Ya da bir toplumun derdini, sorunlarını, meramını anlatacak bir dili, o dile ait araçlar olmalı.

Bu dil bu zamanda medyanın ve sanatın her çeşidi, iletişim araçları, bilginleri ve aydınları olabilir.

Bir kimsenin dili yoksa, isteğini, derdini, şikayetini nasıl anlatsın. Bu konuda işaret dili yeterli olur mu? Dili ile bir şey diyemeyen, aklından istediği kadar bir şeyler geçirsin, istediği kadar düşünsün; kim duyar kim anlar. Derdi ve sorunu, söyleyecek sözü, değer verilebilecek fikri, dikkate alınabilecek bir teklifi, itibar edilebilecek bir eleştirisi olsa da... Dili yoksa, yani bütün bunları bulunduğu ortamda anlaşılabilecek bir şekilde anlatamıyorsa, bunu ilgililere, yetkililere, topluma ulaştıramıyorsa; yazık olur.

Bu dili isterseniz kendi anadiliniz kabul edin, isterseniz içinde yaşadığınız ülkenin dili olarak anlayın. Sonuç aynı. Hayatı kolaylaştırmak için dil bilme bir tarafa, bu ayn ı zamanda kendinizi ifade, en etkili iletişim aracıdır.

Araçlar günün şartlarına göre değişebilir. Bu yerine göre sanat ve edebiyat olur, yerine göre medya olur, yerine göre kitap, seminer, konferans, basın toplantısı, açık oturum, bildiri  vb. olur.  Yeri gelir şiir bir şairin veya bir toplumun dili olur. Bu dille şair kendisinin veya toplumunun duygularını, meramını, derdini dile getirir.

Bugün basının her çeşidi muhataplarına, kamuoyuna etki ediyor ve bir güçtür. Doğru veya yanlış bazı şeyleri iddia edip, yazıp çizip, günden oluşturabiliyor. Bazı ülkelerde medyanın hükümet politikalarıan etki ettiğini, hatta hükümet bile devirdiğine şâhit olduk. Kim çok haber üretiyorsa, kim daha çok okuyucuya, seyirciye, izleyiciye ulaşıyorsa o daha çok tanınıyor, o daha çok etkili oluyor. Bu aynı zamanda bazı mahfillerin reklamı, propagandasıdır.

Şimdilerde yazı ve görsel medya kurguluyor, manipüle ediyor, etki edebileceği kitleyi hazırladıktan sonra istediğini iletiyor, malını pazarlıyor. Medyanın bu tarafına dikkat etmeyenler onların bir tüketim pazarı, güdülen sürüleri haline gelebilirler.

Her basın aracının güç, etki, manipüle etmek için kullanılması gerekmez. Elbette güzel şeyler de medya aracılığı ile yapılır. Medyanın iyi nieyetle, sağlıklı ve doğru hadeflere yönelik kullanılması aynı zamanda kimlik mücadelesidir.

Biz diyoruz ki “anadil kimliktir”. Anadili kaybetmek, kimliği kaybetmek anlamına gelir. Anadilini, mesela Türkçe’yi bilmemek, konuşamamak, yazıda kullanamamak ciddi bir kayıptır. Anavatanla, dilimizle meydana getirilen muzazam bir kültür ve medeniyet zenginliğinden mahrum kalmaktır. Oysa Türkçe ile meydana getirilen uygarlık hem bir övünç, hem de ilham kaynağıdır. Dayanaktır, güçtür, köktür. Kökü zayıf olanın gövdesi de zayıf olur dalları da. Meyvesi ise ya olmaz, ya işe yaramaz. Kök sağlam olmalı. Anadiline sahip olmak bu köke sahip olmakla eşdeğerdir.

Anadilini öğrenmenin ve sağlamca kullanmanın, bu dille yazılanlara ulaşmanın yolu da kitap, dergi, gazete, dijital medyadır. Bu açıdan medya hem beslenme kaynağı, hem de iletişim, hem de sizde olan değerleri, bilgileri, teklifleri, eleştirileri paylaşma, başkasına ulaştırma zeminidir. Bu zeminin sağlam ve tutarlı olması gerekiyor.

M. E. Yurdakul demiş ki: “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” Siz bunu güçlü medyası olmayan toplum fertleri, dilini ve beslenme kaynağını kaybetmiş yetim gibidir” şeklinde anlayabilirsiniz.

Medya konusunda İslâm tarihinden bir örnek hatırlıyorum.  

Tarihten beri dünya edebiyatında şiirin yeri bilinen bir gerçektir. Zira şiir söz güzelliğidir ve bir misyonu vardır. Hasımlarının Hz. Muhammed’e “O bir şairdir’ demeleri bu söz sanatının o İslam öncesi “cahiliyye” toplumunda ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Peygamber (sav) tebliğ hayatı boyunca şiiri ve şairleri küçümsememiş, düşman şairlere (yani o zamanki medyaya) karşı tedbirli olmuş, müslüman şairleri teşvik etmiştir.

Kur’an’ın vahyedildiği dönemde câhiliyye toplumunda söz sanatı, dolaysıyla şiir revaçta idi. Câhiliyye şiiri toplumsal hayatın en asli görünümlerinden biriydi. Onlar, ilmi, kültürü, haberleri ve atalarından kalan mirası şifâhi olarak aktarırlardı. Bunu da maharetle ve büyük ustalıkla yaparlardı. Ezberleme kabiliyetleri güçlü, sanatlı söz söyleme sanatı yaygın idi.  

Câhiliyye döneminin medyası da o günün şairleri idi. Şairler kabilelerin dili, sözü ve reklâm aracı idi. Kabileler şairleri sayesinde diğerleriyle sözlü rekabet ederlerdi. O devirde şairler kabilenin kahramanı, şiir de onları dili ve silahı idi.

Bu şairler aynı zamanda, varlığın ötesinden haber getiren ve insanüstü güçlerle ilgisi olduğuna inanılan kâhinler idi. Bunlar Kur’an’a ve İslâmî davete şiir yoluyla engel olmaya çalıştılar. O yüzden Kur’an bu gibi şairleri kötülüyor. (bkz: Şuarâ/224-226)

Câhiliyye insanları o günkü medya imkanını hem bilgi, kültür,-yanlış da olsa- inanç ve değerlerin taşıyıcısı, hem reklâm ve övünç aracı, hem de etkili olmanın imkanı olarak kullanmışlardı. Ancak Kur’an onlara sanat diliyle (fesâhat ve belâğatla ile) cevap verip onları susturmuştu.

Bu demektir ki hengi devir olursa olsun medya –ve hangisi olursa olsun- mesajı ulaştıran bir araç, bir etkileme, bir iletişim ve eğitim imkanıdır. Hayra da kullanılabilir, şerre de. Islah amacıyla da kullanılabilir, ifsat amacıyla da.

Hollanda’da yaşayan Türkiyeli müslümanların hem anadillerini yaşatmak, hem de bir kısmına değindiğimiz faydalara ulaşmak için yazılı ve görsel medyaya sahip olmaları gerekir.

Bu bağlamda Doğuş’un yirmi yıldan beri önemli işlevi yerine getirdiğine inanıyor, daha uzun yıllar bu hizmeti sürdürmesini diliyoruz.

Hüseyin K. Ece

15.03.2019

Zaandam