İnsanlar birbirleri hakkında karar verirken dikkatli olmak zorundadırlar. Elde kesin bilgi, belge, haber ve şâhit olmadan birisi hakkında verilecek hüküm yanlış olabilir.

Yanlış hüküm, yanlış karar, yanlış fetva da vebâldir ve zararlıdır.

Bu konuda müslümanların daha titiz olması beklenir. Zira müslümanlar Allah’tan gelen değişmez, eskimez, mükemmel ölçülere ve âhirete, yani amellerinden ve ağızdan çıkan sözlerden hesaba çekileceklerine inanırlar. Hesabını veremeyecekleri işleri yapmamaya,altından kalkamayacakları sözleri sarfetmemeye özen gösterirler.

Ama ne yazık ki pratikte bu böyle değil. Müslüman toplumlarda da, diğerlerinde de başkaları hakkındaki görüşlerde ölçü kaçırılıyor. İnsanlar birbirlerinin aleyhinde olumsuz konuşuyorlar, yanlış karar veriyorlar. Çok erken kızıyorlar, başkasını hasım edinmekte acele ediyorlar. Hasım edindiklerinin aleyhine de ölçüsüzce davranıyorlar. Hele bazı olaylarla birlikte, anlaşmazlık olduğu zamanlarda, ortalık karıştığında, gruplar- kesimler arasındaki rekabetlerde; aman Allah’ım! ne ölçü kalıyor ne teenni, ne insaf kalıyor ne merhamet, ne hakşinaslık kalıyor ve adalet.

Son aylarda özellikleTürkiye’de olan olaylar dolaysıyla bu hassasiyeti tekrar hatırlamak gerekir. Sorumlu  insana düşen ulu orta, delilsiz, mesnetsiz karar vermek, atıp tutmak, başkasının kayığına binmek değil; teenni ile hareket etmek, kimsenin hakkını tecavüz etmemek, insaf ve merhametle hareket etmek, yarın pişman olacağı sözleri söylememek, işleri yapmamaktır.

İnsan, bir şey veya bir kimse hakkında karar verirken, yani hükmederken neye dayanır? Eğer akıl hakka ve adalete değil; çıkara, hevâya (keyfine), tarafgirliğe ve ırkçılığa (asabiyete), düşmanlık saplantısına, ya da bilgisizliğe dayanırsa, hata yapar. İsabetli ve adil karar veremez. Piyasadaki, medya ve politikadaki yerli yersiz eleştirelere, iftiralara, hakaretlere, insafsız suçlamalara, demogojilere, ön yargılara, yargısız infazlara bir de bu açıdan bakmak gerek.

İslâm müslümanlara başkaları hakkında, insanlararası ilişkilerde, hüküm vermede ve tavır belirlemede değişmez değerler, en mükemmel ölçüler, isabetli prensipler veriyor. Her konuda ve herkese karşı adaletli olmayı, merhametle davranmayı, özellikle hakka riayet etmeyi emrediyor.  Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 16/90. Ayrıca bakınız: Mâide 5/8, 42. Nisâ 4/58. En2am 6/152. Hud 11/85. A’raf 7/181 ve diğerleri)

İşte İslâmın değişmez değerlerinden bir kaç örnek:

1-Her duyulana itibar etmemek:

Kur’an, Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurât 49/6) diyor. Bir fâsık (aşırı günah işleyen biri) size bir haber getirirse onu araşatırmadan, incelemeden, doğruluğundan emin olmadan inanmayın, o şaibeli haber üzerine hüküm bina etmeyin. Olur ki bilmeden bir kişiye, bir topluma zarar verirsiniz, iftira atmış olursunuz. Dolaysıyla kendinize de zarar verirsiniz. Ya duyduğumuz haberi araştırma imkanı yoksa? O zaman da en iyisi susmak, hemen karar vermemek.

Günümüzde haber kaynaklarının çoğu yalan üretme fabrikası gibi çalışıyorlar.  Sahipleri de bırakınız fasık olmayı, Kur’an’ın inkarcı, müfsit, kezzab, münafık, şeytanın evliyası (dostları) dediği kimseler. Bunun için yazılı ve görsel medyanın verdiği, sosyal medyada dolaşan ve hızla yayılan haberlere, dedi-kodulara, montajlanmış kurgulara, propaganda amacı taşıyan düzmece haberlere ihtiyatla yaklaşmak, hemen inanmamak gerekir.  

