Kur'an'de beri ve berat kavramları, beri kelimesinin geçtiği ayetler ve Berat Gecesi hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

06.03.2023 –

14 Şa’ban 1444

Zaandam-Hollanda

 

43. Ders: KUR’AN’DA BERAT (BERİ OLMAK) KAVRAMI ve BERAT GECESİ

-Berat kelimesi

Berat Arapça berâe-berâet kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir.

Bunun aslı da berie fiilidir. Bu da sözlükte; “hoşa gitmeyen şeyden kurtulmak, beri olmak, borç ve ayıptan kurtulma, temize çıkarma” demektir.

Araplar; “bera’tü’l-mariza-hastalıktan kurtuldum” derler. (el-Cevherî, İsmail b. H. es-Sıhah, 1/41. İsfehânî, R. el-Müfredât, s:59. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/47)

Berâet, “iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması”,

بَرَٓاءَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى الَّذ۪ينَ عَاهَدْتُمْ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۜ

فَس۪يحُوا فِي الْاَرْضِ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مُخْزِي الْكَافِر۪ينَ

“Allah'tan ve Peygamberinden, kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır: Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı, Allah'ın inkarcıları rezil edeceğini bilin.” (Tevbe 9/1-2)

Burada beraet; “yükümsüzlük bildirisi, ihtar, duyuru, ültimatom, ilişiği kesme ilanı” anlamına gelir.

Bu dersimizde beratle de ilgisi olan ve aynı kökten gelen “beri olmak” kelimesinin Kur’an’da nasıl kullanıldığını anlatmak istiyoruz.

       

-Beri kelimesinin geçtiği âyetler

“Berae” fiil kökünden gelen kelimeler Kur’an’da 31 defa, “beri” ise 9 âyette tekil, bir âyette de “beriûn” şeklinde çoğul olarak yer alıyor. 

İsim olarak “beri”;  kurtulmuş kişi, uzaklaşmış, beri olmuş, masum, suçsuz demektir. 

 

- Beri kelimesinin geçtiği birinci âyet;

قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ ﴿19﴾

“De ki: “Şâhitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şâhittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.

Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şâhitlik ediyorsunuz?” De ki: “Ben şâhitlik etmem.”

De ki: “O, ancak tek bir ilâhtır ve şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım (beriyim).” (En’am 6/19)

“Bundan önceki âyetlerde ağırlıklı olarak peygamberlerin davetiyle alay edenler anlatılıp onlardan ibret alınması istenmiş, Allah’ın zât ve sıfatlarıyla ilgili deliller üzerinde durulmuş, herkesin rızkını veren ama kendisi rızka muhtaç olmayan Allah’a kulluk edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. 

Mekkenin ileri gelenleri; “Ey Muhammed! söylediklerin hususunda seni tasdik eden kimseyi görmüyoruz. Seni yahudilere ve hıristiyanlara sorduk. Onlar de kitaplarında seninle ve sıfatlarınla ilgili herhangi bir kayıt bulunmadığını söylediler.

O hâlde bize, senin Allah’ın elçisi olduğuna şâhitlik edecek birini göster” demişler; bunun üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuştur. (Vahidî, A. b. Muhammed. Esbâbü’n-Nüzûl, s. 160)

- Beri kelimesinin geçtiği ikinci âyet;

Kur’an hz. İbrahim’in arayışından, ya da Allah hakkında yaptığı kıyasdan bahsediyor:

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿74﴾ وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ ﴿75﴾ فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ ﴿76﴾ فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ ﴿77﴾ فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ ﴿78﴾

“Hani İbrahim, babası Âzer’e, “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.

İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.

Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.

Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.

Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. (En’am 6/74-78)

hz. İbrahimin babası ve kavmi gök cisimlerine, onların adına yaptıkları putlara tapıyorlardı. Bu inançlarının yanlış olduğunu göstermek için, onların tapındığı gök cisimleriyle bir gözlem yaptı. Bunların tanrı olamayacaklarını  Allah’ın birliğini aklî delillerle ortaya koymaya çalıştı.

