Kur’an’da yardımlaşmayı öngören kavramları anlatmaya devam ediyoruz.

9-Keffâret

Örtmek, gizlemek, görmemezlikten gelmek anlamlarına gelen ‘küfr’ kökünden türeyen ‘keffâret’, günahı örten şey demektir.

 

Bir yanlıştan ve bir zorunluluktan dolayı işlenen bir günahın bağışlanması için yapılan bir ibadettir. Keffâreti hakkıyla yerine getirenin, bu sebeple bağışlanacağı ümit edilir.

Kur’an’da beş çeşit suçun keffâreti yer almaktadır.

a-Katillik keffâreti: Bir müslüman diğerini hata sonucu öldürürse, ölenin yakınlarına önce diyet (kan parası) vermesi gerekir. Sonra da bir köle azat etmesi, yahut iki ay peşpeşe oruç tutması gerekir. (Nisa 4/92)

b-Yemin keffâreti: Allah adına yemin edip te yeminini bozan kimsenin ödeyeceği keffârettir. Bu da on fakiri sabahlı akşamlı doyurmak, yahut onları yeterince giydirmek, yahut bir köle azat etmek, bunlara gücü yetmiyorsa üç gün peşpeşe oruç tutmaktır. (Maide 5/89)

c-Zihar keffâreti : Zihar, bir kimsenin karısının vücudunun tamamını veya bir kısmını evlenmesi kendisine haram olan yakınlarının vücuduna benzetmesi demektir. Bu hatayı yapan ya köle azat etmeli, ya iki ay peşpeşe oruç tutmalı, ya da altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmalı. (Mücadile 58/1-4)

d-İhram keffâreti: Hacc için ihrama giren, ihramlı olduğu müddetçe avlanamaz. Avlanırsa, avladığı hayvana denk bir kurban kesmesi gerekir. Bunu bulamazsa o kurban kadar fakir doyurur, bunu da yapamazsa, doyuracağı fakir sayısı kadar gün oruç tutar. (Maide 5/95-96)

e-İhramlının tıraş keffâreti: Hac için ihrama giren saç ve sakal tıraşı olamaz. Güzel koku sürünemez, dikişli elbise giyemez, canlı öldüremez. Bunlardan birini yaparsa; ya bir kurban keser, ya bir kaç fakiri doyurur, ya da üç gün Mekke’de, yedi gün da memleketine döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutar. (Bakara 2/196)

Oruç keffâreti: Bu keffâret Kur’an’da yer almamaktadır. Ancak yetkin alimler, meşhur bir hadisten yola çıkarak, Ramazan orucunu bile bile bozan kimsenin de keffâret ödemesi gerektiği hükmünü vermişlerdir.[1] Bu hadise göre Ramazan orucunu bilerek yiyen kimsenin, -varsa- bir köle azat etmesi, buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurması, buna da gücü yetmezse iki ay peşpeşe oruç tutması gerekiyor.

Keffâret müslüman için ağır bir ceza değil, onun işlediği bir günaha karşılık gönüllü olarak yerine getirilen bir bedeldir ve yine ibadet cinsinden bir şeydir. Bütün keffâretlerde sıralama değişse bile köle azat etmek, fakirleri doyurmak veya belli sürede oruç tutmak yer alıyor. Demek ki keffâretin bir de sosyal ve insanî boyutu var. Şüphesiz ki bu da bir yardımlaşma, yardım ve muhtaçlarla ilgilenilmesi gerektiğine bir işarettir.

Şahsi olarak işlenen bir hatanın bedelinin toplumdaki muhtaçlara yardım etmek, yedirmek ve giydirmek olarak tesbit edilmesi dikkat çekicidir. 

 

10-Tekâfül/kefâlet

Bunun aslı ‘kifl’ masdarıdır. Bu da sözlükte bir şeyin bir başka şeyin yerinin alması demektir. Aynı kökten gelen kefîl, tazmin eden, taahhüt eden, koruyan  demektir.[2]

‘Kifl’, birinin bakımını, ihtiyaçlarını üzerine almak anlamındadır, Birine kefîl olmak; ihtiyacını karşılamak, tekâfül etmek demektir.[3] Bir kimsenin bakımını üzerine alana ‘kâfil veya kefîl’ denir. Modern Arapça’da et-tekâfülü’l-ictimai” sosyal dayanışmayı ifade eder.

