İnsanın yeryüzü görevi hakkında dersler

Hüseyin K. Ece

Zaandam Ayasofya Camii

Kasım 2010-Ocak 2011

 

-İBADET BİLİNCİ

Giriş

İslâm inancına göre insanın yaratılış sebebi bellidir.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ {56} (Zariyat/56)

“O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ {2} (Mülk/2)

وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَـذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ {7} (Hûd/7)

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ {115} (Mü’minûn/115)

Yani o bir kuldur. Kulun da bir sahibi ve o sahibine karşı görevleri vardır.

Sahipsiz kul olmayacağı gibi, sahibine karşı sorumsuz bir kulluk da düşülenemez. Zira kul her açıdan sahibine muhtaçtır.

Her ne kadar bazıları insanı faklı bir yere koysalar da, insanın bebek olarak doğumu ve belli bir süre sonra ölümü onun başkasına muhtaç olduğunun en harika isbatıdır. Başka kanıta hiç te ihtiyaç yoktur. İşte insan doğuyor ve ölüyor. Üstelik bu konuda hiç bir dahli, hiç gücü ve hiç bir seçim imkanı yok.

Öyleyse insanın bir Sahibi vardır. O Sahip, ona hakimdir ve insan Ona aittir.

Sahibi olmadan ‘kul’ tek başına bir şey ifade etmez.

Dünyaya gelişi boşuna olmadığı gibi, gidişi de tesadüfen değildir. Yani insanın (kulun) görevleri vardır. Evrende (zerreden kürreye) her şeyin bir görevi olduğu gibi, akıl ve irade sahibi insanın başıboş olması düşülemez.

İnsanın kul olarak görevlerini bir çok madde ile sıralamak mümkün. Ama biz burada bunları bir kaç maddede özetlemek istiyoruz.

Bunlar:

A-Ma’rifet/anlamak,

B-İman/kabul etmek-teslim olmak,

C-İtaat/görevini yapmak-ibadet etmek,

D-Muhsin olmak/aktif iyi olmak-cihad etmek.

           

A-Marifet

Allah’ı sıfatlarıyla ve fiillerinin tecelleriyle (sonuçlarıyla) tanımak insanın ilk görevidir. Ki buna marifetullah denir. Bu bir anlamda Allah’ı ve O’na ait sıfatları hakkıyla anlamak demektir.

‘Ma’rifet’, ve ‘irfan’, ‘arafe’ kelimesinden türemiştir. ‘Arafe’; herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, o şeyin eserine (izine) bakarak ve akıl yorarak o şeyi hakkıyla tanımak demektir.

         ‘Ma’rifet’, ustalık, herkesin yapamadığı şeyi yapabilme anlamına da gelmektedir. Bu demektir ki, aslı, özü bilinmeyen bir şeyi, o şeye ait emarelere bakarak anlamaya çalışmaktır. Bunun da ustalık gerektireceği açıktır.

Arap dilinde, ‘şu adam Allah’ı biliyor’ denmez. Çünkü Allah (cc) ‘ma’lum’ yani bilinen bir şey değildir. O, insan bilgisine konu olmaz. İnsan ne kadar uğraşırsa  uğraşsın, Allah’ın zatının ne olduğunu bilemez.

Ama O’nu sıfatlarıyla, fiilleriyle ve bunların kâinattaki tecelleriyle tanıyabilir. O’nun gücünün ve hükümranlığının eseri yerde ve göklerdedir. O’nun âyetleri evrende, insanda, Kur’an’da ve Peygamber mesajındadır. Kişi onlara bakar ve Allah’ı tanımaya, idrak etmeye çalışır.

İşte bu ‘ma’rifettir’.

Ma’rifet, sadece Allah’ı gereği gibi tanımak değil, o aynı zamanda O’na gereği gibi bağlanmayı da ifade eder. 

         Hz. Ali’nin deyişi ile Din’in başlangıcı ‘ma’rifettir. Kim Allah’ı hakkıyla tanırsa, kulluğunu, teslimiyetini daha iyi yapar. Tevhidí inancın kökleşmesi de ‘ma’rifet’ şuurunun artmasına bağlıdır. 

         Marifet sahibi olanlara da ‘ârif’ denir.

« Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...”  (6 En’am/91. Hacc/74) Halbuki kulun görevi Rabbini hakkıyla takdir etmektir.

 

B-İman

İnsan, ma’rifet imkanını kullandıktan sonra, yani bir anlamda varlıkta Allah’ın rabliği ve ilahlığı ile karşılaştıktan, varlık üzerinde O’nun eli sezdikten sonra yapacağı şey, iman etmek, teslim olmaktır.

Teslim olmak, yelkenleri indirmek, yokum demek, bittim demek değildir. Tam tersine  yeniden doğmak, varlık farkında olmak, ayağa kalkmak demektir..

Teslim olmak sıradan bir pes etme değil; kabul etmek, benimsemek, itaat etmeye söz vermek, hatta itaatın bizzat kendisidir.

Teslim olmak yenilgiyi kabul etmek değil, Allah’ın dışında her şeye kul olmaktan kurtulmanın, onlara esaretten zafer elde etmenin ilanıdır.

Teslim karşı tarafın gücünü mağlubiyetle kabul etme değil; kendi konumunun farkına varıp, bunu ait olduğu makama sunmadır.

İslamın istediği teslimiyet, beraberinde barış, selamet, huzur ve güven getiren bir şeydir. Kim bu şekilde teslim olursa o dünyada güvene, ahirette kurtuluşa kavuşur.

            İman etme, Kur’an ve Peygamber ile Allah’tan gelen her şeye inanma, onların doğruluğundan emin olma, karşılığında vadedilen şeylerin şüphe içinde olmamadır.

İman insanın kendini bulmasıdır. İman, köke bağlanmadır, yitiğini bulmadır, korkuyu emniyete, ümitsizliği ümide, kaosu düzene, başıboşluğu nizama çevirmedir.

 

C-İtaat

-Itaat ne demektir?

İnsanın Rabbine karşı üçüncü görevi itaattır.

İmanın gereği iman edilen bir yüce gücün karşısında itaat etmek, boyun eğmek, ondan gelenleri kabul etmek, itiraz etmemek, emre muhalif davranmamaktır.

