kur’an, anlattığı kıssalar hakkında inkârcıların söylediği “evvelkilerin masalları” iftirasını, hem de Kur’an’ın hz. Muhammed’e başkaları tarafından yazdırıldı iddiasını reddediyor.  (Furkan 25/5-6. Nahl 16/24-25) Ayrıca Kur’an kıssalarını gaybî haberler olduğunu ve Hz. Muhammed’in o esnada orada bulunmadığını söylüyor. (Âli İmran, 3/44. Yusuf 12/102) Eğer Kur’an kıssaları gerçek olmasaydı bir başkasının onlara şahit olmasını ne anlamı olabilir ki? (M. Ebu Zehra, el-Mu’cizetu’l-Kübra, s: 169)

Bazı kıssalara ‘bil-hak-gerçek’ (Kehf 18/13) kelimesiyle başlanılması onların gerçek olaylar olduğunu gösterir. (S. Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, s: 253. M. Demirci, age, s: 229-230)

Müslümanlara göre Kur’an’ın anlattığı kıssalar tarihte fiilen olmuş olaylardır. Sözü kuvvetlendirmek, ya da sanatsal amaçlara ulaşmak için de anlatılmamışlardır. Kur’an; bir hükümdür, hak ile batılın arasını  ayırdeden bir kitaptır ve asla bir şaka, bir oyuncak, ya da oyalayıcı bir şey değildir. (Târık 86/13-14)

Bunun için o, tarihte olmuş bazı olayları, kendi hedefi çerçevesinde, kendi üslûbu ve lazım olduğu kadar anlatmaktadır. Onun anlattığı şeyler sıradan bir hikâye/öykü değildir. Pratik hayatta karşılığı olan, yaşanmış ve tecrübe edilmiş, zamanlar boyunca da tekrarlanması mümkün olan şeylerdir.

Kur’an’ın kendi ifadeleri bu anlatılan kıssaların gerçek olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’an boş işlerle (abesle) uğraşmaz. Kur’an’ın üslûbu, insanların ortaya koydukları eserlere benzemediği gibi, hedefi, maksadı, anlattığı konular da apayrıdır. Kur’an, anlattığı kıssalarla ilgili olarak diyor ki:

“Andolsun, onların kıssalarında kavrayış yeteneği olanlar (sağlam akıl sahipleri) için ibretler vardır (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, her şeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklanması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (Yusuf 12/111)

“Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız...” (Kehf 18/13. Ayrıca bak. Kasas 28/3. Hac 22/62. Fatır 33/31. Maide 5/48)

Kur’an Allah’ın kelâmıdır ve o içinde tarihen gerçek olmayan sanatsal tasvirlerden uzaktır. Ama onda seçkin lafızlar, parlak bir anlatım tarzı, etkileyici bir üslüp, söz güzelliği de vardır. Halefullah gibiler, edebiyattaki hikâye sanatından etkilenmiş olmalılar ki, Kur’an kıssalarıyla insanların yazdığı edebî hikâyeleri kıyaslamıştır. Halbuki Kur’an öykücülerin zannettiği gibi bir hikâye kitabı değildir. Faziletli insanlar bile yalan söylemekten, hayali şeylerle insanları oyalamaktan sakınırken, nasıl olur da Âlemlerin Rabbi Allah hayali şeylerle kullarını meşgul eder? 

İnsanların kutsal kitaplar dışında bir takım kaynaklardan ve kazılardan ettikleri bazı bilgiler, Kur’an kıssalarının tarihî gerçekliğini anlamaya yardımcı olmaktadır. İnsanlığın yüzyıllar boyunca biriktirdiği bilgi ve ibret alma tecrübesi de bu olayları doğrular niteliktedir. Nitekim son dönemlerde yapılan bir çok arkeolojik kazılar, bilimsel keşifler ve araştırmalar bu konuda yeni ufuklar açısı özelliktedir. (İ. Şengül, age, s:109-127)

