Dua ve zikir ile, hırs ve tamahı azaltarak, ölümü ve Ahireti düşünerek, infak ederek, Kur'an ve namaz ile tezkiye olmak hakkında bir online ders

Hüseyin K. Ece

09 Mayıs 2023 –

20 Şevval 1444

Zaandam

 

87. TEZKİYENİN DİĞER İMKANLARI 3

 

5-Çok dua ederek, zikir ve tesbîh yaparak

Bunların her üçü de önemli ibadetlerdir ve aynı zamanda zikirdir, yani insana Allah’ı hatırlatan imkanlardır.

Dua öncelikle aciz olduğunu bilmedir. Sonra Allah’ı yardıma çağırma, O’na yönelme, O’ndan istemedir. Dua aşağıdan yukarıya doğru Allah ile irtibat kurma imkanıdır. 

Her dua, her yakarış  kulu Allah’a yaklaştırır. (Bekara 2/186)

Tesbîh, Allah’ı noksan sıfatlardan, O’na yakışmayan özelliklerden, insanların Allah hakkında uydurdukları ve düşündükleri bütün yanlışlardan O’nu tenzih etmektir, uzak bilmektir. O’na O’nun kendisini Kur’an’da anlattığı gibi inandığını itiraf etmektir.

İçerisinde “sübhânellah” geçen bütün ifadeler tesbîhtir. Tesbîh etmek “sübhânelleh” demek iman olduğu gibi, aynı zamanda zikirdir.

Allah’ı çokça tesbîh eden, O’nu zikreden, her O’nu hatırlayan, hiç unutmayan, O’nu hesaba katarak hareket eden hatalardan uzak olur.

Bütün bunlar mü’milerin nefis ve kalplerini arındırır, tezkiye eder.

 

6-Dünyaya aşırı tutkunluk, hırs ve günah arzusunu kalpten  uzaklaştırarak;

Daha önceki derslerde geçtiği gibi insanda arzu, iştah (şehvet), hırs-ihtiras, tamah, tul-u emel, nefs ve nefsin hevâsı gibi duygular var. Bunlar aynı zamanda hayatın devamını sağlayan, ihtiyaçları temin etmeye yarayan kabiliyetlerdir. Tıpkı bir ustanın aletleri gibi...

İnsan çok şeye sahip olmak ister. Mal, dünyalık, eşya yönünden doymaz bir iştahı vardır. Bir ni’mete kavuştuğu zaman bir ötekine de sahip olma arzusu duyar.

İnsandaki bu duygular tümüyle olumsuz değildir. Yalnız aşırıya kaçmak, bunları tutsağı olmak, yerinde kullanmamak yanlıştır.

Kişi hırs ve tamahının, iştahınınnesinin isteklerinin tutsağı ve açgözlü, kanaatsiz olursa yanılır. Bu tutku onu günah işleri, haramları sevimli gösterir. Bu arzu da kalbi karartır veya kirletir.

 

7-Hayatı, ölümü ve daha çok Âhireti düşünerek (tefekkür ederek);

Nefsini hata, günah, gaflet ve nankörlükle kirleten, işin neye varacağını iyi hesap etmesi gerekiyor.

Mü’min iman eder ki ölüm ve ölümden öte bir sonsuz hayat var. Dünyanın sonu ve kıyâmet var, yani ölümden sonra yeniden diriliş var. Hesap var, yaptıklarından sorguya çekilme var. Yapılanların karşılığını ödül ve ceza olarak görmek var...

Müslüman bütün bunları tefekkür etmeli, ölümü ve Âhireti hiç aklından çıkarmamalı... Kişi hayatını ancak ölümü ve Âhireti çok düşünmekle diri ve verimli yapabilir.

Hayatı verimli yapmak, günah kirlerinden, yani insanı manen murdar eden şeylerden uzaklaşmak da bir yönden Âhireti, oradaki ahvâli çok düşünerek mümkün olabilir.

