Kur'an'da yönelmeyi anlatan kavramlardan rağbet/râğıb, evvâb, tebettül, hicret, firar, mesîr ve Reğâib Gecesi hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

14 Mart 2022 –

11 Şa’ban 1443

Zaandam-Hollanda

 

30 KUR’AN’DA (yönelmeyi anlatan kavramlardan) RAĞBET 

-Rağbet/râğıb

Bunların kökü “ra-ğa-be" fiilidir. Bu da bir nesnedeki genişlik demektir. Bu anlamdan hareketle ‘rağbet, rağbu’ istemede, arzu etmedeki genişliktir denmiştir.

Rağbet, bir başka açıdan bir şeye meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek, bir şeye hırs göstermek, onu güçlü bir arzuyla, aşırı bir şekilde istemek demektir. (Tevbe 9/59)

Bu fiilin bir farklı bir kullanışı daha var (rağibe anhu). Bu da kişinin rağbetini başka tarafa çevirmesi, elini çekmesi, vazgeçmesi, kaçınması, uzak durması demektir. Üç âyette bu anlamda kullanılıyor.

وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰه۪يمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُۜ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿130﴾

Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.” (Bekara 2/130) 

قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِيًّا ﴿46﴾

“Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun (rağıb) ? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.” (Meryem 19/46. Ayrıca bkz: Tevbe 9/120)

Hadislerde de aynı anlamda kullanılıyor.

Uzun bir hadisin sonunda şöyle deniyor: “... Ben kadınlarla evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse (men rağibe an sünneti)  benden değildir.” (Buhârî, Nikâh/1 no: 5063. Müslim, Nikâh/1(5) no: 3403. Darimî, Nikâh/3)

Aişe’nin (r.anhâ) rivâyet ettiğine göre Rasûlüllah (as) Osman b. Maz’ûn’u çağırarak ona şöyle dedi: “Benim sünnetimden mi yüz çeviriyorsun?” O da “vallahi hayır, senin sünnetini taleb ediyorum” dedi. Rasûlüllah; “Ben (geceleri bazen) uyurum, (bazen) namaz kılarım, (bazen) oruç tutarım ve (bazen) iftar ederim. Kadınlarla da nikâhlanırım. Allah’tan ittika et ya Osman, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, misafirin üzerinde hakkı vardır, nefsinin üzerinde hakkı vardır. (Bazen) oruç tut ve (bazen) iftar et, (geceleri bazen) namaz kıl ve (bazen) uyu. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse (men rağibe an sünneti) benden değildir” dedi. (Ebû Dâvûd, Tatavvu/27 no: 1369)

Ebu Hureyre’nin anlattığına göre Rasûlüllah şöyle dedi:

“Babalarınızdan yüz çevirmeyin (inkâr etmeyin). Kim babasını inkâr ederse, bu (davranışı) küfürdür.” (Buhârî, Ferâiz/29 no: 6768. Müslim, İman/27(62) no: 113)

Bu fiil bir âyette tercih etmek, üstün tutmak, öncelik vermek anlamında geçiyor.

مَا كَانَ لِاَهْلِ الْمَد۪ينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُمْ مِنَ الْاَعْرَابِ اَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ وَلَا يَرْغَبُوا بِاَنْفُسِهِمْ عَنْ نَفْسِه۪ۜ ... ﴿120﴾

“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Rasûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz...” (Tevbe 9/120)

‘rağibe’; çok atıyye, ihsan, bağış, hediyedir. Bu da arzu etmediki genişlikten gelir. (el-Isfehani, R. el-Müfredat, s: 388)

 

-Kur’an’da râğıb/rağbet

‘rağabe’ fiilinden türeyen kelimeler 8 defa şu manalarda yer almaktadır.

a-Ummak, beklemek, meyletmek manasında...

Kur’an Zekeriya (as) şöyle dua ettiğini haber veriyor:

 وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ ﴿89﴾ فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ ﴿90﴾

 “Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.”

Arkasından şöyle deniliyor;

“Biz de onun duasını kabul ettik ve kendisine Yahya’yı bağışladık. Eşini de kendisi için, (doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak (rağaben) ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ 21/89-90)

b-Rağbet, arzu etmek, istemek, yönelmek anlamında..