Onun bu gözlemi peygamber olmadan önce mi, sonra mı yaptığını bilmiyoruz. 

O bu gözlem ve akıl yürütme ile bir taraftan kavminin yanlışına işaret ederken, diğer taraftan kendisi yakînî (sapasağlam) imana ulaşmış ve arkasından da:

اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ ﴿79﴾

“Ben, hakka yönelen (hanif) birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim” dedi.” (En’am 6/79)

Hz. İbrahim kavminin taptığı şeylerden uzak olduğunu bir de beri ile aynı kökten ve aynı anlama gelen “berâu” kelimesi ile beyan ediyor.

َاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ٓ اِنَّن۪ي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ ﴿26﴾

“Hani İbrahim, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım (beriyim).” (Zuhruf 43/26)

- Beri kelimesinin geçtiği üçüncü âyet;

Hûd (as) da Âd kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Ama onlar onun davetini reddettiler. 

اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ ﴿54﴾ مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعًا ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ ﴿55﴾

“Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum.

Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.” (Hûd 11/54-55)

Müşrikler hz. Hûd’a, tanrılarımız onlara dil uzattığın için seni fena çarptı dediler. Hûd ise risâletine, davetine ve getirdiği hakikate Allah’ı şâhit tutarak; “siz de şâhit olun ki ben sizin gibi şirk koşmaktan da, sizin ortağı zannettiğiniz şeylerden de beriyim, çok çok uzağım” dedi.

 

- Beri kelimesinin geçtiği dördüncü âyet;

وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ ﴿48﴾

“Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben sizden uzağım (beriyim), ben sizin göremediklerinizi görüyorum, ben Allah'tan korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir, dedi.” (Enfal 8/48)

Bir vakit şeytan müşriklerin yaptıklarını onlara süslü gösterdi ve onlara müslümanlara karşı savaşlarında cesaret verdi. Onlara “siz güçlüsünüz” deyip onları gaza getirdi.

Şüphesiz burada mecâzi bir anlatım var. Şeytanın vesvese vermesi için insan kılığında yaklaşması gerekmez.

Bedir savaşı öncesi de Mekkeli müşriklere ve yandaşlarına vesvese vermiş,  hayâllerini onlara süslü göstermişti.

Onlar şeytanın dürtüklediği bu psikoloji içinde kendini üstün gördüler, müslümanları küçümsediler.

Ne zaman ki müşrikler yenildiler, bu sefer; “... Ben sizden uzağım (beriyim), sizinle hiç bir ilişiğim yoktur” dedi. 

- Beri kelimesinin geçtiği beşinci âyet;

        İslâmî davete karşı mücadele edenler, eskiden ve şimdi kendilerini çok güçlü hissettikleri zaman bunu yaparlar. Üstelik kendi aralarında da bir birlik yoktur. Onlar aklını kullanmayan ve kendilerinden önce azdıkları için cezalandırılanlardan ibret almazlar. (Haşr 59/14-15)

İslâma ve Kur’an’ın davetine karşı çıkan, bunlarla el altından, gizlice mücadele eden;

كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ ﴿16﴾

“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.” (Haşr 59/16)

Şeytan, bütün imkanlarını ve adamlarını kullanarak insanların inkârcı olmaları için çalışır. Günahları ve inkâr etmeyi sevimli gösterip onları teşvik eder. Onları dünya hayatının cazibesiyle aldatır.

Birisi ona kanıp da inkârcı olursa, şirke veya küfre düşerse, bu sefer “ben senden beriyim” deyip ondan uzaklaşır. Yani “senin sorumluluğuna ortak olmam. Çünkü ben –her ne kadar önceden emrine karşı gelsem de- Allah’tan korkarım” der.

