Murabıtın anlamı, tarihte murabıt ve günümüzde murabıt olma, Allah ile, Kur'an ile, Ahiret ile, mü'minler ile ve Kudüs ile irtibatlı olma hakkında bir online ders.

Hüseyin K. Ece

26.02.2024–16 Şa’ban 1445

Şehidleri Anma ve Gazze Proğramı

Zaandam-Hollanda

 

61-GÜNÜMÜZDE MURABIT OLMAK

 

Âli İmran 3/200. âyeti tekrar hatırlayalım:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿200﴾

“Ey iman edenler! Sabredin, sabretmekte direnin (veya kararlılıkta yarışın), ribât yapın (hazırlıklı olun) ve Allahtan hakkıyla korkup-sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âli İmran 3/200)

وَرَابِطُوا ‘râbitû’, “ribât yapınız, nöbetleşiniz,, imamın arkasında saf tuttuğunuz gibi birbirinize bağlanıp görevinize dikkatli olunuz ve özellikle savaşa düşmanlarınızdan daha çok hazır olunuz, gerekirse hudutlarda, mevzilerde nöbet bekleyiniz.” (Elmalılı, H. Y. Tefsir, (sad.) 2/490)

Rasûlüllah’ın geceleri teheccüd namazına kalktığı zaman Âl-i İmrân Sûresinin son on âyetini okuduğu rivâyet ediliyor. (Buhârî, Tefsîr 3/18-20 no: 4570)

Hatırlayalım; ribât, murâbıt ve râbıta öncelikle cihadla, sabırla, ibadetlere bağlanmakla ve onlara devam etmekle ilgili kavramlardır.

 

-Murâbıt kime denir?

“Sözlükte “düşmanın geleceği yeri bekleyip korumak” anlamına gelen ribât, terim olarak “Allah yolundan ayrılmamak, düşmana karşı uyanık ve hazırlıklı bulunmak”,

ayrıca sınır boylarında askerlerin atlarını bağlayıp nöbet tuttukları mekânlara ve buralarda inşa edilen müstahkem yapılara ribât,

Aslında ribât “düşmanın ansızın saldırmasını önlemek için atı bağlayıp hazır tutmak” anlamına gelen “rabtü’l-hayl-ribâtu’l-hayr” ifadesinden alınmıştır.

Daha sonra ister süvari ister piyade olsun, sınır boylarında, kışla ve karakollarda, toplanan veya bekleyen kimseye “nöbetçi, nöbet bekleyen” anlamında, bu kelimenin türevi, yani özne ismi (ism-i fâil) olan murâbıt adı verilmiştir.

Gönüllü olarak ribât yapanlara da ‘murâbıt’ denir. Murâbıt Allah yolundaki mücâhid gibidir.

‘Murâbıt’ aynı zamanda imanın gerekleriyle irtibat kuran ve iç ve dış düşmanlara karşı hazırlıklı olan,

bir ibadeti yapınca diğerini yapmak üzere bekleyan, imanının başında olgun bir nöbetçi olan, ribat yapan müslüman kimse demektir.

-Tarihte murabıtûn

Murâbıtın çoğulu ‘murabıtûn’dur. Bu aynı zamanda bugünkü Fas’ta (Mağrib’te) kurulan bir devletin adıdır.

“Abdullah b. Yâsîn adındaki bir İslâm davetçisinin Lamtuna Berberîleri arasında tebliğ faaliyetinde bulunmuş ve gördüğü tepki üzerine aşağı Senegalda, Nijer nehrinde bulunan bir adaya sığınmış ve burada Ribât adını verdiği bir tekke kurmuştu. Onun ısrarlı çalışmaları sonucu bu ribât özellikle Lamtuna kabilesine mensup savaşçı dervişlerin merkezi hâline geldi.

Abdullah b. Yâsîn'e olan bağlı, son derece cesur bu topluluğa ve kurdukları devlete murabıtûn denildi. Abdullah b. Yâsîn'in Sanhaca kabileleri arasında yaptığı çalışmalarla ihtida eden kitlelerin lideri oldu ve askerî bir gücü eline geçirdi. Arkasından da fetih hareketlerine girişti.

