Nefsin/kalbin kirlenebileceği gerçeği onu tezkiye edenin kurtulacağı, tezkiyenin failleri hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

21 Mart 2023 –

28 Şa’ban1444

Zaandam

82. NEFSİNİ TEZKİYE EDEN KURTULUR

 

-Kavram olarak tezkiye:

Tezkiye kavramı Kur’an’da saflaştırma, temizleme, arındırma anlamında kullanılıyor.

Ancak bu temizleme/arındırma maddi tahâretten çok manevî olarak temizlemek, nefsi veya kalbi arındırmak manasındadır.

Nefsi manen kirleten şirk, küfür, nifak, günaha meyil, kötü niyetlerden, çirkin ve aşağılık heveslerden, hırs ve tamahtan, insanı Allah’tan uzaklaştıracak zevklerden ve isteklerden arındırmak, ya da işlenen hata ve günahlardan tezkiyedir, temizlemedir.

Esasen insan dünyaya tertemiz bir fıtratla (yaratılışla) gelir. Âkil-bâliğ olduktan sonra kendi yaptıklarına ve tercihlerine bağlı olarak ya bu temiz fıtratı aynen korur, ya da onu, yani nefsi kirletir. (Bkz: Şems 90/7-10)

Bu temiz fıtrat İslâmın Hakikat dediği şeyi kavramaya, inanmaya ve gereğini yapmaya, iyi insan olmaya ve Allah’a hakkıyla kulluk yapmaya müsaittir.

Ancak insan kalbi veya nefsi zamanla kirlenir, üzerini pislik kaplar, katılaşır ve taş kesilir (Bakara 2/74), hatta paslanır. (Mutaffifin 83/14)

Kir içinde kalan kalp doğruları göremez, hakikatleri kavrayamaz. Kur’an böylelerinin durumunu; 

لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ

“... Onların kalpleri var, ama bununla bir şey anlamazlar...” (A‘râf 7/179), 

اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ

Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör olur” (Hac 22/46) şeklinde anlatıyor.

Çeşitli sebeplerle kirlenen nefsi ve kalpleri temizlemek, arındırmak; böylece Hakikati ve doğruyu görmesini, gerçeği anlamasını sağlamak gerekir.

İşte bu çabaya veya işleme tezkiye denir.

Fıkıhta maddî ve manevî temizlikten (tahâretten) bahsedilir. Maddî tahâretin ve nezâfetin hangi sularla, özellikle hangi ibadetler için, nasıl yapılacağı anlatılır.

 Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah temizdir, temizliği (nezâfet’i) sever.” (Tirmizî, Edeb/41 no: 2799)

Allah’ın sevdiği temizlik hem maddî, hem de manevîdir diyebiliriz.

İslâm beden ve elbise temizliğini emrettiği gibi, kalp ve nefis temizliğini de emretmiştir.

Tahâret; beden, elbise ve çevre temizliği, görünen kir ve pisliklerin temizlenmesi demektir. Buna maddî (dış) tahâret/temizlik denir.

Bu tahâret önemli olmakla beraber İslam daha çok kalp ve nefis temizliğine önem veriyor.

Kur’an’ın ‘tezkiye’ dediği temizlik de budur.

Kalbin temizliği; dünyevî ilişkiler boyutundan, diğer insanlara karşı kötülük, kin, haset gibi olumsuz duygulara kalpte yer vermemeye;

aksine iyilik ve hoşgörüyü ilke edinmeye, kalpten insanı Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden uzak durmaya kadar geniş bir alanı kapsar. (Heyet, İlmihal-İman ve İbadetler, 1/184)

Kur’an nefislerin/kalplerin tezkiye edilmesinden (arındırılmasından) bahsettiğine göre onların kirlenmesi de söz konusudur.

Kur’ân mânevî pisliği ve kiri ifade etmek için rics (Tevbe 9/95. Ahzâb 33/33),

neces (Tevbe 9/28)

ve dess (Şems 91/10) gibi kelimeler kullanıyor.  

Manevî kir, manevi pislenme ne demektir?

Nefisler nasıl kirlenir?

Kirlenen nefisler nasıl temizlenir?

Bunu mü’minlerin nasıl tezkiye olabileceklerini anlatan âyetlerden anlayabiliriz.

Kur’an nefsin kirlendiği söylerken, nefsi arındırma (tezkiye etme) yollarını da göstermiştir.

Allah’ın arındırması yanında insanın kendi iradesiyle nefsini mânevî kirlerden arındırması önemli olduğundan bahseden bir âyette;

وَمَنْ تَزَكّٰى فَاِنَّمَا يَتَزَكّٰى لِنَفْسِه۪ۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ

“... Kim arınırsa kendi yararına arınmış olur” deniyor. (Fâtır 35/18)

Tezkiye ibadeti, diğer ibadetler gibi kişiseldir. Kimse kimsenin günahından sorumlu olmadığı gibi, kimse kimsenin yerine arınma (tezkiye) olayını yapamaz.

Herhangi birinin bir başkasını tezkiye etmesi, günahlarından, kalp kirlerinden arındırması söz konusu değildir.