İşin garibi şeytan insanları küfre, şirke, isyana, günaha davet ederken, korkmaz da, davet ettikleri küfre düişünce Allah’tan korkması tutar; “ne halt edersen et, ben beriyim” der.

Bu da ayrı bir şeytanlık olsa gerektir.

Şeytan bu sözüne rağmen iblisliğe devam eder. Kendisini şeytanlıktan alıkoymayan bu korku gerçekçi değildir.

Enfal 8/48de geçtiği gibi şeytan dostları pohpohlar, güçlü oldukları vehmini aşılar, “yürü aslanım” diyerek gururlandırır; sonra da dostları zorlukla, tehlikeyle, ya da Âhiretteki hesapla karşılaşınca “ben sizden beriyim” der.

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿22﴾

“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu.

Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz.

O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız.

Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrâhim 14/22)

Bir sonraki âyette belirtildiği gibi bu ilişkide kendisine uyulan gibi uyanın da sonu ateştir. 

- Beri kelimesinin geçtiği altıncı âyet;

Allah şirk koşanlardan beridir

وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿3﴾

“Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Rasûlünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Rasûlü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammed)! o kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!” (Tevbe 9/3)

Bu kesin beraettir. Hacc-ı ekber günü Peygamber tarafından bütün insanlara bir bildiri şeklinde duyuruldu ki Allah (cc) kesinlikle müşriklerden ve şirk koştuklarından beridir, uzaktır. Onun Rasûlü de müşriklerden beridir.

Öyleyse müslümanlar da müşirklerin, münkirler, münafıkların inanç, anlayış ve ahlâklarından beri olmalılar.

Berat Gecesi öncelikle işte bu beri olmayı hatırlatır.

- Beri kelimesinin geçtiği yedinci âyet;

اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ ﴿35﴾

“(Ey Muhammed!) Yoksa “Onu (Kur’an’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu uydurmuşsam, suçum bana âittir. Ben de sizin işlemekte olduğunuz suçlardan uzağım (beriyim).” (Hûd 11/35)

Hz. Peygamber Nûh kıssasını insanlara okurken müşrikler, “Bu kıssayı sen uydurdun” diyerek sözünü kesmişler, yüce Allah da peygamberine âyetteki ifadelerle bu iddiayı reddetmesini emretmiştir.

- Beri kelimesinin geçtiği sekizinci âyet;

Kur’an Peygamber’e hitaben;

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ ﴿214﴾ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ ﴿215﴾ فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ ﴿216﴾

“Senin aşiretinden olan yakınlarını uyar. Ve sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir. Eğer sana karşı gelirlerse onlara; “şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım de” diyor. (Şuarâ 26/216)

Yani Ey Peygamber; senin davetini kabul etmerzlerse, sana tabi olmazlarsa, şirk koşmaya, inkâr etmeye devam ederlerse de ki: “Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim”.

Bu âyet inince Hz. Peygamber Kureyş kabilesine mensup inanan inanmayan, yakın uzak akrabasını veya temsilcilerini Safâ tepesinde toplayarak peygamber olmasının akrabalarına Allah katında bir fayda sağlamayacağını, herkesi ancak kendi imanının ve sâlih amelinin kurtaracağını haber vermiştir (Buhârî, Tefsîr/26)

- Beri kelimesinin dokuzuncu âyet;

Beri kelimesi bir âyette çoğul olarak “beriûn” şeklinde suçsuz, suçtan uzak, masum anlamında geçiyor.

وَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ ل۪ي عَمَل۪ي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْۚ اَنْتُمْ بَر۪ٓيؤُ۫نَ مِمَّٓا اَعْمَلُ وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ ﴿41﴾

“Eğer onlar seni yalanlarlarsa, de ki: “Benim işim bana aittir; sizin işiniz de size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden uzağım (sorumlu değilim).” (Yûnus 10/41)

Hz. Muhammed (sav) peygamberlik görevinde Allah’a karşı sorumluğunu olduğunu, bu görevi yapmaya devam edeceğini. Olmaz ya bir yanlışlık varsa da kendine ait olduğunu söylüyor.