Allah’ın huzuruna kirli, necis, murdar bir benlikle çıkmak var; temiz, arınmış, tezkiye olmuş, tayyip bir benlikle, beyaz bir yüzle çıkmak var...

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.

Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Âli İmran 3/106-107)

Kim zarar edecek, kim kazanacak?

Kim ebedî kurtuluşu hak edecek, kim ebedî hüsrana düşecek?

Bütün bunları tefekkür etmek insanı nefsini arındırmaya, niyetini ve eylemlerini düzeltmeye sevkeder.

 

8-Kalbi kin, haset, hasımlık gibi yanlışlardan uzak tutarak;

Çünkü bunlar insan kalbine yüktür. Bu gibi duygular şeytanîdir ve insana her zaman hata yaptırır.

Kin, haset ve gıybet başkalarına karşı yapılan hatalar,

dünyalıklara aşırı düşkünlük ve günaha meyil kişinin kendine karşı hatalardır. Bir kısmı dışarıya dönük, diğerleri içeriye dönük...

Bunlarla meşgul olmak nefsi/kalbi kirletir; bunlardan uzak kalmak nefsi/kalbi temiz tutar.

Peygamber (sav) Ümmü Seleme’ye şöyle dua etmesini öğretti: “Muhammed'in Rabbi olan Allahım, günahlarımı bağışla, kalbimdeki kini gider. Hayatta olduğum müddetçe, fitnelerin bizi düşüreceği delâletten koru.” (Ahmed b. Hanbel, 10/496-498 no:14834-14838. Tirmizî, Daavât/94 no: 3750. İbn Mace, Duâ/2 no: 3834)

9-Allah için vererek, infak ederek;

Vahyin sürecinin ilk yıllarında indiği düşünülen Leyl Sûresi tezkiyenin verilerek (infak edilerek) yapılacağın söylüyor. Ama bunu sınırlandırmıyor. 

وَسَيُجَنَّبُهَا الْاَتْقٰىۙ

اَلَّذ۪ي يُؤْت۪ي مَالَهُ يَتَزَكّٰىۚ

“Temizlenmek (yetezakkâ) için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten sakınan) kimse, o ateşten uzak tutulacaktır.” (Leyl 92/17-18)

Burada maldan verme ve takva, ‘en güzeli’ doğrulama;

cimrilik yapıp ‘en güzelin’ yalanlanması, ölüm anında mala ihtiyaç olmama, Allah'ın insana hidâyet vermesi ve günahkârı cehennem ateşiyle tehdit etmesi konularından sonra;

arınmanın (tezkiyenin) metodu ve maksadı ilan ediliyor.

‘ze-kâ’ fiilinden gelen ‘zekât’ sözlükte; nemâ, çoğalma, artma potansiyeli, temizlik, arınma demektir.

Bu kelime dünyevî ve uhrevî işler hakkında kullanılır. Asıl vurgusu ekonomik değil, ahlâkîdir.

 ‘Zekât’ Kur’an’da her geçtiği yerde; İslâmın üzerine bina edildiği esaslardan biri, yani zenginlerin vermekle görevli oldukları yükümlülük değildir.

Zekât aynı zamanda tezkiyedir-arındırmadır (tezekki’dir).  Zira ‘tezkiye’ zekâtla aynı kökten gelir.

Bunu Mekke döneminin ortalarında inen Tâhâ 20/76 ile, peygamberin gönderiliş amaçlarından birinin tezkiye olduğunu belirten âyetlerden de (Bekara 2/151. Âli İmran 3/164. Cumua 62/2-3)  anlayabiliriz.

Mekke döneminde farz olan zekât yoktu. O dönemde inen âyetlerde geçen zekât, zenginlerin vermekle yükümlü oldukları dinî vergi değil; arınmayı sağlayan vermeler olsa gerektir. Mesela;

وَاكْتُبْ لَنَا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ قَالَ عَذَاب۪ٓي اُص۪يبُ بِه۪ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَت۪ي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍۜ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ

“...Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, (Allah’tan) korkup-sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (A’raf 7/156)

Buradaki zekâtı;  arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödemek diye anlamak mümkün...

