Şair demiş ki;

“Dehre mağrûr olma ey gâfil ki bunda âdeme

Taliî yüz döndürür gâhî sitâre nâz eder “ (Nef’î)

Bugünün diliyle: “Dünyaya güvenme ey gâfil ki, bunda insana

talihi yüz döndürür, yıldızı ara sıra naz eder” (S. Deniz, Bugünün Diliyle Dîvân Şiiri, s: 136)

Şaire rahmet olsun. İyi demiş, doğru demiş. Sözü, şiiri, kelâmı hakikate uygun. Hayat gerçeğine, insanlık kaderine, dünya denilen rüyaya tam denk gelmiş.

İşte böyle, ey insan, ey âdemoğlu, güvenme dünyaya, dünyadakilere, ya da dünyada sahip olduklarına. Bunlarla gururlanma, kibre kapılma.

Şiirde geçen ‘mağrûr’ (aslı ğurur) kelimesi hem aldanmayı, hem de kibirli olmayı ifade eder. Yani, eldekiyle övünürsen, sahip olduklarınla kibirlenirsen, aldanırsın, gaflete düşersin. Sen bunlarla oyalanırken, övünürken, başkalarına ‘bakınız, benim bunlar”, “bakınız, ben nelere sahibim”, “görünüz, ben nerelere çıktım” derken; akşam olur, gün batar, fırsat elden kaçar, geç kalırsın. Yapman gerekenleri unutur, insan olarak görevlerini ihmal edersin. Aslında yapmaman gerekiyorken, hoşuna gittiği için severek yaptıklarını yapmaya devam edersin.

Ama bir de bakarsın ki vade tamam oldu, ışık söndü, çevren kapkaranlık oldu. Seni aldatan, ayak bağı olan şeyler, seni oyalayan zevkler kaybolup gitmiş. Hiç biri yanında kalmamış.

Yaşadığın günlere, zamana aldanma, zira geçicidir, fânidir. Bir devamlılığı yoktur. Gün gibi sabahtan doğar, akşam batar. Kaç saat, kaç mevsim, kaç yıl? Bilinmez. Belki biraz uzun, belki biraz kısa. Hatta bir şairin dediği gibi “göz açıp kapayacak zaman” kadar.

Evet, dünya ve içindekiler, ömür veya dehr, bazen talihi senden yana döndürür, yıldızı da ara sıra parlar. Ama aradan fazla zaman geçmeden seni sevindiren, belki de mağrûr eden talihi başka birine yönelir. Arada sırada parlayan yıldızı söner, gökyüzünden kayar gider. Gider de öbür tarafta başkaları için arada sırada parlar. Orada da fazla durmaz. Yine bir an gelir ki, oradan da çeker gider.

O yüzden dünya ile, dünyalıklar ile, elde varsa onlarla mağrur olma, aldanırsın. Arada sırada parlayan yıldızın ışığında yol almaya, yitiğini bulmaya, birazcık ferahlık, zevk, eğlence bulmaya çalışırsın ama, yıldız kaybolur, seni ışıksız bırakır, karanlıkta kalırsın.

Bu gerçek bir Farsça beyitte şöyle dile getiriliyor:

“Deh rûze mihr-i gerdûn, efsâne-est o efsûn

Nîkî be-câyi yârân, furset şumâr yâra!”

(Feleğin senin yüzüne kısa bir süre gülmesi geçicidir, iktidar ve servet efsâne ve büyüden ibarettir. Ne var ki eline böyle bir fırsat geçerse, sevgililere (insanlara) iyilik yapmak, iyi ve güzel davranmak için bu fırsatı kaçırma ev sevgili! Hâfız-ı Şîrazî)

Hafız’ın felek diye ifade ettiği şey, Nef’î’nin dünya dediği şey ile aynıdır. Kişiye verilen ömür, tanınan süre ve bu hayatı sürdürebilecek malzemeler. Dünyalıklar diye ifade ettiğimiz şeyler. Siz buna biraz zevk, biraz eğlence, biraz dünyadan kâm alma sevincini de ekleyebilirsiniz.

Ama şairler insanı uyarıyor. Aman ha, zamanın bazen sana talihi döndürmesine, yıldızının arada sırada parlamasına aldanmayın. Talih bugün sana güler ama, devam etmez. Yarın bir başkasına yönelir. Bazen parlayan yıldızlara güvenip de gece vakti yola çıkmayın. Yıldız söner, başka bir yörüngeye gider, önüne siyah bulutlar gelir. Yıldızsız, ışıksız, nûrsuz kalırsınız. O zaman da menzil-i maksuda (asıl hedefe) ulaşamazsınız.

İnsan bu dünyaya gitmek için geldi. O bir yolcudur. Yolcu konakladığı yerde ebediyyen kalmaz. Bir müddet dinlenir sonra asıl hedefine doğru yola koyulur.

Yol azığını ve yol kılavuzunu tedarik edip yola koyulana ne mutlu.

Sağ sâlim menziline ulaşana ne mutlu.

Aldığı emâneti güzellikle vardığı menzilde asıl sahibine teslim edene ne mutlu.

Yola çıkmanın hikmetini kavrayıp, görevini yapana ne mutlu.

Yolda gördüğü aldatıcı, albenili, cicili şeylere takılmayıp yolculuğuna devam edene ne mutlu.

Çakmak taşı, ya da ateş böceği gibi arada sırada parlayan yıldıza aldanmayana, ona doğru yönelmeyene ne mutlu.

Yol kenarında görülen câzip dünyalıklara, servete, mala, makama mağrûr olup (aldanıp) yoldan çıkmayana ne mutlu.

“İşte gidiyoruz; üçer ve beşer

Nihayet adımız fâni bir beşer

Güz olur, ağacın yaprağı düşer,

İşte gerçek: Mevsim hâzândır canım”

Ey insan, ey âdemoğlu “dehre mağrûr olma”. Hem de unutma, gaflete düşme, aldanma; dehr’in sunduğu şeyler sağa sola dönen, kişiden kişiye aktarılan talihe; bazen parlayan yıldız ışığına benzer. Bugün sana, yarın bir başkasına.

Bu aynı zamanda ona buna naz eden dilbere benzer. Öylesinin vefası olmaz. Öylesi samimi değildir. Öylesi yürekten bağlı yâr olamaz.

Sen bu naz eden dünyalıklarla, zevklerle, zenginliklerle, kişiye gurur veren şeylerle meşgul olup, öleceğini, ölümden sonrası için hazırlanmayı unutursan, aldanırsın, gaflet etmiş olursun.

Gaflet etme ki aldanmayasın. Unutma ki, ihmal etmeyesin. Uyuma ki, zaman aleyhine işlemesin. Senin yüzüne arada bir gülen sevimli, çekici ve nefsin hoşuna giden şeylere sevdalanma ki vefasızlık gördüğün zaman ah vah etmeyesin. Fâni lezzetlere kapılma ki seni yolundan alıkoymasınlar. Hayatının devamını sağlayan maddelere, eşyalara tutkun olma ki, yolculuğunda ayak bağı olmasınlar.

Unutma ki servet, güç, iktidar (makam), zevk ve eğlenceler bir efsânedir, bir hayâldir. Gelip geçicidir. Ayak bağıdır, oyun ve oyalanmadır. Aldatıcı ve gaflete düşürücüdür.

Hüseyin K. Ece

01.08.2020

Zaandam