Sonra da diyor ki “siz benim yaptıklarımdan bu anlayışla uzaksınız, ben de görevimi yaptığım için sizin hatalarınızda sorumlu değilim, beriyim.

Allah (cc) âhirette olacak bir gerçeği (teberrae) fiili ile açıklıyor:

اِذْ تَبَرَّاَ الَّذ۪ينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ ﴿166﴾ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُ۫ا مِنَّاۜ كَذٰلِكَ يُر۪يهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْۜ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنَ النَّارِ۟ ﴿167﴾

İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar (teberrae) ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır.

(Kötülere) uyanlar şöyle derler: “Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları (teberraû) gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık (neteberrau)!” Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.” (Bekara 2/166-167)

Özellikle Allah’ı sever gibi sevilen, peşlerine düşülen, yollarına, fikirlerine, dinlerine tabi olunan kimseler, şeyler; o gün arkalarından gelenlerden uzaklaşırlar, beri olurlar.

Azabı gördükleri zaman “aman aman bunlar bizden değil” deyip redederler ve kaçarlar. O an dünyada var sandıkları bütün bağlar kopup kesilir.

-Berat Gecesi

Berat Gecesi için Arapça eserlerde Şâban’ın ortasındaki gece “nısf-ı Şa’ban”, “mübarek gece”, “rahmet gecesi” mânalarına gelen kelimeler kullanılmış.

Şâbanın on beşinci gecesinde tevbe ve istiğfar eden müslümanların Allah’ın affı ve bağışlaması ile günah yükünden kurtulacağı ümidini canlandıran bu geceye Berat Gecesi denmiş, mübarek gecelerden sayılmış.

Bu geceye ‘berat’ denilmesi  tıpkı Türkçe’deki bir zanlının mehkemeden kendisine isnat edilen suçtan berat almasına, iddia edilen suçtan beri olmasına, uzaklaşmasına benzetilmiştir.

Ancak “berat gecesi”, hırıstiyanların endüljans’ına benzemez. Yani onlar gibi kimsenin eline, “günahlarından kurtuldun, al işte belgesi” diye bir şey vermezler. 

“Latince indulgentiadan gelen (İng. ve Fr. indulgence) endüjans kelimesinin sözlük anlamı ‘bağışlama’dır. Hıristiyanlık’ta sadece Katolik kilisesine has bir terim olarak Tanrı tarafından affedilen günahların dünyevî cezalarının kilise tarafından kısmen veya tamamen bağışlanmasını ifade etmektedir.” (Harman, Ö. F. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/209)

Dua eden duasının kabul edileceğini, tevbe edenin tevbesinin kabul edileceğini ümit edebilir. Hepsi bu.

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿53﴾ وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿54﴾

“De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak haddi aşan (israf eden) kullarım! Allah’ın rahmetinden asla umut kesmeyininiz. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

Azap size gelip çatmadan önce Rabbinize yönelip O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.” (Zümer 39/53-54)

-Berat Gecesiyle ilgili hadisler

Aişe (r.anhâ) anlattı. “Bir gece Rasûlüllah’ı gözden kaçırdım. Onu bulmak için çıktım. Baktım Bakı’de idi. Başını göğe kaldırdı ve şöyle dedi: “Ey Aişe, Allah ve Rasûlünün sana haksızlık yaptığından mı korktun?” “Hayır böyle değil, başka hanımlarına gittiğini zannettim” dedim. Dedi ki: “Şüphesiz Allah (st) bu Şa’ban’ın yarısında (rahmetiyle) dünya semasına iner ve Kelb kabilesinin koyunların tüyleri sayısından fazla affeder.” (İbni Mâce, İ. Salat/191 no: 1389. Ayrıca bkz: Tirmizî, Savm/39 no: 739, senedi zayıf kaydıyla)