Belki âlimler, davetçiler, anne-babalar, öğretmen (hoca) ve mürşidler (yol gösterenler) hitap ettikleri kişilere bu konuda bilg, ve öğüt verebilirler, yol gösterebilirler. Onların terbiyesine ve ıslah olmalarına yardımcı olabilirler.

Nefsini tezkiye eden; ne Allah’a bir şey vermiş olur, ne de kullarına bir şey kazandırmış olur. Kendi felahı (kurtuluşu) için çalışmış olur.

Tezkiye ibadetinde üç fail (özne) söz konusu:

Bir:  Allah (cc). Mutlak tezkiye O’na aittir, dilediğini tezkiye eder.

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا

 Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez. (Nisâ 4/49)

Öyleyse tezkiyede ilk fail Allahtır.

Ancak O (cc) arınmak isteyeni, tezkiyeye gönlü olanı, “tezkiye olunuz” davetine kendi iradesiyle icabet edeni ve nihayet bunu hak edeni tezkiye eder (arındırır). Ya da arınmasının önünü açar.

Allah tarafından yapılacak son tezkiyenin Hesap gününde olacağı unutulmamalıdır. Allah (cc) o gün tartıları (sevapları) ağır gelenleri, yani hak edenleri günah ve hataların kirinden temizler (tezkiye eder),  onları rahmeti ve Cenneti ile mükâfatlandırır.

İki: Peygamber (sav) O da kendisine verilen peygamberlik misyonu ile, vahiy ile, örnekliği ile dileyenleri tezkiye eder. (Aşağıda gelecek)

Top of Form

Bottom of Form

Top of Form

Üç: Kulun kendisi. İnsan kendi aklı ve özgür iradesiyle hidâyeti seçer ve İslâmın sunduğu imkanlarla, amellerle (ibadetlerle) nefsini tezkiye der.

Kalbe yük olan, nefsi kötülüklere sürükleyen inanç ve meyillerden, kirlerden, pisliklerden arınmaya çalışır.

Demek ki tezkiyede kulun isteği, serbest iradesi ve çabası önemlidir.

Kul arınmayı ister ve tezkiyenin araçlarını devreye sokarsa; işte o zaman Allah (cc) tıpkı arzu edene Kur’an’ı anlamayı

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” (Kamer 54/17, 22, 32, 40),

kolay olanı (Cennet’e gitmeyi) isteyene daha da kolaylaştırdığı

فَاَمَّا مَنْ اَعْطٰى وَاتَّقٰىۙ

وَصَدَّقَ بِالْحُسْنٰىۙ

فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرٰىۜ

“Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah’a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse,

biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.” (Leyl 92/5-7) gibi; tezkiyeyi de onu isteyene kolaylaştırır.

Bu tıpkı takvanın şartlarına benzer. Takva (Allah’tan hakkıyla korkup çekinme) ile ilgili Kur’an şöyle diyor:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَانًا وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ

“Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkup-sakınırsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış (furkan) verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl 8/29)

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ

“...Kim Allah’a ve Âhiret gününe iman ederse ve kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter...” (Talak 65/2-3)

Nefislerin tezkiyeye ihtiyacı var mı? Elbette.

Zira nefis hem kirlenir (Şems 91/10),

hem de kötülüğe yol gösterir.

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ

“(Bununla beraber)  nefsimi temize çıkarmıyorum.

Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka.

Şüphesiz Rabbim çok (Ğafur (bağışlayan), Rahim’dir (çok  merhemet edendir).” (Yûsuf 12/53)

İman ve itaat ile kontrol altına alınmayan nefse Kur’an ‘hevâ’ diyor.

Böyle bir nefis insana büyük hatalar yaptırır. Kendisine körü körüne itaat edilen, her istediği sınırsızca yerine getirilen nefis hem kire bulaşır, hem de adeta tanrılaştırılır.

اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

“Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?

Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir?

Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?” (Câsiye 45/23. Ayrıca bkz: Furkan 25/43)

Kur’an insanlara hevâlarına değil, Allah’tan gelen Hakikate itaat etmelerini emrediyor. (Bekara 2/120, 145. Nisâ 4/125. Mâide 5/49. Sâd 38/26. Kasas 28/50)

İnsan nefsi tezkiye ve tathîr etmekle (arındırmakla) dünyada övülecek sıfatlara sahip olur, günahlarının bağışlanmasını sağlar, çok sevap kazanır, Âhirette de karşılığını alır.

Bu da kişiyi tezkiye decek işleri (amelleri) yapmasıyla, Kur’an’ın tavsiye ettiği arınma araçlarına başvurmasıyla olur.

Kur’an’da tezkiye olayı;

a-Bazen bunu emek vererek, gayret göstererek kazanmasından dolayı kula nisbet edilir. (Şems 91/9) olduğu gibi.

b-Bazen Allah’a nisbet edilir. Çünkü gerçekte onun faili O’dur. “Allah dilediğini tezkiye eder.” (Nisâ 4/49)

c-Bazen bunun kullara ulaşmasında vasıta olduğundan dolayı Peygamber’e nisbet edilir. “Onları temizlemek için mallarından sadaka al..” (Tevbe 9/103)

d-Bazen de bu hususta bir araç durumunda olan ibadete nisbet edilir.Hem de katımızdan bir incelik, bir paklık...” olarak. (Meryem 19/13) (el-İsfahânî, R. el-Müfredat, s.313) 

Tevbe 9/103cü âyeti tekrar hatırlayalım:  Allah (cc), Rasûlüllah’a (sav) hitaben şöyle buyuruyor:

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.)

Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

Burada bilinen farz zekâtın ‘sadaka’ kelimesiyle, arınmanın ise zekâtın da kök fiili olan tezkiye ile anlatıldığını görüyoruz.

Âyetteki “tathîr” kelimesi, “günahların bıraktığı kötü etkileri gidermek,

“tezkiye” ise “iyice temizlemek, bereketini arttırmak” mânasına gelir.

 

-Hz. Muhammed ve tezkiye

Peygamber’in (sav) gönderiliş amaçlarından biri de onun ümmetini tezkiye etmesidir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

كَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪يكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّ۪يكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَۜ

 “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten tezkiye eden (arındıran), size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bekara 2/151)

Yani mü’minleri, şirkin ve günahın kirlerinden arındıran, ya da öğrettiği şeylerle onlara ahlâkî güzellikleri ve işlerin hasını gösteren bir elçi. (el-Hâzin, M. b. İbrahim.Tefsir, 1/92)

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

 “O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları tezkiye eden (temizleyen-arındıran), onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir.

Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Cum‘a 62/2)

Peygamberlerin temel görevi, Allah’ın âyetlerini okuma, yani Allah’tan aldığı vahyi insanlara olduğu gibi bildirme, onları tezkiye etme (arındırma), davranış güzelliğine erişmelerini ve ruhen yücelmelerini sağlamaktır.

Bunun yanında insana yaraşmayan davranışlardan, onlara ceza kazandıracak amellerden kurtulmaları için onları eğitme, kitabı ve hikmeti öğretme ve örnek olmaktır. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/271)

Peygamber’in bu misyonunu Hz. İbrahim’in duasında da görüyoruz:

رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَۖ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟

 “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”

“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder! Onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın (yüzekkîhim). Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” ﴾Bekara 2/128-129)

Yani o peygamber, mü’minlere kitabı ve hikmeti öğreterek, onlara itaatin yollarını göstererek, onların ruhlarını temizlesin, akıllarını kemâle erdirsin, ahlâklarını güzelleştirsin. (el-Cezâirî, Ebu Bekr. Eyseru’t-Tefâsir, s: 76)

Allah’ın (st) tezkiye eden bir Rasûl göndermesi O’nun bir lütfudur.

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 “Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan (yüzekkîhim), onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âli İmran 3/164) 

-Nefsini tezkiye eden kurtulur (felâha erer):

Kur’an şöyle diyor:

وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ

وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ

 “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu

ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki,

nefsini arındıran (zekkâhâ) kurtuluşa ermiştir. 

Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems 90/7-10)

“Onu temizleyen” yani Allah’ın itaat ile nefsini arındırdığı kimse “muhakkak felâh bulmuştur. Onu örten kimse de muhakkak ziyana uğramıştır”  

İbni Abbas (ra) şöyle demiştir. “Allah’ın saptırdığı ve azdırdığı bir nefis hüsrana uğramıştır.”

Diğer bir açıklama: Allah’a itaat etmek ve sâlih ameller işlemek sûretiyle kendisini (nefsini) arındıran kimse kurtuluşa ermiş, buna karşılık masiyetlerle (günah işlerle) nefsini örten (kirleten) kimse de hüsrana uğramıştır” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3327)

“Abdullah ibni Abbas’tan gelen bir görüşe göre mana; “Yani Allah kimin nefsini tezkiye ederse o felâha erer” şeklindedir.

Tefsirci İkrime’ye göre: Yani kim nefisini ıslah ederse.

Tefsirci Katâde’ye göre: Kim hayırlı/sâlih amel işlerse ve Allah’a itaat ile nefsini temizlerse (tezkiye ederse).  (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 12/603)

Nefsi tezkiye gerçeği A’la Sûresinde ‘tezekkâ’ kalıbıyla geliyor: 

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ

 “Arınan  (tezakkâ) ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.”  ﴾A’la 87/14-15)

“Gerçek şu ki böylesi umduğunu elde eder. Yani cennette ebediliğe kavuşur. Burada “kurtuluşa eren”den kasıt, iman etmek sûretiyle şirkten arınıp temizlenen kimsedir.

Kimilerine göre burada arınan; amelini tertemiz yapan ve nefsini (kötülüklerden ve günahlardan) uzak tutan kimsedir.

Tezkiyeden maksadın amellerin zekâtı (yani temizlenmesi)dir, malların zekâtı değil denmiştir.

Yani kişinin amellerini (ibadetlerini) riyadan ve kusurlardan temizlemesidir. Çünkü malı temizleme (zekât) hakkında çoğunlukla ‘tezekkâ-temizledi, arındı’ fiili değil; zekât masdarı veya bunun fiili ‘zekkâ’ kullanılır.  (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/3302)