Şer bir duygu, fikir ve eylem olarak, Kur'an'da ve hedislerde haset, hasedin kötülüğü hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

25 Ekim 2022 –

29 Rabiu’l-evvel 1444

Zaandam

 

62.Ders

OLUMSUZ MANASIYLA KISKANÇLIK (HASET)

İslâm ahlâk sisteminde kıskançlık konusunda dört kavram ile karşılaşıyoruz: Haset, ğayur, gıpta ve münâfese...

Önce hasedi ele alalım.

-Haset

Başkalarının sahip olduğu imkânları kıskanma, istememe, çekememe demektir.

Kavram olarak haset; maddi ve manevi bir nimetin, onu hak eden kimsenin elinden gitmesini, mahrum kalmasını istemek, ya da kendi eline geçmesini arzulamaktır.

Bunun yanında bazen o nimeti ortadan kaldırmaya bir çaba göstermek de bu manaya dahildir.

Yani haset eden ötekinin elindeki nimeti istemez, bazen de nimetin o kimsenin elinden gitmesi için farklı şekillerde çalışır. (el-IsfehânÎ, R. el-Müfredât, s: 169)

Bazı ahlâk âlimleri hasedi duygu, temenni ve eylem olarak kabul etmişler. Kıskançlık teşebbüslerini, çabalarını hasedin sonucu saymışlar. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/378)

Haset Türkçede hem olumsuz anlamda kıskançlık, çekememezlik, bencillik, hem de ırzını, iffetini, şerefini kem gözlerden ve kötülerin şerrinden korumak amaçlı kıskançlık (ğayur) anlamında kullanılıyor.

Haset Kur’an’da tümüyle olumsuz anlamda, hadislerde ise hem olumsuz hem de bir kaç hadiste olumlu (gıbta) anlamda geçiyor.

-Kur’an’da haset

Kur’an’da fiil, masdar ve  isim olarak 5 defa geçiyor.

Kur’an, ehl-i kitabın müslümanları tekrar câhiliyye inancına  çevirme yönündeki istek ve niyetlerini, onların içinde saklı olan hasede bağlıyor. (Bekara 2/109) Aşağıda gelecek...

Kitaptan nasibi olanların (ehl-i kitap) Allah’ın bazı kullara verdiklerini (nimet ve başarıları) kıskanması da haset kelimesiyle anlatılıyor.

اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذًا لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يرًاۙ ﴿53﴾ اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا ﴿54﴾

“Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.

Yoksa, insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı?” (Nisâ 4/53)

Rasûlüllah döneminde Allah (st) yolunda savaşa katılmayıp, ganimet söz konusu olunca koşan kötü niyetliler kendilerine engel olmak isteyenlere “bizi çekemiyorsunuz” demişlerdi.

سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿15﴾

“Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: "Bırakın, biz de sizinle gelelim" diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurmuştur."

Size: "Hayır, bizi çekemiyorsunuz" diyecekler.

Aksine, kendileri ancak pek az söz anlayan kimselerdir.” (Fetih 48/15)

Haset, Felak Sûresinde hem fiil, hem de özne ismi (ism-i fâil) olarak iki defa geçiyor. (Aşağıda gelecek)

 

-Hadislerde haset

Bazı hadislerde, “bir şeyi sahibinden kıskanmak, onu çekememek” manâsındaki haset hakkında oldukça sert ifadeler yer alır.

“... Bir kulun kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz.” (Nesâî, Cihâd/8 no: 3111)

“Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi haset de iyilikleri mahveder.” (İbn Mâce, Zühd/22 no: 4210. Ebû Dâvûd, Edeb/44 no: 4903)

Bir başka hadiste de kinle hasedin önemli sosyal problemlere yol açan ahlâkî hastalık olduğuna işaret ediliyor. (Müslim, Îmân/70(243) no: 391)

Konuyla ilgili hadislerin birinde din kardeşliği ve sosyal barış için gerekli görülen hususlar şu şekilde sıralanır:

Enes bin Mâlik'in anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle dedi:

" Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın. Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz..." (Buhârî, Edep/57, 58 no: 6064, 6065, 6066, 6076, Ferâiz/2 6724, 5143. Müslim, Birr/24, 28-34(2563-2564) no: 6526-6540. Ebû Dâvûd, Edeb/48 no: 4917. Tirmizî, Birr/24 no: 1935)

Ebu Kebşe el-Enmâri (ra) anlattı: "Rasûlullah (as) buyurdu ki:

"Üç şey vardır, (bunların doğruluğu hususunda size) yemin ederim. Ayrıca bir de söz söyleyeceğim, bunları iyi belleyin: Kişinin malı sadaka sebebiyle eksilmez.