Musa el-Eş’ârî (ra) Rasûlüllah’ın (sav) şöyle dediğini anlattı: “Allah, Şa'ban ayının onbeşinci gecesi tecelli eder. Bütün yaratıklarını affeder, müşrikle, kardeşine müşâhin (kindar bencil) hariç." (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât/191 no: 1390)

Abdullah b. Amr’ın naklettiğine göre Şa’ban’ın yarısındaki gecede; “Allah (cc) bütün Müslümanları bağışlar. Yalnız kâhin, büyücü, çok kin tutan, içkiye düşkün olan, anne ve babasıyla ilişkisini kesen ve zina düşkünü kimseler hariç.” (Ahmed b. Hanbel, 2/176. Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb 2/119, 3/460) 

Ali b. Ebi Talib (ra) Rasûlüllah’ın şöyle dediğini nakletti: “Şâbanın ortasındaki geceye ulaşınca gece namaz kılın, gündüz oruç tutun. Allah o gece Güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona âfiyet vereyim, yok mu şöyle, yok mu böyle!’ der. Bu böyle fecre kadar devam eder.” (İbn Mâce, İkâme/191 no: 1388. Beyhakî, Şua’bu’l-İman, 3/359)

 Rasûlüllah’ın bu geceyi özellikle bu ayın on beşinci gecesine ayrı bir önem vererek onu ihyâ etttiği iddia ediliyor ve Tirmizî, Savm/39 kaynak gösteriliyor. Ama Tirmizî’de böyle bir ifade yok. Ama şu rivâyetler var: 

Aişe’nin (r.anhâ) haber verdiğine göre Şa’ban ayı onun Ramazan’dan sonra en fazla oruç tuttuğu aydır. (İbni Mâce, Sıyam/4 no: 1649)

Müslim’deki rivâyet: “... Peygamber (sav) Şa’ban ayındaki kadar oruçlu olduğu bir ay görmedim.” (Müslim, Sıyam/175 (34) no:2721) 

Ebu Hurayre diyor ki: “Peygamber (sav) Şa’ban’ın yarısı olunca, artık Ramazan gelinceye kadar oruç tutmazdı.” (İbni Mâce, Sıyam/5 no: 1651)

Ebu Hureyre’nin naklettiğine göre Rasûlüllah (sav) buyurdu: “Ramazandan bir gün veya iki gün önce oruç tutmayın. Lakin birisi belirli bir oruç (mesela Pazartesi Perşembe, keffâret) tutuyorsa o hariç.” (İbni Mâce, Sıyam/5 no: 1650)

Şu rivâyetler de İbni Mâce’de. Ümmü Seleme dedi ki: “Rasûlüllah Şa’ban ile Ramazanı oruçla birleştirirdi.” (İbni Mâce, Sıyam/4 no: 1648)

Aişe (r.anhâ) anlattı: “Rasûlüllah Şa’ban ayının hepsinde oruç tutardı ve Ramazan ile birleştirirdi.” (İbni Mâce, Sıyam/4 no: 1649)

Bu rivâyetlerden Şaban ayına özel bir önemin verildiği anlaşılmaktadır.

Rasûlüllah (sav) Ramazan’dan başka hiç bir ayı oruçla geçirmezdi rivayetleriyle, o Şa’ban’ı oruçla Ramazana birleştirirdi rivayetleri arasındaki nasıl çözeceğimizi de bilmiyoruz. Acaba hangisi doğru?

-Berat Gecesi hakkında

Bazılarına göre kıble bu gece çevrildi. Onun için önemli. Lakin neye dayarak bu görüş ileri sürüldü, bilmiyoruz.

Hadis rivâyetlerden hareket eden âlimler, bu geceyi namaz kılarak, Kur’an okuyarak, dua ederek, tevbe ederek geçirmek mümkün demişler.