Zekât bazı âyetlerde; arınma (tezkiye olma) ve arınmışlık anlamında geçiyor. Mesela;

يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّاۙ

وَحَنَانًا مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِيًّاۙ

 “(Büyüdüğünde o'na) “Ey Yahyâ! İlahî mesaja sımsıkı sarıl!” (diye öğüt verdi). Çünkü o daha küçük bir oğlanken Biz o'na doğru ve kuşatıcı düşünme yeteneği ve katımızdan bir ruh inceliği ve arınmışlık (zekât) vermiştik.

Öyle ki, Bize karşı o (her zaman) bilinç ve duyarlık içinde idi;” (Meryem 19/12-13)

Zekât burada, hz. Yahya’nın sâlih bir insan yapılması ve günahlardan temizlenmesini anlatıyor. (Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 2/308)

Allah (cc) kurtulacak olan mü’minlerin bazı özelliklerini şöyle anlatıyor:

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ

وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ

وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ

 “Onlar salatlarında (namaz vaya ibadetlerinde) alçak gönüllü bir duyarlılık içindedirler. Onlar boş ve anlamsız şeylerdan yüz çevirirler. Onlar zekatı yerine getirirler.” 

Bu sıralamadaki zekatı Kur’an yorumcuları genelde, farz olan zekât olarak olarak anlamışlar.

Ancak bunu arınmak için verilmesi gerekeni yapmak şeklinde de anlamak mümkündür. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/689)

Zekât kelimesi Mekkî sârelerde Müzemmil’de şöyle yer alıyor:

 “... O hâlde, Kur’an'dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz...” (Müzemmil 73/20)

Müfessirler burada geçen ‘namaz’ı, bilinen ve farz olan beş vakit namaz, ‘zekâtı veriniz’i de farz olan zekât diye anlamışlar.

Ancak Müzemmil Sûresi’nin Mekke’de indiğini ve her iki ibadetin de henüz farz kılınmadığını göz önüne alırsak, burada bu iki önemli ibadete ait bir şuur oluşturma amaçlandığı söylenebilir. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/413)

Zekât, yalnızca karşılıksız harcamak değil, ondan daha öte arınmak için fedakârlık etmek, arınmak için bedel ödemek anlamlarına da gelir.

Şu âyete bakalım:

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّ۪يهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْۜ اِنَّ صَلٰوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

 “Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” ﴾Tevbe 9/103)

Burada bilinen farz zekâtın ‘sadaka’ kelimesiyle, arınmanın ise zekâtın da kök fiili olan tezkiye ile anlatıldığını görüyoruz.

Kur’an inkârcılar hakkında şöyle diyor: 

اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 “Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar âhireti de inkâr ederler.” (Fussilet 41/7)

Bu âyetteki zekâtı, mali yükümlülük olarak anlayanların yanında, onu “Lâ ilâhe illallah” diyerek kalbi şirkten arındırmak diye yorumlayanlar da vardır. (Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/86)

Hz. İsa (as) şöyle dedi:

وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكًا اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَيًّاۖ

«Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.» (Meryem 19/31)

Yani “arınmak için gerekeni vermeyi emretti”.

Kur’an özellike Medine döneminde Allah yolunda mal vermeyi vacip sayıp, ölçüsünü tayin ediyor ve onun ismini zekât koyuyor.  

Kur’an farz anlamındaki zekât hakkında sadaka terimini de kullandığını hatırlayalım. (Bakınız: Tevbe 9/58, 60, 103. Bekara 2/271)

Arınmak için vermek, malı vererek arıtmak, temizlemek anlamıyla zekâtı böyle adlandırmanın sebebi; ya zekâttaki bereket beklentisi, ya da bu yolla nefsin tezkiyesidir.