         İtaat, inkıyad etmek, yani boyun eğmek demektir. Emre uyma, sözü dinleme, alınan emri yerine getirme, verilen emre göre hareket etme anlamlarına da gelir.

İşte böyle bir durum insan için ibadet anlayışıdır.

İnsan, kul olarak Yaratıcısının karşısında ne yapacaktır? Onun rolü nedir? Rabbi ondan ne gibi bir tavır beklemektedir?

Kur’an-ı Kerim diyor ki:

         “Gökte ve yerde her ne varsa hepsi de isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuşlardır.” (3 Âli İmran/83)

         Buradaki isteyerek kelimesi ‘itaat’ kelimesiyle ifade edilmektedir. 

‘İtaat’ın karşıtı ‘isyan’dır.

Eğer insan âlemlerin Rabbine itaat etmezse; başka ilâhlara itaat edecektir. 

         “Ey İman edenler! Allah’a, Peygamberine ve sizden olan emir sahiplerine (sizin gibi mü’min olan yetkililere) itaat edin….” (4 Nisa/59)

         Peygambere itaat, O’nun yoluna gitmek Allah’a itaat gibidir, O’na karşı gelmek Allah’a isyan gibidir. (4 Nisa/80)

Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara itaat edilmez. (Buharí, Cihad/109, 4/60. Müslim, İmâre/38, Hadis no: 1839, 3/1469.) Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmişse, mutlaka Allah’a isyan etmiştir...”   (Buharí, Ahkâm/1, 9/77. Müslim, İmare/32-33-1835. Nesâí, Bey’at/27)

 

D-Muhsin olmak/aktif iyi olmak-cihad etmek.

Muhsin, işhsan sahibi olan demektir. İhsan ise ibadette, Allah’ı görüyomuş gibi ibadet etmek, itikatta, Allah’ı sahih bir bilgi ile tanımak, ahlâkta, her şeyi güzel yapmak demektir.

Muhsin, bu üç anlamı da kapsar.

İman eden muhsinlerden olmak için gayret eder. Zira ibadet bir anlmada ihsan ahlakını kazanma çabasıdır.

Muhsin olmak aynı zamanda aktif iyi olmak demektir. Yani hem kendisi iyi olmaya çalışır, hem çevresini güzelleştirmeye gayret eder, hem de güzel ve iyi olan şeylerin yaygınlaşması için yoğun çaba sarfeder.

Bu da onun için cihadtır.

İhsan üzere hareket eden, hayatın her alanına güzellikler, iyilikler, dostluklar yerleşsin diye aktif olarak çalışan kimsedir. O çok iyi bir hak savuncusu, iyi bit çevreci, iyi bir eğitimci, estetikten ve sanattan yana, temizlik sevdalısı, dostluk elçisi, barış mücahididir.

 

            -İtaatın yerine getirilmesi: İbadet

            İtaatın diğer adı ibadettir.

Ya da müslüman Allah’a, Allah’ın koyduğu ölçülere itaat ettiği, O’nun çizdiği sınırlara dikkat ettiği zaman, bu davranışı ibadet olur.

            - İbadet Nedir?

Sözlük anlamı; itaat etmek veya boyun eğmek demektir. Şsyan etmeksizin, karşı gelmeksizin birinin emrine girmek.

Istilah olarak ibadet; niyete bağlı olarak yapılması sevap olan, özel bir şekilde yapılan itaat ve fiillerden meydana gelir.

İnsanı yaratan ve ona her türlü nimeti veren Allah’a karşı bir ta’zim (O’nu büyük görme)dir.

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu ve Rabbine itaat edişidir.

İbadet, Yüce Yaratıcı karşısında kişinin benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir.

İbadet, Allah’a karşı duyulan saygı ve azamet duygularının en yücesidir. Kul bu duyguyu, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

-Kelime anlamıyla ibadet      

         İbadet ve ubudiyyet, ‘abd’ fiiliinden gelir. Bu da, itaat etmek, alçak gönüllülük (tevazu) göstermektir.

Daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, karşılık vermeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesi, kendi özgürlüğünü terkedip tam bir bağlılıkla onun emrine girmesi demektir.

 

            -Istılah olarak ibadet

İbadet, niyete bağlı olarak yapılması sevap olan, özel bir şekilde yapılan, iman, itaat ve fiillerden meydana gelir.

Evet iman da öncelikle bir ibadettir. Değil mi ki insan Rabbinden gelen ölçülere uyuyor, kabul ediyor, o hükümlere boyun eğiyor. 

İbadet, kendini kul olarak kabul eden insanın Rabbine karşı teslim oluşu, Rabbine itaat edişi, benliğinin derinliğinden gelen bir saygı ile boyun eğmesidir.

Kul bu görevi, Allah’ın emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak yerine getirir.

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer.

Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir. Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvaya erersiniz.” (2 Bekara/21)

İbadet, aynı zamanda nimetleri veren makama karşı şükrün yerine getirilmesidir.

İnsana verilen en üstün nimet herhalde hayat nimetidir. Öyleyse ibadet hayatı var eden Allah’a yapılır.

İslamdaki ibadet anlayışı, batıl dinlerde olduğu gibi bir tapınma değil, Allah’a karşı olan sevginin, saygının, azametine teslim oluşun, O’nun Rabliğini tasdik edişin dua, itaat ve belli hareketlerle ortaya konmasıdır.

Allah (cc) insanı ‘abd-kul’ olarak yaratmıştır. Dolaysıyla insana düşen bu kulluğun şuurunda olmaktır. Abd, efendisinin emrine itiraz etmeksizin, karşı gelmeksizin uyar. Verilen emri yerine getirir, istenen hizmeti görür. Çünkü efendisi onun sahibidir, ona nimet vermektedir, ona sayısız iyilikte bulunmaktadır. 

Gerçek Efendiye kulluğu unutanlar, başka yalancı mevlâlar (efendiler) bulurlar.

İbadette, itaat edenin yalnızca boyun eğip söz dinlemesi yeterli değildir. İtaat eden kul (abd), aynı zamanda önünde boyun eğdiği efendisinin yaptığı iyilikleri de bilmelidir.

Verdiği nimetlere teşekkür ederek (veya şükrederek) kalpten ona bağlanır. 

İslâm, bu şekilde bir boyun eğmenin, kayıtsız şartsız itaatin ve bu yüceltmenin ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı yapılabileceğini  ortaya koymuştur.

