Günümüzde çeşitli sebeplerden dolayı insanlar kendi doğdukları yerden ayrılıp başka yerlere, başka ülkelere yerleşme zorunda kalıyorlar. Bu bir realitedir.

      

Bugün her ne kadar ulus devlet modeli revaçta olsa da, ülkerin çoğunun nüfüsu yüdeyüz aynı etnik kökenden, aynı kavimden, aynı dine inanan insanlar olmayabiliyor. Artık mülti kültürel toplumlardan, dünya vatandaşlığından söz ediliyor. 

Birarada bulunmaktan veya birlikte yaşamaktan dolayı bazı haklar ve mükellefiyetler doğar, hukukî ilişkiler gündeme gelir. Hukukî ilişkiler de hem hakları belirler, hem hareketleri sınırlar, hem de bazı sorumluluklar doğurur.

Dünyanın her heryerinde olduğu gibi Hollanda’da yaşayan müslümanlar, başkalarını da hesaba katarak yaşamaları gerektiğinin farkında olmalılar. Çevre ne sınırlarını onların çizdiği çevre, sosyal şartlar ne onların hükmedebildiği bir alandır. Hatta insan bazen komşunu, collegasını, hastahanede aynı odada kiminle kalacağına, alış verişte ödeme yaparken kimin kendisinden önce olduğunu seçme imkanı yok. Çevredeki bu reel dünyayı, bu sosyal şartları, öteden beri devam eden değişimleri hesaba katmak gerekir.

İstesek de istemesek de, tanısak da tanımasak da, kendi irademize göre bazı şeyleri isteğimize göre kurmaya, şekillenrimye çalışsak da, sonunçta bir topplumun üyesiyiz. Bu birarada yaşamaktır. Birarada huzur ve güvenlik içinde yaşamanın yolu da herkesi görevini yapması, başkalarının hakkına saygı göstermesi, başkalarını rahatsız etmemesidir.

Müslümanlar ilgilendiren tarafıyla bu gerçeğe bir de şu açıdan bakabiliriz.  

Allah (cc) müslümanlara; “Böylece sizi vasat/orta (dengeli) bir ümmet kıldık.” Bunun sebebi nedir? “... Bütün insanlara karşı şâhitler olasınız; bu Peygamber de size şâhit olsun diye... (Bekara 2/143. Bir benzeri Nisâ 72. Hacc 22/78)

Şâhit, sözü ve ahlâkı senet olan insan, davranışlarını sözüne, ahlâkını imanına şâhit tutan örnek, model demektir. Buna göre müslüman dünyanın neresinde olursa olsun, çevresindeki insanlara inandığı dinin hak olduğunu hayatıyla örnek olarak göstermek görevindedir.

Müslümanların başkalarına davranışları, adalet ve ihsan anlayışına dayanır. 

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar, adaletle şâhitlik eden kimsler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesinç Adil olun. Çünkü o, takvaya daha yakın olandır. Allah’tan ittika edin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide 5/8)

“Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler, öfekelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir. Allah muhsinleri (ihsan edenleri) sever.” (Âli İmran 3/134)

Adalet herkese hakkını vermekse de, ihsan daha fazlasını vermek, daha fazla güzel muamele etmek, güzel davranmak demektir.

İslâm kısaca nedir sorulsa, şöyle bir cevap doğrudu: Allah’a itaat, yaratılmışlara şefkat ve merhamet etmektir. Bu yaratılmışlara herkes dahildir.

Bütün insanlar Allah’ın kulları olduğuna ve hepsi de fıtrat üzerinde yaratıldığına göre hepsinin insan olarak bir değeri vardır. Kimileri bu değerinin farkında olmasa da, kendi yaptığı hatalar sebebiyle değerini kaybetse de.

Öyleyse bütün insanlar hz. Âdem’in çocukları olmaları açısından karındaş/insanlık kardeşidirler. Bu kardeşliğin getirdiği bazı mükellifiyetler olmalıdır.

Toplu olarak yaşamak ötekini de hesaba katma anlayışını da beraberinde getirir. Birinin yaptığı ötekini de ilgilendiriyorsa, herkesin dikkat etmesi gerekir.