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا ﴿127﴾

Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmeyi arzu ettiğiniz (evlenmeye rağbet ettiğiniz) yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor...(Nisâ 4/127)

Hadislerde de bu anlamda geçiyor. Mesela;

Bu âyetle ve Nisâ 4/3. âyette yetimlerin hakkına riayet etmekten korkanların uygun eşlerle evlenmeleri söyleniyor. Aişe (r.anhâ) buradaki uyarının  mallarına veya güzelliklerine meyledip (rağibû) onlarla evlenmek isteyenlere yönelik olduğunu açıkladı. (Buhârî, Hayl/8 no: 6965, Şirket/7 no: 2494, Vasâyâ/21 no: 2763 ve diğerleri. Müslim, Tefsir/6 no: 7528)

-Allah’a rağbet etmek

Bu konuda da insanlar iki kısımdır:

Allah’ı vaadine güvenenler, bu vaadi umanlar ile; bu vaade rağbet etmeyenler...

Allah’ın bak dediği yerden bakanlar ile; kendi nefsinin hevâsının bak dediği yerden bakanlar...

İlâhi mükâfatı dünyalıklara değişmeyenler ile; dünyalıkların peşinde bir ömür boyu koşanlar...

Hakikate rağbet edenler ile; bir serabın peşinde koşanlar...

Allah’a rağbet etmek sözle “ben O’nu çok istiyorum, gönlüm O’na yönelik” demek değildir.

وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟ ﴿59﴾

“Eğer onlar Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf ve ihsanıyla Allah ve Resûlü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz» deselerdi (daha iyi olurdu). (Tevbe 9/59)

Yalnız O’na kulluk yaparız, yalnız O’ndan yardım dileriz gibi; ilah (tanrı olarak) yalnız O’na yöneliriz, yalnız O’ndan umarız.

Allah (cc) hz. Muhammed’e ve onun şahsında bütün müslümanlara “yalnızca Rabbine yönel (rağbet et)” diyor. Zira Allah’a ve O’na ait olan şeylere rağbet edenler veya onları arzulayanlar kazanırlar.

اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿1﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿2﴾ اَلَّذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿3﴾ وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿4﴾ فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾ فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿

“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

Senin şânını yükseltmedik mi?

Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel (rağbet et).” (İnşirah 94/1-7)

Tarihen sabittir ki Muhammed (sav) bu emri yerine getirdi ve ömrü boyunca sadece Allah’a rağbet etti. Bir ilahtan beklenilen şeyleri yalnızca Rabbinden istedi. İbadetinden sadece O’na yöneldi ve bunun karşılığını yalnızca O’ndan bekledi.  O’nun rızasını her şeyin üstünde tuttu.

Bu anlamda mü’minlere ve bütün insanlığa örnek oldu.

Farklı kelime ile de olsa Kur’an Musa’nın (as) da yalnızca Allah’a rağbet ve tevekkül ettiğini anlatıyor.

فَلَمَّا تَرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ ﴿61﴾ قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ ﴿62﴾ فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ ﴿63﴾ وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ ﴿64﴾ وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ ﴿65﴾

 “İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.

Musa: "Hayır; Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir" dedi.

Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.

Ötekileri de oraya yaklaştırdık.

Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.” (Şuarâ 26/61-65)

 

-Allah’ın va’dine güvenen iki mü’min örneği:

Musa kavmine; “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Sakın ardınıza dönmeyin. Yoksa ziyana uğrayanlar olursunuz.”

Dediler ki: “Ey Mûsâ! O (dediğin) topraklarda gayet güçlü, zorba bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.”

Bunun üzerine;

قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿23﴾

Korkanların içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti: “Onların üzerine kapıdan girin. Oraya girdiniz mi artık siz kuşkusuz galiplersiniz. Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin” dedi. (Mâide 5/19-24)

-Pişman olan mü’minler örneği

Allah (cc) Kalem Sûresinde bahçe sahiplerinin olayını anlatıyor. Onlar bahçeleriyle övünürlerken, iyi mahsul elde edeceklerini düşünürken ve güçleri yettiği halde fakirleri yanaştırmamaya kar vermişken Allah (cc) bahçelerini kapkara bir hâle çevirdi.

Oraya gelen bahçe sahipleri dehşete kapılarak bir herhalde yanlış geldik dediler. İçlerinde en akıllı olanı şöyle dedi: “Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?” Allah’ı tesbîh etmeye başladılar ama yine de suçu birbirlerinin üzerine atıyorlardı.

Sonunda hatalarını anladılar ve şöyle dediler:

قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ ﴿31﴾ عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ ﴿32﴾

"Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.

Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir; doğrusu artık biz, Rabbimizden (rızasını) dilemekteyiz (râğibûn)." (Kalem 68/32)

-Hadislerde râğıb-rağbet,

Şu âyeti tekrar hatırlayalım:

وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًاۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ ﴿90﴾

“Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak (rağaben) ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ 21/90)

Aynı ifade hadislerde de var.

Abdullah b. Ömer’in anlattığına göre babası hançerlendiği zaman insanlar onu övdüler ve “Allah sana hayırdan karşılık versin” dediler. O da “râğıbun ve râhibün (umarak ve korkarak)” diye karşılık verdi...” (Müslim, İmâret/2(11) no: 4713)

Esmâ (r.anhâ) anlattı: “Rasûlüllah’ın zamanında (henüz müşrik olan) annem umarak (râğibeh) bana geldi. Rasûlüllah’a sordum; “Ona sıla edeyim mi (iyi davranayım mı)?” O da “Evet” dedi. (Buhârî, Edeb/7- no: 5978-5779, Hibe/29 no: 2620, Cizye/18 no: 3183. Ebû Dâvûd, Zekât/34 no: 1668)

Ali b. Ebi Talip’ten (ra) şöyle rivâyet edildi: “Hudeybiye barışı öncesi Ubdan Peygamberle birlikte çıktılar. Onların adamları mektup göndererek; “Ey Muhammed onlar senin dinine rağbet ettikleri (rağbeten) için çıkmadılar...” (Ebû Dâvûd, Cihad/126 no: 2700. Ahmed b. Hanbel, 1/155, 5/429)

Muaz b. Cebel Rasûlüllah’ın bir gün namazını uzattığını, bu kendisine söylenince “Evet, umarak ve korkarak (reğbeten ve rahbeten) namaz kıldım ve Rabbimden ümmetim için üç şey istedim...”  dediğini anlattı. (İbni Mâce, Fiten/9 no: 3951. Ahmed b. Hanbel, 6/274, 412)

Berâ b. Azib (ra) anlattı: Rasûlüllah bana dedi ki: “Uyumak istediğin zaman namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ yanın üzerine yat, sonra şöyle de:

O gece ölürsen fıtrat üzere ölmüş olursun. Bu dua da senin son kelâmın olur...” (Buhârî, Vudu’/75 no: 247, Deavât/6-7 no: 6311-6313, 6315, Tevhid/34 no: 7488. Müslim, Zikir/17(56-57) no: 6882, 6884. Ebû Dâvûd, Edeb/98 no: 5046. Tirmizî, Deavât/16 no: 3394. İbni Mâce, Dua/15 no: 3876. Darimî, İsti’zan/51 no: 2686)

Abdullah b. Mes’ud (ra) Rasûlüllah’ın (sav) şöyle dediğini nakletti:

“Bir kimsenin Allah yolunda gazaya katılması O’nun hoşuna gider. O kimse (evine) üzerinde akıttığı kanıyle döner. Bunun üzerine Allah meleklere şöyle der: “Şu kuluma bakınız, Benim katımda olanı umarak (rağbeten) ve rahmetimi (şefkaten) isteyerek, kanını da (benim yolumda) akıtarak döndü.” (Ebû Dâvûd, Cihad/36 no: 2536)

-Terğîb

Rağibe fiilinin ettirgen (tef’ıl) kalıbının masdarı ‘terğîb’tir. Bu da rağbet ettirme, yönlendirme, “bir kimseyi bir işi yapmaya özendirmek, teşvik etmek” demektir.

Bunun tersi ‘rahhebe’ fiilinin masdarı ‘terhîb’ ise; “bir kimseyi korkutmak, bir işi yapmaktan sakındırmak” anlamında..

“Bu iki kelime dinî literatürde genelde birlikte kullanılır. Tergīb dinin iyi, doğru, güzel ve faziletli kabul ettiği şeylere özendirip teşvik etmeyi, terhîb ise dinin kötü, yanlış ve günah olarak nitelendirdiği söz ve davranışlardan sakındırıp uzaklaştırmayı ifade eder.

Müminleri iyiliğe teşvik edip kötülüklerden sakındıran her âyetin üslûp itibariyle tergīb ve terhîb kapsamına girdiği görülür. Kur’an’da tergīb ve terhîb üslûbuna insanın kalbine tesir etmek, dinin temel prensiplerini, emir ve yasaklarını zihnine nakşetmek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak için yer verilmiştir. Tergīb ve terhîbe hadislerde de sıkça rastlanmaktadır.” (Görmez, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/508)

Hadis kitaplarında terğîb ve terhîb bölümleri var. Bu bölümlerde ibadete, güzel ahlâka, güzel şeylere teşvik eden, günahtan, kötü davranışlardan sakındıran, yada korkutan hadisler yer alır.

