Dilimizde “bakar kör olmak” diye bir deyim vardır. Bu da bir şey arayan ama göz önünde olmasına rağmen onu görememek demektir.

Ya da yalın gerçek karşısında olmasına rağmen onu anlamayan, kabul etmemek için direnen demektir. Böyleleri için “gözünde perde var”, “basîreti/feraseti bağlanmış” denir.

Burada kasdedilen elbette kafa gözüyle bir şeyi görüp görmemek değildir. Göz ile görülen şeyi anlamak, görülen şeyin arkasındaki gerçeği, mesajı, dersi idrak edebilmektir.

Bilindiği gibi bakmak ile görmek arasında fark vardır. İnsan bir şeye bakar geçer. Baktığı şeyi görmek; onun farkında olmaktır, onu anlamaktır. Bu bakışa veya baktığı şeyi anlamaya ‘basîret’ denir.

 Kur’an gözlerin değil kalplerin kör (a’mâ) olmasından da bahsediyor. İlginç değil mi... Bilindiği gibi kör (a’mâ) olmak bedendeki göze ait bir olgudur. Göğüslerde olan kalpler nasıl kör olur?

Kur’an zulmeden ülke halkına verilen cezadan, onlardan arta kalan harâbelerden bahsettikten sonra şöyle diyor: “(Ey Elçi, sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc 22/46)

Burada Kur’an’ın kelâm harikalarından biri ile karşı karşıyayız: Kalplerin kör (a’mâ) olması…

Bu âyet insanlara gezip dolaşırken geçmiş milletlerden kalmış kalıntılara  alıcı gözle bakmayı, zulümleri sebebiyle ceza almış kavimlerin, ölüp gitmişlerin hâlinden ibret almayı tavsiye etmektedir. Elbette ibret almak bir basîret ve aklı kullanma işidir.

Âyette de belirtildiği gibi asıl körler, kalp gözlerini kaybedenlerdir. Yani tarihten, olaylardan, musibetlerden, ölümden ibret almayanlardır. Böyleleri yeryüzünde gezip dolaşsalar da ne gördüklerinden, ne duyduklarından yeterince ders almazlar. Önden gidenlerin düştüğü hatalara kendileri de düşerler. Zira bunların kalpleri vardır ama, o kalplerin kavrama yeteneği yoktur. Bu yüzden böyleleri ‘bakar kör’ gibidir.

Âyette ".... kalpler kör olur" sözleri, gerçek anlamda değil, mecâzî anlamda kullanılmış. 

Kur’an dört âyette “hiç gören ile kör (a’ma) bir olur mu?” diye soruyor. (Ra’d 13/16. Fatır 35/19-21. Mü’min 40/58. En’am 6/50) Bu âyetlerde gören göz’den veya kör ile sadece kafadaki gözden bahsedilmediği açıktır. Burada ‘gören’ ile; akleden kalbe, basîret sahibine, ibret nazarıyla bakana; ‘a’mâ’ kelimesiyle de hakikate karşı kör olana, hidâyete kapalı olana, basîretsiz, katı  kimselere işaret edildiğini söyleyebiliriz.

‘Basîret’, sözlükte görebilme, doğru ve ölçülü görme, kavrama ve anlamadır.

 Kavram olarak basiret; duyular üstü bir görmedir. Bu bir anlamda kalbin görmesi ya da kalbin bir şeyi idrak edip anlamasıdır. Baştaki göz, fizik şartları hazır olduğu zaman (ışık, görme duyusu, boyut ve mesafe) cisimleri ve eşyayı görür. Kalp ise bu fizik şartlara bağlı görmenin ötesinde, fıtrî bir kabiliyetle eşyanın ötesini, işin iç yüzünü anlayabilme, bir şeyin aslını ve gerçeğini idrak edebilmedir.

Basîret derin idrak ve anlayıştır. Bir yönden aklın eşyanın hakikatini kavrama durumunu anlatır. Manevî körlük bunun karşıtıdır. Manevi körler, sadece kafa gözüyle görürler, ötesini göremezler, gördüklerinin anlamı üzerinde düşünmezler.

“Göze göre basar (görme) ne ise, kalbe göre basîret de odur. Gözlerin görmesine sebep olan ve görücü kuvvet denilen görme nûruna göz (görme duyusu) denildiği gibi; kalbin görmesine sebep olan ve dilimizde ‘kalb gözü’ de denilen algılayıcı kuvvete ve özellikle bunun zekâ, anlayış ve firaset denilen, görünür ve görünmez bir işe dikkat ve nüfuz ile, gereği gibi idrak eder bir derecede açık ve parlak olması haline ‘basîret’ denilir. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 3/490-491)

 ‘Basîret’ aslında ilâhî bir nur’dur. Allah’ın ‘el-Basîr’ isminin iman eden kullarda bir yansımasıdır. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır (Bakara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler. (Yâsîn 36/9)  İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basîretler) denilmiştir. (A‘râf 7/203. Kasas 28/43)

Artık ey basîret (derin kavrayış) sahipleri ibret alın.” (Haşr 59/2) Bu tam yerinde ve zamanında gelen bir çağrıdır. Burada kalplerin öğüt ve ders almak üzere açık olması gerektiği haber veriliyor. Bakarken basîretle bakmak, baktığını görmek tavsiye ediliyor.

Yeryüzünde gezip dolaşmanın, seyahat etmenin, başka beldeleri, başka toplum ve kültürleri görmenin bir amacı onları tanımak ise; bir başka amacı da ders ve ibret almak. Olaylara, geçmişe, şâhit olunanlara basîret gözüyle bakmaktr.

Ancak göğüs kafesinin altındaki kalpler kör olursa, paslanırsa, manen ölürse bu ibretli bakış gerçekleşmez. Eşyayı, olayları, âyetleri ve insan olarak konumunu anlayabilme nûrunu kaybetmiş kimseler ne ibret alırlar, ne de basîretle bakabilirler. 

Hüseyin K. Ece

24.06.2020

Zaandam