         İman eden kimse, bir anlamda bütün kölelikleri, bütün yanlış kul ve kulluk anlayışlarını reddettiğini ilân etmiş olur. O, imanıyla der ki, ‘ben âlemlerin Rabbini ilâh olarak kabul ediyorum, ben O’nun kuluyum. Dolaysıyla mutlak itaati, mutlak hizmeti ve ibadeti yalnızca O’na yapacağım. O benim sahibimdir, ben O’na aitim, O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.’

 

-İbadetin Kur’an’daki Anlamları:

Kur’an-ı Kerim’de ibadet bir kaç anlamda kullanılmaktadır:

1-Kulluk ve itaat anlamında;

“Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yeyin. Allah’a şükredin, eğer hakikaten O’na kulluk (ibadet) ediyorsanız.” (2 el-Bekara/172)

Kulluğu yalnızca Allah’a yapan, helâl ve haram konusunda da yalnızca O’na itaat eder.

2-İtaat anlamında;

“Ey Ademoğulları, şeytana itaat (ibadet) etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (36 Yasin/60)

         İnsanlar şeytana ilâh diye inanmazlar ama onun sözünü dinlerler. Yani ona itaat ederler. Allah, şeytana itaat etmeyi yasaklıyor.

         3-Kulluk anlamında;

         “Allah’ı bırakıp da kendisine kıyamete kadar sevap veremeyecek kişiye (şeye) tapmakta (ibadet etmekte) olan kimseden daha sapık kimdir? Halbuki, (o taptıkları şeyler) bunların duasından habersizdirler.” (46 Ahkaf/5)

         “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne bir zarar, ne bir fayda vermeyecek olan şeylere ibadet ederler. Bir de: ‘Biz bunlara ancak bizi Allah’ a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ derler.” (10 Yunus/18)

         “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki takvaya erersiniz (sakınırsınız).” (2 Bekara/21)

         Bunlara benzer daha bir çok âyette ibadet, Allah’a ve O’nun dışında ilâh (tanrı) zannedilen şeylere yapılan itaat, kulluk ve tazim gibi şeyler anlamında kullanılmaktadır.

         Bizim üzerinde durmaya çalıştığımız da bu anlamdır

 

İbadet gerçeği;

İnsan ya Allah’a, ya da onun dışında kendi uydurduğu bir ilahe kulluk eder. Üçüncü bir yol yoktur.

Zira Allah (cc) insanı böyle yaratmıştır. Yemeğe, içmeye ve benzeri şeylere muhtaç olan insan, ibadet etmeye de muhtaçtır.

 

İbadet olayı;

Eskiden kölelere de ‘abd’ denirdi. Onlar, sahiplerine karşı gelmeksizin itaat ederlerdi. Çünkü onlar efendilerinin malı sayılırlardı.

İnsanın Allah karşısındaki durumu, kölenin efendisi karşısındaki durumu gibi değildir. İnsanlar Allah’ın köleleri değildirler.

Ancak insanlar mutlak itaatı, boyun eğmeği ve en yüksek tazimi Allah’a yapmak zorundadırlar. Bunun adı kulluktur, yani ibadettir.

İbadet, kişinin benliğini inkâr etmesi, kendini bir hiç yerine koyması değil, Allah’ın yüceliği yani azameti karşısında duyulan saygıdan dolayı bir ürperiş, bir teslimiyet, bir sığınma, bir söz dinlemedir.

Yaratanla yaratılan arasındaki diyaloğ, karşılıklı ilişki; Allah’tan insana vahy şeklinde, insandan Allah’a doğru ‘dua ve ibadet’ şeklinde gerçekleşir.

 

-Hangi hareketler ibadettir?

         İbadetin ilk basamağı inanmak ve imanın gereklerini yapmaktır. Bu manada ibadet gizli olmaz. İnsan hayatı gizli değildir ki, hayatı Allah rızası için yaşamak, yani ibadet te gizli olsun.

Allah’ın razı olduğu bütün ameller ibadet kapsamına girer.

Bir diğer deyişle salih (doğru ve güzel) kabul edilen bütün ameller (fiiller)in yapılması ibadettir.

Çünkü Allah, insanlardan güzel davranışlar ve kendi hükümlerine uyma istemektedir. Yani Allah’a itaat manası taşıyan her hareket ibadettir.

İbadet sayılan davranışların din dilindeki diğer anlamı, salih ameldir.

 

-İbadet muhtevası;

- Nimet verene tazim

- Kul oluşun isbatı: teslimiyet

- Saygı ile boyun eğme

- İyiliklerin bilinmesi

           

İbadetin Hedefi

İbadetin amacı, Allah’ın rızasına ulaşmak,

bir anlamda takva sahibi olmak,

bununla dünya hayatını düzene koymak,

iyi bir insan olabilmek

ve öldükten sonra da Cenneti kazanmaktır.

Halife oluşun gereği

İbadet, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. İnsanlar Yüce Allah’a ibadet için yaratılmışlardır. (51 Zariyat/56) 

 

-İnsanın Fiilleri

İbadetin İcrası (salih amel)

            İnsanın görevi Rabbine itaat etmesi, yani yalnızca O’na kulluk yapmasıdır. Ancak ibadetin yerine getirilmesi nasıl olacaktır?

Kur’an’ın üzerinde durduğu en önemli iki konu iman ve salih ameldir.

Önce amelin tarifini yapalım, sonra da salih amelin üzerinde duralım.

 

            -Amel nedir?

         ‘Amel’ sözlükte, iş, davranış, hareket, aksiyon, faaliyet ve faydalı eylem anlamlarına gelir.

         ‘Amel’, aslında niyetli davranış, bir maksada bağlı olarak yapılan fiildir. Bütün canlılar bir takım fiiller yapabilirler. Ancak onların yaptıkları bu fiillere ‘amel’ denilmez.

İyi veya kötü nitelemesi de bir niyetle yapılan ameller hakkında geçerlidir. Buna göre insan, ister iyi bir şey yapsın, isterse kötü bir şey yapsın; yaptığı işi bir niyetle yapıyorsa, o işi yapmakta bir maksadı varsa, o iş bir ameldir.

İslâm sıradan amelin değil salih amelin üzerinde duruyor. Kur’an, pek çok âyette Allah’a imandan sonra hemen amel işlemeye dikkat çekiyor.