Tergīb ve terhîb konusunda yazılan çok sayıdaki eserin en meşhuru ve üzerinde en çok çalışma yapılanı Münzirî’ye ait et-Terğîb ve’t-terhîb’dir.

Terğîb’in fiili hâli bir kaç hadiste geçiyor.

Ebu Hureyre dedi ki: Allah’ın Rasûlü mecbur tutmaksızın Ramazan’ı değerlendirmeyi teşvik ederdi (yurağğabu) ve “Kim iman ederek ve sevabını bekleyerek Ramazan’ı ihya ederse geçmiş günahları affedilir...” dedi. (Müslim, S. Müsâfirîn/25(174) no: 1780. Ebû Dâvûd, Ramazan/1 no: 1371. Tirmizî, Savm/83 no: 808. Nesâî, Siyam/5 no: 2106, bir benzeri: Siyam/39 no: 2194. Darimî, Rekâik/14 no: 2725)

İlk dönem tefsircilerinden Hasen şöyle demiş: “Onlar (selef) Kur’an’ı, ferâiz ilmini ve haccın şartlarını (menâsikini) öğrenmeyi teşvik ederlerdi (yurağğabû).” (Darimî, Ferâiz/1 no: 2860)

-Reğâib Gecesi

‘rağabe’ fiil kökünden gelen müennesi (dişil form’da) ‘rağibe’ kendisine rağbet edilen, arzulanan, taleb edilen şey, bol ve değerli bağış anlamındadır... Bunun çoğulu ‘reğâib’dir. 

Reğâib kelimesi Kur'an'da geçmez

Fıkıh ve hadis dilinde “reğâib”; bol sevap ve mükâfat, faziletli amel demektir. Recep ayının ilk Cuma gecesi bu ilâhi bağışların, lütüfların çok olacağı ümidiyle bu geceye kültürde Reğâib Gecesi denmiş.

Reğaib gecesi, Kur’an’da saygı gösterilmesi istenen ve hadislerde -gün belirtilmeden- oruç tutulması tavsiye edilen haram aylardan (Bakara 2/217. Mâide 5/2, 97. Ebû Dâvûd, Sıyâm/55 no: 2430. İbn Mâce, Sıyâm/43 no: 1742) Receb ayının ilk Cuma gecesi olduğu kabul edilegelmiştir.

Hz. Peygamber’in Reğâib gecesinde ana rahmine düştüğü,

Receb ayının ilk Perşembe günü oruç tutup gecesinde Reğâib namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve

bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivâyetlerin asılsız olduğu hadis âlimlerince belirtilmiştir.

Reğâib gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamalar 4. Hicrî 10. Milâdî yüzyılda ortaya çıkmıştır.

İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Reğâib gecesi diye bir şey olmadığını,

bir kısmı da fazileti âyet ve hadislerde belirtilen Receb ayının bir gecesi olması dolayısıyla Reğâib’in de faziletli gecelerden sayılacağını, nafile namaz kılınabileceğini söylerler. (Tekeli, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 34/536)

Bu gecenin mübarek gece olup olmaması tartışmaları bir tarafa, reğâib kelimesinin manasından hareketle bunu Allah’a rağbet imkanı olarak anlayabiliriz.

Allah’a rağbet; yani sevap olan, cenneti kazandıracak amellere, hasene ve sâlih amellere, Allah’ın razı olacağı işlere yönelme... Daha çok rağbet, daha çok istek, daha çok gayret...

Sadece Recep ayının ilk Cuma gecesi değil; her gün, her fırsatta, geçici (fâni), dünyalık, nefsin hoşuna giden şeylere değil de; asıl Âhirette işimize yarayacak şeylere yönelmek, değer vermek, rağbet etmek gerekir.

Şairin dediği gibi: “Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!

Mezarda geçer akça neyse, onu biriktir!” Necip Fazıl)

Üç ayları, mübarek geceleri, Cuma günlerini, seher vakitlerini, gece saatlerini, yani her günü bu anlamda değerlendirmek mümkün...

Recep ayının ilk Cuma gecesi hakkında aslında olmayan uydurulmuş hikâye ve uçuk vaatleri bir tarafa bırakıp,

böyle günleri ve zamanları Allah’a yeniden, daha içten, daha samimiyetle dönmeye, Allah’a ait olana, Allah’ın vereceğine, O’nun rızasına rağbet etmeye bir fırsat bilmeli.

