Kur’an’da Furkân Sûresi 63-75. âyetleri arasında ideal, örnek, iyi müslümanın özelliklerini anlatıyor. Burada söze Rahmân’ın kulları diye başlıyor.

“Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde vakar (ağır başlı) ve tevâzu ile yürüyen kimselerdir. Câhiller onlara lâf attıkları zaman, “selâm” der (geçer)ler.” (Furkan 25/63)

Bütün insanlar Allah’ın kulları olmasına rağmen neden bazı kişiler “Rahmân’ın kulları” şeklinde özel olarak anılıyor?

Burada nitelikleri sıralanan ‘kullar’, belirtilen iyi özellikleri dolayısıyla Allah’ın rahmet ve sevgisini kazandıkları için O’nun Rahmân ismine tamlama olarak gelmiş.

Rahmân’ın özel, has, övgüye layık kulları yeryüzünde vakar ve tevâzu ile yürürler. Yani zorba, mağrur, saygısız, kaba ve haşin değil, sükûnet ve vakar ile, alçak gönüllü bir şekilde, terbiyeli ve nazik yürürler. Etrafa sıkıntı vermezler. Kimseye tepeden bakıp aşağılamazlar. Kendileriyle alay etmek veya inançları konusunda tartışmak üzere câhillik edenlere çatmaya bile tenezzül etmezler.

Burada prototipi çizilen “ideal müslüman” ile, Furkân 61-62de anlatılan Güneş, Ay, gece-gündüz arasında bir bağlantı vardır. İdeal veya kaliteli müslüman ya Güneş gibi ışık ve ısı verir, ışık kaynağı olur, gündüzleri aydınlatır, canlara hayat menbaı olur; ya da Ay gibi Güneş’ten aldığı ışığı geceye yansıtır. Geceleri aydınlatır. Aydınlığa doğru nûr ve kılavuzluk yapar.

Üstelik bunları yaparken de Güneş gibi, Ay gibi mütevazi (alçak gönüllü) ve vakar sahibidir. Güneş ışık ve ısı verirken, Ay bütün görkemiyle geceye ışığını salarken büyüklük taslıyorlar mı? Güneş hayatın ‘dört ana unsur’undan biri olduğu halde bunu insanın başına kakıyor mı? Bu muhteşem nimet için insanlardan bir karşılık, bedel, diş kirası istiyor mu?

Rahmân’ın has kulları, O’na ait olana değer verdikleri için değer kazananlardır. Veya ilâhi ölçüleri hayat haline getirip güzel ahlak kazanan kimselerdir.

İnsanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluk olanlardır (Ali İmran 3/104). Rahmân olan Allah’ın yeryüzünde görmek istediği model insan tipini İslâm üzere yaşayıp çevresine sunanlardır.

Ya da Allah’ın Rahmân isminden ilham alarak merhametin, şefkatin, ilginin, yardımın, acımanın, bir de insanlarla, çevreyle iyi geçinmenin örnekliğini gösterenlerdir.

İşte onlar her nerede yaşarlarsa yaşasınlar, kendilerine sataşılmadığı sürece insanlara iyi davranırlar. İyilik ederler. Başkalarının da iyi olması için çalışırlar. Başkalarınının hakkına kendi çıkarlarından daha fazla değer verirler.

Onlar başkalarıyla iyi geçinirler, kendileriyle de hoş geçinilir.

Ancak yol yordam bilmeyenler, başkalarının hakkına saygı göstermeyenler, kaba oldukları kadar haşin ve geçimsiz câhiller kendilerine dil ile, yazı ile, yazılı ve görsel medya yoluyla sataştığı zaman, onların seviyesine inmezler. Kalkıp onlar gibi câhillik, kabalık, seviyesizlik yapmazlar. Vakarlarına yakışacak şekilde “selam-esenlik” deyip geçerler. Hır-gür, kavga, kaos çıkarmazlar. Bir anlamda câhillerin tuzağına düşmezler.

Âyette geçen ‘hevn’ kelimesi genellikle ‘sekînet, vakar, rıfk (yumuşaklık), tevâzu ve hilm kavramıyla açıklanmış. Bu da Kur’an’ın sık sık söz konusu ettiği câhiliye insanının temel karakteri olan ‘kibirli, gururlu, zorba’ anlamındaki ‘müstekbir’ kelimesinin tersidir.

 ‘Tevâzu’; gururun karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını, alçak gönüllülüğü ifade eder. Bir hadiste “...biri Allah için tevazu gösterirse Allah da onu yüceltir” deniliyor. (Ahmed b. Hanbel, 2/386. Müslim, Birr/69. Tirmizî, Birr/82).

Vakar da, ağırbaşlı olma, temkinli davranma, mevki ve kişiliğin gereğini hakkı ile koruma, hafif meşrep olmama anlamındadır. Sahibine saygı kazandıran bir fazilettir.

 ‘Câhil’ din dilinde, cehâlet sahibi, bilgiden mahrum olan, davranışları olgun olmayan, kendini bilmeyen demektir. Hilm’in zıddıdır. Hilim de; düşünerek (teenni ile) hareket etme, sâkinlik, yumuşak huyluluk, ahlâk ve karakter sağlamlığı, tedbirli davranma ve ılımlı olma gibi anlamlara gelir. Câhillik bu ahlakî davranışların zıddıdır ve hilm sahibi olmama durumudur.

İslâm’dan önce câhiliyye insanları hem gerçek bilgi ve bu bilginin kurduğu ideal toplumdan, hem de insanı olgun, seviyeli yapan ilâhi ölçülerden mahrum olduklari için kaba ve serttiler. Akıl ve hikmetle hareket etmeyi bilmezlerdi, taassuba ve haksızlığa düşerlerdi.

Şirk müşriklerin inancını, câhillik/câhiliye de onların ahlâk ve karakterini anlatır. Buradaki İslâm ile aynı kökten gelen ‘selâm’ müslümanın zihniyetini; câhillik de bu kaba, fanatik, geçimsiz, başkalarını rahatsız eden, diplomalı/kravatlı olsalar da gerçek bilgiden yoksun olan câhillerin zihniyetini ifade eder.

İslâmın verdiği terbiye ve olgunlukla hilm ahlâkına sahip olgun mü’minler, çevrelerinde kendini beğenen, küstah, başkalarını aşağılayan, kibirli, uluscu ve ırkçı kimselerin sataşmalarıyla, ayrımcılıklarıyla yüz yüze gelseler bile, vakarlarını bozmazlar, ‘selâm’ derler. Yani onları barışa, esenliğe, selâmete, güvene ve  karşılıklı hoşgörüye davet ederler. Olmazsa onlardan yüz çevirirler.

Kur'an Peygamber'in kişiliğinde mü'minlere şöyle diyor: “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâma) uygun olan örfü anlat ve câhillerden yüz çevir.” (A’raf 7/199)

Hüseyin K. Ece

06.02.2019

Zaandam