Kur’an, Allah ‘ın (cc) Hz. Meryem’in bakımını hz. Zekeriyya verdiğini söylüyor.

“Rabbi Meryem'e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya yı da onun bakımı ile görevlendirdi (ve keffeleha) .”  (Ali İmran 3/37)

Şüphe yok ki Zekeriyya (as) bu kefillik görevini en güzel şekilde yaptı ve Meryem’i bütün insanlığa örnek olacak şekilde bir gül gibi yetiştirdi.

Bir âyette yeminlerle Allah’ı kefil kılma, O’nu şahit gösterme manasında kullanılıyor.[4]

Bir de, bir sözleşme yaparak bağlanma içine girdiğinizde Allah'la olan sözleşmenize sadakat gösterin;  ve yeminlerinizi, iyi niyetinize Allah'ı vekil   tutarak iyice pekiştirdikten sonra bozmayın; unutmayın ki, yaptığınız her şeyi Allah mutlaka biliyor.” (Nahl 16/91)

Tekâfül veya kefâlet, sosyal yardımlaşmayı anlattığı gibi, bir yetimin bakımını, terbiye edip yetiştirilmesini de ifade etmektedir.  

Peygamber (sav), yetimin bakımını üzerine almayı tavsiye ettiği bir sözünde ‘kefîl’ kelimesini kullanıyor. Bu da yetimin bakımını, yetiştirilmesini, ihtiyaçlarının giderilmesini ve her türlü yardımın yapılmasını içerisine alır.  Bu ‘yetim kefâleti’, yetimin kefilliğini üzerine almadır. Bunun ‘hıdâne-çocuğun bakımı’’ ile yakından ilgisi vardır.

Peygamber (sav) yetim ve kimsesizlerin bakımını herkese tavsiye ederken, bunun çok büyük sevap olduğunu haber veriyor: Ben ve yetimin bakımını üzerine alan (oan kefil olan)  kişi Cennette (şehâdet ve orta parmağını bitiştirerek) şu iki parmak gibiyiz!”[5] 

 

11-Ülfet/teâlüf

Ülfet;  kaynaşma, yakınlaşma, birlikte yaşama eğilimi şeklinde açıklanıyor. Nitekim Peygamberimizin hicretinden sonra Medineli Hazrec ve Evs kabileleri, arasında köklü bir düşmanlık varken İslâm sayesinde kardeş oldular, kalpleri kaynaştı ve dayanışma içinde dost oldular.

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti (kalpleriniz arasında ülfet meydana getirmişti) ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz...”   (Âl-i İmran 3/103) Burada ülfet kelimesinin fiil hali kullanılıyor. 

Bir başka âyette Allah (cc) özelde Evs ve Hazrec’in, genelde sahabelerin kalpleri arasında ülfet meydana getirmeyi, onbları kaynaştırmayı kendisine nisbet ediyor. Hatta Peygamber (sav) dünyadaki her şeyi verseydi bile bunu başaramazdı deniyor (Enfal 8/63)

Kur’an zekât verilecekler arasında müellefe-i kulûb’u da sayıyor. Müellefe-i kulûb lafzen ‘kalpleri ülfet ettirilmek istenenler’ demektir. Yani kalpleri kazanılmak, kalpleri İslam’a ısındırılmak, ya da alıştırılmak istenen kimseler demektir. Burada da ‘ülfet’ kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.

Zekâtın böyle kimselere verilmesinin caiz oluşunun iki önemli hedefi vardır. Birincisi: onların kaplerini İslâma ısındırma. İkincisi: Onlara bir yardımda buluma. Böylece zekât ibadetinin sosyal boyutu gösterilmiş olur.

 

Ülfet etmek, kaynaşmak, birlikte olabilmek, yani ‘teâlüf etmek’; dinde kardeş olmanın, veli (dost ve yardımcı) olmanın şuuruna varmaktır. Kaynaşma bir açıdan başkasının halinden haberdar olmayı gerektirir. Birbirleriyle kaynaşanlar, iyi geçinenler hallerinden haberdar olurlar. Muhtaç oldukları şeyleri birbirlerine verirler. Nitekim kalpleri ülfet eden Muhacir ve Ensar, destansı bir kardeşlik örneği sergilediler, kaynaştılar ve yardımlaştılar.

