En mutlu insan kimdir diye sorulsa herkes farklı cevap verir. Çünkü herkes kendi penceresinden, ya da herkes kendi beklentileri açısından açıklar.

En mutlu insan çok dünyalığı olan mı? Lüks ve bolluk içinde yaşayan mı? Yüksek bir makama yükselen mi? Nefsinin istediği her şeyi kolaylıkla elde eden mi? Hiç hasta olmayan mı? Tuttuğu takımı şampiyon olan mı? Yaptığı yatırımın başarılı olduğunu gören mi? Ay başını denk getiren mi? Bugün de yiyecek bir şey buldum diyen gariban mı? Kendisine özgürlüğün kapıları açılan mahkûm mu? Suçlandığı bir davadan berat eden zanlı mı? Şükürler olsun bugün de kulluk görevlerimi yaptım diyen dindar mı? Çocuğun başarısını veya mürüvvetini gören anne-baba mı? Sorular uzatılabilir.

Belki hepsi. Öyle ya herkesin kendisine göre mutluluk tanımı vardır. Herkes kendine göre bir şeyle mutlu olur. Ya da bir durumu mutluluk olarak adlandırır.

Ama mutluluğun çok farklı tanımları da var:  Geçenlerde bir gruba gelen Arapça bir mesaj hoşuma gitti. Paylaşmak istedim. Birine sormuşlar: “Men es’adu’n-nâsi?-En mutlu insan kimdir? Demiş ki: “men es’ade’n-nâse-İnsanları mutlu etmeye çalışandır.”

Mutluluğun bundan güzel bir tarifi olamazdı. Bu bakışa göre en mutlu insan başkalarının mutluluğu için çalışandır. Böyleleri başkaları mutlu olursa zaten kendileri de mutlu olurlar. Başkalarının sevindirenlerin kendilerinin sevinmeleri gibi. Öyle ya temiz bir vicdana, selim bir kalbe sahip kişiler başkalarının zararına, aleyhine, mutsuzluğuna değil; faydasına, lehine ve mutluluğuna çalışır.

Bu bütün insanlar için geçerlidir. Vicdanlı olmanın ülkesi, sınıfı, dini, zengin olup olmaması yoktur. Merhamet ve şefkatli olması, iyiliksever ve kadirşinas olması, başkalarının mutluluğunu, sevincini kendi mutluluğuna ve sevincine tercih etmesi. Kendisini başkasının yerine koyması. Kendine yapılmasını istediği şeyi başkalarına yapması esastır. Yani vicdan sahibi kimselerin kim oldukları sorulmaz. Yaptıklarına bakılır. Onlar da iyilik ederler, merhametli davranırlar, başkalarını rahatsız etmezler, diğerlerinin de mutlu olmasını isterler. Bundan kendileri de mutlu olurlar.

Bir kişi düşünün ki eli ile veya dili ile veya yazdıkları ile başkasını rahatsız ediyor. Onların mutsuzluğuna sebep oluyor. Başkalarını etnik kökeninden ve inancından dolayı aşağılıyor, hakaret ediyor. Hayat alanını daraltmaya çalışıyor. Ayrımcılık yapıyor. Yerini yurdunu terketmesi için baskı yapıyor, rahatsız ediyor. Malını haksızca (hırsızlık, gasp, yolsuzluk, işgal gibi yollarla) elinden alıyor. Kendi emellerine teslim olmayanları hapsediyor, işkence ediyor veya öldürüyor... Böylesine vicdanlı adam denir mi? Böyle birine insan denir mi? Böylesinde insana saygı var mıdır?  

İslâmda vicdan sahibi olmaya önem verilir. Müslümanlara “bir şey yaparken, bir konuda karar verirken bir de vicdanına danış” denilir. Vicdanlı olmak şefkat ve merhametli, âdil ve saygılı olmak, insanî duygulara sahip ve iyiliksever olmak demektir. Başkasının iyi, mutlu, huzurlu olmasını istemektir. Herkesin hak ve hukukuna saygı göstermek, insanlık görevini yapmaktır. Kimseyi incitmemeye, rahatsız etmemeye, haksızlık etmemeye dikkat etmektir. Kendi nefsi için istediğini diğer insanlar için de istemektir.

