Değerli okuyucular, özellikle gençler!

Tarihten beri insan ile ve onun konumu ilgili pek çok şey söylendi. Filozoflar, fikir adamları, din adamları...

Herkes insanı, insanın içinde yaşadığı varlığı ve hayatı kendine göre anlamaya ve açıklamaya çalıştı. Dolaysıyla bunlarla ilgili söylenilen ve yazılanlar o kadar çok, o kadar çelişkili, o kadar birbirinden kopuk ki... Hangisinin doğru olduğuna karar vermek zor.

Kim ne derse desin, varlık var, bu varlıkta Âdem’den beri diğer varlıklarla beraber insan da. Biz de varız. Merak edip biz de sorabiliriz; insan nedir, niçin var? Görevi, fonksiyonu nedir? Varlık niçin yaratıldı? Hayat ve ölüm neden var?

Buna benzer soruları herkes sorailir ve herkes bunların cevabını arayabilir? Ulaşılan cevap insanı tatmin etmeli.  “Hah, işte aradığım cevap bu idi” demeli... 

Fikir adamları, yazarlar, filozoflar bu soruya kendilerine göre açıklama getirirler. Onların da dünya görüşleri, baktığı bir pencere, dayandıkları temel var.

Herkesin kabul edeceği, “insan hakkında bunca laf edildi ama falancanın tarifi yeterli oldu” diyebileceği bir sonuç yok. Galiba insan kendisi hakkında düşünmeye, kendini anlamaya, kendi gerçeği üzerinde kafa yormaya devam edecek.

Vahye (Kur’an’a) sırtını dönenler var oluşun hikmeti, o varlık içerisinde insanın yeri hakkında tatmin edici bir cevap bulamayacaklar.

“Ben neyim, kimim, nereden geldim nereye gidiyorum, niçin varım, görevim nedir, hayat niçin var, madem ki elem var öyleyse hayat niye var” gibi soruları sormaya devam edecekler...

Vahiy, yani âlemlerin Rabbi Allah’tan gelen Gerçek insanı da, işlevini de, görevlerini, nereden gelip nereye gittiğini, konumunu açıklıyor. 

Biz müslümanız. Dolaysıyla bunları Rabbimizden; O’nun Kitabından ve O’nun Elçisinden (İslâm’dan) öğreniyoruz. Üstelik onlardan öğrendiklerimiz şüphe götürmez gerçektir. Üzerinde münakaşa etmeye, kuşku duymaya gerek yoktur. Allah’ın bildiği bilgiler ve haberler mutlak doğrudur.

İslâm’a göre insan:

İnsan kelimesi; “insan topluluğu” anlamına gelen Arapça ‘ins’ kökünden türedi. Bazılarına göre insan kelimesi “unutmak” mânasındaki nisyân’dan, bazılarına göre de “alışmak, uyum sağlamak” anlamındaki ‘üns-ünsiyet’ten gelir.

İnsan kelimesiyle ilgili bu üç görüş de doğru olabilir. Zira insan özel bir varlıktır ve “ins-insan” ismi de ona hastır. İnsan yapısı gereği unutkandır, bir çok şeyi unutur. O aynı zamanda ailesine, başkalarına, hayvanlara, doğaya ünsiyet eder, yani uyum sağlar. Bundan dolayı insan “sosyal bir varlık” olarak tanımlanır.

İnsanın daha başka özellikleri de sayılabilir. Kur’an bu varlık türüne ‘ins-insan-beşer’ diyor ve varlık içerisinde ona ayrı bir yer veriyor. Allah (cc) bu varlığı özel yeteneklerle donatmış, akıl ve irade vermiş; sonra da onu sorumlu kılmış, hiç bir varlığa vermediği görevleri vermiştir.

-Abd (kul) olarak insan

İslâma göre insan Allah tarafından ‘kul (abd)’ olarak yaratıldı.

Abd-kul sözcüğünün anlamı, insanın Yaratıcı karşısındaki durumunu da açıklıyor. ‘Abd-kul’ kelimesinin kök fiili sözlükte; itaat etmek, alçak gönüllülük (tevazu) göstermek, birine; karşı gelmeksizin itaat etmek ve boyun eğmek anlamlarına gelir.

Abd, bunları yapandır. Kul-abd efendisine itaat eder. Çünkü efendisi onun sahibidir, ona nimet vermektedir, ona iyilik etmektedir.

Türkçe’ye kulluk etmek olarak çevrilen ibadet/ubûdiyyet de ‘abd’ kökünden gelir. Bu iki kelime; kişinin üstün gördüğü bir güç önünde itiraz etmeksizin itaat etmesini, kendi özgürlüğünü bırakıp tam bir bağlılıkla onun emrine girmesini, teşekkür borcunu anlatır.

Kur’an, bu şekilde bir boyun eğmenin, itaatin, yüceltmenin ve şükretmenin ancak âlemlerin Rabbi, mutlak Efendisi (Mevlâ’sı) olan Allah’a karşı yapılabileceğini söyler. 

İşte bu gerçek aynı zamanda insanın yaratılış sebebini, işlevini ve görevini  açıklar. 

Allah tarafından yaratılan ve yaşatılan, her açıdan O’na muhtaç olan, ölünce de O’na mecburen dönecek olan insanın, kendisine fayda ve zarar veremeyecek, uydurma ilâhlara (tanrılara) kul (abd) olması, onları mevlâ bilmesi yanlıştır.

Üstelik insanların Mevlâsı Allah (cc) insanı ‘abd-kul’ olmaya uygun bir fıtratta (yapıda) yarattı, yaratıyor. Kul, kendisini yarattığı ve ihtiyaçlarını karşıladığı için de Efendisine-Mevlâ’sına borçludur. Her borç gibi kulluk borcu da ödenmeli.

İslâmda ibadet (kulluk) önce kulun gerçek sahibine borçlu olduğunu bilmesidir. Sonra da borcunu O'nun razı olacağı şekilde ödemeye çalışmasıdır. Allah’ın iyiliklerini, nimetlerini bilip teşekkür etmesidir.

Mü’min bir abd-kul bilir ki, hayatını Mevlâ’sının gösterdiği gibi, O'nun koyduğu hükümlere (ölçülere) göre yaşamak; kulluk borcunu yerine getirmektir, şükürdür, mutluluktur ve ölümden sonrasına hazırlıktır. 

Gençler, her zaman yürekten şöyle diyelim:

"Hasbunallahü ni’me’l-mevlâ ve ni’me’n-nasîr-O ne güzel Mevlâdır, O ne güzel yardımcıdır." (Enfâl 8/40. Hacc 22/78)

Hüseyin K. Ece

25.08.2022

Zaandam