Bir kula haksız zulüm yapılır o da sabrederse, Allah onun izzetini (dünya ve âhirette) mutlaka artırır.

Bir kul dilenme kapısını açtı mı, onunla birlikte Allah da o zavallıya fakirlik kapısını açar.” (Tirmizî, Zühd/17 no: 2326)

Bir rivâyette şu ziyade var: "Bir kul, Allah rızası için mütevazi olur, alçalırsa Allah onu mutlaka yüceltir. Size bir hadis söyleyeceğim, onu iyi belleyin: Dünya dört kişi içindir:

"Bir kul vardır, Allah kendisine mal ve ilim vermiştir de kul, malı hususunda Allah'tan korkmakta, (mal ve ilmi kullanarak) sıla-ı rahm yapmakta, (mal ve ilimde) Allah'ın hakkı olduğunu bilmektedir; işte bu kimse en faziletli bir makamdadır.

"Bir kul vardır. Allah ona ilim vermiştir, mal vermemiştir, ama iyi niyetlidir ve "Malım olsaydı onu falan kişi gibi (hayırda) harcardım" der. İşte bu kimse niyetindekini yapmış gibi sevaba nâil olur, ikisi de eşit şekilde ücrete konar.

"Bir kul vardır Allah ona mal vermiştir, fakat ilim vermemiştir. Malını câhilane harcar. Malı hususunda Rabbinden korkmaz. (Cimriliği, câhilliği sebebiyle) malıyla sıla-ı rahim yapmaz; malında Allah'ın da hakkı olduğunu hiç düşünmez. İşte bu kimse, mertebelerin en düşüğündedir.

"Bir kul vardır, Allah ona ne ilim ne de mal vermiştir ama: "Eğer malım olsaydı onunla falan kimsenin yaptıklarını ben de yapardım" der. Bu da niyetiyle muamele görür. Niyet ettiği kimsenin vebâlini aynen elde eder." (Tirmizî, Zühd/17 no: 2326. İbn. Mâce, Zühd/21 no: 4228)

-Haset, ne kötü bir ahlâk...

Haset, İslamın hoş görmediği, olgun müslümana yakışmayan kötü huylardan ve zararlılardandır.

Herkeste az çok bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Bazılarında çok zayıf bir duygudur ve anlıktır. Bazılarında ise kalıcı bir huydur, haset ettikçe bu duygusu daha da artar. Bu da üzerinde durulması gereken bir yanlıştır.

Haset özünde Allah’ın yaptığına itirazdır, razı olmamaktır.

Kindî’ye göre haset ruhu kirleten bir kusurdur ve şerlerin en fenasıdır.

Haset, başkasının zarar görmesini isteme duygusu olduğuna göre bir kötülük sevgisidir. Kötülüğü sevenin kendisi de kötüdür; insanların en kötüsü ise dostlarının zarara uğramasına sevinen kimsedir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/379)

Haset, kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir.

Bilgisizlik ve tamahkârlığın kaynaşmasından doğar. Her ne kadar tanıdık ve akrabalar arasında görülse de, uzakta olanlara da haset edilebilir.

İslâm ahlâkçıları bunun genellikle aralarında meslekî, iktisadî, ilmî, siyasî, sosyal münasebetler bulunan insanlarda ortaya çıktığını belirtirler. 

Ahlâkla ilgilenen bilginler, onun bir çeşit ruhî hastalık olduğunu, bencillik eğiliminden kaynaklandığını, bundan dolayı başkalarının kendilerinden üstün olmasını istemediklerini, bu saplantının onları bunalıma sürükleyebileceğini söylediler.

Böyleleri kıskandığı kişinin başına istediği gelince de rahatlar.

