Zaman çepeçevre kuşatmıştır ufku. Fecrin doğuşu vaktin kendini duyurmasıdır. Yeni bir gün, yeni bir zaman demektir. Yeni bir güne başlamak yeni bir kıpırdanıştır. Bu kıpırdanış hayatın yorumu, hayatı algılama, hayatı anlamlandırmadır.

Dikkatli bir bakışa sahip olanlar; günü, saati, eylemleri, hayatı, işlenenleri sorgular/muhasebe eder. Geriye dönüp bakar, ilerisini düşünür. Hesabını iyi tutar. Zamanın kendisi için ifade ettiğini anlamaya çalışır.

Güneş doğu ufkundan yükselirken, kendisiyle birlikte başlayan yükselişi sembolize eder.

O bir nur kaynağıdır.

O aynı zamanda hayatın aslî unsurlarından birisidir.

O, görünen, bilinen, algılanan, güven duyulan bir dosttur.

O, gerçeğin ifadesi, varoluşun simgesi, dirilişin göstergesi, kâinatın aynasıdır.

İnsan için ise güneş onun aklıdır. Akıl insan için bir nurdur. Güneş dünyayı, akıl insanı aydınlatır ve ısıtır.

Güneşin doğuşu aynı zamanda insana;  aklını yerinde ve ilgili yerde kullanması gerektiğini hatırlatır. Tıpkı Güneşin gerektiği zaman ve gerektiği kadar doğması gibi.

Ama ne yazık ki asırlardan beri kirletilen ufuklar Güneşin önünü kesiyor. İnsanoğlunun yaptıkları yüzünden karada ve denizde kirlilik/fesat açığa çıkıyor.  Kişilerin yanlış işleri, hataları, zulümleri ve isyanları yeryüzünü kirletiyor.

Güneş yeryüzünü aydınlatmak ve kirlerden arındırmak için doğar. Nehirler kirleri temizlemek için akar. Yağmur ölü yürekleri ve ölü toprakları ihya etmek için yağar.

Buna karşın insan bozar, kirletir, şuursuzca kullanır. Tabiat kendini temzilemeye, bozulanları düzeltmeye, eksiltilenleri tamamlamaya çalışır. İnsan yine kirletir, yine bozar, yine ifsat eder.

Ne Güneşin ışığı, ne nehirlerin akışı, ne de yağmurun bitmeyen damlaları bu kirleri temizlemeye yetmez.

Güneş doğmaya, nehirler akmaya, yağmur yağmaya devam edecek. Belki ileride bütün kirlerin temizlendiğini göreceğiz.

Duyarlı insan yüreği fecrin doğuşuyla canlanır. Fecrin ta ötelerden getirdiği haberlerle uyanır.

Ta ötelerin haberleri anlamlıdır, derindir, sevindiricidir. Yalanı kendine sanat edinmiş, çıkarını yalan üretme üzerine kurmuş, Gerçek’ten yarasa gibi kaçan günümüz haber kaynakları gibi değildir onun haberleri. Onun haberleri insanın temiz aslına uygundur. Tabiatın saflığı ve barraklığı gibi aydınlıktır. Üzerinde toz, kir, isyan ve leke yoktur.

Fecrin haberlerinde diriltici mesajlar vardır; uyarıcı, uyandırıcı, ikaz edici, hatırlatıcı cümleler vardır. Fecrin haberleri yaratılış sırrına, varoluşun esrarına kapı açar. ‘Tefekkür’ün kapısına zümrütten yollar döşer, aydınlıklardan anahtar sağlar.

Ufka doğru bakıyorsunuz ve yükselen ışıkların işaret ettiği dünyayı seyrediyorsunuz. Öncekilerin yaşadığı ve gelecektekilerin yaşayacağı dünyaya bakıyorsunuz.

Kirletilmemiş, ifsat edilmemiş, dengesi bozulmamış bir dünya arıyorsunuz... Günah kirinin utanılacak çehresine tanık olmayan bir yeryüzü…

Sonra yaşadığınmız gerçeğe çeviriyorsunuz bakışlarınızı. Güneşin ışıklarına engel olan kirli ufku görüyorsunuz. Tabiatın bozulan dengesini düşünürken bozulan insan dengesini getiriyorsunuz aklınıza.