Kur’anın bunu zikretmesi mü’minlere bir uyarıdır. “Öncelikle kalplerinizi iman sayesinde ülfet etsin. Böylece kaynaşın. Birbirinize yabancılaşmasın, birbirinizden haberdar olun ve imkan öçüsünde eksikliğinizi birlikte giderin” demektir.

 

12-İt’am (doyurma)

Kur’an, yoksulu doyurmayı emrediyor, teşvik ediyor, bunu yapanları övüyor. Yoksulu doyurmayanları, hatta buynu teşvik etmeyenleri kınıyor. Cehemneme atılma sebebi olarak sayıyor.

O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Rûm 30/38. İsrâ 17/26)

“Âyetteki «hakkını ver» diye ifadelendirilen emir, sıla-i rahimde bulunma, zekât verme, iyilik etme gibi manalarla tefsir edilmektedir.”[6] Ki bunların hepsi yardım, sosyal dayanışma ve yardımlaşmadır.

Kurban kesenler kurbanlarını etlerinden hem kendileri yerler, hem muhtaçlara yedirirler, verirler. (Hacc 22/28)

Bu durum bir başka âyette şöyle anlatılıyor: “...Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” (Hacc 22/36)

Kurban bayramın müslümanlar arasında ciddi bir sosyal dayanışma, mükemmel bir yardımlaşma olduğunu tekrar etmeye gerek yoktur.

Cömert mü’minlerin başkalarını doyurma tavırlarını Kur’an şöyle anlatıyor: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

(Şöyle derler:) Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan 76/8)

Kur’an Allah’ın İsrailoğullarından; anne-babaya, akrabalara, yetime ve yoksullara yardım etmeleri konusunda söz aldığını söylüyor. (Bekara 2/83) Bu söz elbette mü’minler için de geçerlidir. Onlar da bu sayılan kimselere iyilik etmekle mükelleftirler.

Kur’an, kişinin mala sevgisine rağmen ondan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere, köle ve esirlere vermesini ‘birr’, yani iyiliğin zirvesi sayıyor. (Bekara 2/177)

Bir başka âyette yine önce ebeveyne, yakın akrabaya, yetimlere, muhtaçlara infak edilmesinin, yeteri kadar yardım ulaştırılmasının teşvik edildiğini görüyoruz. (Bekara 2/215. Ayrıca bakınız: Nisa 4/8, 36 (komşuya iyilikle birlikte). Nûr 24/22. Haşr 59/7)

Katillik keffâreti hariç Kur’an’da geçen diğer dört keffârette fakirleri doyurma seçeneği it’am kelimesiyle ifade ediliyor.

Ancak iman edenlerin kim olursa olsun, ihtiyaç sahiplerini doyurma (it’am), onlara infak etme huylarına karşın İslâmı inkar edenler, başkasını doyurmayı saçmalık olarak algılarlar.

“Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz. (Yâsin 36/47)

Kimileri de kendileri yoksullarla/muhtaçlarla ilgilenmediği, kendini bu konuda motive etmediği gibi, bunun için yapılan çalışmalarla ilgilenmezler. Yoksullarla, mağdurlarla, mazlumlarla ilgili bir hassasiyet taşımazlar.  (Bakınız: Hakka 69/34. Fecr 89/18. Maûn 107/3)

İlginçtir cehennemliklere “sizi buraya düşüren suçunuz ne idi” diye sorulacak. Onlar da şöyle cevap verecekler:  Biz namaz kılanlardan değildik. Biz yoksulu da doyurmazdık.” (Müdessir 74/44) Yani ne Allah’a karşı, ne de kullarına karşı bir sorumluluk taşımazdık.

 

13-İkram etmek

‘İkram' 'kerem’kökünden gelir. Kerem, iyilik, bağış, üstünlük, şerefli olmak, cömert olmak demektir.

