Yaşadıklarmızdan, yaptıklarımızdan ve zamandan.

Zamanı ne yaptık? Zamanı nerede harcadık? Zamanı nasıl değerlendirdik?

Hayatın geçici olduğunu herkes bilir.

İşte bugün var olan, yarın bir bakıyorsunuz ki gitmiş... Dünyadaki nöbeti sona ermiş.

Onun yerine başkaları gelmiş...

Eski nesiller gitmiş, yeni nesiller onların yerini doldurmuş...

Onlar da günü birinde gidecekler... Onların da yerini başkaları dolduracak.

Kimileri kabul etmese de, bu hayatın devamı var...

Hatta, dünyada olanlara bakacak olursak; bu hayatın mutlaka devamı olmalı.

Her şeyin hesabını vermeli insanoğlu.

Yaptığı iyi şeylerin karşılığını almalı.

Yaptığı kötü şeylerin de karşılığını almalı...

Yoksa adalet olmaz. Yoksa, insan iyi olmaz. Yoksa kötü insanlar, yaptıklarının karşılıksız kaldığını gördükçe daha da kötü olurlar.

Nitekim şimdi öyle değil mi?

Adam, öte dünyaya, öte dünyadaki hesaba inanmıyor. Burada da kanundan bir şekilde kurtuluyor. Adam güçlü. Kanun onun yakasına yapışamıyor, ona ceza veremiyor.

Böyleleri kötülük, haksızlık, zulüm yapmaya devam ediyor. Dünya onların yüzünden kötülüklerle doluyor.

Zaman geçici... Ve ötesi var.

Ötede, bugün sahip olduğumuz imkanlar yok. Daha başka bir hayat var orada...

Bu dünyadaki zamanı, yani bize emanet edilen vakti iyi değerlendirmek akıllılık değil mi?

Emaneti, ancak dürüst insanlar taşır. Zaman (ömür) emanetini taşıyacak kadar dürüst olmak gerekmez mi?

Gün akşama doğru ilerliyor...

Her insanın hayatı bir gün gibi değil mi?

Sabahı var, öğlesi var, akşamı var.

Şair şöyle demiş:

“Saatin çaldığı evkat değildir her bâr

Müddet-i ömrü gelip geçtiğine eyler âh”

“Saatin her saat başı çalmasının sebebi vakti bildirmek değil; belki ömrünün gelip geçtiğine âh eylemektir.”

Zaman durmuyor. Duracağı da yok.

İnsan farkında olsun veya olmasın; gün doğuyor ve batıyor. Takvimden her gün bir yaprak düşüyor. Bir bakıyorsunuz ay başı gelmiş. Bir bakıyorsunuzu bir sene bitmiş, bir diğeri başlamış.

Bir bakıyorsunuz saçlara aklar, yanaklara çizgiler düşmüş.

Sonbahar olmuş da sanki gazeller dökülüyor. Çünkü sarardılar. Sararan yaprağın düşmesi gerek. Belki de görevlerini tamamladıkları için düşmektedir yapraklar.

Celâlaeddin er-Rûmî’ye atfedilen bir beyitte şöyle söyleniyor:

“Sonbaharda yerlere düşen gazellere sıradan bir yaprak diye bakma.

Belki onlar sana Hak’tan gelen birer mektuptur.  O her bir mektupda da “ölüm var” diye yazılıdır.”

Evet, o mektupları okuyana aşk olsun.

Heyhat çoğu zaman üzerlerine basar geçeriz de, onların birer hatırlatıcı mektup olduğunu aklımıza bile getirmeyiz.

Zaman geçiyor, saat işliyor.

Ne güneşin duracağı var, ne de günlerin.

İnsan zamanın kendisini yıprattığını hissetmiyor bile.

“Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu.

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”

En iyisi bu gerçeğin farkına varıp ömrü iyi değerlendirmektir. Arkada iyi eserler, iyi bir ad ve iyiliklerle anılmayı sağlayacak faaliyetler yapmaktır.

Dünyadan ayrılışımız bazılarını sevindiriyorsa, şerrimizden kurtulanlar dua ediyorsa, yazıklar olsun demek gerekir.

Ömür sermayesini faydalı işlerde harcayanlara ne mutlu. Onlar ki zamanın bile bir emanet olduğunun farkındadırlar...

İyi akşamlar efendim diyelim! Diyelim de, gündüzü iyi geçmeyenin gecesi iyi olur mu, onu bilmem?

Gündüzünüz, akşamınız, geceniz hep güzel, bereketli ve semereli olsun.

Hüseyin K. Ece

19.11.2009 Zaandam/Hollanda