İlgili âyet ve hadislere dayanarak, ayrıca psikolojik ve sosyal zararlarını göz önüne alarak hasedi haram saymışlardır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/378)

Kur'an’a göre haset etmek aynı zamanda kâfirlerin özelliklerinden birisidir.

اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟ ﴿120﴾

"Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler..." (Âl-i İmran, 3/120)

Ehl-i kitabın mü’minlere hasedini şöyle anlatıyor:

وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿109﴾

Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Siz şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün. Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir.” (Bekara 2/109)

Kur’an kendilerine Gerçeğin bilgisi geldikten sonra insanların  birbirlerine düşmelerinin sebebinin haset olduğunu söylüyor.

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿14﴾

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi..." (Şurâ 42/14)

Günümüzde müslümanları tefrikaya düşüren, aralarındaki hır-gür, çekişmeler benzer bir tavrın sonucu mu?

Haset ile ilgili şöyle bir tesbit de var:

Eğer bir imkan çok günahkâr ve zalim bir inkârcının elinde fitneye, toplumun zararına kullanılıyorsa, o imkanın onun elinden gitmesini istemek haset değildir. Zira bunda bir çekememezlik değil, toplumun maslahatını istemek niyeti vardır.

-Hasedin sebepleri

1.Kin ve düşmanlık. Kur’an şöyle diyor:

...  وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿119﴾

"... Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar. De ki, "Öfkenizden ölün. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir." (Âl-i İmran, 3/119)

Bu çekememezlik çekişme, anlaşmazlık ve kavgalara sebep olur. Başkalarının şerefine dokunulur, zarar verilir.

2.Teazzuz. Birisi elindekiyle övünmesi karşıdında, diğeri buna aldırış etmeme yerine beyhude yere onu kıskanmaktır.

3.Kibir, üstünlük taslama duygusu. Başkalarına hükmetme, onları küçük görme anlayışından dolayı onların elinde bir şey olmasını çekememezlik. Müşriklerin;

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ ﴿31﴾

"Kur'ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf 43/31) demeleri böyle bir hasedin ifadesidir.

4. Şaşkınlık ve hayranlık. Geçmiş kavimlerden bazıları içlerinden birinin vahye mazhar olmasına hayran olsalar da hasetlik ederlerdi.

قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ ﴿15﴾

 "Siz de bizim gibi birer insansınız dediler…" (Yâsîn 36/15);

فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ ﴿47﴾

"Bizim gibi iki insana mı inanacağız dediler…" (Mü'minûn 23/47)

وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَرًا مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذًا لَخَاسِرُونَ ﴿34﴾

"Kendiniz gibi insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızdan hiç şüphe yoktur." (Mü'minûn 23/34)

5.Ulaşılmak istenen şeylerden mahrum kalma korkusu.

6.Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği. Bir makama veya seviyeye gelen bazıları başkalarının oraya gelmesini, aynı kulvarda rakip olmasını istemezler.

7.Kötü huy, nefislerin çirkinliği. İnsanların Allah’ın kendisine nimet verdiği kimseden hayırla bahsetmesinden hoşlanmazlar. Onlarla ilgili kötü haberlere sevinirler.  

8-Cimrilik. Bazıları Allah’ın bazı kullara lutfetmesini, nimet vermesini çekemezler. “Neden ben dururken o...” derler. (Özalp, A. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, . Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/379)

-Hasedin dereceleri

1.Haset edilen kimsenin elindeki nimetin, imkanların yok olmasını istemektir. Bu nimet ister kendi elinde olsun, ister gelecekte eline geçecek olsun...

2.Haset edilen kimsenin elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir.

3.Başkasındaki nimetin, imkanın aynısının, benzerinin kendinde olmasını arzulamak. Eline geçmezse onun başkasında olmasını istememektir.

4.Başkasındaki nimetin benzerini arzulamak ama kıskandığı kimsede o nimetin kalmasını da istemek. Hasedin en hafifi budur. Dünya işlerinde affı umulur. Dini konularda ise tavsiye edilmiş. Tabi hayırda yarış ilkesine uyarsa.  (Özalp, A. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, )

Bu sonuncusu çekememezlikle olursa kötü. Gıpta ile olursa olumlu bir istektir. (Gıpta aşağıda gelecek)

-Meşhur haset örnekler

Üçü Kur’an’dan, ikisi İslâm tarihinden

-Şeytanın Âdem’e hasedi

Kaynaklarda, İblîs’in Âdem’i kıskanmasına da atıfta bulunularak hasedin şeytanî bir huy olduğu ifade edilir.