Murâbıtlar verdikleri başarılı savaşlarla, devletin hudutlarını Atlas Okyanusundan Tunus’a, oradan da Endelüs'e, batı Sudan’a kadar genişletmişler.  (Tellioğlu, Ö. Şâmil İslâm Ansiklopedisi, 5/260)

448 (1056)da kurulup 541 (1147) yılında yıkılan bu devlet  Fasta birliği sağladı. 465 (1073)de tahta geçen Yûsuf b. Tafşin’den Endülüs müslümanları yardım istediler. O da 479 (1086)da Endülüs’e geçip, hıristiyanlarla farklı yerlerde savaştı. Onları mağlup edip müslümanların 400 yıl daha orada kalmalarını sağladı. 481 (1088) ve 483 (1090) yıllarında istek üzerine tekrar oraya gitti ve orasını Murabıtûn devletine kattı.

Murabıtlar bu askeri başarılarının yanında bölgenin kalkınması için çaba gösterdiler. Onların döneminde pek çok âlim yetişti. Mimari eserlerin bir kısmı ve kendilerinin kurduğu Marakeş şehri hâlâ dimdik ayakta.(Yiğit, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 31/152-157)

-Günümüzde murâbıt olmak

Murâbıt olmak tarihte kalmadı veya sadece sınır boylarındaki nöbetçiler değildir. Günümüzde ribâtı her bilinçli müslüman her zaman yapabilir, murâbıt olabilir. Ya da her mü’min murâbıt olmalıdır.

‘Ribât’,  kavramını iki açıdan açıkladığımızı hatırlayalım:

Birincisi; maddî (görünen) ribât: Sınır boylarındaki nöbet, eğitim ve barınma binaları ve sınır boylarında nöbet tutmak,

düşmanlara karşı savaş atları (veya malzemeleri) hazırlamak. Gerekirse fiilen nöbet beklemek... 

Günümüzde şartlar değiştiği için bunlar genelde otoritelerin görevi...

İkincisi; bilinç olan (manevî) ribât: Gönlü güzel şeylere sâlih amellere bağlamak... Bunların başında da Allah yolunda cihad etmek (cehd, yoğun çalışma ypmak) gelir.

Her türlü düşmana karşı uyanık, cesur tayakkuz hâlinde olmak,

Kalbi namaza ve diğer ibadet bilincine bağlamak (raptetme), ibadete devam etmek, yani her an kullukla irtibatlı olmak...

İşte bunları yapan mü’min murâbıttır.

Rabitu fiilinin sözlük anlamından da yola çıkarak şunlar da günümüzde murâbıt olmanın diğer yansımalarıdır diyebiliriz:

1-Murâbıt yüreğin kapısında nöbet tutandır (ribât yapandır)

Murâbıt, sürekli uyanıktır. İmanını her türlü isyan, günah ve harama düşmek, şeytana aldanmak gibi iç düşmanlara, mü’mini İslâmi kimliğinden koparmak isteyen dış düşmanlara karşı koruma konusunda dikkatlidir. 

İbadetine devam ederek bir ibadeti yapınca diğerini yapmak üzere bekler, imanının başında, nefsine ve onun aşırı isteklerine karşı bir nöbetçi gibidir. 

Elbette imanı ve İslâmi hayatı iç ve dış tehlikelere, hasımlara karşı korumak; sınır boylarında nöbet beklemek gibidir. Mü’min bu açıdan sürekli tayakkuz hâlindedir. Çobanın sürüsünü koruduğu gibi nefsini düşmanlarından korur.

Yüreğinden içeriye düşman olan şeytanın vesvesesi, fitne ve fesat fikri, haset ve zarar verme düşüncesi, şirk ve nifak yani Tevhide aykırı inanç ve kanaatler, şehvanî arzular, aşırı hırs ve tamah girmesin diye dikkat eder, uyanık durur. Görevini tam yapan nöbetçi gibi...

Kehf 18/14. Kasas 28/10. Enfâl 7/60. âyetlerden hareket ederek yüreğine iman ve takva ile sürekli cesaret verir.

2-Murâbıt ibadete hazırdır ve devamlıdır

Mü’min, hem her an ibadete hazırdır, hem de ibadetinde süreklidir. O böyle yapmakla, görünmeyen düşmanlara karşı imanını korumuş olur.

Rasûlüllah (sav) bir namazı kıldıktan sonra diğer vaktin namazını beklemeyi mecâzi anlamda “nöbet bekleme-ribât” olarak nitelendirdiği için bazı alimler Âli-i İmran 3/200. âyetteki “ورَابِطُوا râbitû-ribât yapın” emrini "ibadette hassasiyet", "ibadette devamlılık ve dikkat" olarak yorumladılar.