‘İkram’, birisine veya misafire bir şey vermek, iyilik etmek demektir. Allah (cc), celâl (yücelik) ve en geniş ‘ikram’ sahibidir. (Rahman 55/27, 78)

Kerem, söz ve davranışla, maddi yardım veya ikramla insanlara iyi davranmayı ifade eden çok geniş kapsamlı bir ahlâk kuralıdır. Güzel huylardan sayılan, bağışlamak, iyi davranış, ihsan etmek, cömertlik yapmak, güler yüzlü olmak gibi davranışlar ‘kerem’ sahibi olmak diye anlatılmıştır. Kerem ikramda bulunma manasıyla Kur’an’da yer almaktadır. (Bakınız: Fecir 89/15, 17)

‘Kerim’, değerli ve şerefli olmak, iyilik sever olmak, çok cömert anlamlarına gelir. Kerim insan, cömert, iyi huylu, insanlar arasında şeref ve itibarı olan insan demektir.

el-Kerim, aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. O, çok ikram sahibidir, cömerttir, insanlara bağışı ve affı bol olan demektir. (Neml 27/40. Dûhan 44/49. İnfitar 82/6)

Cömertlik, şeref ve üstün olmak, bağışlamak ve iyilik etmek müslümanların peygamberlerinden öğrendikleri üstün ahlâk ilkelerindendir.

Kerim (şerefli ve cömert) olan mü'minler, Allah'ın el-Kerîm isminden ve ekrem (en keremli) Elçi'den (sav) öğrendikleri 'kerem' sıfatıyla başkalarına ikramda bulunurlar. Paylaşırlar, yardım ederler, başkalarınının ihtiyacını karşılamayı kendilerine görev bilirler. Şüphesiz müslümanlardaki kerem sıfatı yardımlaşmanın, sosyal dayanışmanın temellerinden biridir.

 

14-İ’ta (verme)

 Kur’an, Allah rızası için verilmesi mümkün olanları, verilmesi gerekenlere verenleri de müjdeliyor. “Sizin çabanız (nedenleri ve sonuçları açısından) elbet farklı farklıdır. Sözgelimi, kim (Allah için) karşılıksız verir ve Allah’a muhtaç olduğunun bilinciyle hareket ederse, ve daha güzeliyle (ödüllendirileceğine) inanırsa. İşte ona rahatlık ve mutluluğun zirvesine götüren yolu kolaylaştırırız.”  (Leyl 92/4-7)

İnsan pek çok iş yapar, pek çok fiilde bulunur, pek çok çaba gösterir. Ama bunların içinde hangi  eylem imandan kaynaklanıır ve din açısından sâlih (sağlam/amaca uygun ve yapıcı) sıfatını kazanırsa, onun karşılığını bu dünyda da, ahirette de alır.

Bir başka âyette Allah (cc) şöyle buyuruyor:  “Hiç şüphe yok ki Allah âdil davranmayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı cömert olmayı (i’ta’yı-vermeyi) emreder...”  (Nahl 16/90)

Bu âyetler akrabaya olsun, başkalarına olsun vermenin, bir anlamda onların muhtaç olduğu yerlerde onlara infak etmenin, eksikliklerini gidermenin nihaî huzur ve rahatlığa giden yolları kolaylaştıracağını da haber veriyorlar.

 Şüphesiz Kur’an’ın teşvik ettiği verme (i’ta) de bir yardımlaşma, bir sosyal dayanışmadır.

 

  • Kur’an’da geçmeyen yardımlaşmayla ilgili diğer kavramlar:

1-Cömertlik

Cömert; Farsça cevan-merd kelimelerinin Türkçeleşmiş halidir.  Cömertlik İslâm ahlâkında sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleriyler anlatılır.

Kur’an’da bu kelimeler yer almamakla birlikte yukarıda geçtiği gibi pek çok kavram cömertliği, paylaşmayı, yardım etmeyi ve yardımlaşmayı anlatmaktadırlar. Sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri hadislerde, cömertliğin farklı boyutlarını anlatmak üzere geçmektedir.

İslâm cömertliği bir şöhret, bir övünme, isim ve kariyer yapma anlayışının ötesinde, bir erdem ve imanın gereği olarak ele alır. Kur’an malının gösteriş için harcayanların tutumunu kınamakta,  yardım etmenin veya yardımlaşmanın ‘birr (iyilik)’ ve takva duygusuna dayalı olması gerektiğinin altını çizmektedir. (Bekara 2/264. Maide 5/2. Leyl 92/17-20)

Allah sonsuz ikram sahibidir, el-Kerîm’dir.  (Rahman 55/27, 76. Alak 96/3) Allah’ın el-Kerîm sıfatının kullar üzerindeki tecellisi; kerim olmak, yani cömert, misafirperver, ikram edici ve yardım edici olmaktır.

Müslümanlar arasında ki yardımlaşmanın manivelası şüphesiz ki cömertlik ve merhamet duygusudur. Bu iki duygunun olmadığı insanlar hep kendilerini düşünecekleri için başkalarını düşünmezler ve onlara yardım etmezler,  yardımlaşmazlar.