Hz. Âdem kıssasında ibret verici ve düşündürücü bir başka sahne de iblis'in, evren var edileli ilk defa Allah'ın emrine karşı gelmesidir.

Bu ana kadar Allah'ın kulları içerisinde hiç bir varlık O'nun emrine karşı gelmemiş, hiç varlık kendisine çizilen çizginin dışına şıkmamış, varlık dünyası isyan diye bir şeye tanık olmamıştı.

Kur'an, olayı en etkileyici bir anlatım tarzı ile bize sunuyor:

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿34﴾

"Ve meleklere; 'Âdem'e secde edin' dedik de iblis'ten başka (tümü) secde ettiler. O ise, dayattı, kibirlendi ve kafirlerden oldu." (Bekara 2/34)

قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ ﴿75﴾ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ ﴿76﴾

"(Allah) dedi ki: Ey iblis, iki elimle yarattığıma seni sescde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yücelerde olanlardan mı oldun? Dedi ki: 'Ben ondan daha hayırlıyım; sen beni ateşten yarttın, onu ise çamurdanyarattın." (Sâd 36/75-76)

Bunun üzerine Allah (cc) ona sordu:

قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ ﴿12﴾

"Sana emrettiğim halde, seni secde etmekten alıkoyan sebep nedir? (İblis) dedi ki: 'Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (A'raf 7/12)

Bir başka yerde aynı soruya şöyle karşılık veriyor :

 قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ﴿33﴾

"Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var olmadım." (Hıcr 15/32-33)

Sebebi ne olursa olsun inanan ve itaat eden bir kula düşen, verilen emri yerine getirmektir; emir üzerinde yanlış yorum yapıp itaatsizlik değildir.

İblis’in mantığı «Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. Dolaysıyla ben ondan üstünüm.»

Bu kibir ve kıskançlık, bu yanlış kıyas iblise büyük bir hata yaptırdı: Ebediyyen kovulan (racîm) olmak…

Onun hatası çok önemli bir hata idi. Bu nedenle kovuldu ve lanetlendi.

İblis, Allah'ın kesin ve açık emrini dinlemedi.

﴾ قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ ﴿33﴾ قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ ﴿34﴾ وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ ﴿35﴾

"Dedi ki: 'Ey iblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?'

Dedi ki: 'Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim."

(Allah) dedi ki: 'Öyleyse ondan (cennetten) çık, çünkü sen kovulmuş bulunmaktasın.'

Ve şüphesiz, din gününe kadar lanet senin üzerinedir.» (Hıcr 15/32-35. Sâd 36/75-78. A'raf 7/13)

Şu sözü ancak iblis ve benzerleri söyler:

قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿62﴾

"Şu bana karşı yücelttiğine bak dedi…" (İsrâ 17/62)

İşte iblisin Âdem’e hasedinin sonu…

 

-Âdemin bir oğlunun kardeşine hasedi

Kur’an şöyle anlatıyor:

"Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen ) demişti ki: 'Seni mutlaka öldüreceğim'. (Öbürü de:) 'Allah, ancak takva sahiplerinden (korkup-sakınanlardan) kabul eder.

Eğer sen beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım.

Şüphesiz, senin kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylece Cehennem halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin işte cezası budur.

Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu.

Derken, Allah, ona, yeri eşeliyerek kardeşinin ölü cesedini nasıl örteceğini gösteren bir karga gönderdi. 'Bana yazıklar olsun' dedi. 'Kardeşimin ölü cesedini örtmek için bu kadar mı aciz kaldım?' Artık o, pişmanlık duyanlardan olmuştu." (Mâide 5/27-31)

Kur’an Âdemin oğulları hakkında bundan başka bilgi vermiyor. Bu konuda söylenenler, söylenecekler insanların tahminlerinden öteye geçmez. Ya da israiliyat kaynaklıdır.

İblis, Âdem’i kendisinin azmasına ve  kovulmasına sebep olarak gördü. Hatayı kendi kibrinde ve dik kafalılığında arayacağına, kabahati başkasına yükledi.

