Cennetliklere verilecek selam, Allah'tan selam sözü, Allah'ın es-Selam ismi, namaz selamı hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

20 Aralık 2022 –

26 Cemâziye’l-evvel 1444

Zaandam

69.Ders

CENNETTE SELÂM ve es-SELÂM İSMİ

-Cennetliklere ‘selâm’ armağanı

Cennetliklere, “Cennete selâm ile girin” denilecek. Çünkü onlar bu selâmı hak etmişlerdir:

هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿32﴾ مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ ﴿33﴾ اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ ﴿34﴾  

“(Cennetliklere şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir.

O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği hâlde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.

Oraya selâmla (esenlikle) girin, bu sonsuza kadar sürecek gündür.” (Kâf 50/32-34)

Yani oraya azaptan ve üzüntüden selâmette (kurtulmuş) olarak girin.

Kaf 34. âyet şöyle de anlaşıldı: “Allah’tan veya meleklerden size selâm olsun”,

“size ikram edilen bu nimetin kaybolmasından endişe etmeyerek selâmetle girin cennete”.[1] 

Bir başka âyette bu müjde şu ifadelerle geliyor:

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ ﴿45﴾ اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ ﴿46﴾ وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ ﴿47﴾ لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ ﴿48﴾

“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar (muttakiler), cennetler içinde ve pınarlar başındadır. Onlara, “Girin oraya selâmla (esenlikle, güven içinde) denilir.

Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.

Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir. (Hıcr 15/45-48)

*Cenneti hak edenler, oraya insanı üzecek, hoşnutsuz veya rahatsız edici bütün afetlerden, korkulardan emin olarak girecekler. Ya da birbirlerine selâm vererek, veyahut melekler tarafından selâmla karşılanarak cennete dahil olacaklar.[2]

Nitekim pek çok âyette cennetliklere korkunun olmayacağı ve onların üzülmeyecekleri haber veriliyor. Mesela;

“Dedik ki: Hepiniz cennetten inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” (Bekara 2/38)

Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet 41/30)

“Hayır, öyle değil! Kim “ihsan” derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.”  (Bekara 2/112. Ayrıca bkz: Bekara 2/288. Âli İmran 3/170. Mâide 5/69. Zümer 39/61. Ahkaf 46/13)

Melekler muttakileri Cennete selâm ile alırlar:

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿31﴾ اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿32﴾

“İçinden nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. Kendileri için orada diledikleri her şey vardır. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları böyle mükâfatlandırır.

Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.” (Nahl 16/31-32)

Acaba bütün bu âyetlerde sözü edilen ve cennetliklere muhteşem bir ödül olan “selâm” meleklerden mi, yoksa Allah’tan mı gelecek?

Her ikisinin de olması muhtemel. Zira Kur’an, Allah’tan onlara selâm sözü geleceğini (Yâsîn 36/58),

ayrıca henüz cennete girmemiş olan A’raf ehlinin cennetliklere selâm vereceklerini de Kur’an haber veriyor:

وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ ﴿46﴾

“İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A’râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere;

“Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar.” (A’raf 7/46)

*Cennet öyle bir yer ki orada kötü, rahatsız edici, hoş olmayan, istenmeyen hiç bir şey yok. Orada boş söz yok, yalan yok, çirkin kelime yok; ama sadece selâm var.

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا وَلَا تَأْث۪يمًاۙ ﴿25﴾ اِلَّا ق۪يلًا سَلَامًا سَلَامًا ﴿26﴾

“Orada ne boş konuşmalar duyacaklar, ne de günaha yönelten bir çağrı. Söylenen, yalnızca "selâm, selâm" dır.”  (Vâkıa 56/25-26)

“Birbirlerine selâm üstüne selâm verirler.”[3]

Ya da Rableri onlara selam gönderir.[4]

Veya onlar, orada rahatsız edici bir söz işitmezler ama meleklerden selâm üstüne selâm alırlar.