Cömertlik yardımlaşmaya yönelik olduğuna göre bunun, yürekten seve seve olması gerekir. Cömert kişi, başkasına çok şey veren değil, eldeki her türlü imkanını başkasıyla yürekten paylaşan, buna karşılık insanlardan bir şey beklemeyen, yaptığı iyilikleri başa kakmayandır.[7]

Kur’an cömert davrananları ve cimrilikten sakınanları övüyor:

“O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğâbun 64/16. Haşr 59/9)

 

2-İsar (diğerkâmlık)

İsar, başkasını kendine tercih etme anlayışıdır. Kur’an isar ahlâkına sahip olan Medineli Ensar’ı şöyle övüyor:

“Kendilerinden önce o yeri yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler ise, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler…” (59/Haşr, 9)

Şu âyette haber verilenler de isar ahlâkına sahip mü’minlerdir: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan 76/8)  

Kur’an, dünyalıkları sevmesine rağmen onu başkasına infak etmeyi, başkasını kendisine tercih etmeyi birr (iyiliğin en genişi) olarak sayıyor. (Bekara 2/177)

 

3-Tesânüd

Sözlükte dayanmak, yaslanmak manasındaki senetten gelen tesânüd; karşılıklı dayanmak ve yaslanmak demektir. Tesânüd, bireylerin yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalarını, birbirlerine güç ve destek vermek demektir. 

Kur’an’da bu şekilde, yani kelime olarak yer almıyor  Ancak mü’minlerin kardeş olduğu  vurgusuyla  (Bekara 2/220. Âli İmran 3/103. Hucurât 49/10) dayanışma ve yardımlaşmanın psikolojik ve ahlâki alt yapısı hazılanmış, pek çok âyette dayanışmaya ve yardımlaşmaya vurgu yapılmıştır. (Maide 5/2. Bekara 2/85. Kasas 28/48. Tahrim 66/4)

Bu dayanışmanın ve yardımın çerçevesi de kişinin yakın akrabasından başlar, uzak akrabalarına, komşularına ve diğer müslümanlara kadar uzanır. Bu yardımlaşma özellikle yardıma muhtaç olanlara doğru genişler. (Bekara 2/83. Nisâ 4/36. İsra 17/26)[8]

 

  • Sonsöz

Yardımlaşma  anlayışının hangi ilkeye dayanacağını ve hedefinin ne olacağını Kur’an ortaya koyuyor.

“... Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetlidir.” (Maide 5/2)

Peygamber (sav) müslümanların birbirine karşı durumlarını şöyle açıklıyor:

“Mümin, mümin kardeşi için birbirine destek veren bir binanın tuğlaları gibidir.”[9]

“Müminler birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet etme ve birbirlerine şefkat gösterme konusunda bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olsa, diğer organlar uykusuzluk ve hararette ona ortak olurlar.”[10]

Şüphesiz yardımlaşma, infak etme, ikram etme, iyilikte bulunma, ilgilenme, paylaşma ve benzeri güzellikler imanın kazanımlarıdır. Bunlar her toplumun, neredeyse her insanın ihtiyacıdır. Yardımlaşmaın çoğaldığı evler ve toplumlar daha sağlıklı, daha barış içindedir.

Hüseyin K. Ece

22.09.2014

Zaandam-Hollanda

 

[1] Müslim, Sıyam/81 no: 1111. Ebu Dâvûd, Savm/37 no: 2390. Muvatta, Sıyam/28. Buhârî, Savm/29. Tirmizî, Savm/28, no: 724

[2] M. Fevzi en-Neal, Mevsuâtu’l-Elfâzı’l-Kur’aniyye, S: 647

[3] Apaydın, Y. TDV İslâm Ansiklopedisi 25/169

[4] M. Fevzi en-Neal, Mevsuatu’l-Elfazı’l-Kur’aniyye, S: 648

[5] Buharî, Edeb/24. Müslim, Zühd/42. Ebû Davûd, Edeb/123. Timizî, Birr/14

[6] TDV Meali, âyet açıklaması s: 407

[7] Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi 8/72

[8] Demir, O. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/526).

[9] Buhârî, Salât/88. Müslim, Birr/65

[10] Buhârî, Edeb/27. Müslim, Birr/66.