Âyetin kurtuluş sebebi olarak takvayı zikretmesi bu yorumu doğrular. Hem namaz ibadetini dikkatli bir şekilde yerine getirmek, hem de görünen veya görünmeyen düşmanlara karşı dikkatli olmak, korunmak ancak takva bilinci ile gerçekleşir. (Komisyon, Kur’an Yolu (DİB), 1/559)

Bir sâlih ameli ifa ettikten sonra diğerini bekleyen mü’min, kendini ruhen, kalben Allah yoluna bağlamış demektir. O bir çeşit murâbıttır.

3-Murâbıt Allah (cc) yolunda çalışmaya her hazırdır

وَرَابِطُوا “Râbıtû-ribât yapın” emrini günümüzde; 

... وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِOnlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın” âyetinden hareketle

İslâm devletlerinin savunmaya her zaman, günün şartlarında, her türlü malzeme (levâzım) ile hazır olmaları;

mü’minlerin de Allah yolunda ilim ve bilinç ile zihnen,

sağlıklı olarak bedenen, helâlinden çok kazanarak malen,

günün ve içinde bulunulan ortamın bütün imkanlarıyla, ya da ihtiyaç ne ise o uğurda çok çalışmaya, cehdetmeye, donanımlı olmaya hazır olma şeklinde anlamak mümkün...

Şimdilerde zulmedilen, mağdur edilen Filistinli, Gazzeli kardeşlerimize her açıdan yardımcı olmak üzere hazırlık yapmak, özellikle nakdi yardımlar biriktirmek, bir yolunu bulup onlara göndermek üzere çaba göstermek,

 

3-Murâbıt Allah’la (st) sürekli irtibatlıdır

İrtibat, aynı zamanda bir şeyle bağ ve bağlantı kurmak, yani irtibatlı olmak anlamına da gelmektedir.

Bazı âlimler, bu وَرَابِطُوا "râbitû-ribât yapın" emrini; bağ kurmak anlamından hareketle "nefsin ve bedenin Allah’a ve O’na itaate bağlanması" diye açıklamışlar.

Bu, "hudutta nefsini bağlayıp nöbet beklemek, düşmanın hücumunu defetmeye hazır olma" anlamında temamen ters değil...

İçinde bulunulan şartlarda biri diğerine göre öncelik kazanabilir.

Yüreği ve niyeti (fânilere değil) Allah’a, O’na ait şeylere raptetmek (bağlamak), bu bağı korumak ve güçlendirmek...

Mü’min Rabbi ve âhiret ile olan ‘irtibatını’ (bağını) ibadet, dua ve zikirle  sürekli diri tutup imanını ve takva bilincini korumaya çalışır.

Dinimiz İslâm, kişiyi Allah’a bağlayan, yani O’nunla nasıl irtibat kurulacağını öğreten ve kurtuluşa götüren bir dindir.

 

4-Murâbıt sürekli ahiretle irtibatlıdır

O âhiret ile olan ‘irtibatını’ (bağını) da koparmaz, yani ölümü ve sonrasını unutmaz. Bundan gafil olup da sadece dünyalık yaşamaz. Ahşret şnancıyla öylesine irtibatlıdır ki, hayatını oraya hazılanacak şekilde yaşarç

Rasûlüllah’ın şu tavsiyesini hiç unutmaz: “Ağızların tadını kaçıran ölümü, çokça hatırlayın.” (Nesâî, Cenâiz/3. Bir benzeri: Tirmizî, Kıyâmet/26)

Ölümle ve âhiretle irtibatını ölümü unutmayarak, hasta, mezarlık ziyareti yaparak, şehitleri anarak yapabilir.

 

5-Murâbıt sürekli Kur’an ile de irtibatlıdır

Yine râbıta yapmanın sözlük anlamından hareketle mü’minlere O’nun kopmaz İpi’ne (Kur’an’a) (Âli İmran 3/103), sağlam bir kulpa (Bekara 2/256) bağlanmayı emrediyor diyebiliriz.

Mü’minlerin gönülleri de imanlarıyla ve Kur’an’la irtibatlı olmalıdır. Üstelik bu bağ çok kuvvetli ve sürekli olmalıdır.

Sadece hatimlere, belli bir zamana (mesela Ramazan’a), ya da sadece kıraate mahsus olmamalı...

Mü’minler, Kur’an’a göre iman ederler, sonra hayatlarını ona göre inşa ederler, ölünceye kadar da Kur’an’ın emrine uyarak imanlarını ve İslâmî hayatlarını sabrederek, sabırda yarışarak korurlar.