İslâm, insanların Allah’la, kendileriyle, aileleriyle, diğer insanlarla, hayvanlarla ve kâinatla ilişkilerini düzenlemek için gelmiştir. İslâmın önemli hedeflerinden biri de insanlar arasında sağlıklı ilişki, hakkaniyet, toplumsal huzur ve barış (saadet ve sulh).

Bunlardan biri de müslümanların başkalarıyla olan insanî ilişkileridir.

Peygamber’in (sav) izlediği davet ve mücadele metodunda belli bir ırka ve gruba mensup olma değil, insan olma esas alınmıştır. Onun tebliğinde ve insanlarla ilişkilerinde insanın sahip olduğu şeref ve haklar gözönünde bulundurulmuş, insana değer verilmiştir.

Buna ehl-i kitap da dahildir. “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Arab’ın arap olmayana takva ölçüsü dışında hiç bir üstünlüğü yoktur.” (Tirmizî, Tefsir/50)

“İnsanlar tıpkı tarağın dişleri gibi birbirlerine eşittirler.” (Ahmed b. Hanbel, 5/411)

            İnsanlarla günlük hayyattaki ilişkilerde iki dinî kavram karşımıza geliyor. Müdâra ve müdâhene. Müdâra etmek, müdâhene yapmak. Bir olumlu bir olumsuz. Birinci ipin ucu kaçırılınca ikinciye dönüşebilecek davranış.

Müdâra; bir kimeseden gelebilecek tehlikeyi savabilmek, ya da kalbini kazabilmek için karşıdakine yumuşak davranmak, güleryüz göstermektir. Yani güzel idare etmektir.

Müdâhene ise yağcılık, dalkavukluk demektir.

İbni Battal adlı âlim “müdâra”yı şöyle açıklıyor: “Müdâra, mü’minlerin ahlâkındandır. O, insanlara şefkat kanatlarını indirme, yumuşak söz söylemek ve onlara karşı kaba konuşmayı terketmekten ibarettir. İşte bu, ülfetin en kuvvetli sebeplerindedndir. Bazılarının müdâra’yı müdâhene kabul etmeleri yanlıştır. Çünkü İslâmda müdâra teşvik edilmiş, müdâhene haram kılınmıştır. Aralarındaki fark: Dalkavukluk/ed-dihân (yağ) kökünden gelen müdâhene’nin bir olayda dış yüzünü açığa vurup iç yüzünü gizlemekten ibaret olmasıdır.

Müdâhene, fâsıkın yaptığı işi tenkit etmeksizin ona açıkça rıza göstermek ve onunla dalkavukluk yaparak iyi geçinmeye çalışmakır.

Müdâra ise, cahili eğitirken, fasıkı yaptığı işlerden men ederken, bilhassa kazanılmasına ihtiyaç duyulduğu zaman kaba davranışı terketmektir.”

Yumuşak söz söylemek ve insanlara tebessüm etmek, alçakgönüllü olmak, efendi olmak, karşıdakine ve emeğine, hakkına değer vermek güzel ahlâk; aynı zamanda barıştır. Bunlar münafıklık, dalkavukluk, yağcılık değildir. Yalnız bu gibi konularda ölçü kaçırılmamalı müdâra yapıyorum zannıyle müdâhene yapılmamalı.

Kaba, sert, yontulmamış olmak, kibirli, tepeden bakan, başkalarını etnik köken, dış görünüş, dini inanç açısında aşağılamak, kendilerinden olamayanı dışlamak, “o mu, bizden değil” demek, çevresindekileri ülke, kavim, ırk, din, mezhep, cemaat, tarikat, futbol klubü açısından ayırmak güzel ahlâka sığmaz; toplumsal barışa da zararlıdır.

Hz. Muhammed’in (sav) başkalarına ilişkin tavrı hakkında işte muhteşem bir örnek: Bir gün Peygamber’in önünden geçen cenaze için ayağa kalktığını gören sahabeler onu uyararak; “Ey Allahın Rasûlü, o bir yahudi cenazesidir, niçin kalktınız?”  demeleri üzerine; “O da bir insan değil mi?” karşılığını vermiştir.  (Buhârî, Cenâiz/50. Ebu Dâvud, Cenâiz/47)

Hüseyin K. Ece

18.02.2108

Zaandam