Sanki cennetliklere şöyle denilecek: “Siz boş sözden ve günaha yönelten bir çağrı gibi ayıplardan uzaksınız, bunlardan selâmettesiniz.”[5]

اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـًٔاۙ ﴿60﴾ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيًّا ﴿61﴾ لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْوًا اِلَّا سَلَامًاۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِيًّا ﴿62﴾

“Ancak tövbe edip inanan ve sâlih amel işleyenler başka. Onlar Cennete, Rahmân’ın, kullarına gıyaben vaad ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun va’di kesinlikle gerçekleşir.

Orada boş söz işitmezler. Yalnızca (meleklerin) “selâm!” (deyişini) işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.” (Meryem 19/61-62)

Meleklerin selâmını ‘mutluluk tebriği’ diye de anlamak mümkün.

*Arzularına, aşırı isteklerine tabi olanlar ve namaza yazık edenler Ğayya’ya (Cehennem’e) kavuşacaklar. Buna karşın sabredip de Cenneti hak edenlere muhteşem bir müjde var:

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ ﴿22﴾ جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ ﴿23﴾ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ ﴿24﴾

Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır.

İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

Bu sonuç da Adn Cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler):

“Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan Cennet) ne güzeldir!  (Ra’d 13/22-23)

*Ve dahası var;

*Cennetin meleklerden olan bekçileri cennetlikleri müjde vererek, tebrik ederek ve ‘selâm’ ile karşılayacaklar.

وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ ﴿73﴾

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da gruplar hâlinde Cennete sevkedilecek.

Nihayet oraya vardıklarında Cennetin kapıları açılmış olacak; onun bekçileri onlara,

“Selâm sizin üzerinize olsun! Hoş geldiniz (ya da müjde size)! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun girin Cennete!” diyecek.” (Zümer  39/73)

Allah’tan hakkıyla korkup-çekinenler, ya da dünya hayatında O’na karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenler; hesaptan sonra, bölük bölük Cennet’e götürülürler; şerefli birer konuk/heyet olarak... (Meryem 19/85)

En önde mukarrabler, yani Allah’a en yakın olanlar, sonra ebrâr yani en iyi davranışta öncü olanlar, sonra diğerleri, sonra diğerleri...

Herkes kendine uygun bir grupla, herkes kendi imamıyla (önderiyle veya amel defteriyle), herkes dünyada iken kime yakın idiyse onlarla,

mesela peygamberler peygamberlerle, sâlihler kendilerine benzeyenlerle, alimler kendi akranlarıyla, imanında sâdık olanlar kendi yakınlarıyla Cennet’e doğru yürürler.

Ta ki Cennetin kapısına geldikleri zaman oradaki görevliler onlara;

 سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ

“Selâm size! Hoş geldiniz! İşte buyrun, içinde temelli kalacağınız bu (Cennet’e) girin)” diyecekler.[6]

Şüphesiz ki cennetlikler için yapılacak bu teşrifat; çok güzel bir karşılama, onlar için yüksek bir övgüdür.

Sebebi ise cennetliklerin dünyada iken Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edip, günah ve hatalardan arınmalarıdır.

Cennetin kapısına da tertemiz gelirler. Cennette ancak güzellik vardır. Oraya ancak güzel, tertemiz olanlar girerler.[7]

Rabbim hepimizi bu selâmı hak edecek olanlardan eylesin.

-Sağ ehlinin selâmı

Kur’an, ‘ashâbu’l-yemîn-sağ ehli’  olanların Âhiretteki durumları hakkında şöyle diyor: 

فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ 

فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ

وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِۙ

فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِ

وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ

فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ

“Ama eğer Allah’a yakın olanlardan iseniz,

(yeriniz) terifsiz bir huzur, bitimsiz bir azık ve mutluluğun mekanı Cennetler (olur).

Eğer (amel) defteri sağdan verilenlerden ise,

artık selâm sana olsun sağ ehlinden (denir).

Eğer, sapık yalancılardan ise, ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! (Vâkıa 56/ 88-93)

Ashâbu’l-yemîn, lafzen, “sağdakiler” veya ‘sağ ehli’ demektir. 