İnsanın kurtuluşu iman ve onun gereği olan salih amelle mümkündür. Esasen insan ve ona ait hayat ile ölümün yaratılmasının amacı, nasıl bir amel işleyeceğini denemek içindir. (67 Mülk/2)

İnsan sürekli faaliyet halindedir. Her an bir fiil yapabilir. Yaptığı fiilin ‘amel’ diye bir değer kazanması, o ameli şuurla ve bir niyetle yapmasına bağlıdır.

 

-Amelin çeşitleri:

         Amelleri sonuçlarına göre üç kısma ayırmak mümkündür:

-Salih amel: Faydalı, maksada uygun, zararlı ve ifsat edici (bozucu) olmayan davranışlar. İslâmın yapılmasını emrettiği, ya da tavsiye ettiği bütün hayırlı işler. Bununla insan ya kendine, ya çevresine, ya da insanlara faydalı olur. Allah (cc) katında sevap ve O’nun rızasını kazanır.  

-Fasid (batıl)/suî amel: Zararlı, maksada uygun olmayan, ifsat edici, Allah katında geçersiz her türlü faaliyetin genel adı. Bunlar İslâmın yapılmasını yasak ettiği, ya da yapılmamasını uygun gördüğü işlerdir.  Bu gibi amelleri işleyenler günah kazanır.

         -Mübah (caiz) amel: Yapılıp yapılmaması kişinin kendisine ait olan işlerdir.  Bunları yapanlar günah veya sevap kazanmadıkları gibi, kimseye de zarar veya fayda vermezler. 

 

-Salih amel nedir?

         ‘Salih’ kelimesi, doğru yolda olan, fesat içinde olmayan, faydalı demektir.

           Ameller, yani insanların yaptıkları işler maslahat ve mefsedet çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller güzel görülür. Mefsedet özelliği taşıyan bütün ameller ise mü’minlere yasaklamaktadır.

         Kur’an, mü’minlerin yaptığı doğru, faydalı ve düzgün işlere ‘salih amel’ adı vermekte ve doksandan fazla yerde iman ve salih ameli söz konusu etmektedir. Bu olguya iki açıdan bakmamız mümkündür:

Birinci olarak; iman gerçeği ancak salih amelle bütünleşir. İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran ve koruyan salih ameldir.

İkinci olarak; imanın gereği salih amel işlemektir. Çünkü iman etmek aynı zamanda, iyiyi, doğruyu, faydalıyı, düzgün olanı anlamak ve kabul etmektir.

İman olgusunu tanıyan ve bunu kalbine yerleştiren mü’min, bu imanının bir sonucu olarak salih amel işler. İmanı onu salih amel işlemeye zorlar. 

 

-Bir amelin ibadet olabilmesinin şartları :

            -Şarinin emretmesi gerekiyor. İbadetler ya Kur’anla ya da sahih sünnetle emredilmeli.

-Peygamber tarafından uygulanmış/öğretilmiş olması,

            Peygamber ibadetlerin nasıl yerine getirip ümmetine öğretmiştir. Onun öğretmesinin dışında emredilen ibadet yoktur.

-İhlasla/Allah rızası niyetiyle yapılmış olması. İbadetler Allah rızası için yapılır. Bütün ameller de niyete göre deðer kazanır.  (Müslim, İmare/155, Hadis no: 1907. Ebu Davud, Talak/11, Hadis no: 2201.  Buharí, B. Vahy/1, 1/2. Tirmizí, F. Cihad/16. Hadis no: 1647. Nesâí, Taharet/60. 1/51)

Bu açıdan bakıldığı, zaman bir müslümanın inancının gereği olarak yerine getirdiği bütün ibadetler birer amel-i salihdir.

 

- Amelin salih olmasını sağlayan şartlar

a-Niyet

b-İhlas

c-Takva

d-İhsan

 

 İbadeti Gerektiren Sebepler

  • Genel sebepler:
  • Yaratılışa anlam verme
  • Allah ile bağ
  • Değerler dünyasına yükselme
  • Dünya saadeti
  • Ahiret kurtuluşu

 

Özel sebepler

1-Şükür için;

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size (ni’metimi, mükâfatımı) artırırım ve andolsun eğer küfrederseniz, şüphesiz benim azabım pek şiddetlidir.” (14 İbrahim/7)

Mü’minler bilirler ki Allah âlemlerden müstağnidir. İbadet kulun ihtiyacıdır. Nimet veren O’dur. İyilik edene teşekkür edilir.

‘Şükr’ sözlükte; hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır. 

Din dilindeki ‘şükür’ de bunun gibidir. Yani ‘şükür’, Allah’ın ni’metinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘şahitlik ve muhabbet’ olarak, organlarında da ‘itaat etme ve boyun eğme’ olarak, dilde ‘zikir’ olarak ortaya çıkmasıdır.

‘Şükür’, kişinin kendine ulaşan ni’meti bilmesi ve ni’met sahibini bilip onu övmesi demektir.

‘Küfr’ ise, ni’met vereni inkâr edip onu gizlemektir.

‘Şükür’, ni’met vereni boyun eğerek itiraf etmek,  ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmek,  ni’met verene kalbin sevgiyle dolması,  O’na boyun eğmek, O’nu sevmek ve ni’met konusunda O’nu hoşnut edecek şeyleri yapmak ta bulunmaktadır.

‘Küfr’ kelimesi, iman etmemeyi, insanlara sonsuz nimetler veren rızık sahibi Allah’ı inkâr etmeyi anlattığı gibi, ‘şükr’ kelimesi de iman etmeyi, verilen nimetlerin sahibi olan Allah’ı tanımayı ve O’na minnettarlık duymayı ifade eder.

Şükür, hamdetmeyi ve Tevhide inanmayı bir araya toplar. 

‘Şükür’ aynı zamanda ni’meti bilmedir. Çünkü ni’meti bilmek, ni’meti vereni bilmenin yoludur. Kul ni’meti tanıdığı zaman, ni’metin sahibini de tanır. O’nu tanıyınca O’nu sevmeye başlar ve O’nun hoşlanacağı şeyleri yapmaya niyet eder. 

İşte bunun için Allah (cc), Kur’an’da İslâm’a ve imana ‘şükür’ diye isim vermektedir.

