Bizim gelenekte Yâsîn Sûresi hastalıkla veya ölümle ilgili olmasa da genelde hastaların üzerine, ölülerin ruhuna, bazen cenaze defnedilirken, Cuma veya mübarek günlerde okunur.

Ancak Yâsîn okunurken bir de Allah’ın bu âyetlerde ne dediğine baksak, çok önemli haberlerle, uyarılarla, gerçeklerle, insan ve kâinatın durumuyla, âyetlerden ve ilâhi davetten yüz çevirenlerin akıbetleriyle karşılaşırız. 

Yâsîn 13. âyetten itibaren bir şehir halkına gönderilen elçilerden ve o halkın elçilere karşı olumsuz tavrından söz ediliyor. Şöyle ki: Allah (cc) bir şehir halkına muhtemel ki doğru yoldan ayrılıp zalim olmuşlardı ki uyarıcı ve müjdeleyici iki elçi göndermişti. Ama o şehir halkı o elçileri yalanladılar. Bunun üzere Allah (cc) onları üçüncü bir elçi ile destekledi. Bu elçilerin üçü birlikte  halka “Biz Allah tarafından size gönderilmiş elçileriz” dediler ama tepkiyle karşılandılar. Şehir halkı; “siz de bizim gibi insansınız, hayır tanrı elçi falan göndermedi, siz yalan söylüyorsunuz” dediler.  Elçiler; “Allah biliyor ki biz elçileriz, bizim görevimiz Allah’ın emrini size tebliğ etmektan başka bir şey değildir” dediler.

Buna karşın o şehir halkı bakınız o peygamberlere nasıl bir karşılık verdiler:

“Dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.” (Yâsîn 36/18)

O belde ahâlisi belki de yaptıkları zalimlikleri yüzünden, azıp taşkınlık yapmalarından, yanlış şeyleri tercih etmelerinden dolayı mutsuzluğa düştüler, belâ ve musibete uğradılar, felâketlerle karşılaştılar. Ama onlar buna kendi hatalarının sebep olduğunu unutarak doğru yola davet etmek, onları ıslah etmek  için gelen peygamberlere kabahat buldular. Peygamberler onlara şöyle cevap verdiler: “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğramış oluyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden (davranışlarda haddi aşan) bir kavimsiniz” dediler.” (Yâsîn 36/19)

Bu şekilde onlar; "Sizler uğursuzsunuz, sizin yaptıklarınız dolayısıyla tanrılarımız kızdı ve bu yüzden başımıza musibetler, felâketler geldi" demek istediler. İlginçtir ki aynı sözleri münafıklar ve kafirler Hz. Peygamber'e (s.a.) Nisâ 4/78), Semud kavmi Hz. Şuayb’a ve ona inananlara (Neml 27/47), Firavun ve kavmi hz. Musa’ya ve yanındaki müslümanlara (A’raf 7/131) söylüyorlardı.

Bir uğursuzluk var ise, bu da kötü amellerinin (eylemlerinin) karşılığı olarak Allah’ın onlara hazırladığı dünyalık ve âhiretteki sonuçtur. Esasen hiç kimse, bir başkası için uğursuz değildir. Uğursuzluk eğer sıkıntı, zorluk, belâ ve musibet ise bu insanın başına kendi yaptıkları yüzünden gelir.

Âyette geçen “tâir” aslında kuş demektir. (Fil Sûresinde “tayran” şeklinde) Bu kelimenin fiil şekli kuşları uğurlu ve uğursuz saymak demektir. Bu temel anlamdan hareketle uğursuz sayılan şeyler hakkında kullanılır olmuş. (Bkz. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 465) Türkçe meallerde daha çok “uğursuzluk, bedbahtlık” olarak çevrilmiş.

Kur’anın haber verdiğine göre tarihte zalimler, haddi aşanlar, kötülük edenler buna karşılık bazı belâlara, felâketlere maruz kaldılar. Bunun üzerine, onlar kendilerine, aynaya bakacaklarına başkalarını, özellikle Allah’ın elçilerini ve iman edenleri suçladılar. “Başımıza bu belâ ve musibetler sizin yüzünüzden geldi. Siz uğursuz kimselersiniz, ya da sizin yüzünüzden uğursuzluğa düştük”  dediler/derler.

Kur’an’daki bu haber her ne kadar tarihin derinliklerinde yaşamış azgın bir kavim hakkında olsa da, esasen bu hitap Kur’an’a muhatap olanlaradır. Âyetler bu şekilde iyinin, doğrunun, Hakkın yanında olanlarla, bunun karşısında olan anlayışlardan örnek veriyor. Sanki gelecekte de böyle olacak diyor.

Buna göre “en iyi biziz, bizim dışımızdakiler bizden değil, onlara iyi de denmez”, “hakta yolda olan biziz, ötekiler yanlış yolda” diyenler doğru söylemiş olur mu? “Falanca ülkeden veya ırktan olanlar iyi, üstün, diğerleri aşağı” diyenlerle, “biz kalkınmış ülkeleriz, diğerleri geri kalmış ülkelerdir. O ülkelerden gelenler de geri kültüre ait kişilerdir. Onları kabul etmek bizi de geriletir, uğursuzluk getirir” diye düşünenler ile hak yolunun yolcularını uğursuzlukla suçlayanlar arasında fark var mı?

“Bu ülkedeki sorunlar sizin yüzünden” deyip de göçmenleri işaret edenlerin tavrı bundan farklı mı? Ya da “aslında biz ileri gidecektik ama şu dindarlar bize engel oldu” diyenler de aynı değil mi? Kendi yanlışlarını görmeyip başkalarını suçlayanlar ne derece haklı olur?

Adam mevcut kanuna göre suç işliyor. Ceza alıyor. Sonra ceza veren kişi ve kurumu suçluyor. Adam rahat durmuyor, başına bir iş gelince de “onun yüzünden oldu” diyor. Adam/adamlar başkasını rahatsız ediyor, hakkı olmayan şeyleri istiyor, başkasının hakkını gasbediyor, hatta terör yapıyor; bir güç veya yetki sahibi kendisine ceza verince de, “onların yüzünden” diyor.

Öteden beri kötüler, zalimler, gaddarlar bile kendilerine iyiliği tavsiye edenlerden ve kendilerine engel olmak isteyenlerden hoşlanmazlar. Yaptıkları hatalar sebebiyle bir kötülükle karşılaşsalar bunun işlerine karışanlar yüzünden olduğunu iddia ederler. Kendi yanlışlarına dönüp bakmazlar. Başkalarını suçlayarak hatalarını kapatmaya çalışırlar.

Kişi ve toplum hayatında belâ ve musibet, mutsuzluk ve bedbahtlık, kavga ve gürültü, fitne ve fesat, istenmeyen durumlar olur mu? Uğursuzluk olur mu? Olur. Ama kimin yüzünden? Uğursuzluklar kimden gelir? Düşünmeye değer.

drs. Hüseyin K. Ece

13.10.2019

Zaandam