Mealciler bunu Türkçeye ‘doğru yolu bulanlar’, ‘bahtiyarlar’,

‘sağduyu ile hareket edip doğru yolu bulanlar’,

‘amel defteri sağından verilenler’,

‘sağ taraftaki mutlu kişiler’,

‘Âhiret mutluluğuna erenler’ şeklinde çevirdiler.

Buna benzeyen ‘ashâbu’l-meymene’yi de (Vâkıa 56/8. Beled 90/18) ‘vicdan sahibi kimseler’,

‘dürüstlüğe ve erdemliliğe erişmiş olanlar’,

‘sağ duyu ile hareket edenler’, 

‘uğurlu ve bereketli kişiler’,

 ‘kitabı sağından verilecek olanlar’ şeklinde tercüme ettiler.

Ashâbu’l-yemîn, Türkçe’ye nasıl çavrilirse çevrilsin, belli ki bu sıfatla anılan mü’minler dünya hayatında sağ duyu ile ederek ve akıllarını kullanarak hidâyeti seçerler,

kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirirler,

Âhirette/hesap gününde amel defterlerini sağ taraflarından alırlar

ve üstün ödülleri hak ederler. Bunun sonucunda da sonsuz mutluluğu kazanıp bahtiyar olurlar. Kur’an bunu başka yerde şöyle haber veriyor.

 “Ey insan! Sen rabbine doğru büyük bir çaba içindesin; sonunda kuşkusuz O’na kavuşacaksın da.

Amel defteri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçireceği bir hesaba çekilir ve ailesinin yanına sevinçle döner.

Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı isteyecek; alevli ateşe girecektir. Zira o, (dünyada) ailesi içinde (mal-mülk sebebiyle) şımarmıştı.” (İnşikâk 84/6-13)

Dahası ‘sana/size selâm olsun” diye etkileyici, heyecanlandırıcı, muhteşem bir iltifata muhatap olurlar.

Burada yukarıdaki soruyu yeniden soralım: Acaba onların ödüllendirileceği ‘tahiyye ve selâm’, başka âyetlerde işaret edildiği gibi ‘selâm’ ile karşılanma iltifatı (Meryem 19/62. Vâkıa 56/26. Kaf 50/34. Hıcr 15/46) meleklerden mi, yoksa Allah’tan mı gelecek?

Şüphesiz bunu Allah (cc) daha iyi bilir.

Pek çok âyette geçtiği gibi ‘ashâbu’l-yemîn’ de dahil cennetlikleri meleklerin selâmla  karşılamaları veya selâm vermelerini, tebrik etmelerini, onlara ‘huzur ve mutluluk içinde cennete yerleşin” diyecekler şeklinde anlamak da mümkün...

Yâsîn 58. âyette geçtiği gibi, bu selâm ve iltifat Allah’tan bizzat veya dolaylı olarak cennetliklere ikram edilirse; şüphesiz bunu anlatmaya kelimeler yetmez.

-Cennetliklere Allah’tan selâm

Kur’an, cennetliklere -farklı yorumlar olsa da- Allah’tan bir selâm sözü olacağını haber veriyor.

اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ ﴿55﴾ هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ ﴿56﴾ لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ ﴿57﴾ سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ ﴿58﴾

Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.

Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır.

Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.

Onlara merhametli Rabb'inden selâm vardır.” (Yâsîn 36/58)

İnsan Allah’ın selâmını hak ederse, ondan daha muhteşem başka bir ödül olur mu?

Allah’ın selâmına layık olmak...

Bu bir mü’min için nimetlerin en büyüğü, ilâhi ödüllerin en muhteşemi, ikramların en değerlisidir.

Cenneti hak etmek büyük bir ödüldür. Ama Allah’ın selâmına layık olmak ise daha büyük bir mükâfattır.

Unutmamak gerekir ki Cennette olan nimetler, mekanlar veya olaylar dünyadakilere benzemezler. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde 32/17)

Bir hadiste geçtiğine göre Allah (cc) şöyle buyurdu: “Ben (Cennette) sâlih kullarıma hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği, hiç bir insanın aklına gelmeyen şeyler hazırladım. Dileyen Secde 17. âyeti okuyabilir.” [8]

Meleklerin cennetliklere verecekleri selâm ve bazı yorumculara göre Allah’ın vereceği selâm, bizim dünyada tanıdığımızdan farklı, mahiyetini sadece Allah’ın bildiği bir selâm olmalı... 