İnsan Rabbine borçludur. Bu borcun mıktarını rakamlarla ifade etmek mümkün değildir. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın, borcunu ödeyemez. Zaten Allah (cc) kuldan borcunu ödemesini değil, borçlu olduğunu bilmesini, kul olduğunu itiraf etmesini istemektedir.

Bu da şüküdür.

Şükür ibadeti nasıl yerine getirilir?

Şükür, imanın eyleme dönüşmesiyle yerine getirilir.

“Şayet nankörlük ederseniz (küfrederseniz), artık şüphesiz Allah size karşı hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için buna rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (faydanız) için ondan razı olur…” (39 Zümer/7)

Kur’an, sürekli olarak Allah’ın insanlara verdiği ni’metlere, yaptığı bağışlara, ettiği ihsanlara dikkat çekmekte ve insanın bütün bu iyilikler karşısında ‘şükran’ duyguları içerisinde olmasını istemektedir. Çünkü ni’mete kavuşmanın, iyilik görmenin karşılığı budur.

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği can ve organlar karşılığında (23 Secde/7-9), yağmur vermesinin (45 Casiye/4-5. 56 Vakıa/68-69), gece ile gündüzü var etmesinin (28 Kasas/73), dağ gibi gemileri yüzdürmesinin (31 Lukman/31), eti yenen hayvanları (36 Yasin/71-73) ve daha nice ni’metler vermesinin karşılığı olarak şükr etmelidir. Bütün bu ni’metleri vereni tanımalı ve O’nun önünde boyun bükmelidir.

Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur. (27 Neml/40) Yoksa Allah’ýn böyle şeylere asla ihtiyacı yoktur.

Şükretmek mü’minlerin en önemli özelliklerinden biridir. 

İnsanlar şükretmek veya küfretmek noktasında denenmektedir:

“Hiç şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan (nutfeden) yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu (sebili) gösterdik; (artık o) ya şükredici olur ya da nankör olur.” (76 İnsan/2-3)

Hamd, ni’mete kavuşmanın veya gelecek olan bir nimetin sevincini, huzurunu duyup, nimet sahibine övgüde bulunmadır.

Şükür de insana gelip ulaşmış bir ni’mete karşı bir teşekkürdür.

Hamd’de sevinç ve arzu  anlamı, şükürde ise içten bağlılık ve dostluk anlamı daha çok yer almaktadır. 

Şükrün başı Allah’ı bilmektir (marifetullah’tır).

Allah’ı Rab olarak bilen, O’nun nimet verdiğinin şuurunda olan bir kimse de O’nu sevmeye başlar. Allah’ı seven O’na ibadet eder, O’na hiç bir şeyi şirk koşmayarak O’nun nimet verici olduğunu itiraf eder. Kul bu şuurla kimin önünde kulluk yaptığının farkında olur. Bu nedenle Tevhid şükrün zirvesidir.

Şükür ahlâkının Hz. Muhammed’in hayatında nasıl somutlaştığını aşağıdaki örnekte görebiliriz.

“Rasulüllah (sav) geceleri ayağa kalkıp ayakları kabarıncaya kadar namaz kılardı. Kendisine; ‘Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar yoruyorsun)?’ denildi.‘Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’ cevabını verdi. (Buharí, Teheccüd/6, 2/63. Tefsir-Fetih/1, 6/169, Rikak/19, 8/124. Müslim, Sıfatü’l Munafikín/18, Hadis no: 2819, 4/2181. Tirmizí, Salat/304, Hadis no: 412, 2/268.  Nesâí, Kıyamu’l Leyl/17, 3/178.)

2-Allah’a yaklaşmak icin

İnsan Allah’a üç vesile ile yaklaşabilir:

a-Dua ile

b-Esmau’l- hüsnâ ile

c-Salih amel ile

 

3-Hatırlayan hatırlanır:

Bütün ni’metlerin sahibi Allah (cc) insanlara;

Siz beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin.” (2 Bekara/152) diye emretmektedir. 

‘Zikir’ sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatmadır.

Kişinin marifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını saşlayan zihni bir faaliyettir.

Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, ibadet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir.

‘Zikir’ aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.

Kur’an bu kavramı hatırlama, hatırlatma, uyarı, öğüt, şeref ve üstünlük gibi anlamlarda kullanmaktadır.

“Ey iman edenler, Allah’tan ittika edin ve kişi yarın içn ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’tan korkup-sakının; çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Şu, Allah’ı unuttuklarından dolayı (Allah’ın da) onlara kendi nefislerinin unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.”  (58 Haşr/18-19)

 

Hatırlama iki şekilde olabilir: 

Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir.

İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur.

Kur’an, kendisine ‘zikir’ demektir ki, O, baştan başa bir hatırlatma ve öğüttür. Sürekli Allah’ı hatırlatan âyetlerden meydana gelmektedir. 

“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (15 Hıcr /9)

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler (hasenat), kötülükleri (seyyiatı) giderir. Bu, öğüt alanlara yoğun bir hatırlatmadır (zikrâ’dır).” (11 Hûd /114 Ayrıca bak. 6 En’am /90. 7 A’raf/2. 21 Enbiya /84. 29 Ankebût/51. v.d.)

Müslüman, Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın ve O’nun uluhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir.   

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (8 Enfal /2, ayrıca bak. 22 Hacc /35)

Bir başka âyette, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (32Secde/15) 

Kur’an’ın uyarılarını ve Rabbinin âyetlerini idrak edenler Allah’ı zikretmenin gereğini yaparlar:

“Onlar, ayakta iken, oturuken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.’”   (3 Âli İmran/191) 

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ve ölü gibidirler.”  (Buharí, Daavât/ 67) 

Öyleyse diri kalmak için sürekli Allah’ı hatırlamak gerekiyor.

İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır.

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20 Tâhâ/14)

“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (29 Ankebût /45) 

Aslında zikir ibadetinin bir sonu yoktur. Kur’an; “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33 Ahzab /41-42) buyuruyor.

Zikir de Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. 

Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (43 Zuhruf /36)

Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder.

Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur.

Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir ab-ı hayattır, zikir canlara can katan merhemdir.

Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhí ilgiye dönüştürür.

Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine solmaz gerçekleri yerleştirir.

Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine  Allah’ı bilme, takdir etme ve O’ndan isteme cesareti arama ümidini verir.

“Dikkat edin, kalpler ancak Allahın zikriyle tatmin olur (doyar).” (13 Ra’d 28)

 

4- Dar geçime düşmemek için

Allah’ı anmak için ibadet etmeli; Çünkü Allah’ın zikrini unutanların hakkı dar bir hayattır.      

  • وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى {124} 

“Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)” (20 Tâhâ /124)

Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor.

Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhí kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Evet, Allah’ın Zikr’inden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı ve mutsuz bir yaşantıdır.

 

5-Fıtratla buluşma

İnsan kendi aslıyla buluşabilmek, fıtratına yabancılaşmamak için ibadet etmelidir.

‘Fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fatr’dır. ‘Fatr’ sözlükte, uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.

Fıtrat ise; yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlışa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır.

Bu masdarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isimlerinden birisidir. Bunun anlamı, yerleri ve gökleri ilk defa Yaratan demektir.

“….De ki: Sizi ilk defa yaratan, sizi tekrar diriltecektir….” (17 İsra/51)

‘Fatr’ ilkin yaratmaya başlama demektir ki, ‘ibda’ (yoktan var etme) fiilinden sonraki aşamadır. Bu bakımdan Kur’an ‘fatr’ fiilini her zaman Allah (cc) hakkında kullanmaktadır. (43 Zuhruf/27. 21 Enbiya/56. 20 Tâhâ/72)

‘Fatr’ veya ‘fıtrat’ ilk yaratılışı ifade ettiği gibi, devam eden bir yaratılışı da anlatır. ‘Fatr veya fıtrat’, bir şeyi yoktan ve örneksiz var etmek ve onu, belli bir hedefe doğru açıp-ortaya koymak, dal budak saldırmaktır. Bir cisimden başka bir cismin meydana gelmesi, ona ait tohumun yarılıp açılmasından, filizlenip büyümesinden meydana gelir. Gelişen o canlı tekrar tohuma dönüşmekte, tohum tekrar filizlenip aynı cins canlının neslinin devamını saılamaktadır. Bu sürekli oluşum bir ‘fatr’ olayıdır. Bunu Yaratan da ‘Fâtır’ olan Allah (cc)tır.

Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz.

 “O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm/30)

Bu ayette geçen ‘fıtrat’ın insandaki inanma ve ibadet etmeye meyli ve kabiliyeti anlamına geldiği söylenmektedir. Buradaki maksat, her kişinin kendine ait özelliği değil, bütün insanların insan olarak yaratılışlarındaki esas ve hepsinde ortak olan genel yaratılıştır.

İnsan bedenine ait bütün organlar ve organların görevleri bir fıtrattır. Gözün iyi görmemesi, kulağın iyi duymaması sonradan gelen bir arızadır

Bunun gibi Allah (cc) bütün insanları kendine inanma ve ibadet etme, verdiği nimetlere şükretme kabiliyetinde ve bunlara meyilli olarak yaratmıştır.

Kalbin görevi bütün organlara hakim olarak, onları Allah’ın emrine tabi kılmasıdır. Bu da bir ‘fıtrat’tır.

İnsan ve ona ait organlar fıtrat üzere kaldıkları sürece, Allah’a teslim olurlar. Eðer onlara dış etkenler tesir etmezse, onların fıtratında Âlemlerin Rabbine teslimiyet vardır.

İslâm fıtratın dinidir. islâm, fıtrat olarak Allah’a teslim olma kabiliyetinde yaratılan organların bu teslimiyetlerini sağlar. Ancak, hayatına İslâmın hakim olmadığı kimseler şeytanın saptırmasıyla bu kabiliyetlerini ters yönde kullanırlar.

İslâma göre inanmanın ve ibadet etmenin iki kaynağı vardır :

Birincisi insandaki bu fıtrat’tır. İnsanın tabiatı Allah’ın dini İslâmı kabul etmeye, onu uygulamaya, Allah’ın emirlerine uymaya; kısaca yalnızca Allah’a ibadet etmeye uygundur. Allah (cc) insanın aslını böyle temiz ve saf kılmıştır.

İnanmanın ve ibadet etmenin ikinci kaynağı, insanın kendi çabasıyla ve iradesiyle inanması ve kendi arzusuyla ibadet etmesidir.

Allah (cc), fıtrat’a zıt özelliklerin ve anlayışların bulunduğu yerlerde elçileri aracılığıyla Din gönderir ve insanları öz fıtratlarına uygun davranmaya çağırır.

İnsanın kendi fıtrat’ına uygun olarak Allah’ı bir bilip O’na kulluk etmesi de ‘hanif’liktir. Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne-babası onu hırıstiyan, yahudí, mecusi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslümansalar, çocuk ta müslüman olur.” (Buharí, Cenaiz/80. Cenaiz/93. Müslim, Kader/22, Hadis no: 265. Ebu Davud, Sünnet/18, Hadis no: 4714. Tirmizí, Kader/5, Hadis no: 2138.  Ah. b. Hanbel, 2/233, 435.)

Bütün insanlar saf, temiz, İslâma meyilli bir şekilde yaratılırlar. Ancak onu eğitim, çevre ve dış etkenler değiştirir, fıtrattan uzaklaştırır.

İslâm, insanı asıl fıtratına davet eden, fıtratının gereğini yapmasını sağlayan ilâhí dindir. Kendi fıtratlarını yeterince tanıyanlar, Allah’ı bırakıp başka tanrılara tapınmazlar. Allah’a itaat edenler fıtratlarının gereğini yaparlar. Ya da onlar fıtratlarıyla buluşurlar. Bu da insanın kendi kendine yabancılaşmasını önler.

(İslâmda cihad ibadeti insanları bu fıtratla yüzyüze getirme çabasıdır.)

İnsanlar, güzel, doğru, Hakk’a uygun, adaletli, isabetli iş yapıyorsalar, merhametli ve iyiliksever iseler, hatalarından dolayı pişman oluyorlarsa, insanları, hayvanları, tabiatı, çocuklarını, düşkünleri seviyorlar, ana-babalarına ve başkalarına iyilikte bulunuyorlar ise; fıtratlarının gereğini yapıyorlar demektir.

Bunların tersi fıtrata ters düşmektir.