6-Murâbıt mü’minlerle devamlı irtibatlıdır, gönlünü din kardeşliğine rapteder

Mü’minler İslâmı yaşamada, uygulamada ve savunmada diğer mü’minlerle, akrabalarıyla, kulluk görevleri açısında ibadetlerle irtibatlıdırlar, olmalıdırlar.

Âli İmran 200. Âyet; وَرَابِطُوا ‘râbitû’nun sözlük anlamından hareketle, müslümanların birbirlerine bağlanmalarını, birbirlerine destek olmalarını, İslâm ümmeti bağını güçlendirmelerini de emrediyor diyebiliriz.

Başka bir âyette Rabbimiz şöyle buyurdu:

وَتَعَاوَنُواْ عَلَى ٱلۡبِرِّ وَٱلتَّقۡوَىٰۖ وَلَا تَعَاوَنُواْ عَلَى ٱلۡإِثۡمِ وَٱلۡعُدۡوَٰنِۚ وَٱتَّقُواْ ٱللَّهَۖ إِنَّ ٱللَّهَ شَدِيدُ ٱلۡعِقَابِ ٢

“... İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.” (Mâide 5/2)

Ayrıca Kur’an’ın bir çok âyetinde mü’minlerin birlik olmaları emrediliyor, onların kardeş oldukları vurgulanıyor.

Her konuda, özellikle Allah’ın dinini koruma hususunda birbirlerine kuvvetli bağlarla bağlanmalarını, vahdet olmalarını, birbirlerine ‘rabt’ olmalarını istiyor.

وَٱعۡتَصِمُواْ بِحَبۡلِ ٱللَّهِ جَمِيعٗا وَلَا تَفَرَّقُواْۚ وَٱذۡكُرُواْ نِعۡمَتَ ٱللَّهِ عَلَيۡكُمۡ إِذۡ كُنتُمۡ أَعۡدَآءٗ فَأَلَّفَ بَيۡنَ قُلُوبِكُمۡ فَأَصۡبَحۡتُم بِنِعۡمَتِهِۦٓ إِخۡوَٰنٗا ...   ١٠٣

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın:

Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz...” (Âli İmran 3/103) 

Herkes kendi sorumluluğunu kendisi taşır. Ancak İslâm en iyi şekilde, bir müslüman cemaat arasında, onlarla beraber yaşanabilir.

Şeytan ve onun yardımcıları müslümanları zayıflatmaktan ve zarar vermekten geri kalmadılar ve kalmayacaklar.

Müslümanlar birbirleriyle irtibatlı ve cemaat hâlinde olurlarsa  daha güçlü olurlar ve kötülük odaklarıyla daha iyi mücadele ederler.

Tarihi olaylar ve bugün içerisinde yaşadığımız gerçekler karşısında bu  وَرَابِطُوا “rabitû’  emrini; birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun” şekilde anlamak da mümkündür.

Müslümanlarla, dava arkadaşlarıyla yerine ve ihtiyaca göre irtibatlı olmak,

gayretleri, imkanları, niyetleri, becerileri birbirine raptetmek, bağlamak murâbıt olmanın gereğidir...

7-Murâbıt mazlumlarla da irtibatlıdır

Murabıtlar, dünyanın neresinde olursa olsun mazlumlarla, mustaz’aflarla, mağdurlarla, onların durumlarıyla ve sorunlarıyla irbatlıdırlar, ilgilenirler. Bu konudaki sorumluluklarını bilirler ve “bana ne” demezler.

 Şimdilerde özellikle Filistin ve Gazze ile devamlı ilgilenmek, her açıdan irtibatlı olmak, hem duygusal, hem gönülden dua ile, hem de yardımcı olmak amacıyla...

Onlara yapılanları asla unutmamak, gönlü bu davaya bağlamak, onların dertleriyle irtibatlı olmak, bütün meşru araçları kullanarak duyurmak...

Zalimlere, siyonistlere lanet okumak, onlara destek olabilecek şeylerden kaçınmak, siyonist sermaye olduğu kesin olan ve başka yerden temin etmek mümkün olan maddelere boykot etmek...

Kudûs-ü Şerifle, Mescid-i Aksa ile bağı, ilgiyi koparmamak, sürekli diri tutmak, sürekli gündemde tutmak, güç yettiği kadar ziyarete gitmek...

Oradaki kardeşlerimiz “buraya gelin, ziyaretimize gelin, Mescid-i Aksa’yı sahipsiz bırakmayın” diyorlar...

Ziyaretlerimizle onların yanında olduğumuzu, onlarla irtibatlı olduğumuzu gösterebiliriz.