Cennetliklerin ‘selam’ ile karşılanacakları bir başka âyette şöyle anlatılıyor:

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.

Onların Allah’a kavuşacakları gün, dirlik temennileri ‘tahiyye’dir-selâmdır ve Allah, onlar için en güzel ödülü hazırlamıştır. (Ahzab 33/43-44)

Cennetteki tahiyyeyi ayrı bir ders olarak işleyeceğiz.

Cennetlikler, cehennemi hak edenlerin aksine nimetlere kavuşacaklar. Asla rahatsızlık vermeyen, eşsiz haz ve keyif veren tatlı meşguliyetler içinde olacaklar. Yani onlar orada sefa sürmekle meşgul olacaklar. Usanç ve can sıkıntısına sebep olan hiç bir şeyle karşılaşmayacaklar. (Fâtır 35/35)

Yâsîn 36/57. âyette geçen ‘fekihûn’ kelimesi,  cennetteki sevinç, sürûr, neşe manasıyla refahın ve huzurun en üst seviyesini, kemâl noktasını ifade eder.

Âyetler, cennetliklere haz verecek, refah sağlıyacak her türlü nimetlerin sunulacağını haber veriyorlar.

Ancak bu nimetlerin ötesinde cennetliklere Allah’ın rızasının müjdesinin verilmiş olması daha da önemlidir.

Bu müjdeyi “Rabbin sözüyle gelen bir ‘selâm’dır bu” ifadesinden anlamak mümkün...

Allah’ın selâm sözü doğrudan veya melekler aracılığıyla cennetliklere ulaştıracak.[9]

Kaldı ki cennetliklerin görevli melekler tarafından selâmla karşılanmaları, tebrik edilmeleri, oradaki makamlarına buyur edilmeleri bile başlı başına büyük bir müjdedir...

Ya bu selâm, bu teşrifat, bu karşılama Cenneti mü’minlere lutfeden Âlemlerin Rabbin’den gelirse...

Allah’ı onlara selâm vermesi demek; selâmetin bütün yönlerden onlara ulaşması, onların ‘tahiyye’ye (dirilik selâmına) kavuşmaları demektir. Öyleki bu tahiyye’den, bu selâmlamadan daha üstünü ve bu nimetin bir benzeri yoktur. 

Bir âyette şöyle buyuruyor:

“İhsan sahiplerine (iyilere) daha güzeli ve daha da fazlası varır. Yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de horluk kaplar. Onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.” (Yûnûs 10/26)

Suhayb (ra) Rasûlüllah’ın şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “Cennetlikler Cennete girdikten sonra Allah (s.t.) şöyle buyuracak: “Size daha fazlasını vermemi istediğiniz bir şey var mı? “ Onlar: “Yüzlerimizi ağartmadın mı, bizi Cennet’e koymadın mı, Cehennem ateşinden korumadın mı?” Bunun üzerine Allah (s.t.) hicabı açacak. Onlara Azîz ve Celîl olan Rablerine bakmaktan daha çok sevdikleri bir şey verilmiş olmayacaktır.” Sonra da “İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da fazlası var” âyetini okudu”.[10]

 

-Allah’ın ismi olarak es-Selâm

‘es-Selâm’, Allah’ın güzel isimlerinden biridir.

هُوَ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَز۪يزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿23﴾

“Allah'tır gerçek İlâh! O'ndan başka yoktur ilah! O melik'tir, Kuddûs'tür, es-Selâm'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir, Aziz'dir, Cebbar'dır, Mütekebbir'dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir.” (Haşr 59/23)

es-Selâm ismi, Tirmizî ve İbni Mâce’nin verdikleri “esmâu’l-hüsnâ” listesinde yer almaktadır. (Tirmizî, Da’avât/82 no: 3507. İbni Mâce, Dua/10 no: 3860)

Isfehânî, es-Selâm’ı iki manada anlamak mümkün demiş.