Bilinmelidir ki haber kaynaklarını ellerinde tutanlar çıkarları için yalan da söylerler, iftira da ederler. Asparagas ve montajlanmış haberler yaparlar. Olmayan şeyleri olmuş gibi gösterirler veya anlatırlar. Bunun yakın tarihte sayısız örnekleri vardır. Özellikle bir tarafın, grubun, devletin, kitlenin; hasım bildiklerine karşı medyayı kullandıkları akıldan çıkarılmamalı.

Kur’an’ın uyarısına ve apaçık gerçeklere rağmen, mü’minler, bu yalancılardan, müfterilerden, fitnecilerden duyduklarına hemen inanır, bunlarla hüküm verirseler, hata ederler, yanılırlar. Ama maalesef pek çokları safca, özellikle kendilerine yakın kaynaklardan  duyduklarına inanıyolar, inandıkları ile başkaları aleyhine hüküm verebiliyorlar.

 

2-Bir delile dayanmadan hüküm vermemek:

Kur’an “... Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir” (Enfal 8/42) diyor ve iman edenlere, hem iman ederken, hem de bir konuda karar verirken sağlam kaynaklara, delillere, isbatalara dayanmaları gerektiğini öğretiyor.

Hikâye bu ya anlatılır ki; Ebu Hanife Numan b. Sabit (ra) ( ya da alimlerden biri) bir gün talebeleriyle bir yere gidiyormuş. O atın üzerinde talebeler yaya. Yolda giderken muzip bir talebesi İmama sormuş: Hocam üzerinde olduğun atın kaç ayağı var? O da hemen atı durdurup aşağı inmiş. Sonra da atın her bir bacağının yanına gelerek, eliyle tek tek sayarak “bir”, sonra diğer bacağının yanına gelip “iki”, “üç”, “dört” diye saymış ve “evet atın tam dört bacağı var” demiş. Tabi kimisi tebessüm etmiş, kimisi soru sorana kızmış olmalı, bu koca imama böyle bir soru, “atın kaç ayağı var” diye sorulur mu? Bunu bilmeyecek ne var? Deli olan bile bilir ki atın dört ayağı vardır. Biri noksan olsa at yürüyemez. İmam bunu bilmiyor mu?  İmam o soruyu soran talebesine kızmamış, bilakis attan inip atın bacaklarını saymış. Belki bazıları da imamın bu tavrını garipsemişlerdir. Hem o gencin sorusunu ciddiye aldığı için, ya da bilinen bir şeyi, sayaraak gösterdiği için. İmam demiş ki: “Atın kaç ayağı olduğu bilenen bir şey. Siz de biliyorsunuz ve görüyorsunuz. Ama ben niçin böyle yaptım, biliyor musunuz? Elinizde delil, isbat belge olmadan hüküm (karar) vermeyeseniz diye.”

Hikâye böyle. Oldu mu, olmadı mı, bilmiyoruz. Ama mesajı açık: Elde delil olmadan, kesin bilgi, sağlam kaynak olmadan bir konuda karar/hüküm (fetva mı demeliydim) vermemek.

Unutmamak gerekir ki sonu “–dır, -dir, -dur, -dür, -tır, -tir, -tur, -tür” ile biten Türkçe cümleler hüküm cümleleridir. Kesinlik ifade ederlar. “O adam kesinlikle üç kağıtçıdır”, “onun babası iyi bir adamdır”, “abdestte yüzü yıkamak sünnettir”, “falanca adam kötü niyetlidir”, “bu işi mutlaka o yapmıştır” cümlelerinde olduğu gibi.

Ama ne yazık ki çevremizde çokları elinde delil, belge, şâhit olmadan, olaylar ve kişiler hakkında ulu orta hüküm verirler. Hatta dinî konularda çekinmeden fetva verirler. “O öyledir, bu böyledir”, “falanca şöyle yaptı, o zaten öyledir, o mu? o bunu yapar” derler, konuşurlar. Konuşurlar da dediklerinin nereye varacağını hesap etmezler.

Kur’an, bir kimse hakkında zina suçlaması için dört şâhit istiyor. Dört sağlam şâhit olmadığı sürece, ya da kendisi itiraf etmediği sürece kimseye zâni (zina ediyor) diyemezsiniz.

Bu Kur’anî ölçü, delilsiz, isbatsız yargılamama ve ön yargılı olmama prensibi; bütün suçlamalarda, bütün olaylarda geçerlidir. İslâm hukukunda şöyle bir kural vardır:

(Devamı var)

Hüseyin K. Ece

15.09.2016 Zaandam