İnsanın yaptıkları günün birinde karşısına gelir. İster kötü bir şey olsun; ister iyi bir şey. Bunun örneğini kendi hayatımızda veya çevremizde görebiliriz.

Mesela tanıdığımız birisi; huzurlu bir hayat yaşıyor. Bunalımda değil, hayatından memnun. Kazancı bereketli. Üstelik düşmanı da yok. Karşılaştığı kimselere selâm veriyor. Onlar da onun selâmını memnuniyetle karşılıyorlar. Onunla karşılaşmaktan yüz çevirmiyorlar. Az-çok eli açık. Sofrasında ekmek bulunur. Ekmeği yenilir, çayı içilir. Musalla taşına konulduğu zaman da ‘nasıl bilirsiniz’ sorusuna formalite icabı ‘iyi biliriz’ denilenlerden değil. Gerçekten hakkında iyi şâhitlik yapılacak olanlardan biri.

Başka bir tanıdığımız biri daha var. Onun da dertten kurtulmuyor. Hayatından memnun değil. Herkesten ve şeyden şikâyetçi. Çok çalışıyor, çok kazanıyor. Ama kazancı yetmiyor. ‘Yok, yok’ demekten de dili yorulmuyor. Kendisinden bir şey istenir diye insanlardan kaçıyor. Ya da verecek kadar çok şeye sahip olmadığını peşinen ima ediyor. Tükenecek diye birine bir bardak çay içirmekten endişe ediyor.  Bir korku içinde, geleceğe güvenle bakamıyor. Rahat değil. Bunalımda, sıkıntıda, stresde.

Belki bunlar uç örnekler. Toplumda herkesin böyle olduğu elbette söylenemez. Ancak biz bu iki uç örneklere bakarak, başımıza gelenler hakkında bir fikir edinebiliriz.

Aslında her iki insan grubu da yaptıklarının karşılığını görüyorlar. Herkes kendi kazancını tüketiyor. Herkes seçtiği ile başbaşa. Herkes kavuşmayı arzu ettiği hedefe ulaşıyor. Mevlâya ulaşmak isteyen arzusuna kavuşuyor, belâya uğramak isteyen de istediği belâyı buluyor. Hayat böyle değil mi? Herkes kendine göre bir hedefin, bir amacın,  bir kazancın peşinde... Ya iyi ya kötü, Ya mutlu edici, ya da huzursuz edici.

Kur’an, hz. Âdem’le eşinin Cennetten dünyaya gönderilirken Allah’ın onlara vahyettiği bir gerçeği haber veriyor: “...Bununla birlikte, muhakkak ki, size Benden doğru yol bilgisi (hidâyet) gelecektir: Kim  ki benim hidâyetimi izlerse sapmayacak ve bedbaht (şâki) olmayacaktır.

Ama kim ki Benim zikrimi unutursa (Kur’an’dan yüz çevirirse), onun hakkı dar bir geçimdirç” (Tâhâ 20/123-124)

İlginçtir âyette bedbahtlık olarak tercüme edilen ‘şekâvet’ kelimesi, kişinin kendi eliyle kendi mutsuzluğunu kazanması manasına gelmektedir. ‘Şâki’ de, kendi eliyle bedbaht olan, kötü tercihi sebebiyle kötü sonuç kazanan, işlediği suç yüzünden mutsuz ve kötü olan demektir. (Şâki kelimesinin çoğulunun da ‘eşkiyâ’ olduğunu hatırlayalım.)

Zorluğa, mutsuzluğa düşen, bedbaht olan çoğunlukla dışarıdan bir sebeple veya diğerleri yüzünden değil, kendi yanlışlar yüzünden bu duruma düşer. Kişinin kendisi saadet yerine şekâveti seçer.

Mesela, kişi suç işliyor veya başkasına haksızlık ediyor, eliyle veya diliyle zarar veriyor; karşılığında ceza alıyor, hapse giriyor. Hem hürriyeti kısıtlanıyor, hayat planları altüst oluyor, belki aile hayatı mahvoluyor, hem de damga yiyor.

Hiç bir mazlumun (haksızlığa uğrayanın) âhı yerde kalmıyor. ‘Ben güçlüyüm, yaptığım doğrudur, ya da yaptıklarıma var mı karşı çıkan?’ diyenlerin nasıl devrildiklerine (Şuarâ 26/227), nasıl hâk ile yeksân olduklarına, nasıl belâlara uğradıklarına tarih şâhittir.

İlâhî adaletin tatile çıktığını zanneden mi var?

Kim hayat yolunda neyi beğeniyorsa ve çantasına atıyorsa, bir müddet sonra o çantasında kendi istiflediklerini buluyor. Kader ona bir şeyi dayatmıyor. İnsan kendi eliyle kazanıyor, kendi eliyle kazandığı ile mutlu ve bedbaht oluyor.  

            Kur’an bu gerçeğe başka bir formda şöyle işaret etmektedir: “Sizin başınıza gelenler kendi ellerinizle kazandıklarınız sebebiyledir...” (Şûrâ 42/30)

“Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Câsiye 45/15)

Tabii işin bir de başkalarıyla ilgili boyutu var.

Kimse kimseyi suçlamasın, kimse olanlar için başka suçlu aramasın diyeceğim ama, kişinin yaptığı bazen başkasını da ilgilendiriyor. Ya da başkalarının yaramazlıkları (eşkiyalıkları) gelip sana, bana, ötekilere de dokunuyor.

İnsanların hakkına tecavüz edenler olduğu gibi, başkalarının kurduğu düzenlerin suçsuz kurbanları da oluyor. İnsan öyle bir ortamda dünyaya geliyor ki, ya da öyle bir eğitim alıyor ki, çirkin işleri güzel, hatta zulmetmeyi bile normal, sıradan bir şey olarak öğreniyor.

Bazı insanların başına gelen belâ ve musibetler, karşılaştıkları sıkıntı ve huzursuzluklar biraz da onlara bu ortamı sağlayanların, onlara bu eğitimi verenlerin yüzündendir.

Eğer mağdur olanlar, haksızlığa uğrayanlar, başkalarının yaramazlıkları sebebiyle mutsuz olanlar; bütün bunları sineye çeker de, “eh ne yapalım kaderimiz böyle” derler ve bir şey yapmazlarsa, elbette bunların şikayetleri ciddi değildir.

Ama haksızlığa, ayrımcılığa, dışlanmaya, aşağılanmay gücü yettiği kadar, imkanlar içerisinde, meşru bir şekilde karşı koyanlar, başarılı olmasalar bile, kendilerince görevlerini yapmış olurlar.

 Sonuçta herkes kendi vebâlini, kendi eliyle kazandığı yükünü taşır. Herkesin yaptığı eninde sonunda, hele Âhirette mutlaka karşısına gelir. 

Hüseyin K. Ece

20.07.2018

Zaandam-Hollanda