Birincisi; O (cc), yaratılmışlara ait acz ve eksikliklerden, kusur ve noksanlardan, ayıp ve hatalardan uzaktır. Zâtında eşsiz, benzersiz, mükemmel ve mutlaktır.

Demek ki Allah’ın zâtı açık ve gizli kusurlardan, yaratıklara mahsus değişikliğe uğramaktan, zevâl bulup ortadan kalkmaktan münezzehtir (uzaktır).

Aynı anlam Allah’ın el-Kuddûs isminde de vardır.

Kusursuz ve eksiksiz olmak ve çok yönlü barış, selâmet, mutluluk da böyle bir Zâtın kudret elindedir, O’nun hükümlerine uymadadır.

es-Selâm, hem Allah’ın noksanlıklardan uzak olduğunu, hem de O’ndan kullarına gelen esenliği, güveni ifade eder.

Öyleki es-Selâm, her selâmetin kaynağı, kendisi ayıptan ve kusurdan uzak olduğu gibi selâmet umulan, kurtuluş arayanları selâmete erdirecek olan da O’dur. (Elmalılı, H. Yazır. Tefsir (sad.) 7/524)

İkincisi; selâmetin kaynağı olup esenlik veren demektir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 36/341. R. El-Isfehânî, el-Müfredât s: 350. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 7/241)

Allah dışında hiç bir kimse insana sonsuz mutluluk vaad edemez, etse de zaten veremez. Gerçek mutluluğun yollarını, ilkelerini ve imkanlarını da ancak O gösterir. 

Bu yüzden Allah’a sırt dönmek, O’nu yok sayarak yaşamak, O’nun ölçülerini beğenmemek mutluluğa ve kurtuluşa sırtını dönmektir. 

Buna üç açıklama daha ekleyebiliriz:

Üçüncüsü; O’nun yaratışında anlamsızlık ve amaçsızlık yoktur. O saçma, anlamsız, hikmetsiz bir şey yaratmaktan sâlimdir. 

Allah’ın bütün fiilleri bozukluk ve düzensizlikten uzaktır. O’nun takdirinde ve yaratmasında kusur, gedik, çelişki ve çatışma, kopuş olmaz. (Mülk 67/3)

Dışarıdan zıt gibi görünenler içerinden bakınca pek uyumlu olduğu görülür.

Dördüncüsü; dünyada huzur ve selametle yaşatma gücü olan, mutlak huzurun kaynağı da O’dur. Bir insanın Allah ile ilişkisi iyi ise, onun her varlıkla ilişkisi iyi olur. Allah ile ilişkisi bozuk olanın kendisiyle ve tabiatla ilişkisi sağlıklı olması zordur.

Böyle biri okyanusta pusulasını kaybeden kimse gibidir. Ne yapacağını, hangi rotayı izleyeceğini bilemez.

Beşincisi; Âhirette ebedi selâmate ulaştıracak olan O’dur.

es-Selâm olan Allah hak edenleri âhirette hoşlarına gitmeyecek şeylerden kurtarıp umduklarına kavuşturur.

Âhirette selâmeti sadece Allah yapar.  Zira O selâm yurdunun sahibidir. Oraya selâm yurdu adını veren de O’dur.

es-Selâm, iki dünyada da mutluluğun, kurtuluşun (selâmetin), barışın ve huzura ermenin garantisidir. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/2119-2120)

es-Selâm Allah insanı yarattı ve ona İslâmı din olarak gönderdi. İslâm Allah’ın bu isminin insan hakkındaki tecellisidir. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/2117, 2123)

 

NAMAZ SELÂMI ve hz. HADİCE HAKKINDA BİR YALAN

2021 yılında sosyal medyada hz. Hadice annemizle ilgili bir rivâyet paylaştı. Metnin kime ait olduğu belli değil. Belki paylaşanlar hz. Hadice’yi övdüğünü düşündükleri bu metni, onu sevdikleri için paylaştılar.

Bakalım bu iddia edilenler doğru mu?

1-Hz. Hadice (r. anhâ) güya güneşli günlerde her zaman damda otururmuş. Yakınları; “neden böyle yapıyorsun? Hava çok sıcak, yaşlı vücudun yorgun düşecek” dediler. O da; “benim efendim Güneşin altında iken ben gölgede duramam” dermiş.