En yapışkan kir ‘bencilliktir’. ‘Bize verilenleri’ hep bizimmiş gibi, hiç elimizden çıkmayacakmış gibi sahiplenmek bizi lekeler. Elimizdekiler kimin lutfettiğini unutmak yüzümüz kara çıkarır.  Bencillik, kalıbımızla taşıdığımız malı kalıbından çıkarıp kalbimize bulaştırmak demektir. Bu da kalbi lekeler.  

İşte zekât, bencilliğin sebep olduğu kiri temizler. Çoğu bize kalır, azı gider. Giden az sayesinde bize kalan ‘çok’laşır, bereketlenir. Mülkü elden çıkarır, Mülkün Sahibini buluruz. (Demirci, S. Canla Bağışla, s: 115)

Zekât, terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara sarfedilmek üzere dinen zengin sayılan müslümanların malından alınan belli payı ifade eder.

Bu nedenle zekatı “arındırıcı (malî) yükümlülük” olarak anlamak mümkün.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/14)

Mekke döneminde inen âyetlerde de zekât, sadaka, ihsan, infak, it’am gibi kelimelerle müslümanlar malî yardımlaşmaya teşvik edilmiş, bunun üzerinde ısrarla durulmuştur.

Mü’minlerin en önemli özelliklerinden ve onların felâhına (kurutuluşuna) vesile olacak ibadetlerden biri de kendilerini ve mallarını tezkiye edip değerli kılmak  üzere zekât ibadetini yerine getirmeleridir. (Mü’minûn 23/4. Bekara 2/177. Tevbe 9/71. Neml 27/2-3)

Zekât, her şeyden çok, şahsî bir ibadet, Allah'a yaklaşma ve O'na yönelme eylemidir. Kur'an'da pek çok yerde zekât, insan ve Allah arasında bağ olan namazdan sonra gelmektedir.

İster nafile anlamıyla, ister Kur’an’daki zekât anlamıyla sadaka, kişinin nefsini  ve malını tezkiye ettiği gibi, malını bereketlendirir, değerli yapar.

Şu hadislerde sadakanın hem malı bereketlendirme hem de nefsi arıtma rolüne işaret edildiğini görüyoruz:

“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allâh(cc) affeden kulunun değerini artırır. Allâh rızâsı için alçak gönüllü olanı Allâh yüceltir.” (Müslim, Birr19/69 no: 6592)

“Oruç kalkan (gibi)dır. Sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günah(ın azâbını) söndürür.” (Tirmizî, Îmân/8 no: 2616. İbn-i Mâce, Fiten/12 no: 3973)

“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî, Edeb/34 no: 6023)

 

10-Kur’an düşünerek ve anlayarak okumak, uygulamakla

Kur’an elbette hayat kitabıdır. İnsan ve toplum hayatını inşa etmek için indirilmiştir. Kur’an’ı anlamak ve hayata aktarmak için onun öncelikle okunması gerekir.

Şüphesiz Kur’ân’ı okumak, anlamları üzerinde tefekkür etmek, onu ezberlemek, namazda kıraat etmek (okumak), doğru anlamak ve anladığını pratikleştirmek, onun feyzinden ve nûrundan faydalanmaya çalışmak ibâdettir.

Kur’an okumak da zikirdir ve Allah’a yakın olmaktır. Zikrederek Allah’a yakın olan da günahlardan, nefsi kirleten pisliklerden uzak olmaya bir imkan bulmuş olur.

Kur’an hem hidâyet rehberi, okunduğu zaman mü’minlerin kalplerini ürperten, onların bilinçlenmelerini sağlayan bir ilâhi kelâmdır. (Zümer 39/23. Enfâl 8/2)

يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

“Allah, onunla (Kur’an’la) rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” (Mâide 5/16)

Kur’an’ın karanlıklar dediği şeyler aynı zamanda nefisleri kirleten, yürekleri işgal eden şeylerdir. Mü’minler Kur’an ile bu kirlerden arınır, nûra kavuşurlar.

