İnsanın önüne konulan kitaplar, kavli ve kevni ayetler, afaktaki ayetler-mu'cizeler, Kur'an'da kevni ayetlerden örnekler, ul'ul-ebsar ve ul'ul-elbab ile ayetlere bakmak, 

Hüseyin K. Ece

19.02.2024 – 09 Şa’ban 1445

Zaandam

 

10 KAÇ ÇEŞİT ÂYET-MU’CİZE VARDIR?

-Kaç çeşit âyet vardır?

Allah (cc), okuması ve gereğini yapması için insanın önüne dört kitap koydu: 1.Vahiy kitabı-Kur’an, 2.Kâinat (tekvinî kitap), 3.İnsan, 4.Hadisât.

İslâm âlimleri, aklı, yani insanı Allah’ın varlığına ve birliğine ulaştıran âyetleri ‘kavlî ve kevnî’ olmak üzere ikiye ayırırlar.

Kavlî âyetler ; Kur’an’da, kevnî âyetler ; kâinatta, insanda ve hadisâttadır.

 

a-Kevnî âyetler (tekvînî kitap):

Allah’ın Tekvîn sıfatıyla evrende yarattığı her şey... Kâinat da Tekvîn sıfatıyla yaratıldı ve o da bir âyettir.

Kevni âyetler nerededir?

Cevap: Bu âyetlerde ya âfakta, ya da enfüstedir.  

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

         سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿53﴾

 “Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyleki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun.

Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şâhit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53)

-Âfakta

Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, olağanüstü sistem, sayısız varlıklar, sayısız tabii kanunlar, düzen ve ahenk, güzellikler ve her türlü hayat kaynakları Allah’ın birer âyetidir.

Bütün yaratıklar, bütün kevnî olaylar Allah’ın ‘kün-ol’ emriyle meydana çıkmış kelime’leridir.

Bunlar, insana Allah’ı hatırlatmaları, tanıtmaları, ulaştırmaları açısından birer âyettirler. Mesela;

**Güneşin bir aydınlık, Ay’ın bir nûr kılınması, yılların sayısı bilinsin diye Güneş’e ve Ay’a durakların tesbit edilmesi; (Yûnus 10/5. Yâsîn 36/37-40)

Peygamberimiz (sav) Güneş’in ve Ay’ın Allah’ın kudretinin iki âyeti olduğunu haber veriyor.

“Bir kimsenin ölümü ve doğumu sebebiyle Güneş ve Ay tutulmaz. Siz bu gibi olayları gördüğünüz zaman namaz kılın.” (Buhârî, Küsuf/1 no: 1042, Bed’ü’l-Halk/4 no: 3201 )

«Şüphesiz güneş ile ay, Allah'ın âyet­lerinden iki âyettirler. Bu ikisi hiç bir kimsenin ölümün­den dolayı tutulmazlar. Allah bu ikisiyle kullarını korkutur.” (Buhârî, Küsuf/6 no: 1048)

«Şüphesiz güneş ile ay, Allah'ın âyet­lerinden iki âyettirler. Bu ikisi hiç bir kimsenin ölümün­den veya hayatından dolayı tutulmazlar. Bunların tutulduklarını görünce Allah’ı zikredin.” (Buhârî, Küsuf/9 no: 1052)

Şüphesiz güneş ile ay, Allah'ın âyet­lerinden iki âyettirler. Bu ikisi hiç bir kimsenin ölümün­den veya hayatından dolayı tutulmazlar. Bunların tutulduklarını görünce açılana kadar dua edin ve namaz kılın. (Buhârî, Küsuf/15 no: 1060, 17 no: 1062)

**dânenin ve çekirdeğin yaratılması, sabahın gecenin içinden çıkıp gelmesi, gecenin dinlenme zamanı yapılması; (En’am 6/95-96)