İşte ilk katilin mantığı da böyleydi. Kurbanı kabul edilen kardeş bunun cevabını veriyor:

... قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿27﴾

"...Allah, ancak takva sahiplerinin (korkup-sakınanların) kurbanını kabul eder."

Eğer ilk katil de, kurbanını ihlaslı bir şekilde, takva ahlâkı ile, karşılığını Rabbinden bekleyerek verseydi, onunki de kabul edilirdi.

Demek ki o böyle yapmadı. Hatasını anlayacağı yerde, iblisin yaptığının benzeri bir yola baş vurdu, kardeşini kıskandı ve kanını akıttı.

İlk katil oğulun kıskançlığının sebebi 'kız meselesi' meselesi olamaz. Bu çekememezliğin başka bir sebebi olmalı.

Bir yoruma göre ilk katilin çekemediği şey mümkün ki 'öldürülen kardeşteki' kurbanının kabul edilmesini sağlayan takva (korkup-sakınma) duygusudur.

Bir başka deyişle kendini âlemlerin Rabbine teslim ediş fikridir. Allah'ın ölçülerine göre yaşama imanıdır. Ya da ilâhi vahye uyma tavrıdır.

İşte iblisin istemediği de budur. Yani yok edilmek istenen Habil'in bedeni değil, onun temsil ettiği bu anlayıştır. (Allahu a’lem)

-Yakup oğullarının Yûsuf’a hasedi

 

-Kureyş’in Rasûlüllah’a hasedi

Kureyş’in büyük bir bölümü Rasûlüllah’ın peygamberliğini kabul etmediler, karşı çıktılar, iman edenleri sindirmeye çalıştılar.

Bunun en önemli sebebi hased idi.

فَقَالُٓوا اَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّٓا اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿24﴾ ءَاُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ ﴿25﴾

"İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz sapıklık ve delilik etmiş oluruz.

Kitap, aramızda, ona mı verilmiş? Hayır, o pek yalancı ve şımarığın biridir" dediler.” (Kamer 54/24-25)

وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هٰذَا الْقُرْاٰنُ عَلٰى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظ۪يمٍ ﴿31﴾

"Kur'ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" (Zuhruf 43/31) 

“Velîd b. Mugīre ile Ebû Cehil, kendi kabilelerine mensup olmayan birinin peygamberliğini hazmedemedikleri için Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.” (Kapar, M. A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/117)

 

-İmam Zuhlî’nin İmam Buhârî’ye hasedi

İmam-ı Buhârî’nin karşılaştığı sıkıntı (mihne olayı), bir kaç açıdan dikkat çekicidir. Onun gibi hayatını hadise adamış, güzel ahlâk bakımından örnek olmuş bir âlim da kıskançlık olayı ile karşılaştı.

Bu olayda, İslâm  tarihinin başlangıç yıllarına kadar uzanan fikir ayrılıklarının açtığı derin yaraların izlerini gördüğümüz gibi, mezheb ve grup asabiyetinin yanlışlığını ve bir iddiayı, bir fikri veya haberi araştırmadan hüküm vermenin zararlarını da görmekteyiz.

Hasedin (kıskançlığın) kötü sonuçları bu olayda da kendini gösteriyor. Bu iblis ahlâkının âlimlere bile bulaşacağının tipik örneğidir bu olay...

Bu olayda yüklendiği yönetim emânetiyle kibirlenen, bunu kişisel istekleri için kullanan sultan (yönetici) tipiyle de karşılaşıyoruz.

Buhârî’yi sevenler olduğu gibi, ona haset edenler veya yanlış anlayıp hakkında kötü düşünenler de vardı. Tarihte ve günümüzde pek çok  gerçek ilim adamının başına gelenler onun da başına geldi.

Kendisi şöyle anlatmış:

“Nisabûr’da bir camide kalıyordum. Orada bulunanlardan biri valiye, “Buharî senin hakkında “o doğru dürüst namaz kılmaz” dediği kulağımıza geldi. Bu durumda nasıl olur da onun hakkında bir şey yapmazsın” diyerek beni şikayet etmiş.