Tam burada insanın ezeli sözleşmesini hatırlamak gerekiyor. (7 A’raf/171)

İnsanın fıtratı ezelî söyleşmeye uygundur. Ya da ezelî sözleşme insanın fıtratında saklıdır. İslâma davet bir anlamda insanları kendi gerçeklerine davet, Allah’a kulluk, güzel davranışlarda bulunmak, Rabbi tanıyıp O’na itaat; fıtratla buluşma, fıtratla aynileşmedir

 

6-Emaneti taşıma görevi

Allah’a ibadetin bir başka gerekçesi insanın ‘emanet’ görevini yüklenmesidir. Bu bir anlamda ezelî sözleşmeye benzer.

‘Emanet’ kelimesinin aslı ‘emn’ köküdür. ‘Emn’ sözlükte, güvenmek, korku ve emin olmak, ruhun sükûnet bulması anlamına gelir.

Aynı kökten gelen ‘iman’, inanma, Allah’ın gönderdiği inanç ilkelerinin doğru olduğundan emin olma, ‘mü’min’ ise, iman eden demektir. 

Istılah olarak ‘emanet’ insanın güvenilir olması, kendisine bir şeyin korkusuzca teslim edilebilir olması demektir. Bunun anlamı şudur: Emanet, -maddi olsun  manevi olsun-, bir şeyi veya bir değeri gönül huzuru ve güvenle başkasına teslim etmek ve aynı gönül huzuru ve eminlikle geri almaktır.

‘Emanet’ ayrıca, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak bırakılan şeydir.   ‘Emanet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur.

Kur’an şöyle buyuruyor

 “Hiç şüphe yok ki Allah (cc), size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah (cc) size öğüt veriyor! Doğrusu Allah (cc) işitendir, görendir.” (4 Nisa/58)

İnsanın yüklendiği emanet nedir ?

“Gerçek şu ki, biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk ta onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; insan onu yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (33 Ahzab/72)

Emanet nedir ?

‘Emanet’in kelime anlamında görüldüğü gibi ‘emanet’ olayında iki taraf söz konusudur.

Birisi, kendisine güvenilen, itimat edilen, emin olan taraf;

diğeri de ona herhangi bir şeyi gönül huzuruyla, güvenerek veren taraf.

Emaneti veren de, kendisine emanet edilen de bu işin şuurundadır. Böylece şuurla, birbirine güvenen iki taraftan birinin diğerine ‘korunması için bıraktığı şey’ bir ‘emanet’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradaki ‘emanet’; Tevhid kelimesi ve gereği, akıl, kulluk veya Allah’a itaat, İslâm’ın insanlara teklifleri, kulluk, ruhí ve bedení kabiliyetler, ma’rifetullah, Allah’ın insanlara gönderdiği hak din ve onun yüklediği görevler, insanın yeryüzündeki halifeliği, emir ve yasaklar, adaleti yerine getirme, doğruluk (emin olma) şeklinde anlaşılmıştır.

Emanet olayının farkında olan ve onu gereği gibi koruyan mü’minler, emanete hıyanet etmedikleri için ‘zalim ve cahil’ değildirler.

‘Emanet’ kelimesindeki karşılıklı eminlik özelliğinden hareketle diyebiliriz ki, ‘emanet’i ancak şuurlu ve akıllı insan taşıyabilir. Akılsız, şuursuz, iradesiz varlıkların bu emaneti yüklenmeleri mümkün değildir.

İnsanın yüklendiği bu ‘emanet’, onun dünya hayatının sırrıdır, oluş sebebidir. Varlık, insanın emaneti taşıyıp taşımadığına göre bir anlam kazanmaktadır. İnsan, ‘emanet’in gereğini yapıp-yapmamakla denenmektedir.

İnsan önce Rabbine, sonra kendine, sonra da diğer insanlara karşı ‘emin-güvenilir’ olmak görevindedir. 

 

7-Hayatın düzeni (mizan-denge)

İbadet etmenin beşinci gerekçesi hayatın dengesini kurabilmek, kaostan düzene, bedbahtlıktan huzura, şekavetten saadete, ilkesizlikten nizama, gayesizlikten ulvi bir hedefe ulaşmak amacıdır.

“(O Allah) göğü yükseltti ve mizanı koydu. Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın.” (55 Rahman/7-8)

Buradaki dengeyi tabiattaki denge olarak anlamak mümkün olduğu gibi, hayatın her alanındaki denge olarak da anlamak mümkün. Adalet gözetmekten, ölçülü davranıp davranışlarda dengeyi sağlamaya, haramlardan kaçınıp vücut dengesini sağlamaya, suçlardan uzak kalıp toplum dengesini korumaya kadar uzatabiliriz.

 

8-Dareyn saadeti için

  • مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {96} مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {97}  Nahl

 

9-Allah (cc) İbadete layıktır:

Şüphesiz ki müslümanların inandığı Allah (cc), yani âlemlerin Rabbi, ibadet edilmeye layıktır. Zira O mutlak yaratıcı, rızık verici ve sonsuz iyilik edicidir. Her şeyi bilendir, her herden haberdar oalndır, insanın iyiliğini bilendir.

Allah’a kullukla ve O’na şükretmekle doyan (tatmin olmuş) bir nefse Allah (cc) şöyle hitap etmektedir:

“Ey tatmin olmuş (doymuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici (razı) ve hoşnut edilmiş (razı olunmuş) olarak dön. Artık ‘kullarımın’ arasına katıl. Cennetime de gir.” (89 Fecr/27-30)

 

6-Salih Amelin Önemi:

a-Herkesin kendi yaptığından sorumludur

Fussilet

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ {46}

Casiye

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا ثُمَّ إِلَى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ {15}

b-Salih amel, İslâmın ölçülerine uygun işlerdir.

Bunlardan kimisi emredilmiş, kmisi tavsiye edilmiştir.

Kimisi de nafile olabilir.. Vacipleri yerine getirmenin sevabı hesap edilemeyecek kadar çoktur. Nafile ile de sevap kazanılır. Ancak nafileler asla vaciplerin yerine geçmez. Bir vacibin yerine getirilmesiyle alınan sevap, yüzlerce nafile ile kazanılamaz.

c-Sıradan işler salih amel olabilir.