O’na ve O’nun mağfiretine koşarcasına, yani gönülden isteyerek yönelmek, bütün benlikle, şuurlu bir şekilde O’nu tercih etmek için fırsat bilmeli.

İbrahim gibi “ben Allah’a doğru bir muhâcirim” demenin güzelliğini yeniden keşfetmeli...

Yüzümüz, yüreğimiz, niyetimiz, hedefimiz, rağbetimiz neye ve kime? Onu yeniden gözden geçirmeli.

-Kur’an’da Allah’a yönelmeyi anlatan diğer kavramlar

-Firar

Firar, sözlükte kaçmak, koşmak, sığınmak demektir. Bir âyette Allah (cc) kendisine yönelmeyi, sığınmayı bu kelime ile anlatıyor.

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿47﴾ وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿48﴾ وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿49﴾ فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿50﴾ وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿51﴾

“Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.

Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!

Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

“O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.”

Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” (Zariyât 51/47-51)

-Evvâb;

Allah’a yönelmeyi anlatan bir de ‘evvab’ kelimesi var.

Bunun aslı ‘evb’, bir tür dönme, rücû’dur. Bu sadece insanlar, rücû’ kelimesi ise hem insanlar hem de iradesiz varlıklar hakkında kullanılır.

Bu kökten gelen ‘meâb-iyâbe’ dönüş demektir.

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ ﴿25﴾ ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ ﴿26﴾

“Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir. Sonra onların hesabı da bize aittir.” (Ğâşiye 88/25)

ذٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّۚ فَمَنْ شَٓاءَ اتَّخَذَ اِلٰى رَبِّه۪ مَاٰبًا ﴿39﴾“

“İşte bu, hak olan gündür. Artık dileyen kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.” (Nebe’ 78/39)

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ ﴿14﴾

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âli İmran 3/14)

‘Evvâb’, mübalağalı sıfat olarak tıpkı ‘tevvâb’ gibi, günahları terkederek ve taatleri yerine getirerek Allah’a dönen kimse demektir.

Buradan hareketle tevbeye, ‘evbe’ de denmiştir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 36)

Kur’an bu sıfatı peygamberlerle ilgili olarak da kullanıyor.

Davud (as) hakkında:

اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ ﴿17﴾

“Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd 38/17)

Ona yönelen dağlar ve kuşlar hakkında:

Kendisiyle birlikte tesbîh etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi.” (Sâd 38/18-19)

Dâvûd (as) ‘evvâb’ bir kul idi. Onun Rabbine yönelişini içten ve samimi olduğunu söyleyebiliriz.  

Kimbilir belki de Allah (cc) onun bu ihlası sebebiyle dağların ve kuşların, gece gündüz, sabah akşam onunla birlikte tesbîh etmelerini ona bir hediye olarak bağışlamıştı. Onun Allah’ı tesbîhi o kadar içten idi ki, ona bu tesbîhinde kuşlar ve dağlar bile eşlik ediyorlardı.

Bu onun Allah (cc) katındaki derecesini gösterdiği ğibi, ihlasla kulluk yapanların ulaşabileceği ödüllere de bir örnektir. Allah’ın insanlara bağışı çoktur.

Kul, Hz. Dâvûd örneğinde olduğu gibi şükreder, Rabbini içtenlikle tesbîh ederse hiç kimsenin hayâl bile edemeyeceği karşılığa kavuşur.

Hatırlayalım; Dâvûd (as) Nûh’un (as) soyundandır (En’am 6/84)

ve israiloğullarına peygamber olarak gönderilmiştir. Onun adı da diğer peygamberlerle beraber anılmakta, bir peygamber olarak ona verilen mucizelerden bahsedilmektedir. (Nisâ 4/163. Sâd 38/17) Ona Zebur isimli dört büyük ilahî kitaptan birinin verildi. (İsrâ 17/55. Nisâ 4/163)

Süleyman (as) hakkında;

 وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ ﴿30﴾

“Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir kimse idi. (Sâd 38/30)

-Eyyûb (as) hakkında;

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًاۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ ﴿44﴾

“Şöyle dedik: “Eline bir demet sap al ve onunla vur, yeminini bozma.” Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd 38/44)

-tevbe ile Rabbine dönen dönenler hakkında;

هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿32﴾

“İşte bu, her bir dönen-koruyan için (dünyada) va’d edilen (şey)dir.” (Kâf  50/32)