*Nerede yazıyor? Kim görmüş?

Hadi diyelim bir kaynakta geçiyor... Bakalım kaynağın verdiği  bu haber sahih mi? Ki bu metni yazan kesin ifadelerle, “oturdu, geldi, dedi” diye naklediyor.

Kaldı ki bir hanımın kocasına saygısı böyle mi olur? Hicazda, öğle saatlerinde, evin damında Güneş altında durmak, bunun nesi fazilet?

2-Bu paylaşıma göre Peygamberimiz Hira’da çok uzun süre kalırdı. Hz. Hadice emrinde 400 (yazı ile: dörtyüz) hizmetçi olmasına rağmen ona bizzat kendisi yiyecek taşırdı. Bu tam beş yıl sürdü (!)

Ama kaynaklar farklı şeyler söylüyor:

a-”Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed’in şehirden uzakta, özellikle Hira’da tefekkür yoluyla ibadet ettiği günlerde Hadice onunla hep meşgul olmuş, eve dönmesi geciktiği zaman hizmetkârları vasıtasıyla ona ulaşmıştır.” (Kandemir, Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/465-466)

“Risâletinin bir kaç yıl öncesinden itibaren Ramazan aylarında dedesi Abdülmuttalib ile diğer bazı Kureyşliler’in yaptığı gibi Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Yiyeceği tükenince şehre iniyor, fakirlere yardımda bulunuyor, Kâbe’yi tavaf ediyor ve yiyecek alarak mağaraya dönüyordu. Zaman zaman Hadice’yi de yanına alıyordu.” (Fayda, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 30/ 408. Daha fazla bilgi için bkz: İbni Hişam, Siyer 1/245-236. Halebi, B. es-Siyeratü’l-Halabiyye, 1/382-383. Hamidullah, M. İslâm Peygamberi, 1/73)

b-Hz. Hadice’nin 400 hizmetçisi varmış. Yoksa 400 kölesi mi vardı demek istendi? 400 hizmetçi... pes doğrusu. Birisi dördün arkasına iki sıfır atmış olmasın? Milâdi 600li yıllar, Mekke’de, birisinin bu kadar hizmetçisinin olması...

Bu rakamı veren neye dayanarak bunu veriyor? Kendisi bizzat saydı mı? Arşivlerdeki belgelerden mi çıkardı? Zaman tüneline mi girip bizzat şâhit mi oldu? (Dilin kemiği yok, at atabildiğin kadar)

3-Güya hz. Muhammed bir gün Hira’da iken Cebrail gelmiş ve “şu gelen kim” diye sormuş. Peygamberimiz de onun kendisine yiyecek getiren Hadice olduğunu söylemiş. Cebrail, “Allah’ın ona selâm söyledi ve Cennette ona bir köşk hazırladı” demiş (!)

Kaynak? Hangi sağlam kaynakta geçiyor bu haber? Yok. Metni yazan öyle uygun görmüş. Ya da roman yazarları gibi hâyal etmiş herhâlde.

Romancının hâyal edip bir şeyler yazması normal. Ama burada hakkında söz söylenen Allah’ın Rasûlü ve onun muhterem zevcesi...

Bu metni yazan ve dediklerini isbat edemeyen kişi Peygamber’e ait olmayan bir sözü ve haberi ona isnat etmenin iftira ve  cehennemlik bir günah olduğunu biliyor mu?

*Bu uydurmaya göre bu diyaloğ risâletten önce olmuş. Halbuki Peygamber (sav) Cebrail’i ilk defa vahiy aldığı zaman gördü. Risâlet görevi aldıktan sonra da Hıra’ya gitmedi. Ondan önce o kitap-vahiy nedir, bilmezdi. (Bkz. Şûrâ 42/52)

4-Güya hz. Muhammed Cebrail’in bu sözünden sonra eşine kıyamadığı için dağdan aşağı inmiş, onu dağın eteğinde, şimdiki İcâbe Mescidinin olduğu yerde karşılamış.

Tabii metni yazan da uzaktan olanları takip ediyormuş (!)