Onlar, bu geceye mahsus bazı ibadetler ve kutlamalar uydurup âdet haline getirmenin dinde yeri olmadığını da söylemişler.

Bu geceye mahsus bir namaz da yoktur.  Bu geceye mahsus namaz vardır iddiası için Nevevî ve Ali el-Kâri, bunun aslının olmadığını söylediler.

Duhân Sûresinde (44/3) Kur’an’ın “mübarek bir gecede” nâzil olduğu ifade edilmektedir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre burada işaret edilen gece Kadir Gecesidir.

Çünkü diğer âyetlerde Kur’an’ın ramazan ayında (Bakara 2/185) ve Kadir gecesinde (Kadr 97/1) indirildiği belirtilmektedir.

Tâbiîn âlimlerinden İkrime’nin de dahil olduğu bir grup âlim ise Duhân sûresindeki âyetle Berat gecesine işaret edildiği kanaatindedirler.

Onların yorumuna göre Kur’an’ın tamamı Berat gecesi Levh-i Mahfûzdan dünya semasına inzâl edildi, Kadir gecesinde de âyetlerin peyderpey inmeye başladı. (bkz. Elmalılı, V, 4293-4295). (Ünal, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 5/475-476)

Şüphesiz bu garip yorumu anlamak mümkün değil.

-Berat Gecesinde olabilecek hatırlatmalar

Birincisi:

Berat gecesi öncelikle Ramazanın yaklaştığını haber veriyor. Az kaldı, oruç ve Kur’an ayı, en mübarek ve bereketli, en müstesna ay Şehr-i Ramazan geliyor. Gölgesi üzerimizde. İki hafta kadar sonra bu nimet, ihsan, ikram, infak, bereket, af ve mağfiret, tevbe ve istiğfar, yenilenme ve tezkiye ayına kavuşacağız.

Hazır olun, gafil olmayın. Bugüne kadar olduğu gibi fırsatı bu sefer kaçırmayın diyor.  

İkincisi:

Şirkten, isyandan, küfürden, bâtıldan, dalâletten, gayr-i müslimlerin inanç ve tasavvurlarından, yanlışlarından ve kötü ahlaklarından,  Allah’ın ve Elçisinin “beriyiz” dediği şeylerden ne kadar beri olduğumuzu tefekkür etmeli, bu çok ciddi konuyu gözden geçirmeliyiz. 

Üçüncüsü:

Hata ve günahlara tevbe imkanı. Tevbe elbette bir geceye, güne mahsus değildir. Hele hele tevbe almak için bu geceyi beklemeye, bir âlime, bir mekana, hele hele bir mekana gerek yok.

Günah nasıl ki kul ile Allah arasında ise, tevbe de kul ile Allah arasındadır. Kul hata yaptığını, günah işlediğini anladığı an pişman olur, tevbe eder, Allah’tan af ve bağış ister. Bu da her gün ve günün her saatinde olabilir.

Belki bazı gün ve gecelerde bu artırabilir.  

Dördüncüsü:

Yukarıda geçtiği gibi şeytan, kendini dost edinenlere fısıldar, vesvese verir, günaha sürükler. Sonra da “ben senden beriyim, zira ben Allah’tan korkarım” der. Bu gece bizden beri olduğunu söyleyen şeytandan/iblisten ne kadar beriyiz? Bunu da gözden geçirmemiz mümkün. 

Beşincisi:

Acaba mahşerde beratımızı alabilecek miyiz?

Acaba Hesap’tan sonra cehennemden beri olma müjdesini alabilecek miyiz?

Bunu tefekkür etmek, hayatın muhasebesini yapmak... Ya da orada beratı alabilmenin imkanlarını elde etmek üzere daha çok çalışmaya niyet etmek, ölüme hazır olup olmadığımızı düşünmek mümkün.