**karanlığın derinliklerinde yol bulmak için yıldızların bir lâmba gibi var edilmesi; (En’am 6/97))

**gökten inen su ile bitkilerin büyütülmesi, her türlü meyvanın var edilmesi; (En’am 6/99),

**ölü toprağın diriltilmesi; (Yâsîn 36/33)

**arının bal yapması,

 ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًاۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿69﴾

“Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret (âyet) vardır.” (Nahl 16/69),

**yerden bitkilerin çıkarılması; (Şûarâ 26/7-8. Râd 13/3-4)

**yerin ve göğün yaratılışı;

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّت۪ي تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۖ وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿164﴾

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde

elbette düşünen bir topluluk için deliller (âyetler) vardır.” (Bekara 2/164. Ayrıca bkz: Nahl 16/12. Âli İmran 3/190. Câsiye 45/5)

**gece ile gündüzün peşpeşe gelmesi; (Yûnus 10/6. Âli İmran 3/189-191. İsrâ 17/12)

يُقَلِّبُ اللّٰهُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ ﴿44﴾

“Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basîret sahibi (ulu’l-ebsâr, yani görecek gözü) olanlar için bir ibret vardır.” (Nûr 24/44)

Çünkü, gece ve gündüzün şaşmaz bir düzen içerisinde deveranını, evrendeki ilâhi yasanın işleyişini, bunları var eden Allah’ın kudretini düşünmek kalbin duyarlılığını artırır.

Kur’an düşünen, ibret alan ve akleden kalpleri bu sahnelere yönlendiriyor.

Görmesini, idrak etmesini, akletmesini bilen kalpler (ulu’l-ebsâr) kâinattaki kevnî (oluş) âyetlere bakar, ibret alır, bunun hikmetini ve boşu boşuna yaratılmadığını düşünür...

Kur’an bu örneklerle insanın gönlüne hitap ederek uyuşan duyarlılığı ve duyguları uyandırmak istiyor. Vicdanları harekete geçirmek istiyor. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2523)

**gece ve gündüzün insanın hizmetine verilmesi,  (Nahl 16/10-12, 65. Rûm 30/24, Câsiye 45/5, 13. Zümer 39/43)

**kuşların havada tutulması;

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ ﴿19﴾

“Üstlerinde kanat çırparak uçan kuşlara bakmazlar mı? Onları (havada) ancak Rahmân tutuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.” (Mülk 67/19. Ayrıca bkz: Nahl 16/79)

**yaratıkları ve denizi insanların hizmetine vermesi; (Nahl 16/13-14) 

**özellikle sağmal hayvanlar, onların süt vermesi, hurma gibi meyvelerin rızık olması; (Nahl 16/66-67),

**gemilerin yüzdürülmesi; (Yâsîn 36/41-42. Rahman /24-25)

**Ashab-ı kehfin 309 yıl uyutulması, sonra diriltilmeleri; (Kehf 18/17)

**Meryem’e evli olmadığı halde İsa’nın ilka edilmesi; (Meryem 19/21)

**rüzgârların evrilip çevrilmesi; (Câsiye 45/5)

**göğün harika düzeni; (Rûm 30/25) hepsi birer muhteşem, muazzam âyettir, yani mu’cizedir.

Tekrar hatırlayalım ki; kâinatta zerreden kürreye, yerde, gökte, denizlerde, canlı veya cansız var olan her şey, madenler, bitkiler, hayvanlar, evrendeki plan ve sistemler; hepsi birer âyettir. Yani insan eseri olmayan her şey âyettir, mucizedir. İnsanı Allah’a götürecek, mü’minin ma’rifetini güçlendiren izdir, alâmettir, delildir, isbattır, belgedir.

Kâinattaki denge, yani hayatın bizzat kendisi muazzam bir âyettir.

İnsan bu âyetler üzerinde tefekkür etse, aklını kullansa bunların izini sürerek Allah’a ulaşır.

Lâkin bu âyetleri görecek göz, düşünecek kalp lazımdır.

اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ ﴿46﴾

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hacc 22/46)

Bir kürek veya bir saksı toprak alınız. Ona tatlı biber ekseniz tatlı biber, acı biber ekseniz acı biber, limon ekseniz ekşi limon, herhangi bir sebze ekseniz o tadta sebze elde edersiniz.

Bir kürek toprağa bunca özelliği, farklılığı sığdıran sonsuz kudret sahibi Allah’tan başkası olamaz.

Hatırlayın; insan bir şekilde düşünür, akleder, anlar, bir şeyler bilir. Düşünmesi de harika, bir şeyleri öğrenip bilmesi de... İnsan nasıl öğreniyor, öğrendiklerini nerede depoluyor? Sırası gelince de bunları veya duygularını herhangi bir dilde kelimelere döküyor, anlaşılır hâle getiriyor?

İşin garibi bunu kulağı ile duyan da o dili biliyorsa, ses olarak duyduklarını anlam olarak alıyor, anlıyor, bir yerlerde saklıyor. Sonra da o da sırası gelince onları kelimelere, ifadelere döküyor.

Şüphesiz bu eşsiz bir mu’cizedir. Ve bunu sonsuz güç sahibi Allah’tan başka kimse yapamaz.

Dünya Güneşin etrafında dönüşünü bir yılda, 365 gün altı saatte tamamlar. Dünyanın yörüngesi daire şeklinde değil, elips şeklindedir. Bu da mevsimleri meydana getirir. Dünya şu anki yörüngesinden bir kaç santim daha Güneşe yakın olsaydı hararet yükselir, dünyada hayat olmazdı. Dünya şu anki yörüngesinden bir kaç santim daha Güneşten uzak olsaydı çok soğuk olurdu ve dünyada hayat olmazdı.

Dünya kendi ekseni etrafında da 24 saatte döner, gece ve gündüz meydana gelir. Dünya kendi ekseni etrafında dik bir çizgi hâlinde değil, 27 derece eğik bir şekilde döner. Bu derece 28 veya 26 derece olsaydı, gece gündüz bugünkü gibi düzenli olmazdı.

Şüphesiz bütün bunları ve evrende bunlar gibi daha milyonlarca, belki milyarca olguyu, planlamayı sonsuz güç sahibi olan Allah’tan başka kimse yapamaz.

İşte bu âyetler üzerinde düşünenler ma’rifete ulaşırlar, Allah’ı hakkıyla takdir ederler ve teslim olurlar.

Unutmamak gerekir ki Kur’an bu örnekleri biyoloji, astronomi, coğrafya, anatonomi bilgisi vermek için anlatmıyor. Muhataplarını âyetleri gözlemlemeye, incelemeye, anlamaya ve tefekkür etmeye davet ediyor.

Kur’an bu örnekleri verirken; “ey insan, işte kâinat, işte âyetler, işte varlıklar, işte sen! Bunlar üzerinde hem tefekkür et, hem de faydalanma yollarını ara”, “sonra da bunları yaratana iman et ve şükredenlerden ol” diyor.

 

-Âyetlere basiret ile bakabilmek

“Basîret (çoğulu; besâir)”; sözlükte, idrak etme, görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görebilme, kavrayış,

bir şeyin iç yüzünü anlayabilme, feraset, kalb ile görme gibi manalara gelir.

Basîret; duyular üstü veya kalbin görmesi, ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır.

Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman cisimleri ve eşyayı görür.

Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde eşyanın ötesini anlayabilme yeteneğine sahiptir.

“Basiret, aklın eşyanın hakikatini kavrama hâlini ifade eder.”

Bazıları bakar ama göremezler, ya da gördüklerini anlamazlar. Gördükleri üzerinde tefekkür etmezler.

وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواۜ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿198﴾

“Eğer onları doğru yola çağırsan işitmezler. Görürsün, sana bakıyorlar (nazar ediyorlar), oysa onlar görmüyorlar (basarları yok).” (A’raf 7/198)

Basîret, hakkı görebilme, onu anlayabilme ve onu doğru olarak tanıma kabiliyetidir. Basîreti bağlanmış kimse kalbi kör kimsedir. O, Hakk’tan gâfildir (habersizdir), Hakk’tan gelen daveti görme, anlama ve idrak etme yeteneğini yitirmiştir. Kalbinin bu özelliği kaybolmuştur.

Basîret aslında ilâhî bir nûr’dur. Allah’ın ‘el-Basîr’ isminin iman eden kullarda bir yansımasıdır. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (Bekara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. (Yâsîn 36/9) 

يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿7﴾

“Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Âhiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.” (Rûm 30/7)

İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. (A‘râf 7/203. Kasas 28/43)

Mü’min bu nûr (ışık) sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar. Yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.

Kur’an’da üç âyette geçen “ulu’l-ebsâr” da basîret gibidir.

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ ﴿13﴾

“Karşı karşıya gelen şu iki gurubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir gurup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir gurup. Allah dilediğini yardımı ile destekler.

Elbette bunda basîret sahipleri (ulu’l-ebsâr) için büyük bir ibret vardır.” (Âli İmran 3/13. Ayrıca bkz: Nûr 24/44)

Kur’an, yerde ve gökteki her şeyin mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’ı tesbîh ettiklerini söyledikten, İslâm’a ve Peygamber’e düşmanlık yapanları sağlam kalelerinin bile  koruyamadığını, Allah’ın vereceği cezanın ummadıkları yerden geldiğini ve içlerine korku düştüğünü haber verdikten sonra;

فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَارِ ﴿2﴾

“...Ey basîret (derin kavrayış) sahipleri (ulu’l-ebsâr), ibret alın” (Haşr 59/1-2) diyor.

-Âyetler ve ulu’l-elbâb

Kur’an hitabını, çağrısını bazı âyetlerde sadece akıl sahiplerine (ulu’l-elbâb’a) yöneltir.

Zira ancak onlar hak ile bâtıl arasını hakkıyla ayırdedebilirler. Onlar akıl ile eşyanın hakikati hakkında ma’rifet sahibi olurlar, konuyu anlarlar.

Ulu’l-elbâb olmak; düşünen ve hakikate şâhit olan bir vicdan sahibi olmayı da anlatır. Hakka teslim olanlar işte bu düşünen vicdanın sesini dinleyenlerdir.

Ulu’l-elbâb kalıbı; derin kavrayış, basiret, iz’an sahibi olmak, akleden kalbe sahip olmak anlamında kullanılıyor. 

Mesela; kısasta hayat olduğunu ancak ulu’l-elbâb (akleden bir kalbe) sahip olanlar anlarlar. (Bekara 2/179)

“Sezme, anlama ve bir şeyin mahiyetini kavrama gücü” anlamına gelen bu kelime, daha çok insanın derunî, vicdanî âlemine ve gönül dünyasına hitap etmek maksadıyla kullanılır. 

“Ulu’l-elbâb” akıllı olmayı, derin kavrayış sahibi olmayı ifade eder.

Allah (cc) ulu’l-elbab sahiplerine seslenerek, âhiret için azık edinmelerini ve Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını emrediyor. (Bekara 2/197)

Kurtuluşun yolu aklı bu amaç için kullanmaktan geçer.

Kur’an bunu şöyle ifade ediyor:

فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ ﴿100﴾

“... Allah’tan hakkıyla korkup çekinin (ya da sorumluluk bilinciyle davranın)  ey akıl sahipleri (ey ulu’l-elbab), belki felaha erersiniz.” (Mâide 5/100)

Önceden geçmiş toplumların ve peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri (ulu’l-elbab) için ciddi ibretler vardır.

لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ

“Andolsun ki, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır...” (Yûsuf 12/111)

Kur’an, ulu’l-elbâb sahipleri öğüt alsınlar, üzerinde düşünsünler diye gönderildi.