İnsanın dengesi bozulmuşsa tabiattaki denge bozulmaz mı?

İnsansandaki iç denge sarsılmasaydı, tabiatın dengesi bozulur muydu? Yeri ve göğü Yaratan ‘denge’yi de yaratmıştı ya. Hem tabiattaki dengeyi, hem de insanın içi ile dışı arasında olması gereken dengeyi, yani ‘mizan’ı.

İnsan, uygun bir düzlemde, doğru bir yolda yürüyecekti. Şaşmaz ölçülere uyacaktı. Denge Sahibinin, her şeyin düzeni için koyduğu ilkelere göre hareket edecekti. İç âlem ile dış âlem, insan ile çevre, aşkın varlıkla mikro kosmus arasında böylelikle denge kurulacaktı.

Kimileri bu ilâhî denge/mizan mantığını kavrayamadı. Dengenin nasıl ve hangi yolla sağlanacağını bilemedi. Kendi mutluluğu demek olan bu dengeye davet edenleri beğenmedi. Buna karşın kendi aklınca dengeler/düzenler üretti. Tarih boyunca mutluluk düzeni teorileri uydurdu durdu. Sonra onları kendine, içinde yaşadığı topluma, hatta ulaşabildiği çağlara uygulamaya kalkıştı.

Ne yazık ki kâmil denge metodunu tanımayan insan, kendi içindeki dengeyi bozduğu gibi çevresindeki dengeyi de bozdu.

Aklını iyi kullanamayan ademoğlu; karada ve denizde ‘fesad’ın yaygınlaşmasına sebep oldu. Tabiatı kirletti, Güneşin ışıklarını kirletti, insanın yüreğini kirletti, ışığın kaynağı ile yürekler arasına duvarlar ördü.

 Dünya cehenneminin anlamı acaba bu muydu?

 Teknoloji ile kendi gerçekliğinden alabildiğince uzaklaşan insan, o aradığı dengeye ne zaman ve hangi araçla ulaşacak?

Yaratılışı ile yaşadığı çevre arasındaki ilgiyi bilemeyen insan, varlık sorununu nasıl çözecek?

Kirlettiği çevreyi, kararttığı ufukları, siyahlaştırdığı yürekleri nasıl aydınlığa kavuşturacak?

Hatasını ne zaman anlayıp, Gerçek’le insan arasına ördüğü şeytanî duvarları yıkacak?

Na zaman kendi boyunun ölçüsünü varlık aynasında görüp de haddini bilecek?

Öyle ya, tabiatın diline yabancı olan, tabiatın bağrında saklı olan anlamı nereden bilebilir?

Işığı var eden ile irtibatnı kesen bir kafa, fecrin doğuşu ve Güneş’in yükselişi ile gelen mesajı nasıl kavrayabilir?

Kendi gerçeğinin farkında olmayan bir mantık, sabah ışıklarının tabiatla kucaklaştığı ânı, bir bayram sevinciyle kucaklayan bitkilerin ve çiçeklerin anlamlı korosuna nasıl katılabilecek?

Kendine yabancılaşan bir kafa, neyin sırrını çözebilir?

Hangi varlığın dilinden anlayabilir?

Kendi içindeki dengeyi hoyrat elleriyle yıkan bir kafa, tabiattaki dengenin sorumluluğunu nasıl taşıyabilir?

Modern hayat anlayışı bu soruların bir düğüm olduğu zamandır.   

Ancak ötelerden umutlu gözler ufuklarda taze fecirlerin doğuşunu bekliyorlar. Hayatın anlamını öğreten, kendilerini varlık müjdesiyle karşılayan Güneşlerin doğmasını bekliyorlar.

Yeryüzü ve gökyüzü, bütün kuşlarıyla yeni bir sabahı özlüyorlar.

Hüseyin K. Ece

Zaandam

22/01/2002