Vali ona şu cevabı vermiş: ‘Bu konuda bana bir şeyler söylenmiş olsaydı, bu mecliste sadece namazla ilgili onbeşbin hadis rivâyet etmeden kalkmazdım.” (S.A. Nübelâ, s. 412. Nak. Uğur, M. İ. Buhârî, s: 38)

Görüldüğü gibi onu çekemeyenler, hakkında dedi kodu yapmışlar ve fırsatını bulunca da yönetime şikayet etmişler. 

İmam Zühlî ile Aralarının Açılması:

İmam-ı Buhârî, yıllarca gezip dolaştıktan sonra elde bilgi birikimini, biraz da kendi memleketinde insanlarla paylaşmak istemiş. Bu amaçla 250/864 yılında Irak bölgesinden Nisabûr’a gelmiş. Onu kalabalık halk kitlesi ve âlimler karşılamış. Bunların arasında hocası da sayılan imam Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî de varmış. Hatta çevresindekilere onun derslerine katılmalarını tavsiye etmiş.

Ama bir müddet sonra öğrencilerine:

“Buhârî’nin meclisine gidenler bizim meclisimize gelmesinler. Arkadaşlarımız bize Bağdad’tan, onun Kur’an’ın mahluk (yaratılmış) olduğunu söylediğini yazdılar. Biz bu görüşü reddediyoruz, o ise bundan vaz geçmemiş. Ona yakın olanlar bize yakın gelmesinler.” demiş.

Zira Nisabûr’da bazıları ona Kur’an’ın mahluk olup olmadığını sormuşlar. Olayı anlatan İbni Adî’ye göre, Buhârî’yi kıskanan bir hadisçi, onun ‘Kur’an mahluktur’ görüşünü benimsediğini iddia ederek, hadis öğrencilerini Buharî’nin bu konudaki görüşlerini sorup öğrenmeye teşvik etmiş. Buharî bu konuyla ilgili sorulara cevap vermek istememiş, ancak üç defa ısrarla sorulunca “Kur’an Allah’ın kelâmıdır, mahluk değildir. Ancak kulların fiilleri (Kur’an okuyuşları) yaratılmıştır, bu konuda soru sormak ise bid’attir’ diye cevap vermiştir. (el-A’zami, TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/369)

Bunu duyan dedikoducular “Buhârî Kur’an’a mahluk dedi” diye etrafa yaymışlar.

Bu dedikodular yüzünden Nisabûr’dan ayrılmak zorunda kaldı. (Nisabûr’da ne kaldığı ile ilgili haberler çelişkili) Sonra Merv’e uğrayarak Buhara’ya geldi.

Vali Halid b.Ahmed  ez-Zühlî,  Buharî’ye “Camiu’s Sahih, tarih ve diğer kitaplarını alıp saraya gel, onları bizzat senden dinlemek istiyorum” diye haber gönderdi. Tabii o da; “Ben ilmi alçaltamam,  kimsenin kapısına da götüremem.  Valinin ilimden bir şeye ihtiyacı varsa halka açık derslere katılmak üzere mescide gelsin veya evime buyursun” diyerek bunu kabul etmedi.

Hatta onun Nisabûr’dan ayrılıp Buhara’ya geldiği günlerde İmam Zühlî, vali Zühlî’ye bir mektup yazarak onun Sünnet’e aykırı tutumlara sahip olduğunu bildirmiş. Vali de zaman kaybetmeden tellâllar çıkararak halka bu mektubun içeriğini duyurmuş. (S.A. Nübelâ, 12/463. Nak. Uğur, M. İ. Buhârî s: 53)

Vali onun Buhara’dan gitmesi için haber gönderdi. O da Semarkant’a doğru yola çıktı. Hartenklilerin isteği üzerine onlara misafir oldu. Lakin vali oradan da ayrılması için haber gönderdi.

Şöyle dua etti: “Yarabbi, yeryüzü bütün genişliğine rağmen artık bana dar gelmeye başladı. Ruhumu kendi yanına al.”

Hasta olmasına rağmen bir Ramazan Bayramı sabahı yola çıkmaya çalışırken vefat etti. (H. 256-m. 870) (es Sübkî, Tabakât, 2/14. Kastalanî, İ. Sâri, 1/51. Bağdadî, T. Bağdad, 2/34. İbni Kesir. el-B. Nihâye, 11/27,  Zehebî, e-Iber fi-Haberi men Ğaber, 2/12. İbni Hallikân, Vefeyât, 4/190)

 

-Haset hastalığına karşı ne yapılabilir?