Kur’an’ın gerek örnek modeller sunma açısından, gerek tebliğ ve davet metodu açısından kıssalar maksada uygundur. Kur’an, sırf anlatım güzelliği olsun diye hayali olaylar anlatmaz. Ya da konuyu süslemek için sanatsal yakıştırmalarla uğraşmaz. Kur’an kıssalarında hayatın ve varlığın realitesi vardır. Okuyucu bu kıssalarda çok açık somutlukla karşılaşır. (S. Kutub, fi-Zilâli’l Kur’an, 1/55

Hz. Musa (as)nın firavunla olan mücadelesi, israiloğullarıyla ilişkisi bu açıdan tipik bir örnektir. Musa (as) kıssasında Kur’an’ın bütün hedeflerini bulmak mümkündür. Eğer bu kıssa yaşanmamış bir olay olsaydı etkisi şüphesiz sınırlı olacaktı. Kur’an insanların uydurma ve hayali olaylardan değil, yaşanan ve tecrübe edilen gerçeklerden ibret dersi almalarını istiyor.

Kur’an, özellikle Allah’ın daveti karşısında inat edip direnen ve Allah’a karşı istikbar eden (büyüklük taslayan) azgınlara yeryüzünde gezip dolaşmalarını, kendilerinden öncekilerin başına neler geldiğini bizzat görmelerini emrediyor. (Âli İmran 3/137. En’am 6/11.  Neml 27/69. Rum 30/42)

Hz. Muhammed (sav) dünyaya geldiği zaman Mekke müşrikleri Fil olayını biliyorlardı. Hatta kimileri bu olayı takvim olarak kullanıyordu. Onlar, Yemen’den Ebrehe isimli bir kralın gelip Kâbe’yi yıkmak istediğini, ancak ordusunun ebabil kuşları tarafından darmadağın edildiğini ve Kâbe’yı yıkamadığını biliyorlardı. Peygamberimizin sekiz yaşında iken ölen dedesi Abdulmuttalib o zaman Kureyş topluluğunun başkanı ve olayın canlı tanığıydı. Kur’an bu olayı Fil Sûresinde açıklamakta ve yakından bildikleri bu olaydan ibret almaları öğütlenmektedir. Görülüyor ki Kur’an, yaşanan, fiilen gerçekleşmiş olayları kıssa olarak anlatıyor.  

Allah (cc) Hz. Adem’i yarattı, onu Cennete koydu, sonra orada bir ağacın meyvesinden yemesini yasak etti. Sonra iblis onu kandırdı, o ağacın meyvasından yemesini sağladı ve dünyaya inmesine sebep oldu. Böylece yeryüzünde insanlığın hayatı başladı.

Bütün bunların hayali ve sıradan bir öykü olduğunu düşünebilir miyiz? Mesele eğer öyle ise, -haşa- Allah (cc) da sıradan bir öykücü konumunda mı olacak? Ya da insanın yaratılışını ve dünyaya gelişini nereye koyacağız?  Hayatı, insanı, varlığı nasıl açıklayacağız?

 

-        Sonsöz

Kur’an kıssaları birer hakikattır ve insanın gerçeğidir. Onlar insanlığın tarihinden Kur’an’ın sunduğu parlak, ders verici, ibretli, hikmetli, hüzünlü sahnelerdir. Kıssalar tevhid ve şirk mücadelesinin tarihsel sahneleridir.

Onlar, iman kervanının devam eden, başarılı ve uzun yolculuğunun göstergesidir. Tevhid’i tebliğ eden nebiler ile onlara karşı olumlu veya olumsuz tavır sergileyenlerin geçmişidir.

Onlar, Yüce Yaratıcıdan gelen ilâhi daveti kabul edenlerle, kendi inadının veya iblisin peşinden gidenlerin ibretli hikâyesidir. (M. Ebu Zehra, age, s: 169)

 

Hüseyin K. Ece

8.8.2012

Zaandam