-Çoğul olarak;

رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ اِنْ تَكُونُوا صَالِح۪ينَ فَاِنَّهُ كَانَ لِلْاَوَّاب۪ينَ غَفُورًا ﴿25﴾

“Rabbiniz, içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şunu bilin ki Allah (tövbeye) yönelenleri çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/25)

Bir de ‘evvabîn namazı’ndan söz edilir. Bir hadise göre bu namaz sabahla öğle arasında kılınan kuşluk (duhâ) namazıdır. (Dârimî, Salât/153 no: 1465. Müslim, Müsâfirîn/19(143-144) no: 1746-1747. Ahmed b. Hanbel 4/366-367, 372)

Veya akşam namazından sonra altı rek’at. (İbn Mâce, İkâme/185 no: 1374. Tirmizî, (zayıf kaydıyla) M. Salât/204 no: 435)

Bir görüşe göre ‘evvab’ Allah’ı çok tesbih eden demektir. Bir âyette:

 وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ ﴿10﴾

“... Ey dağlar siz de onunla tesbîh edin...” (Sebe’ 34/10) âyetinde olduğu gibi.

Bir görüşe göre de ‘evvâb’, tenhalarda yalnız kaldığında Allah’ı çok zikreden, ya da günahlarına tevbe eden demektir.

Taberî’ye göre ‘evvâb’; Allah’a karşı gelmekten O’na itaate dönen, günahına tevbe eden, çok sübhânellah diyen demektir. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/427)

-Hicret-muhâcir

Muhâcir hicret eden demektir. Hicret ise, terketmek, yönelmek, bir yerden uzaklaşmak demektir. (R. el-Isfehânî, Müfredât, s: 782) Muhacir de bu işi yapan demektir.

(İslâm tarihinde ıstılah/terim) olarak muhâcir, Mekkeden Medineye hicret eden fedakâr sahabelerdir.)

Muhâcir bir âyette İbrahim’in kendisini ‘muhâcir’ olarak nitelediğini görüyoruz. O kavmini İslâma davet ettiği zaman kavminin cevabı “onu öldürün veya yakın” oldu.

Ama Allah onu ateşten kurtardı. İbrahim onlara putlara tapmanın yanlış olduğunu, yarın hesap günü faydaları olmayacağını, Allah’tan başkasına tapınanların Cehenneme gideceğini söyledi.

Bunun üzerine;

فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿26﴾

“Ona (İbrahime’e Lut iman etmişti. Ben Rabbime doğru giden bir muhacirim. Şüphesiz O Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Ankebût 29/26)

Yani “ben, inanmayan kavmimden ve yaptıklarından, kavmin başındaki zalimden, Lût kavminin işlediği günahlardan, onlardan gelebilecek herhangi bir korku veya çıkardan uzağım, onlarla benim bir işim yok. Ben bütün bunlardan yüz çevirdim, Rabbime doğru hicret ediyorum.”

Bu Allah’ı, O’nun vadettiklerini, O’nun rızasını, O’nun vereceği karşılıkları tercihtir. Bu tavır inanmış bir müslümanın Allah’a rağbetidir.

Günümüzde bu manada muhâcir olmak mümkündir. Müslümanlar da yeri ve zamanı gelince tıpkı İbrahim (as) gibi diyebilmeli.

Hadislerde geçtiğine göre gerçek muhâcir Allah’ın haramlarından kaçandır.

Abdullah b. Hubşí el-Haşamí’den (ra) şöyle rivâyet edilmiştir: Peygamberimize; “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Rasûlüllah (sav):

-‘Kıyâmı uzun olan (namaz) dır” buyurdu.

“Sadakaların hangisi en faziletlidir” denildi. Efendimiz (sav):

-“Azalacağından korkarak (çoğaltılması ümidi beslendiği zaman) verilendir” dedi.

“Hicretin en faziletlisi hangisidir?” diye soruldu. Peygamberimiz:

-“Allah’ın ona haram kıldıklarından kaçanın hicretidir” buyurdu.

“Cihadın en efdali hangisidir?” denildi. Buyurdu ki:

-“Mal ve canıyla müşriklerle savaşanın cihadıdır.”