İnsanlardan bazıları kıskançlık duygusu taşımalarına rağmen aklın ve dinin ölçülerine uyarak bu duyguyu baskı altında tutabilir, onun tutsaklığına düşmekten kendilerini koruyabilirler.

Bunun için öncelikle hasedi doğuran sebeplerin bilinmesi gerekir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/379)

Haset kalbin hastalıklarındandır. Kalp hastalıkları ise ancak ilim, iman, dua, tefekkür, zikir, iyi niyet ve sâlih amel ile tedavi edilebilir.

İlimden maksatla, hasedin din ve dünya işlerine verdiği zararları bilmeyi kasediyoruz. Hasetçi hem kendisine hem de başkalarına zarar verir.

Haset eden, Allah'ın yaptığı taksimine, takdire, iradeye rıza göstermiyor demektir. Bu da O’nun adâletinden, hikmetli iş yapmasından şüphe etmektir. Böyle bir anlayış müslümanın Allah tasavvuruna (Tevhid inancına) uymaz.

Bunun ilacı Kur’an’ın öğrettiği gibi imanı kuvvetlendirmektir.

Hasedin zararlarını bilmek de yeterli değildir. Kişi sâlih amelle hasedin aksi istikametinde kendini zorlaması gerekir.

Hasedin sonunda hasetçinin kendisi veya başkaları zarar görürse bundan şeytan ve müslümanların hasımları sevinç duyar. Haset eden bunu hesaba katmalı ve şeytanı sevindirmemeli.

Haset eden müslüman yukarıda hadiste geçtiği gibi, “hasedin ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi haseneleri (sevapları veya iyilikleri) mahveder. (Ebû Dâvûd, Edeb/44 no: 4903. İbn Mâce, Zühd/22 no: 4210)

Haset edenin içinde sürekli sıkınıt vardır. Manevi ateş gibi olan bu sıkıntı onu rahat bırakmaz.

Üstelik böyleleri Allah’ın onun haset ettiği kişiye nimetini artırabileceğini unutur. Unutur da o nimetleri gördükçe sıkıntısı daha da artar. Haset ettiğinin durumunun kötü olmasını beklerken kendisi perişan olur.

Âhiret inancı kuvvetli birisi kolay kolay bu hataya düşmez. Bunun için mü’min sürekli ölümü, ölüm sonrasını ve İlâhi Hesabı hatırlamalı. Haset duygusunu azaltmanın imkanlardan birisi de demek ki âhiret ve oradaki hesap inancının kuvvetli olmasıdır.

Ayrıca  hasetçi aklını kullansa haset etmenin bir faydasının olmadığını, aksine zararlı olduğunu anlar.

Haset duygusu kuvvetli olan biri, bunun aynı zamanda şeytanî bir tavır ve onun bir tuzağı olduğunu hatırlamalı. (Özalp, A. Şâmil İslâm Ansiklopedisi,. Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/379)

Takvâya yönelmeli, Allah’ın emir ve yasaklarına uymada dikkatli olmalı, yani sorumlu davranmalı. (Âl-i İmrân 3/120),

Mü’min; düşüncesini, kararlarını, başkalarıyla ilgili görüşlerini gözden geçirmeli, yanlış bakışı varsa düzeltmeli, ihlâsla Allah’a yönelmemeli. (Yûsuf 12/24. Sâd 38/82-83)

Hasedin kendisine musallat olmasını bir musibet kabul edip bununla yaptığı hatalara tövbe etmemeli. (Âl-i İmrân 3/165),

Mü’min hatada, yanlışta ısrar etmez. Şu ayeti unutmamak gerekir:

وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿135﴾

“Yine onlar (müttakıler) ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki!

Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.” (Âli İmran 3/135)  

Bazı bilginlere göre haset fiilin değil kalbin niteliğidir. Nitekim Kur’an’da buna işaret eden âyetler vardır (Bkz: Âl-i İmrân 3/120. Nisâ 4/89. Haşr 59/9)

Kişi, aklın ve inandığı dinin ölçüleriyle hareket etmeye dikkat ederek kalbindeki bu duyguyu yönlendirmeye çalışmalı. Bu bir anlamda nefsi kontrol etmeye benzer.