Müslüman bazı sıradan amellerini ‘salih amel’ haline getirebilir. Eğer onun niyeti Allah rızası ise, o işinde yalnızca Allah’ın vereceği karşılığı hesaba katarsa; onun pek çok işi salih amel olabilir.

“İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.” (Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58)

“(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.”
 (Tirmizî, Birr, 36)

Mesela, gıda almak beden için bir ihtiyaçtır. Bunu normal olarak karşılamak sıradan bir iştir. Ama müslüman yemeği daha güçlü olup daha iyi ibadet etmek amacıyla yerse, yemek fiili bile ‘salih amel’ olur.

Normal bir uyku ihtiyaçtır, ne sevaptır ne de günah. Ancak bir mü’min yatağına yatarken dua ile, Rabbini zikrederek ve nimetlerine şükrederek, ya da gece kalkıp teheccüd namazı kılmaya niyet ederek yatarsa bütün uykusu ‘salih amel’ olabilir.

 Eşiyle yatağa gitmek bile salih amel sayılmaktadır.

Bunu tersi de mümkün.  Bir kul kendisine sevap kazandıracak bir ameli niyetini bozarak günaha çevirebilir. Mesela, namazı Allah rızası için değil de gösteriþ (riya) için kılanlar ‘fasit bir amel’ işlerler, sevap yerine niyetleri iyi olmadığı için günah kazanırlar.

d-Suçun cezası mikrarıncadır.

İnsan bir kötü ameli işlediği zaman, Allah (cc) ona işlediği günah kadar ceza verir. Hatta dilerse kulunun böyle günahlarını affeder.

Şûra

وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ {30} وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ فِي الْأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ {31}‏ وَمِنْ آيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ {32} إِن يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَى ظَهْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ {33} أَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَن كَثِيرٍ {34}

Yahut yaptıkları yüzünden onları helak eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).” (Şûrâ/34)

Mü’min

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ فِيهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ {40}

Şûrâ

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ {40}

En’am

وَإِذَا جَاءكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِنَا فَقُلْ سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ أَنَّهُ مَن عَمِلَ مِنكُمْ سُوءاً بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِن بَعْدِهِ وَأَصْلَحَ فَأَنَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {54}  

e-Salih amellerin karşılığı en az on mislidir.

En’am

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى إِلاَّ مِثْلَهَا وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ {160}

وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِماً أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {27}

Tabii ki tevbe etmezse. Ya da günahı affettirecek bir salih amel işlemezse.

Hûd

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ {114}

Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor:

“Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlâkın gereğine göre davran. “ (Tirmizî, Birr/55)

f-Niyet edilip de yapılmayan salih amel bile sahibine sevap kazandırır.

Peygamberimiz (sav) şöyle dedi:  Allah (cc) buyuruyor ki; 

“Benim kulum  bir hasene (sevap olan bir amel) yapmaya niyet etse de onu yapmasa bile ona karşılık veririm. Onu yaparsa o kuluma on katına kadar sevap yazarım. Bir kötülük (günah) işlemeye niyet eder de yapmazsa, hatasını affederim.  Eğer o kötülüğü yaparsa onu misliyle (ceza) olmak üzere yazarım."  (Müslim, İman/205, Hadis no: 129. Buharí, İman/31, 1/17 Ahmed b. Hanbel, no: 7215)

Kim bir hasene işlerse, Allah katındaki karşılığı ondan daha hayırlı olur.

Kasas

مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئَاتِ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ {84}

Salih amelin gerçek karşılığı insanın hesap edemeyeceği kadar fazladır.

Sebe’

وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ {37}

Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:  "Allah Teâla hazretleri meleklerine şöyle emreder: "Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terketti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap yazın." (Buhari, Tevhid 35; Müslim, İman 203, 205, (128, 129); Tirmizi, Tefsir, En'âm (3075).

g-Kendi hevalarına uyanlar salih amel işleyemezler, fasit amele yönelirler ve böylece karada ve denizde ‘fesadı’ meydana getirirler.

Rûm

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ {41}

Yeryüzünde sulhün (barışın), salahın (en iyi durumun) olabilmesi için, insanların ‘maslahat’ olan işleri tercih edip, mazarrat olan işleri terketmeleri gerekir. Yeryüzü ancak böyle ıslah olur.

h-Salih amel kurtuluş sebebidir

Salihler dünyada da, ahirette de kurtulurlar, sonsuz güzelliklere, faydalara ve mükâfatlara kavuşurlar.

Nahl

مَا عِندَكُمْ يَنفَدُ وَمَا عِندَ اللّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {96} مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُم بِأَحْسَنِ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {97}

Hac

الْمُلْكُ يَوْمَئِذٍ لِّلَّهِ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {56} وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُّهِينٌ {57} وَالَّذِينَ هَاجَرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ قُتِلُوا أَوْ مَاتُوا لَيَرْزُقَنَّهُمُ اللَّهُ رِزْقاً حَسَناً وَإِنَّ اللَّهَ لَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ {58} لَيُدْخِلَنَّهُم مُّدْخَلاً يَرْضَوْنَهُ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ {59}

 Ankebût

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَحْسَنَ الَّذِي كَانُوا يَعْمَلُونَ {7}

Nisa

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً وَعْدَ اللّهِ حَقّاً وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً {122

وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَـئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيراً {124}

i-Salih amel Rabbe kavuşturur

Kehf

قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}‏    

j-Kur’an, salih amel işleyenlere ‘salihler’ diyor ve onları övüyor.

‘Salih’ kelimesi ameli nitelemek üzere geliyor. Amel fiil formunda kullanılıyorsa salihât şeklinde geliyor. (132 yerde)

Allah (cc) bazı peygamberleri ‘salih’ olarak niteliyor.

A’raf

إِنَّ وَلِيِّـيَ اللّهُ الَّذِي نَزَّلَ الْكِتَابَ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحِينَ {196}

Yusuf’un duası

رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِماً وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ {101}

İsrâ

رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِن تَكُونُواْ صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلأَوَّابِينَ غَفُوراً {25}

Nisa

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقاً {69}

k-Kişinin değeri ameliyledir.

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
“Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve

işlerinize bakar. (Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9. Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539”

Şüphesiz iman edip salih amel işleyenler, sabrı ve hakkı tavsiye edenler hariç, diğer insanlar zarardadır. (Asr Sûresi)