“Hangi ölüm daha hayırlıdır?” soruldu. Rasûlüllah (sav):

-“Atı öldürülüp, kendi kanı da akıtılanın ölümü ölümlerin en güzelidir” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Vitir/12 no: 1449 Bir benzeri: Nesaî, Zekât/49 no: 2527)

Abdullah İbni Amr’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu:

“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân/4-5 no: 10-11, Rikâk/26 no: 6484. Müslim, Îmân/14(64-65) no: 161-162. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd/2 no: 2480. Tirmizî, Kıyâmet/52 no: 2504, Îmân/12 no: 2627. Nesâî, Îmân/8, 9, 11 no: 4498-4499, 5002)

Peygamberimiz "Fitne ve bozgun içinde ibadet, bana hicret etmek demektir" buyurdu. (Müslim, Fiten/26(130) no: 7400. Tirmizî, Fiten/31 no: 2201 no: 3985. İbn Mâce, Fiten/14. Ahmed b. Hanbel, 5/25, 27)

“Gerçek muhâcir, Allah’ın yasakladıklarından uzak duran, haramları terk edendir.” (Nesaî, Bey’at/12, no: 4170. Ebû Davûd, Vitr/12 no: 1449. Dârimî, Salât/135 no: 1431. Ahmed b. Hanbel, 2/160, 191, 192, 195, 224, 391, 3/412, 4/114, 385)

“Ameller niyete göredir. Her kişiye niyet ettiği şey vardır. Kimin niyeti  Allah’a ve Rasûlüne hicret ise, onun hicreti Allah’a ve Rasûlüne olur. Kimin niyeti dünyalık ise ona isabet edecek odor. Bir kimsenin hedefi bir kadını nikâhlamak ise, onun hicreti de odur.” (Buhârî, Vahy/1, İman/41 no: 54, Itak/6 no: 2529. Menâkıb/45 no: 3898. Nikâh/5 no: 5070. Müslim, İmâret/18(155) no: 4927)

        -Tebettül

Tebettül, bunun aslı sözlükte kesmek, bir şeyi diğerinden kesip ayırmak (boşanma hakkında kullanılır), ‘tebettül’ terim olarak; başka şeylerden ilgiyi kesip Allah’a yönelmek, niyetini Allah’a yöneltip riyadan uzaklaşmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/15)

Bir âyette geçiyor. Allah (st) Rasûlüllah’a hitaben buyurdu:

 “Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O’na yönel (kendini O’na ada). O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Öyle ise O’na tevekkül et.” (Müzemmil 73/8)

Yani, ibadette ve niyeti hâlis kılmada, kendini O’na öyle ada, öyle rağbet et ki, bu sadece O’na mahsus olsun.

(Bu ifade, “lâ rahbâniyyete ve lâ tebettüle fi’l-islâm-İslâmda ruhbanlık ve tebettül yoktur” sözüyle çelişmez. Zira buradaki tebettül’ün anlamı, kadınlardan uzak olmak, onlarla ilişiği kesmek, evlenmemek demektir) (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 47)

Müzemmil Sûresinin başındaki âyetler, vahyi alması ve insanlara tebliğ etmesi, ulaştırması açısından Rasûlüllah’ı buna hazırlamaya yönelik. Bu âyetler ise, manevi donanımdan sonra tebliğ yapılırken nelere dikkat edilmesi gerektiğini kısaca beyan ediyor.

Bu da Allah’ın yüce ismini unutmamak, zikretmektir (anmaktır), ihlas (samimiyet) ile sadece O’na, O’nun rızasına yönelmek, O’na güvenip dayanmaktır. Manevi yardımı sadece O’ndan beklemektir.

Bu ifade; inkârcıların, müşriklerin Rasûlüllah’a; “sihirbaz, mecnûn, şair, kâhin v.b.” gibi haksız sözlerine, sataşmalarına aldırmamayı da kapsar. (Komisyon, Kur’an Yolu, DİB, 5/410)

-Mesîr

Bu kelime, bir canlının, bir kimsenin dönüşü, teveccühü, yönelmesi anlamında değil, insanların ölümle veya işlerin (amellerin) karşılığı verilmek üzere Allah’a döneceğini anlatır.

Bunun kökü ‘sâre’ fiilidir. Bu da sözlükte yarmak, bir hâlden bir hâle geçmek demektir. “Sâre ilâ kezâ-En sonunda şöyle bir şeye ulaştı, vardı” denilir.

Masîr (masdar olarak) varılacak, gidilecek yer, işin varacağı sonuç... (el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 427) veya suyun varacağı yer, menzil demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/313)

Bu fiilden gelen ‘es-sîru’ da bir işin akıbeti. Bir şeyin ucu. Kapı yarığı, kişinin yanında her zaman hazır olan su anlamına gelir.