Ama bir kimsenin bütün davası, hedefi dünyalıklar olursa, onda haset duygusu artarak devam edebilir.

Haset duygusunun bir sebebi de kişide aşağılık kompleksidir. Bunun çaresi de Rasûlüllah’ın şu tavsiyesidir.

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (as) şöyle buyurdu:

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd/9(2963) no: 7430. Bir benzeri: Tirmizî, Kıyâmet/58 no: 2512, Libâs/38 no: 1780. İbni Mâce, Zühd/9 no: 4142)

Buhârî’nin rivâyeti şöyledir:

“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.” (Buhârî, Rikâk/30 no: 6490. Ayrıca bkz. Müslim, Zühd/8(2963) no: 7428)

-Haset edenlere karşı ne yapılabilir?

**Hasetçinin şerrinden Allah’a sığınmak. Felak Sûresi her zaman okunabilir, ama dediğinin farkında olarak.

  • بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
  • قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ {1} مِن شَرِّ مَا خَلَقَ {2} وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ {3} وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ {4} وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ {5}‏
  • Mekke’de inmiştir. Beş âyettir.
  • “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla...
  • 1-De ki; “Sabahın Rabbine sığınırım.
  • 2-Yarattığı şeylerin şerrinden.
  • 3-Karanlığı çöküp basdığı zaman gecenin şerrinden.
  • 4-Düğümlere üfürenlerin şerrinden.
  • 5-Ve haset edenin, haset ettiği zaman şerrinden.”

Allah (cc) haset ettiği vakit hasetçinin şerrinden O’na sığınmamız gerektiğini buyuruyor.

  • وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ {5}‏

5-Ve haset edenin, haset ettiği zaman şerrinden.”

Hâsid; haset eden (kıskanan), başkalarının zarara uğramasından zevk duyan kişi diye tarif edilse yanlış olmaz.

izâ hasede; haset ettiği zaman demektir.

Böylece «başkasının nimetinin elinden çıkmasını isteyen ve Allah'ın kendisi için ayırdığı rızka/nimete razı olmayan hasetçinin şerrinden sabahın Rabbi Allah'a sığınırım» demiş oluruz.

Burada insan benliğinde olan hasetten değil, aktif hâle gelen hasetten Allah’a sığınma emrediliyor.

**hasetçiye karşı sabırlı olup onunla çatışmaktan, ona ezâ vermekten sakınmak (Hac 22/60),

**Allah’a tevekkül etmek (Talâk 65/3),

**başkalarına ait olan şeylerle fazla ilgilenmemek, hasede aldırmamak,

Kur’an şöyle diyor: ”Rahmân’ın (takva sahibi) kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir.

Câhiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan 25/63)

**mümkün olduğu kadar ikram ve ihsanda bulunarak hasetçinin zararından korunmak, hasetçi ve muzır kimselerin kalplerindeki kötülük ateşini onlara iyilik ederek söndürmeye çalışmak (Kasas 28/54. Fussilet 41/34-36). (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/379)

**istiâze yaparak. Kur’an şöyle diyor:

واِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿36﴾

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet 41/36)

Ayrıca şöyle buyuruyor:

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿56﴾

“Allah’ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Mü’min 40/56)

**Allah’ın maddî ve mânevî lutuflarına mazhar olan kişinin israftan kaçınması, davranışlarını başkalarının kıskançlığına sebep olmayacak şekilde ayarlaması gerekmektedir. Gösteriş kıskançlığa sebep olabilir. Bu hem dinî bir görev hem de insanlara karşı bir saygıdır.

**Meyveli ağacı taşlarlar. Bilgili, becerikli, başarılı insanlara haset eden çok olur. Bir işe yaramayan, niteliksiz, silik insanlar kimsenin umurunda olmazlar.

Onun için başarılı insanlar atılacak taşlara mukavemet etmeli. Biz meyve vermeye devam edelim. Meyvemizi taşlayanlar olursa da olsun...

**Haset hastalığının bir başka ilacı haset edene ve edilene dua etmektir.