Kur’an müslümanlar için şifa ve rahmettir. Kalbi karartan, basireti kör eden, insana yolunu şaşırtan manevi hastalıkların ilacı Kur’an’dır. (İsrâ 17/82. Yûnus 10/58)

Peygamberimiz (sav) kendisi Kur’an okuduğu gibi, müslümanlara da Kur’an okumayı tavsiye tmiştir. Mesela; Ebu Ümame “Peygamber’i; “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefâatçı olacaktır” derken işittim...” (Müslim, Müsâfirîn 42/252 no: 1874. Ahmed b. Hanbel, 5/249, 251)

Peygamber buyurdu ki: “Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.” (Tirmizî, Fazâilü’l–Kur’ân/18 no: 2913. Ayrıca bk. Dârimî, Fezâilü’l–Kur’ân/1; Ahmed b. Hanbel, 1/223)

Harap ev gibi dağınık, perişan ve kirli olan evin (kalbin) pîrupak edilmesi, temizlenmesi de Kur’an ile mümkündür.

“Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir. Kokusu hoş ve tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir. Kokusu yoktur ama tadı güzeldir...” (Buhârî, Et’ime/30 no: 5428, Fezâilü’l-Kur’ân/17 no: 5020, Tevhîd/36 no: 7560.  Müslim, Müsâfirîn 38/243 no: 1860. Ebû Dâvûd, Edeb/16 no: 4829. İbni Mâce, Mukaddime/16 no: 214)

Derim ki: Kur’an okumak güzeldir,

Onu anlayarak okumak daha güzeldir,

Onu hayata taşımak, hükümleriyle amel etmek, hayatı onun inşa edip güzelleştirmek en güzelidir. Kur’an’ın indiriliş amacı da budur.

Kur’an şöyle diyor:

وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ اِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هٰذَا الْقُرْاٰنَ مَهْجُورًا ﴿30﴾

“Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi.” (Furkan 25/30)

Ramazan bize Kur’an’ı terkedilmiş kitab hâline getirmeyi terketmemizi öğretir. Mukâbele olarak okunan veya takip edilen Kur’an’ın mesajı budur. Sadece bununla yetinmemeli.

Unutmayalım Kur’an okunmak için değil, kendisine uyulsun diye, hayatlaşsın diye gönderilen bir kitaptır.

11-Namaz kılarak

Namazın İslâmdaki yerini ve önemini anlatmaya gerek yok. Ancak onun nefsi/kalbi arındırdığını hatırlamak gerekir.

اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

 “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut 29/45)

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.” (Hûd 11/114)

Ebû Zer ve Muâz İbni Cebel’in (ra) rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle dedi:

“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork. Kötülük işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün. İnsanlarla güzel geçin!” (Tirmizî, Birr/55 no: 1987)

Salat (namaz) çok mükemmel bir tezkiye imkanıdır.
 عن أبى هريرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ # يَقُولُ: أرَأيْتُمْ لَوْ أنَّ نَهْراً بِبَابِ أحَدِكُمْ يَغْتَسلُ فِيهِ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مَرَّاتٍ مَا تَقُولُونَ يُبْقِى ذلِكَ مِنْ دَرَنِهِ شَيْئاً؟ قالُوا: َ يُبْقِى ذلِكَ مِنْ دَرَنِهِ شَيْئاً. قالَ: فذلِكَ مَثَلُ الصَّلَواتِ الخَمْس، يَمْحُوا اللَّهُ بِهَا الخَطَايَا

Ebû Hüreyre (ra) şöyle anlattı: Rasûlüllah’ın (sav) şöyle söylediğini işittim:

Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?”

“Bu, onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!” Peygamber:

“İşte bu, beş vakit namazın örneğidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler” buyurdu.” [Buhârî, Mevâkît/6. Müslim, Mesâcid/282(666). Tirmizî, Emsâl/5 no: 2872. Nesâî, Salât/7. Muvatta, Sefer/91)