5-Hz. Hadice yemek getirdiğinde Peygamber ona; “Müjdeler olsun ey Hadice! “Allah sana selâm” söyledi deyince çok zeki olan hz. Hadice baktı ki “sen de Allah'a selâm söyle dese” olmayacak. (Metni yazan onun aklından geçenleri bile okudu (!)

Selâmı şöyle aldı: “Allahümme ente'sselâm ve minke'sselâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'lcelâli ve'l-ikrâm. (Allah'ım sen selâmsın. Selâmet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)”

*Metni yazan en başta, “işte namazın sonunda okuduğumuz, aslını ve manasını bilmediğimiz duanın ortaya çıkışı böyle” diyor.

Üstelik bu hz. Muhammed (sav) peygamber olmadan önce gerçekleşmiş (!)

*Ayrıca kaynak vermediğine göre galiba kendisi teybiyle veya kamerasıyla orda imiş. Karı-koca arasındaki konuşmaları kaydetmiş (!)

Halbuki bu namaz selâmı Rasûlüllah’ın namazdan çıkışta yaptığı ve ümmetine öğrettiği bir uygulamadır ve iman ikrarıdır.

 

-Namaz selamı

Peygamberin arkasında namaz kılan sahabeler önceleri tahiyyât oturuşunda “Allah’a kullarından selâm olsun, falana falana selâm olsun” manasında ifadeler kullanırlardı. Bunu duyan Peygamber (sav);

“Allah’a selâm olsun demeyin. Allah Selâmın kendisidir. Fakat siz siz şöyle söyleyin” dedi ve Tahiyyât duasını öğretti.” (Buhârî, Ezan/150 no: 835. Müslim, Salat/55 no: 897)

Peygamber (sav) namazın sonunda; “Allahümme ente’s selâmü ve minke’s selâm, tebârekte ya zel-celâli ve’l-ikram” yani, “Ey Allahım sen Selâmsın ve selâm Sendedir...’ denilmesini tavsiye etmiştir. (Müslim, Mesâcid/135-136 no: 1334-1335). Ebû Dâvûd, Vitir/25 no: 1512 Tirmizî, Salat/108 no: 298)

"Rasûlullah (sav) selâm verip (namazdan çıkınca) üç kere “estağfirullah” dedikten sonra “Allahümme ente's-selâm ve minke's-selâm tebârekte ve teâleyte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm--Allah'ım sen Selâmsın. Selâm, selâmet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin" derdi." (Müslim, Mesâcid/26(135-137) no: 1334-1341. Tirmizî, Salât/108 no: 300. Ebû Dâvûd, Vitir/25 no: 1512.  Nesâî, Sehv/81-82 no: 1338-1339. İbni Mâce, İkâme/32 no: 924)

“Allahümme ente’s-Selâm” konusunda bu kadar kaynak mı doğru söylüyor, yoksa hiç bir kaynak ve delil göstermeyen yazarı meçhul bir metin mi?

-Vesselâm

وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰى

Selâm, doğru yola (hidâyete) uyanlara olsun.” (Tâhâ 20/47)

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ ﴿180﴾ وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ ﴿181﴾ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿182﴾

[1] Muhammed b. İbrahim el-Bağdadî, Tefsir-i Hazin, 4/190

[2] Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 897

[3] Zamahşerî, El-Keşşaf, 4/449

[4] Muhammed b. İbrahim el-Bağdadî, Tefsir-i Hazin, 4/236

[5] İbni Atiyye, El-Muharriru’l-Veciz, S: 1811

[6] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/231

[7] Kutub, S. fi- Zılâli’l-Kur’an, 5/3062

[8] Buhari, Bed’ü’l-halk/8 no: 3244, Tefsir/32 no: 4779, Tevhid/35 no: 7498. Müslim, Cennet/1-5 no: 7132-7135

[9] Zamahşerî; el-Keşşaf, 4/22

[10] Müslim, İman/297, 298 no: 449-450. Bir benzeri: Tirmizî; Sıfatu’l-Cenneh/16 no: 2552. Tefsir/10-1 no: 3105.: İbni Mâce, Mukaddime/13 no:187