Kur’anda fiili hâinde bir defa, ‘mesîr’ olarak da 28 defa geçmekte. Bunlar da ya sonunda Allah’a dönüşü, ya da hak edenlerin Cehennem’e dönüşünü, varmasını ifade ediyorlar.

İbrahim’in (as) ‘emin belde ve halkı’ için dua etmesi üzerine Allah (cc) ona şöyle vahyetti: “... Kim inkar ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu Cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü dönüş yeridir orası!” (Bekara 2/126)

Son menzil olarak Cehennem berbat bir yerdir. “Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir!” (Ali İmran 3/162)

“Kendilerin haksızlık edenlere, imkanları olduğu halde bulundukları yerde kalıp zillete ve zayıf bırakılmışların barınağı Cehennem olacaktır. “Orası ne kötü bir varılacak yerdir!” (Nisâ 4/97)

Allah yolunda sıcak (fiili) bir savaşta herhangi bir makul gerekçe olmaksızın savaş meydanını terkedenler Allah’ın gazabını hak etmiş olarak Cehenneme atılırlar. “... Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Enfal 8/16. (“Cehennemin kötü bir dönüş yeri” olduğunu anlatan diğer âyetler: Nisâ 4/115.  Fetih 48/6.Tevbe 9/73. Hac 22/73. Nûr 24/57. Mücâdele 58/8. Hadid 57/15. Teğâbun 64/10  Tahrim 66/9 Mülk 67/6)

İnsanları Allah yolundan çevirmek için mücadele eden müşriklerin eninde sonunda varacağı yer Cehenemmdir. “Allah’ın yolundan saptırmak için O’na ortaklar koştular. De ki: “Bir süre daha faydalanın. Şüphesiz ki varışınız ateşedir.” (İbrahim 14/30)

Dünyada hangi iş olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, ne kadar yaşarşa yaşasın, en nihayet bütün işler ve kişiler Allah’a dönecektir.

Kur’an bu mutlak gerçeği bir âyette ‘sâre’ fiiliyle, diğerlerinde ‘mesîr’ kelimesi ile haber veriyor.

Kitap nedir, iman nedir bilmeyen bir Elçi’ye Allah (cc) doğru yolu gösteren ve nûr olan kitap indirdi. O Elçi de o kitapla doğru yolu göstermektedir.

“O (doğru yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Şûrâ 42/53)

Hiç bir şey Allah’ın bilgisi dışında değildir. İnsan için hayat serüveni bittiği zaman O’nun huzurna hesap için varacak. Bundan hiç kimse kaçamaz. Şûrâ Sûresi bu uyarı ile sona eriyor. İşler (umûr); maddî veya manevî bütün varlıkları, amel (iş), oluş, durum ve gerçekleri ifade eden kapsamlı bir kelimedir. Elbette dünyadaki işler de, insanların fiilleri de Allah’ın ilmi, iradesi, takdiri dahilindedir. Dünyada bazen insanların yaptıkları hakkında hüküm veren kişiler, yetkililer, hakimler olabilir. Lakin kıyâmet gününde tek yetkili, tek ve mutlak otorite O’dur.

Sonuçta bütün işler O’na varacak, O’na arzedilecektir. (Komisyon, Kur’an Yolu, 4/655)

Rabbimiz kendine dönüşü; 1) ’dönüş Allah’adır’; “Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır.” (Âli İmran 3/28)

“Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.” (Nûr 24/42. Ayrıca bkz: Fatır 35/18)

2) ’dönüş O’nadır’; “Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.” (Mü’min 40/2-3. Ayrıca bkz: Şûrâ 42/15. Teğâbun 64/3. Mâide 5/18)

3) ‘dönüş Banadır’; “... (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.” (Lukman 31/14. Ayrıca bkz: Hac 22/48)

4) ‘dönüş Bize’dir; “O gün çığlığı gerçekten duyarlar; işte o, kabirden çıkış günüdür. Doğrusu Biz diriltiriz, Biz öldürürüz, dönüş Bize'dir.” (Kâf 50/41-42)

5) ‘dönüş Sanadır’; “(İbrahim ve yanındakiler) şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtahıne 60/4. Ayrıca bkz: Bekara 2/285) şeklinde ifade ediyor.

“De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedîlik cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir.” (Furkan 25/15)

 

-Vesile

29 Mayıs 2021 tarihinde ayrı bir ders olarak işlendi.

-Teveccüh

Allah’a yönelmek. Ayrı bir ders olarak işlenebilir.