“İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer

                                                                                                                              Âşık olmayan kişi misâl-i taşa benzer”

                                                                                                                                                                                             Yunus Emre

Güneş, aydınlatır ve ısıtır. Doğunca sabahı, yani hayatın var olduğunu haber verir. Batınca da hüznü, ayrılığı, faniliği duyurur. Gün bitmiştir, telaşlar, koşturmalar, çırpınmalar sona ermiştir. Artık insanın dinlenmesi, kendisiyle başbaşa kalması, tenhalaşması gerekir. Kendini gözden geçirmek için. Bir sonraki günü daha iyi geçirmek için

Güneş, eskilerin deyişi ile “anasır-ı erbaa”dandır. Yani hayatın devamını sağlayan dört asıl unsurdan birisidir. (Diğerleri: Su, hava ve toprak) Bunlardan biri olmazsa hayat olmaz.

Sevgi de (aşk da) böyledir. Yerine göre ısıtır, yerine göre yakar. Yerine göre sevindirir, yerine göre düşündürür. Bazen hayat verir, canlandırır, harekete geçirir, bazen de sorumluluk yükler.

“İnsanın kendi dışındakilerle tavrını, ilişkisini sevgi ve merhamet ayarlar” diyen yanlış söylemiş olmaz.

Bunu hayatın her alanında görmek mümkün. İşini sevmeyen o işi iyi yapmaz.  Dersini sevmeyen, dersine çalışmaz. Birisi sevmediği bir sporu zevkli olsa da yapmaz.

Hanımını hakkıyla sevmeyen bir koca, hanımına haksızlık eder, değerini bilmez, ona üstünlük taslamaya çalışır.

Kocasını sevmeyen hanım, yaptığı hizmetten zevk almaz, az bir yorgunluğu dünyanın yükü sayar. Kocası için fedakârlık yapmayı ağır bir yük sayar, hayatı paylaşmayı beceremez.

Babasını sevmeyen ona iyilik edemez, ona merhamet etmeyi bilmez. Merhametin kaynağı da sevgi değil mi?

Anneye karşı sevgisi arttıkça ona ilgi de artar, hürmet de. Anne-babalarda evlat sevgisi olmasa o kadar meşakkat ve eziyet çekilir mi?  

İnsanları sevenler onların haklarına saygı gösterirler. Gerçekten ‘ben insanları seviyorum’ diyenler bunu insanlara iyilik ederek isbat etmeliler. Zira sevgi iyilik etmeye, merhametli olmaya, haklara saygı göstermeye götürür.

Kişi Rabbini hakkıyla seviyorsa O’na, O’ndan gelenlere değer verir. Bu sevgiye zarar verebilecek tavırlardan kaçınır. Sevgisini O’na ta’zim ederek gösterir.

Kişi sevdiğine itaat eder. Çünkü bu işin tabiatı böyledir. Hem sevgi, hem sevdiğine isyan, hem sevgi iddiası hem de sevdiğine ilgisizlık, hem sevgi, hem sevdiğine kabalık; olacak şey değildir.

Sevgi her işin, her ilişkinin, her çalışmanın mayasıdır. Malzeme olabilir, alet olabilir, hatta iyi usta da olabilir. Ama ortaya kaliteli bir ürün sevgi, benimseme, değer verme ile çıkar. Harika bir mimari yapı, çok güzel bir resim, mükemmel bir şiir aşk ile, o aşkın yoğurduğu emek ile ortaya koyulabilir. Harcında sevgi olmayan yapı ayakta zor kalır.

Bazen en berbat bir yemek eğer sevgilinin elinden çıkmışsa dünyanın en tatlı yemeği olabilir. Ama arada sevgi olmazsa, en lezzetli yiyeceklerin zehire dönüştüğü tecrübe edilmiştir. Pek çok hastanın doktorun veya sevdiklerin sevgi sözleriyle, sevgi yaklaşımlarıyla tedavi olduğunu biliriz.

Sevgisizlik en kolay işi zorlaştırır, sevgi ve tatlı davranış ise en zor işleri kolaylaştırır. Her ne kadar hayali olsa, sevgi bazen Ferhat’a dağları deldirir; sevgisizlik ise aynı yastığa baş koyanları birbirinden fersah fersah uzaklaştırır. Sevgi kimileri için samanlığı seyran ederken, sevgisizlik aynı sofrada yemek yiyenleri terk-i diyar ettirir.

Kur’an, sevgi ve rahmet Peygamberi’nin (sav) tavrını şöyle özetliyor:

“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi...” (Âli İmran 3/159)

Yüreğinde -şairin dediği gibi- sevgi olmayan kişi bir taşa benzer. Taşa benzeyen yürek de hiç bir işe yaramaz.  

Benzetmeye bakınız, harika. Yürek dediğin ne, sembolik de olsa sonunda biraz et parçası. Ama taşa benzetiliyor. Sevgisiz bir yürek, aşksız bir kalp taştan daha katı olabiliyor. Taştan daha sert, taştan daha katı ve donuk.

Ancak taş deyip de geçmemek gerek. Her taş aynı olmaz. Her taş moloz taşı değildir. Şu muhteşem benzetmeye de bir bakınız:

“(Ne var ki) bunlardan sonra yine (ey İsrailoğulları) kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir. (Bekara 2/74)

Ya gördünüz mü, nice taşlar vardır ki içinden sular, yani hayat fışkırır. Niceleri de vardır ki bağrından ırmaklar çağlar.

Katılaşmış kalpler taştan beter. Bunlara ne demeli? Sevgisini (yani gıdasını) yitiren yüreklere ne söylemeli?

Kişi bir şeyi severse benimser, ona inanır, onu kabul eder. Dayatma ile, zorbalık ile, baskı ile kim neyi sevebilir, kim neye inanabilir?  Sevgi gönül işidir.  Gönüle dışarıdan dayatma işlemez, kurşunun çelik yeleğe işlemediği gibi.

Yüreğinde sevgiye yer bırakmayan moloz taşlar, ortalığı/dünyayı taşlığa çevirmeden, yüreklere sevgi/aşk tohumu atmak gerek.

Hüseyin K. Ece

15.09.2014 Zaandam