هَٰذَا بَلَٰغٞ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُواْ بِهِۦ وَلِيَعۡلَمُوٓاْ أَنَّمَا هُوَ إِلَٰهٞ وَٰحِدٞ وَلِيَذَّكَّرَ أُوْلُواْ ٱلۡأَلۡبَٰبِ ٥٢

Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim 14/52)

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿29﴾

Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri (ulu’l-elbab) öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sâd 38/29)

Ulu’l-elbâb sahipleri varlıktaki Yaratıcı Gücü anlarlar ve gereğini yaparlar.

اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ ﴿190﴾

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde derin kavrayış (akl-ı selîm) sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âli İmran 3/190-191. Ayrıca bkz: Zümer 39/21)

İlim sahipleri Kur’an’ın te’vilini ancak Allah’ın bildiğini anlarlar:

هُوَ ٱلَّذِيٓ أَنزَلَ عَلَيۡكَ ٱلۡكِتَٰبَ مِنۡهُ ءَايَٰتٞ مُّحۡكَمَٰتٌ هُنَّ أُمُّ ٱلۡكِتَٰبِ وَأُخَرُ مُتَشَٰبِهَٰتٞۖ فَأَمَّا ٱلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمۡ زَيۡغٞ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَٰبَهَ مِنۡهُ ٱبۡتِغَآءَ ٱلۡفِتۡنَةِ وَٱبۡتِغَآءَ تَأۡوِيلِهِۦۖ وَمَا يَعۡلَمُ تَأۡوِيلَهُۥٓ إِلَّا ٱللَّهُۗ وَٱلرَّٰسِخُونَ فِي ٱلۡعِلۡمِ يَقُولُونَ ءَامَنَّا بِهِۦ كُلّٞ مِّنۡ عِندِ رَبِّنَاۗ وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّآ أُوْلُواْ ٱلۡأَلۡبَٰبِ ٧

“Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler.

Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir.

İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler.

(Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Âli İmran 3/7)

-Âyetler ve ulu’n-nühâ

İki âyette geçen “ulu’n-nüha’ da derin kavrayış, anlayış, iz’an sahibi olmak, engelleyen akıl demektir. Çünkü o sahibini çirkin işleri yapmaktan alıkoyar. (en-Ne’al, M. F. Mevsûatu’l-Elfâzi’l-Kur’aniyye, s: 793. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 773)

‘Nuhâ’; iyiyi kötüden ayırdıktan sonra kötü olandan yasaklayan ‘akıl’ demektir.

Buna göre “ulu’n-nühâ” da derin kavrayış sahibi demek olur.

اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى ﴿53﴾ كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿54﴾

“O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin, hayvanlarınızı yayın.

Şüphesiz bunda akıl sahipleri (ulu’n-nuhâ) için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.” (Tâhâ 20/53-54)

Kur’an burada akıl sahiplerini, ya da akleden kalbe sahip olanları “ulu’n-nühâ” olarak nitelendiriyor.

Yönünü şaşırmayan akıllar Allah’ın yarattığı bu muazzam kâinat düzenine hayret ederler. Bundaki sayısız deliller, belgeler (âyetler) üzerinde düşünürler. Bunu tasarlayan ve yaratan bir Yaratıcı olduğunu anlarlar. Kâinattaki yerlerinin farkına varıp hadlerini bilirler.

Aklını hakkı ve hakikati bulmak için kullananlar bu âyetlerin işaretiyle Hakka giden bir yol bulurlar.

Bu ‘nuhâ akıl” sayesinde kendilerini sapıklığa, hataya, günaha, kötülüklere sürükleyen inançlardan, fikir ve davranışlardan uzaklaşırlar.

اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ ﴿128﴾

“Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi?

Şüphesiz bunda akıl sahipleri (ulu’n-nuhâ) için ibretler vardır.” (Tâhâ 20/128)