Hadis olarak nakledilen bir sözde şöyle deniyor: “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, 2/8) Biz bunu “en mutlu insan, başkalarının da mutlu olması için gayret edendir” diye de anlayabiliriz. Zira insanlara faydalı olmak bir anlamda insanları mutlu etmektir, sevindirmektir.

Vicdanlı olmanın pratik hayatta sayısız görüntüleri vardır. Siz buna vicdanın hayata yansıyan yüzü diyebilirsiniz. Evinde, toplumda, insanların toplandıkları yerlerde; yani hayatta bir iyilik yapılıyorsa, sorunları çözmeye yönelik faaliyetler varsa, yaralar sarılıyorsa, çocukların yüzü gülüyorsa, eşler biribirine dua ediyorsa, ebeveyn çocuklarının, insanlar birilerinin ardından dua ediyorlarsa; orada vicdan var demektir. Vicdanlı insanların yaşadığı mekanlarda mutluluk, huzur, barış, adalet, iyilik ve güzellik olur.

Başkasını rahatsız ederek mutlu olacaklarını, kazandıklarını zannedenler aldanırlar. Bilinen söz: “Başkalarının felaketi üzerine saadet bina edilmez”. Yani kişi birisinin ağlamasına, inlemesine, acı çekmesine, mutsuz olmasına sebep olacak; sonra beri tarafta rahat olacak veya huzur içinde mutlu yaşayacak??? Bu olmayacak bir şeydir.

Başkalarına karşı –iyi veya kötü- yaptıklarımız aslında kendi mutluluk veya mutsuzluk tercihimizdir.

Başkalarının mutluluğu için çalış(a)mayanlar hiç olmazsa onlara zarar vermezler, onları rahatsız etmezler. Bu da bir iyiliktir.

Sahabeden Ebu Said (ra) anlatıyor: Rasûlüllah’a (sav): “İnsanların en efdali kimdir?” diye soruldu. O da şu cevabı verdi: “Allah yolunda malıyla, canıyla yoğun çaba gösteren (cihad eden) mü’min.” “Sonra kim” diye tekrar soruldu: Buyurdu ki: “Tenhalardan bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları şerrinden uzaklaştıran kimsedir.” (Buhârî, Cihad/2 no: 2786. Müslim, İmâret/122 no: 1888. Ebu Dâvud, Cihad/5 no: 2485. Tirmizî, F. Cihad/24 no: 1660. İbni Mâce, Fiten/13 no: 3978)

Elleri ve dilleri ile Allah’ın kullarını rahatsız edenler, onların mutsuzluğuna sebep olanlar, kişilerin ve toplumun yakasından düşmeleri gerekir. Öyleleri vardır ki, insanlar der ki; “yahu bir dursa da rahat etsek, ortadan kaybolsa da azıcık huzur bulsak”. Hele bu kimse halkın velâyetini, yani halkın işlerini üzerine almış, ama görevini yerine getirmemiş, emâneti korumamış, hatta aldığı görevi zulmün, baskının, haksızlığın, yolsuzluğun aracı yaparsa; böyleleri yönetim emanetine layık değil demektir. Halbuki bir ülkeyi yönetmeye talip olanların (tıpkı bir aile reisi gibi) hedefi toplumun mutluluğu ve huzuru için çalışmak olmalıdır.

Peygamberimiz (sav) bir defasında;“Sadaka vermek, her müslümanın görevidir” buyurdu. Çevresindekiler: ‘Sadaka verecek bir şey bulamazsa?’ dediler. Bunun üzerine, “Amelelik yapar, hem kendisine faydalı olur; hem de sadaka verir” dedi. Onlar: “Buna gücü yetmez veya iş bulamazsa ne olacak?’ dediler. O; “Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder” buyurdu. Sahabeler; “ya buna da gücü yetmezse?” dediler. Peygamber (sav); “İyilik yapmayı tavsiye eder” cevabını verdi. Onlar; “ya bunu da yapamazsa?” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav); “Kötülük yapmaktan uzak durur, bu da onun için sadakadır” buyurdu. (Buhârî, Zekât/30 no: 1445, Edeb/33 no: 6022)

Başa dönecek olursak; mutluluğu Kaf dağında aramaya gerek yok. Kişi başkalarının saadeti için çaba gösterirse, ya da başkalarının huzur ve mutluluk hakkına saygı gösterirse kendisi de mutlu olur.

Bugün yaşadığımız şartlarda buna ne kadar muhtacız...

Hüseyin K. Ece

18.03.2018

Zaandam